Ada Röportajlar

Akasya: kafesiyle, büfesiyle, fırınıyla, diskosuyla 54 senelik baba esnaflığı – Özgür Kaymak

Akasya’nın benim Büyükadam’da her daim özel bir yeri olmuştur. İlk çikolatalı tostumu yediğim cafe, ilk “slow-dance”’imi yaptığım mekandı. Akasya’nın kurucularından Etem abi ile yaptığımız röportajda benim için duygu yüklü bu mekanın nasıl dolu dolu bir geçmişe sahip olduğunu, bir taraftan azınlıklarla yüzleşilmeyen acı yüklü tarihine tanıklık ettiğini bir taraftan da adalılar için nasıl sıcak bir yuva haline geldiğini dinledim. Dile kolay iki kuşağı görmüş geçirmiş, bin bir çeşit hikayeye tanıklık etmiş. İstanbul’un, Adaların yok edilmeye çalışılan belleğine rağmen hala “80’lerde burada hikayemiz vardı” dedirten ve hala da hikayelere ses veren nadide mekanlarından biri. Gelin, beraber dinleyelim Akasya’nın hikayesini. 

“Ada bambaşka, benim için yaşam kaynağı”   

Özgür Kaymak (‘Ö’): Etem Bey, Akasya’nın doğuş hikayesine gelmeden önce sizi bir tanıyabilir miyiz? 

Etem Durmuş (‘E’): Biz gurbete Büyükada’ya gelmişiz. Rize, Ardeşen kökenli bir aileyiz. Oradan gelmişiz. Babamın ilk gurbete çıktığı tarihler yaklaşık ’60 ihtilalinden hemen önceydi. İlk geldiği zaman babam, Perşembe pazarının oraya yerleşmiş; orada kayığı varmış ve insanları Haliç’in bir yakasından diğerine geçiriyormuş. Tamamen ekonomik sebeplerle yapılmış göçler. Geçim kaynağı olarak insanlar gurbete çıkardı o zamanlar. Şu an bulunduğumuz yerin karşısındaki Akasya Oteli’nin sahipleri Rumdu. Dedemler daha sonra bu otele güvenlikçi olarak gelmişler. Bizim Akasya’nın ismi de işte o Akasya Oteli’nden geliyor. Bizim akrabaların da kimi garsonluk yapardı kimi güvenlikçiydi burada. 

Ö: Zincirleme göç dediğimiz şeyi yapmışsınız sanırım. Hane halkından bir kısım gelmiş ve güvenli bulduğunda diğerleri göç etmiş değil mi? 

E: Aynen, peyderpey gelindi. Ben üç yaşında idim İstanbul’a ilk geldiğimizde. Büyükada’da ilkokulu okudum. Ortaokulu Taş Mektep’te okudum.  

Sofronios Köşkü daha sonra Taş Mektep ismiyle okul olarak kullanıldı.

Ö: Ada’da okula gitmek ve çocuk olmak nasıl bir his bıraktı sizde? 

E: Ada şehre göre daha rahat, salaş olduğu için çocuklar için dezavantaj olabiliyordu. Dersler bitince hemen kendimizi Tepeköy’de top sahasına atardık.  

Ö: Akasya’nın hikayesine dönersek.. 

E: O zamanlar şu an oturduğumuz Akasya cafe, Akasya Oteli’ne aitmiş. Otelin çamaşırlarının asılacağı bahçe olarak kullanılıyormuş. Babam aynı zamanda burada çiçek yetiştirirdi. 60’larda Rumlar gitmek zorunda kalınca, o zamanki muhasebe müdürü oteli kendi üzerine alıyor. Yunanistan’a gönderilmeden önce buranın eski sahipleri babama, “Ziya Bey, otel bizden gitti ama bu bahçeyi kimseye emanet edemeyiz, sen muhafaza edersin” dediler ve babama teslim ettiler. Babam da burada çiçekçilik yapmaya başladı. Biz de ailecek şimdi personelin kaldığı şu iki göz yerde yaşadık. Ben hatta uzun zaman sonra oğluma, “bak oğlum, biz burada iki göz odada uzun yıllar kaldık” dedim. Benim küçük dedi ki, “oo baba, burada kalınır mı?” Ben de, “nereden nereye geldik, onun için bize bunları sağlayan dedenize rahmet dua edin,” dedim.  

Çarşıdaki Milano Restaurant’ın, ilk kurucusu gene babamdır. Amcamlarla beraber orayı kiralıyorlar. O zaman tabii yokluk var. Eniştem de hemen yanında bir kahvehane açıyor. Babam da fakirlikten Milano’dan feragat edip yanda eniştesiyle kahveye ortak oluyor. Sonrasında da Lale İşkembecesi oluyor orası. 84-85’e kadar devam ediyor işkembeci olarak. Akasya’da da seracı olarak uğraşmaya devam ediyor babam. Akasya Oteli 79’da yanıyor maalesef.  

Akasya Oteli (Calypso Otel) yangını 1979 – Fotoğraf: Büyükada’da Eski Zamanlar, Dr. Hayati Ferdi Kocal

E: Şu an oturduğumuz Akasya’yı, cafe-bar olarak 1981’de açıyoruz.  

İlk başlarda bambu masalar vardı, şu an buradaki gibi bir barımız vardı, herkes aperatifini alırdı. 82-83’lere kadar öyle devam etti. Ondan sonra biz burada bizim sevgili Nino Varon’un sayesinde müzik yapmaya karar verdik. Onun fikriyle yemekli-disko, tavernamsı bir konsepte geçtik. Haftanın belirli günlerinde de küçük çocuklara gençlik partileri düzenlemeye başladık, haftanın 1-2 günü yanlış hatırlamıyorsam, alkolsüz içeceklerle gençlik partileri adı altında disko yapardık, gece 1’e kadar sürerdi. Çocukları da evlerine personelle biz evlerine gönderirdik.  

Ö: O zaman adada herkes birbirini tanıyordu, ebeveynler de size çocuklarını güvenle teslim ediyorlardı, değil mi? 

E: O zamanlar adada ağırlıklı Avrupai turist vardı, profil şimdikinden farklıydı. Acentelerle anlaşıp turistlere de yemekler veriyorduk. Nino Varon’la beraber çalışmaya başladıktan sonra hafta sonları sanatçıları da ağırlıyorduk burada. Birçok ünlü burada sahne aldı diyebilirim. Nino o zamanlar Nilüfer’in menajeri olduğu için, Nilüfer her sene burada sahne alırdı. Nilüfer de Yahudi cemaatinin sevdiği bir isim olduğu için, her zaman kalabalık olurdu onun geceleri. Ada’daki Yahudi toplumu bizi her zaman tutmuştur. Hem hizmetimizden memnun kalmışlardır hem de güven duymuşlardır.  

Ö: Benim hatırladığım Akasya, yaşım itibari ile, 90’lı yılların başına denk geliyor. Hatta ilk bar deneyimim Akasya’daydı benim, disko tarzı müzikler oluyordu çok keyifli. 

Akasya Cafe’nin barı

E: O zamanlar burada küçük bir büfe vardı, hatırlarsın belki, benim ilk büfecilik yıllarım da oraya dayanır. Güven dediğin gibi çok önemliydi; mesela ebeveynler Kulüp’e (Anadolu Kulübü) giderlerdi ve çocuklarını bizim buraya oynamaya bırakırlardı, eve dönerken de çocukları alırlardı. Bizim burası güvenli bir limandı. Biz adadaki gayrimüslimlere güven duyabilmeyi hissettirebilmişiz demek ki, ne mutlu bize. Bahsettiğim büfe 90’lara kadar devam etti. 90’lardan sonra bir yıl kadar Zorba çalıştı burada; onlara kiraya verdik. Hatta kiraya verdiğimizde adalılar üzülmüşlerdi, acaba nasıl olacak diye. Bir iki sene kadar Serhat diye bir arkadaşımız işletti burayı. Sonrasında ne yapalım ne edelim derken, benim yeğenim Züleyha, “biz yapalım amca” dedi. Kendi yerimiz, kendi çocuğumuz diyerek onlara devrettik. Züleyha, ortağıyla birlikte çok güzel işletiyor burayı. Hatta seninle başta konuşmuştuk; biz Karadeniz’de aile yapısı olarak daha ataerkiliz, “acaba bu işi kız çocuğu yapabilir mi” sorusu oluşur kafalarda. Ben biraz daha farklı baktığım için, “neden olmasın, biz de buradayız, gayet de güvenli, neden yapamasın” dedim ve destek verdik. Züleyha gayet de güzel götürüyor Akasya’yı. 

Ö: Ben gıpta ediyorum, her sabahın altısında gelip en ince noktasına kadar temizleyerek kendisi açıyor mekanı.

E: Ve ada’nın simgesel bir mekanı burası artık. 

“Büyükada’ya gidip de Akasya’nın tostunu yemeden geçmek mümkün değil” 

Ö: Sizin ayrıca bir fırınınız var. Sizin gibi başka kimler vardı?

E: Büyükada Pastanesi, Yalovalı Kardeşler vardı o zamanlar da; şu anki Saray fırını Yamalaki kardeşlerinmiş. Biz Akasya fırını olarak 85-86’da başladık. 

Ö: O zaman biraz da Akasya fırınından bahseder misiniz? 

E: Biz Lale işkembecisini 66-67’de açmıştık, iskelede. İşkembecilik de ağır bir iş tabii, adada da fırın eksikliği vardı o zaman. Niko’nun Büyükada Pastanesi vardı tabii ama onlar ekmek üretmiyorlardı. Ekmek üreten, Yamalaki’nin Saray’ı vardı ve onun amca çocuklarının açtığı Altın Başak vardı. Biz de ihtiyaç neticesinde fırını açtık işkembecinin yerine. 81’de Akasya Fırın olarak açıldı. Şu anki yerine, yani çarşıdaki yerine 2000’de taşındı fırın. Yaklaşık 54 senelik baba esnaflığını devam ettiriyoruz.  

Milano Restaurant’ın yanında açılan kahvehane-işkembeci ve fırının olduğu yer

Meşhur Akasya tostu, senin kuşağının bildiği “çikolatalı tost”un yaratıcısı, ben oluyorum. Resul bizden eskidir, en eskimizdir tostçulukta. Çikolatalı tostta ise biz popüler olduk. O zaman ünlü bir köşe yazarı bizim tostu yiyor ve köşesinde yazıyor, “Büyükada’ya gidip de Akasya’nın tostunu yemeden geçmek mümkün değil” diye. Biz de böylece biraz daha ön plana çıkıyoruz. İşte, o günden bugüne geldik ve bayrağı şimdi Züleyha devraldı.  

Ö: Siz şu anda dinleniyorsunuz ama eliniz de hep üzerlerinde… 

E: Aynen, hep buradayız. 

Ö: Şu an zaman tüneline girmiş gibiyim ben de. Başka adalarda şube açmayı düşünmediniz mi hiç? 

E: Heybeliada’da da Lale işkembecisi olarak bir müddet hizmet verdik. Ben liseyi de Heybeli’de Hüseyin Rahmi’de okudum. O zamanlar Büyükada’da lise olmadığı için Heybeli’ye gidilirdi. Heybeli’de o zamanlar askeriye vardı, sanatoryum vardı. Ama bürokrasi Büyükada’da olduğu için daha merkeziydi.  

Ö: Ada’da yaşamanın avantaj ve dezavantajlarından bahsedelim mi biraz? 

E: Şöyle, bana sorarsan en güzel, en salaş ada Burgaz, daha korunaklı. Kınalı daha Ermeni ağırlıklı. Büyükada, bürokrasi burada olduğu için yıllar geçtikçe şehirleşti.  

Benim çocukluğumdaki adayı düşünüyorum da… Eskiden bizim ada daha sakin, tertipli, daha güvenli, korunaklıydı. İskeleden girerken o zamanki güvenlik kılık kıyafete bakardı, sormadan adaya almazdı. Daha da eskiden, babamların zamanında adaya girebilmen için güvenlik sorarmış, “adada yakının var mı, nerede kalacaksın”, diye. O da ayrımcılık tabii ama… Adaya göre ayrı bir standart da koymak lazım. Belediyeler, siyasi iktidar bu işin içine girince bu işler dağılıyor. Oy, rant… Siyasi hırs devreye girince standartlar düşüyor ve ada bu hale geliyor. 

Akasya Otel ve Splendid Otel karşılıklı

Ö: Eski adayı özlüyor musunuz? 

E: Özlüyorum tabii ki, ben çocuktum, o zaman faytonlar vardı ama böyle bir kontrolden çıkma asla yoktu. Babamlar anlatırdı, eskiden Rum faytoncuların arabalarına gecenin kaçında binersen bin, asla tedirginlik duymazmışsın. O faytoncu da sahilde ailesiyle yemeğini yermiş. Bunların hepsi kabuk değiştirdi. Ve iş faytonların kaldırılmasına kadar geldi.  

Ö: Sizin fikriniz neydi faytonların kaldırılmasına yönelik? 

E: İyi oldu ama belki Lunapark’ta bir düzenleme yapılabilirdi faytonlar için. O zamanlar eşeklere binerdik, hatta ben çocukken eşeklere binip çarşıda gezerdik ama kayboldu hepsi. Sahip çıkamadık. Farklı göç dalgaları oldu, yanlış anlaşılmasın sakın, bizim kökenimiz de Rize. O zamanlar Rizelisi, Erzincanlısı, Malatyalısı vardı. Erzincanlılar bahçıvanlık yapardı, Malatyalılar eşya taşımacılık yapardı mesela. 

İş kollarına ayrılmıştı herkes. Bizim Karadeniz insanında da bu vardır, birkaç sene işçilik yapar ondan sonra kendi işinin patronu olur. Bizimkiler biraz daha cevval sanırım, daha esnaf kökenlidir. Zamana ayak uydurmaya çalıştık. Ama bu sön göç dalgaları, yanlış anlaşılmasın lütfen, yazlıkçıları etkiledi. Ama ada hala çok güvenli bir yer. Özellikle çocuklu aileler için adalar hala tercih edilen bir yer. Bunu korumamız çok önemli, üzerine inşa etmemiz lazım. Gelecek nesillere çok iş düşüyor.  

Akasya Oteli yanmadan önce kulesiyle beraber

“Toprak başka bir şey. Başka yere gideriz de… kuşu koymuşsun altın kafese…”  

Bak benim çocukluğumdan sadece birçok eğlence yeri sayabilirim; Çankaya’nın yukarısında Yekta vardı mesela, Aftalit vardı diskotek, Maden tarafında Kırmızı Horoz vardı, Şamdan vardı uzun yıllar, Le Bouquet, Zorba devreye girdi, Yörükali Plajı’nın orda Değirmen ve Seferoğlu vardı. Yörükali zamanında Gönül Yazar’a çok işkembe servis etmişimdir ben (gülerek). O kadar eğlence vardı adada. Gece eğlenceden çıkıp çorba içilirdi. Yavaş yavaş bunlar erozyona uğradı. Şu anda her şey ranta dönüşmüş durumda. Benim tavsiyem turist sayısına belirli bir kota koyup, adanın siluetini, ruhunu bozmamak. Yerel yönetimlerin, siyasi iradenin devreye girmesi lazım burada. Hukuki olarak kaymakamlığın sorumluluğu çok fazla. Şu anda ada kendi halinde gidiyor.  

Ö: Buna dair bir mesajınız var mı? 

E: Her şey yerel yönetimlerde bitiyor. Belediyeler halka hizmet için burada. Asıl görevleri budur. Bunlar yapılırsa hayat güzel hepimize. Temennimiz bu.  

Ö: Harika anlattınız.  Bitirmeden, ada sizin için ne ifade ediyor? 

E: Ada bambaşka, benim için yaşam kaynağı. Babam Ziya’ya dua ederim hep, adayı bize bahşettiği için. Çocuklarıma da vasiyetim hep budur. Yeni nesil ne yapacak bilemeyiz, gönül onların. Toprak başka bir şey. Başka yere gideriz de… kuşu koymuşsun altın kafese…