Ada

Azınlık Yazlığından Sermaye Akınına: Adaların Değişen Çehresi – Deyvi Papo

Çocukluğumun en mutlu, sonu gelmeyecekmiş gibi hissettiren yaz günlerine ve uzakta olmamla birlikte hala peşini bırakamadığım bir nostaljiye ev sahipliği yapan İstanbul’un Adalar’ı son zamanlarda aklımı çok başka bir şekilde kurcalıyor:  

Adaları gerçekten de sadece şehrin kalabalığından uzaklaşmak için mi tercih ediyoruz? 

Belki evet. Birçok “yazlıkçı” için öyle. Ama bir yandan da adaların, İstanbul’un azınlıkları tarafından gözlerden uzak sokakları ve meydanları doldurabilmek için tercih edildiğini düşünüyorum. Murat Belge de buna istinaden İstanbul Gezi Rehberi’nde adaların azınlık “psikolojisine” uyan mekanlar olduğunu iddia ediyor. 1 

Peki, nedir bu azınlık psikolojisi? Ve adalar nasıl bu psikolojiye uygun mekanlar oluyor? Kamusal alanlar ile azınlık olma hali arasında ne tür bir bağlantı var?   

Öncelikle adaların kent hafızasındaki yerine bakalım: Bizans döneminde Adalar, iktidar için tehdit oluşturan prenslerin çoğu zaman gözlerinin oyularak yollandığı, çeşitli işkencelere maruz bırakıldığı ve aynı zamanda rahiplerin inzivaya çekildiği bir “izolasyon” alanıydı. Gözlerden uzak olmanın, görmemenin veya görülmemenin hem politik hem de coğrafi anlamda vücut bulduğu mekanlardı. Tam olarak bu yüzden ilerleyen yüzyıllarda “azınlık psikolojisi”ne uygun bir yer haline geldi Adalar. 

Bu inziva alanının yerini kırsal bir sakinliğe bırakması 19. yüzyılda vapur seferleri ile başladı. Adalar yavaş yavaş yazlık konakların inşa edildiği, kafa dinlemek için gidilen veya sağlığa kavuşmak için tercih edilen şehre yakın bir rekreatif bölge haline geldi. Zaten halihazırda bir Rum nüfusuna sahip olan adalar, ilerleyen yıllarda özellikle Ermenilerin ve Yahudilerin de yazlarını geçirmeyi tercih ettiği bir adrese dönüştü.  

20. yüzyıla gelindiğinde ise açılan Bahriye Okulu ve sayısı artan camiler ve okullar Tanzimat sonrası yüzünü Batı’ya dönen Türk-Müslüman nüfusun da adalara gelmesine olanak sağladı. Cumhuriyet’in kurulması ile Ada halkı da “Türkleştirme” politikasından nasibini aldı: 1942’daki Varlık Vergisi ve 1955’teki 6-7 Eylül Pogromu adalarda başta Rum nüfusu olmak üzere diğer azınlık nüfusun da azalmasına sebep oldu.  

İstanbul’daki ve ülkenin diğer büyük şehirlerindeki demografik değişime paralel bir şekilde değişen adalar yine de uzunca bir süre azınlıkların İstanbul’un merkezine göre gözlerden uzak, daha “rahat” bir şekilde kamusal alanda varoluşunu mümkün kıldı. İnzivaya çekilen rahiplerin ve iktidarı tehdit eden prenslerin mirasının üzerine Adalar’da gözlerden uzak, çok kültürlülüğün benimsendiği kamusal alanlar oluştu. Fener’den, Balat’tan, Tarlabaşı’ndan ve daha sonraları Galata’dan, Kurtuluş’tan elini ayağını çeken, Rumca, Ermenice ve Ladino; çocukluğumda Adalar’da hala sokaklarda duyulmaktaydı. Ada’da yaşayan veya yolu bir şekilde buralara düşmüş birçok insanın da başka varoluş biçimlerine saygıyı bu çok sesli kamusal alanda öğrenmiş olması büyük bir olasılık.  

Bu yüzyılın başlarından beri ise artık giderek azalan azınlık nüfusu ve adaya gözünü diken sermaye, Adalar’daki kamusal alanı iyice değiştirmekte. İstanbul’da iş ve mesken olmayan ‘üçüncü mekanların,’ eğlence alanlarının azlığı sebebiyle büyük kalabalıklar yaz döneminde Adalar’a, özellikle de Büyükada’ya akın etmeye başladı. Bununla beraber Adalar sermayenin ilgi odağı haline geldi. Artan turizm ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik buhran ile birlikte Adalar’da yaşam gittikçe pahalılaştı. Adalı “yazlıkçılar” her sene kiraladıkları yazlıkları bırakmak zorunda kaldılar. Kalabilenler ise kalabalıktan bunalıp kendilerini evleri ve üye oldukları özel kulüpleri arasında dar bir alana sıkıştırdılar.  

Sahip olduğuyla asla yetinmeyen sermaye Adalar’ı bir fırsat olarak görüp 2013’te Yassıada projesi ile işi farklı bir boyuta taşıdı. Mevcut hükümetin “inşaat” projeleri üzerinden gerçekleştirdiği sermaye arttırımının ve kültür savaşının İstanbul’daki en çarpıcı örneklerinden biri olan “Demokrasi ve Özgürlükler Adası”’nı – 3. derece arkeolojik sit alanı olan Yassıada’yı – şehirdeki birçok kamusal alana yapıldığı gibi bir tüketim merkezi haline getiren bu proje, yakın siyasi tarihimizde yer tutan bu adayı sermaye çarkına sokarken ortak kent hafızasında neyin hatırlanıp neyin unutulacağını da dikte etmiş oldu.  

Sırasıyla Sedef ve Kaşık Adası’nın da sit alanı statüsünü düşüren hükümet, en son 2021 Ağustos’unda Cumhurbaşkanı’nın talimatı ile Adalar’ı “Özel Çevre Koruma Bölgesi” ilan etti. Ardından Temmuz 2023’te adanın nüfusunu iki katına çıkarmayı hedefleyen tartışmalı bir imar planına imza attı.  

Emek Sineması, Gezi Parkı veya en son Akbelen’de de gördüğümüz üzere çok sesli kamusal alanlara ve çok çeşitli ekosistemlere tahammülü olmayan mevcut hükümet Adalar’da da köklü bir değişikliğe hazırlanıyor. Ancak bu sefer iktidarı için tehdit oluşturan unsurları uzaklara sürmüyor; onlar için son kalan yaşam alanlarından birini daraltıyor.  

Ülke genelinde gün geçtikçe daha da dar alanlara sıkıştırılan etnik, dini, politik veya cinsel azınlıklar Adalar’da olduğu gibi sermaye politikalarının altında eziliyor; kentteki varlıkları, hatıraları ve kültürleri yok olmaya yüz tutuyor. Bu yüzden Adalar’daki ve şehrin başka bölgelerindeki çok sesli kamusal alanların yok oluşu ülkenin geneline sirayet eden tek sesliliğin kentte vücut bulmasını sağlıyor ve böylece toplumda yerini sağlamlaştırıyor. 

Her ne kadar bugün Adalar’da gayrimüslim azınlık nüfusu azalmış olsa da buna paralel, son yıllarda Adalar’da kendini politik-kültürel azınlık hisseden ve İstanbul’un şiddetinden uzaklaşmak isteyen nüfus da artış göstermektedir. Çok sesliliğe nispeten alışık olan ve bu yeni grupla değişen Ada halkı, kamusal alanda etkisini gün geçtikçe arttıran neoliberal politikalara karşı organize bir direniş sergilemektedir. 28 Ağustos’a dek imar planına itiraz dilekçelerini sunacak olan Adalılar’ı bundan sonra zor bir süreç bekliyor.  

Adalar’ın maruz bırakıldığı bu politikalar ve “azınlık psikolojisinin” yarattığı içe çekilme, Adalar’ın ve ada halkının görünmezliğini iyice arttırıyor; kent hakkı ve ekolojik haklar üzerine verilen mücadeleleri sekteye uğratıyor.  

Adalı olsak da olmasak da, kendimizi azınlık hissetsek de hissetmesek de, sağlıklı bir kent yaşamı ve adil bir kent hafızası için Adalar mücadelesi bu ülkede verilen bütün diğer mücadeleler gibi, hepimizi ilgilendiren bir mesele. 

Kapak görseli: Betsy Penso, Büyükada

1 Belge, M. İstanbul gezi rehberi. s. 379 Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1993.