Ada

Burgazlı olunmaz, Burgazlı doğulur – Jaymi Benbanaste

Jaymi Benbanaste’nin 2010’dan beri Burgaz üzerine düşüncelerini kaleme aldığı notlarından bir derleme…

Burgazlı kimdir?

Burgazlı durmaz. Burgazlı duygusaldır, toprağı sever, deniz kirlense bile geçicidir der; bir şey ters gitse düzelmesini sabırla bekler, yardımcı olur. Sadece kendi bahçesini değil komşunun bahçesini de sever, kışın adaya gittiğinde komşularının evlerini de kontrol eder, açılmış cam varsa haber verir. Bir Burgazlı adada kalacağı saatlere ada halkı ile yapacağı sohbetleri de katar.

Burgazlı’nın misafir ağırlaması birbirine benzer; önce ada anlatılır sonra gezdirilir, sanki kendi evini gezdiriyormuş gibi gururla, sevgiyle, özene bezene hazırlanmış bir yemeği sunar gibi. Dondurmasıyla övünür, kahve içtiği yer onun en güzel köşesidir. Paylaşmak, davet etmekten hoşlanır; bir yaşar bin anlatır, vapura uğurlarken “sen bir şey görmedin, yine gel” der. Ormanı anlatır, geçmiş Burgaz’ı anlatır, gidemediyse Kalpazan’ı anlatır ve en önemlisini sona sakladım dostlar: Adada en gurur verici şey, ne kadar çok dostun olduğunun farkına varmaktır. Misafir şaşırır, “Burası nasıl bir yer” der, “Ben de geleyim,” der ama işte o an acı gerçekle karşılaşırlar: “Burgazlı olunmaz Burgazlı doğulur!”   

*** 

Sana geliyorum Burgaz

Yaz bitmiş üzerinden aylar geçmiş ancak adaya çıkmaya daha çok zaman varken Burgaz’a şunları kaleme almıştım:  

Sevgili Burgaz, 

Senden ayrılalı tam üç ay oldu. Bu süre, yazın seninle geçirdiğimiz süreyle eşit ama gel gör ki burada kış daha yeni başladı; yani işin başındayız, sana kavuşmamıza daha altı ay var. Hani bana hep derdin ya, “Adaya gelmek için yazı bekleme, kışın da gel. Temiz hava al dostlarını gör, sıcak bir çorba iç, karanlık basmadan dönersin.” Haklısın Burgaz, çok haklısın, bu güzel programı ihmal ettim. Seni unuttuğumdan değil sadece şehir hayatına girince o girdapta kendimi kaybetmişim. Geçen haftalarda Birol teknesiyle beni sana getirdi. Ataköy’den keyifle yola koyulduk. Sana hep vapurla gelmeye alışık olduğum için manzara bana çok farklı geldi. Yolda sana bakmaya, seni sevmeye doyamadım. Yolculuk boyunca bir yandan seni seyrettik bir yandan lafladık. Konu tabii ki sen ve sendeki yaşantımızdı. Kıyıya yaklaşırken sanki ilk defa sana gelmişim hissine kapıldım. Neden mi? Nedeni Burgaz Facebook grubu kurulduktan sonra bu sana ilk gelişim olmasıydı. Nasıl bir heyecan… Kendimi çocuk gibi hissettim. Yüzüme bir tebessüm yapıştı. Böylesine mutlu başlayan günümüz dostlarımızla sohbet edip balığımızı yedikten sonra kahve molamızla sona erdi. Dönüşte sana şöyle bir bakıyordum ki, bana el salladığını gördüm. Buna nasıl sevindim anlatamam.  

Bugün eski adalı, çok sevdiğimiz Ali Kaptan’ı son yolculuğuna uğurladık. Yıllarca senin denizinde kaptan olarak çalışan, balıkçılık yapan eski bir adalıdan istemeden ayrıldık. Artık o diğer kıymetlilerimiz gibi sana emanet, ona iyi bak. 

Sevgili adacık son lodoslar seni çok yormuş olmalı. Yakında poyrazlar başlar, rahatlarsın. Ada olmak kolay mı, bunu senden iyi bilen var mı? Sana ve kışın üzerinde barındırdığın tüm Burgazlı dostlarıma şimdiden iyi bir 2011 yılı diliyorum. 

Seni her zaman hayal ettiğim gibi kucaklar, öperim. 

51 yıllık dostun Jaymi. 

**** 

Ben yine çocuk oldum. Burgaz anılarımı yazarken öyle bir hisse kapıldım ki sanki annem beni öğle yemeğine bekliyor, denizden çıkıp eve gitmem gerek. Sonra öğle uykusu… (Ahhhh keşke!) Bir zamanlar geceleri büyüklerim dışarı çıkar ben kös kös yatağa girerdim ve aklımdan hep, “Bir gün büyüdüğümde ben de onlar gibi eğleneceğim” derdim. Büyüdüm diskotek kapandı, son yıllarına zar zor yetiştim. Sinema kapandı, ardından Kıbrıs çıkartması ve karartmalar, kapanan eğlence yerleri lokantalar ve bir gecede yok olan komşular, dostlar, kardeşler… Güzel şeyler de oluyordu tabii. Mesela 30 Ağustos’ta o dönem kutlamalar sabahtan başlardı. Orijinal kıyafetlerle yağlı kazıktan bayrak almalar, yumurta taşıma yarışları, çuval yarışları… Şimdi çekmecelerden çıkarttığınız fotoğraflar beni o günlere geri götürdü, hem de çok yoğun anılarla… Cozi’nin samba gecesi, İsmet Badem’in ‘beyaz gecesi’ de unutulmazlar arasında sayılabilir. Şimdi sizler anılarınızla birlikte o gecelerin fotoğraflarını teker teker ortaya çıkarınca, o günkü heyecan geri geldi ve kendimi öyle kaptırdım ki çocukluğumu tekrar yaşıyor gibiyim.  

Fotoğraf: Melis May Sarfati

*** 

Geçen göç günlerinden bahsedince burnuma güneşten sararmış gazete kokusuna karışmış naftalin ve kapalı ev kokusu geldi. Taşınmadan iki üç hafta önce başlayan adaya gidiş havası, evdeki o tatlı telaş, halıların yıkanması, kaldırılması, koltuklara kılıfların geçirilmesi, suyun elektriğin kesilmesi, çıkarken kapının kilitlenmesi, üst kilidin kontrol edilmesi hatta kapının sıkıca ileri geri itilmesi… Vapur kaçtı kaçacak… Elde çantalar ve naylonlar ile adaya merhaba demenin heyecanı! Çocuklarımız bu duyguyu bilemezler arkadaşlar, bence bu şekli ile bilemezler. Koskoca bir kış sürekli oyun oynadığın, saatlerce konuştuğun bir arkadaşını görmemişin; işte bugün onunla tekrar karşılaşma günü. Bu heyecan nasıl anlatılır? 

*** 

Sokaklarımız…

Kışın ortasında Burgaz özlemimin zirve yaptığı bir anda kaleme aldığım bir yazı: 

Bir yere ait olmak, kendini oralı hissetmek, kendini ona bağlı hissetmek…  

Bu duygular nasıl oluşur, neler gereklidir? Bu soruların cevabını uzmanlara bırakıyorum, ben kendi açımdan amatörce değerlendirdim. Benim için bir yere ait olmak, Burgazlı olmak demek. Neden, nasıl? Düşündüm ve cevabı bulduğumu sanıyorum. Çocukluğum adada geçti. Sokaklarını karış karış gezdim. Babalar işe iner, anneler evde çalışırken peki biz çocuklar ne yapardık?  

Bize “Haydi git arkadaşlarınla oyna” derlerdi. Sokağa çıkar arkadaş arardık, hemen bulurduk çünkü program aynıydı, “Şimdi sokakta oynama vakti.” Adada sokaklar bizim oyun alanımızdı. Annemize nerede olduğumuzu söylemişsek, orada kalmamız gerekirdi. Saatlerce oynardık, annemiz işini bitirip bizi denize götürmek için çağırana kadar. Denize gitmek için bile ayrılmak istemezdik oyun arkadaşımızdan.  

Sokaklar yaşadıkça senin olur. O sokaklarda sohbet edeceksin, duvarına oturup arkadaşını bekleyeceksin. O sokaklarda sevgilinin elini tutmak için kuytu köşeler arayacaksın. Yağmurdan kaçacak veya yağmurda yürümenin keyfini yaşayacaksın. Evdekiler görmesin diye sokakta ağlayacaksın. O sokaklarda düşeceksin, düşe düşe bisiklete binmeyi öğreneceksin. O sokaklarda kardeşinin pusetini iteceksin büyüklerinin dikkatli bakışları altında. Bayramlarda en güzel kıyafetinle çıkacaksın sokağa cami, kilise veya sinagoga gitmek için. O sokaklarda baharda gelmenin, sonbaharda gitmenin çok farklı heyecanlarını yaşayacaksın. Depremde o sokaklar evin olacak. Kim derdi sokakta yatmak evde yatmaktan daha güvenli olacak diye? Sokaklara bakarak gözleyeceksin misafirin yolunu. O sokaklarda vapurdan birlikte yürüyeceksin babanla, yorgun bir iş günü sonunda. Uzun zaman görmediğin bir arkadaşına rastlayacaksın o sokaklarda, elinden tutup evine götüreceksin onca zamanın özlemiyle. O sokakları anlatacaksın adaya ilk defa gelen bir dostuna, “Bu köşe var ya bu köşe, dili olsa da anlatsa” diyebileceksin geçmişinden hasretle bahsederken. Evinin yerini tarif edeceksin, sana göre her biri farklı özeliklere sahip sokakları anlatarak.  

Hayat evde sanırken asıl hayat sokaklardaymış. 21 yıldır yaşadığım Ortaköy’de sokakta çok az dolaştım, bu yüzden “Ortaköylüyüm” diyemiyorum. Hâlbuki Nişantaşı’nda yaşadığım 28 yıl sokaklarda dolaştım, okula gittim, cumartesileri Dilberler’in köşesinde buluştum, 12 Eylül öncesi sopalı saldırganlardan ara sokaklar korudu beni. Şimdi, her cumartesi Nişantaşı sokaklarında dolanıyorum adaya gitmediğim hafta sonları. Bu yüzden Nişantaşı’nı da çok severim ama ayrıcalıklı aşkım Burgaz. 

*** 

“Neden Burgaz, nedir bu tutku?” diye birçok kez soruldu bana. Önceleri açık bir cevabım yoktu. Sonra zihnimde bir şeyler canlandı. “Burgaz” ve “Neden Burgaz?” denince ne yazabilirim ki? Kokusu, havası, yaşattıkları her şey, her şey bir bütün… İşte bu yüzden Burgaz. Bu yazıyı bir özet, bir kapanış konuşması olarak kabul edin. 

İşte başlıyor. PERDE!  

Neden Burgaz hayatımda bu kadar önemli? Neden bunca zahmetine ve zorluğuna rağmen her geçen gün daha da bağlanıyorum? “Neden?” diye düşününce aklıma tek açıklama geliyor. Ancak anlatması detaylı olacak. Babam sert ve katı prensipleri olan biriydi. Çok şey ailemiz için “hayır” anlamına geliyordu.  Öyle ki, küçükken kardeşimle herhangi bir şey istemekten vazgeçmiş, nasıl olsa olmaz diye hayal bile kurmaz olmuştuk. Ancak nadir bir “evet” vardı ki onun bozulmaması için çok çaba sarf ediyordum. Hayatımdaki en güzel “evet”, Burgazada’ya gelmekti.  

Ada’daki evimizde konfordan bahsetmek zordu. O evde yaşamanın kendine has kuralları, zorlukları vardı ama adaya geliyoruz ya, ne olsa katlanılırdı. İşte sanırım hayatımdaki ilk olgunluk belirtisi bu kabullenişti. Bu yüzden geçmişimdeki en güzel şey, Burgaz. Hayallerim sınırsız, güzellikler de bir o kadar cömertti ada hayatımda. O dönemde çocuk olarak yaşamak için fazla paraya ihtiyaç yoktu. Giyinmek temiz olmak demekti. Elektronik olanaklar, dolayısıyla üstünlükler de yoktu. Pinpon oynamak için raket ve file bulmak zor değildi. O da yoksa, pinpon olmazdı ama bu bile sorun değildi. Tenis oynamak biraz daha imkân gerektiriyordu ama “hayır” cevabı Burgaz’daki güzellikleri engellemiyordu. Başka yapacak o kadar çok şey vardı ki… 

Ufak taşlarla ne oyunlar oynardık. Yere çizilen oyun alanlarında oynanan üçtaş bizi saatlerce oyalardı. Orada, burada bulduğumuz her şey bir oyun aracıydı ve durmadan yaratırdık. Bir karton parçası bulan, bununla ne yaparız diye getirir, bir günde kendimize derme çatma bir çadır yapardık. İnşaatın kum tepeleri, kayalar, etrafa atılmış, kullanılmayan her şey bir oyuna döner, bizi eğlendirirdi. Çok garip ama yağmurda eve kapanmak bile bir keyifti. Kitaplar, çizgi romanlar, fotoromanlar bu havada değere biner, arkadaşlar arasında el değiştire değiştire okunurdu.  

Dört ay her gün ders çalışarak, yüzme antrenmanlarına giderek, öğlen uykuları uyuyarak, öğleden sonra kıyafet değiştirip sahile inerek, oyun oynayarak, akşam babaları karşılayarak, yemek yiyerek ve erkenden yatarak geçerdi. Bazı ender gecelerde sinemaya gitmek önemli bir ayrıcalıktı. Bunun için gündüz kulis yapmak, akşam da şirin gözükerek kardeşim ve kendim için izin koparmak… Sonra, izin vermeyen babaların kapılarında beklemek gerekirdi. 

Garip ama hayat buydu ve ben bunu özlüyorum. Çünkü Burgaz benim mutluluk kalemdi. Yıkılmasından korktuğum ama her yaz geldiğimizde tekrar sağlamlaşan kalem. Ufaktım ama sokakta yalnız dolaşabiliyordum. Saatim yoktu ama eve hiç geç kalmıyordum. Cep telefonum yoktu ama annem her an nerede olduğumu biliyordu. Tek sandaletim, tek tokyom vardı, kopunca Mehmet Efendi tamir ederdi; giymeye devam ederdim. Şortum belden lastikliydi. Bir yıl akşamüstü giydiğim eskiyince, ertesi yıl plaja gitmek için alt çekmeceye geçerdi. 

Bu arada, sıkıcı görevlerim de vardı tabi Ada’da. Bakkala gidip o an pişecek yemekte eksik olanları çabucak almak gibi… Fırına tepsi taşımak, kokusuna dayanılamayan ve açlığımla ucundan çok az alarak nerdeyse yarısı kalan ekmeği eve getirmek, taşıma su ile bahçeyi sulamak, komşudan evde kalmayan pirinç, tuz, su, ekmek desteği almak, annemin pişirip komşulara ayırdıklarını dağıtmak… Pek hatırlamıyorum ama birtakım adetler hayal meyal aklıma geliyor. Batıl inanışlar sanırım tuz için geçerliydi. Gecesi, gündüzü yere dökmeler… Kopuk kopuk anılar canlanıyor aklımda. 

Babam, tüm katılığına rağmen bir ada aşığı olmuştu. Aslında ada onun için zor bir yaşamdı, o zamanki babalar için zordu hayat. Sabah ilk vapurla işe iner, akşam 08.10’da gelirdi. Adaya ve şehre taşınmak bitmezdi. Annemim kavanoz kavanoz reçelleri önce babamın Karaköy’deki dükkânına gider sonra eve gelirdi. Eşyalarımızı da babam taşırdı. O zaman tekerlekleri olmayan valizlerle azar azar şehre indirir önce dükkâna, sonra eve getirirdi. Adaya giderdik ama ekonomik yaşardık. Anneannemin başlattığı, daha sonra annemin babamı alıştırdığı ve bizi büyüttüğü Burgaz hepimiz için bir rahatlama, tatil, hürriyet anlamına gelen bir yerdi. Çocukluğumda adadan tatile de gidilmezdi. Ada yeterince tatildi başka yere ihtiyaç yoktu ki! Zaten o zamanlar, ‘tatile gitmek’ diye bir kavram da pek yoktu veya fazla yayılmamıştı.  

Şimdi babam adayı gören bir yerde ebedi istirahatinde… Bizler ise yani annem, kardeşim, eş ve çocuklarımız adayı terk etmedik. İşte, bu yüzden Burgaz! Her nesil kendi hatıralarını yaşar. Biz bizimkilerle mutlu isek, çocuklarımızın da ileride yaşadıkları çocukluklarıyla ilgili mutlu anıları olmasını dilemekten başka bir çare yok. 

Ben ve güzel anılarımla dolu Burgaz… Geçmişimi hatırlayarak, geleceğime güvenerek, aile ve dostlarımdan aldığım kuvvetle yaşamaya devam edeceğim.  
Adaya yolunuz düşerse beklerim.  

Sevgiyle kalın, Jaymi 

Kapak fotoğrafı: Melis May Sarfati, Burgazada iskelesinde sandallar