Özellikle son zamanlarda adalarda yaşamış ve halen yaşamakta olan insanların, bir döneme damgasını vurmuş nostaljik taşıma araçlarından faytonlar ile ilgili yazılarına denk geliyorum. Neredeyse hepsi 2020 yılı öncesi yaşanan trajik bir olay neticesinde alınan, fayton yasağı kararını eleştirir nitelikte…
Çoğu bu kararın ne kadar yanlış olduğunu, senelerce ada sokaklarında yankılanmış at nalı seslerinin yerini akülü araç keşmekeşinin aldığını ifade ediyor, bu yanlıştan dönülmesi gerektiğini ve sırf bu yüzden adaların yaşanılır bir yer olmaktan çıkıp adeta kaosa sürüklendiğini üzerine basa basa dile getiriyor. Hatta kimileri sırf bu yüzden insanların adaları terk ederek bir daha gelmediklerini düşünüyor.
Ben olaya farklı bir açıdan bakarak değerlendirmek istiyorum. 1973 İstanbul doğumluyum. Rahmetli babam sırf bizler yazları rahat edip arkadaş çevresi edinelim diye bizi Ada’ya getirmişti. Büyükada’da ilk defa 1986 senesinde yazlık kiraladık ve bu vesileyle yaklaşık 37 yıl sürecek bir serüvene adım attık. O zamanlar adanın nüfusu bugün ile karşılaştırılamayacak kadar az, halkın da büyük bir bölümü azınlıklardan oluşuyordu. Sokaklar boş, bisikletler dışında tek ulaşım aracı ise faytonlardı.
Çocuk olmam sebebi ile duyduğum at nalı sesleri hoşuma gitse de, atların günün büyük bir bölümünü koşturarak geçirmeleri beni üzerdi. Neticede ‘yoruldum, dinleneyim,’ deme olanakları yoktu. Lakin arabacılar da son zamanlarda gördüklerim kadar nemrut, sırtlarından para kazandıkları canlara karşı haince davranan tiplerden değillerdi. Hepsi de atlarına bağlı, onlar ile ilgilenen, yorulduklarında dinlendiren kişilerdi.
Faytona ilk defa adaya gittiğimiz o sene bindim. Ada turuna da ilk defa o zaman çıkmıştık. Sürücüsü hala gözlerimin önünde. Ben onun yanına oturmuş, yol boyunca nal sesleri arasında adanın güzelliklerini görmüştüm. Ada’da hayatım boyunca faytona binmişliğim bir elin parmaklarının sayısını geçmemiştir diyebilirim.
Ne var ki ada nüfusu zamanla artmaya başlayınca, faytonların sayısı da aynı oranda arttı. Günde sadece bir defa tura çıkan canlılar belki de iki, üç defa çıkmaya başladılar. Sürücülere yenileri eklendi derken, bir süre sonra keyif için yapılan taşımacılık adeta canlılar için eziyete dönüştü. Saat Kulesi çevresinde uzun fayton kuyrukları oluştu ve sürücüler yeniden sıraya girip daha çok para kazanabilmek için atları daha çok yormaya, kamçılamaya, arka kısımlarına ayakkabılarıyla tekme atmaya ve hatta durup gitmemekte direnen atların suratlarına yumruk atmaya başladılar. Maalesef birçok defa bu olaya şahit oldum. Karşılaşacağım manzarayı az çok tahmin ettiğim için müdahale edemedim. Bu yüzden hep uzaktan üzülerek izledim ya da yanlarından bisikletimle hızla geçerek daha fazla şahit olmayı engelledim. Bu bile benim için bir travmadır.
Düşünün ki üzerinizde kilolarca deri parçası, gözlerinizi sadece öne bakmanızı sağlayacak şekilde kapatmış olan deriden at gözlüğü, sırtınıza bağlı kendi ağırlığınızın çok üzerinde bir araba, üzerinde sürücü ve arkada da en az 4 kişi ile birlikte adanın tamamını koşarak günde iki-üç defa turluyorsunuz. Tur dediğimiz de 13 kilometre! Kaçımız omuzumuza kendi ağırlığımızın üzerinde bir insan alıp ya da sırtımıza içi ağırlık dolu bir çanta asıp bu kadar uzun bir mesafeyi durmadan koşabiliriz? Kadıyoran yokuşu, Nizam tarafındaki Değirmen yokuşu, Lunapark meydanına uzanan rampa ve sonrasında adanın arkasından iskeleye kadar devam eden sayısız inişli çıkışlı yokuş… Yolcular bacaklarını faytondaki teneke çamurluklara uzatıp keyif sürdüğü o anlarda, o atların ne eziyetler çektiğini eminim kimse düşünmemiştir bile. Hatta biraz kaba gelebilir ama bu canlılar tuvaletlerini bile koşarken yapıyorlardı.
Ben senelerce atların bu durumlarına çok üzüldüm ve içten içe bir gün faytonların adalardan tamamen kaldırılmalarını diledim. Hiçbir canlı bu şekilde ölesiye koşturulmamalı, gücünden daha fazlası beklenmemeli ve en önemlisi para kazanma uğruna hiçbirine bu denli eziyet edilmemeli. Kumsalda arkadaşlarla akşamları oynarken kaç defa atların aniden parlayarak çifte savurmak suretiyle kendi araçlarını parçaladıklarına şahit oldum. Öyle bir durumda ne sürücü ne başka biri duruma mani olabiliyor, at kendi sakinleşinceye kadar durum devam ediyordu.
Adanın arka kısımlarında deniz üzerinde gördüğüm şişmiş ölü atların, lunapark meydanında düşüp öldüğü için dozer kepçesine alınıp taşınan atların görüntüleri hala gözlerimin önündedir. Hiçkimse bana bu faytonların nostaljik oldukları ve adalara geri getirilmeleri gerektiği fikrini kabul ettiremez. Bizler evlerimizde at nalı sesi duyup mutlu olacağız diye bu canlıların ölesiye koşturulmalarına seyirci kalamayız. Her konuda olduğu gibi bu konuda da empati yapmamız şart. Bir canlının mutluluğu bir diğer canlıya eziyet oluyor, ona mutsuzluk ve az önce saydığım gibi bir son getiriyorsa, işte orada bir yanlışlık var demektir.
Ben kendi adıma faytonlar tamamen kaldırıldığı için mutluyum. Geç alınmış bir karar oldu ve en önemlisi bu kararın alınması için yüzlerce atın hastalanarak ölmesi ve en sonunda da yetimhanenin arka kısmında bir alana topluca gömülmeleri gerekti. İBB’nin bu konuyla ilgili hazırladığı raporda, adalarda her yıl ortalama 400 atın öldüğü ve atların 20-25 yıl arası olması gereken ömrünün 2 yıla kadar düştüğü belirtildi. Ruam hastalığı çıkmasaydı ve atlar böyle bir son ile karşılaşmamış olsalardı belki de şu an adalarda faytonlar devam ediyor olacaktı.
Adalardan faytonların kaldırılmalarının ardından yerel yönetimin bilinçsizliği ve de nereden gelir elde edeceklerini bilememeleri neticesinde akülü araçlar hızla arttı ve neredeyse her sokak tıklım tıklım bu araçlarla doldu. Önceleri sadece gerçekten bu tarz araçlara ihtiyacı olan kişilere üceti karşılığında plaka almaları şartıyla tanınan bu hak, sonrasında çığrından çıkarak her yere yayıldı. Son 4 senedir adaya gitmediğimiz için bunun hangi boyuta ulaştığını gözümle görme imkanı bulamamıştım ta ki 1 ay kadar önce bir sebepten dolayı gidip görene kadar. San Pacifico klisesine uzanan sokaktan başlayarak Hamidiye Camisi’ne çıkana kadar yol üzerinde onlarca araç gördüm. Ada resmen bu irili ufaklı gol farabası tarzındaki araçlarla işgal edilmiş. Bu araçlar ile taksicilik yapıp paza kazananlar, tepede oturduğu için mecburen kullananlar, yük taşıyanlar vs. Eski ada gitmiş yerine bambaşka bir ada gelmiş.
Bazıları diyor ki adaların bozulması faytonların yasaklanması ile birlikte başladı. Ben de diyorum ki adalardaki düzen zaten son 10-15 yıl içerisinde bozulmuştu. İstanbul’un değişik bölgelerinden akın akın gelen binler, konulan ek seferler ile vapurları ağzına kadar dolduran günübirlikçiler, adaların kalitesini oldukça düşürdü. Eski esnafın yerine esnaflık ile uzaktan yakından alakası olmayanlar geldi. Çarşı içerisinde envai çeşit lokanta, market açıldı, her sokak arasına kiralık bisikletçiler geldi ve adanın düzeni böylece bozuldu.
Bana Adalardaki nostalji sizin için nedir diye soracak olursanız size şunları sayabilirim: Çınar Meydanı’ndaki bisikletçi Ahmet Başkan, Lale Sineması, sabahlara kadar açık olup önünden kuyruğun eksik olmadığı Resul, 3 tekerlekli aracıyla adanın neredeyse tüm sokaklarını dolaşıp çocukları sevindiren dondurmacı Yunus, çarşıdaki Sarıyer Dondurmacısı, Şamdan çıkışı uğradığımız Akasya, içerisinde tarihi filmlere konu olmuş köşkü ve çevresindeki yüzlerce ağacı ile tarihi Seferoğlu kulübü, henüz doldurulmadığı zamanlarda kumsaldaki Aralık sokağın hemen ucunda bulunan iskele ve buraya bağlı kayıklar, vapur iskelesinde sürekli nöbet tutup, her gelen vapurdaki yolcuları büyük bir titizlikle inceleyip, adaya uygun görmediklerini aynı vapurla geriye gönderen Askeri İnzibatlar, atari ve bilardo oynadığımız Golf, Dolci Café’de her akşamüstü arkadaşlarıyla oturup sohbet eden Lefter, Cuma ve Cumartesi akşamları saat meydanı önünde toplanan genç nüfus, çarşı içerisindeki balıkçı İshak Monguldar, her tür ilginç objenin satıldığı Affan Kırtasiye, yıllarca bıkmadan usanmadan ufacık el arabasıyla bizlere kestane şekeri ve pişmaniye taşıyan Pişmaniyeci Ramazan ve diğerleri…
İşte ben bu saydıklarımı bugün gibi hatırlıyor ve özlüyorum. Yurt dışı seyahatlerimde gördüğüm, ve her biri düz bir güzergah üzerinde turistik gezi yapan faytonları, bu faytonlara koşulan heybetli atları asla ve asla kötü hatırlamıyorum. Ne ispanya’da, ne İtalya’da, ne Polonya’da ne de diğer ülkelerde gördüğüm faytonlar ile ilgili en ufak bir negatif izlenimim yok. Lakin adalardaki faytonlar ile ilgili yaşanılan son talihsiz olay ve buna gelene kadar yaşanılanlar ile ilgili hiçbir şeyi hatırlamak istemiyorum. Benim gözümde fayton denilince canlanan tek anı rahmetli babam ve ailecek yaptığımız o ilk Büyükada turudur…
Başkalarının dediği gibi adalardaki nüfusun belli bir kesimi, bu faytonlar kaldırıldığı için adaları terk etmediler. Tersine adaların azınlıkta olan yaşlı nüfusu doğal nedenler ile azaldı, gençler farklı bölgeleri tercih etmeye başladılar, bir kısım gençlik başka ülkelere yerleşmeye başladı ve en önemlisi adalar son yıllardaki hızlı bozulma neticesinde cazibesini ne yazık ki kaybetti. Burası bir sayfiye alanı olmaktan çıktı, günübirlikçilerin istila ettiği bir yer haline geldi. Keşke adalar bizlerin 30-35 sene önce gördüğümüz halleriyle kalsalardı da bizler de aynı hevesle gitmeye devam etseydik…
Özellikle son zamanlarda adalarda yaşamış ve halen yaşamakta olan insanların, bir döneme damgasını vurmuş nostaljik taşıma araçlarından faytonlar ile ilgili yazılarına denk geliyorum. Neredeyse hepsi 2020 yılı öncesi yaşanan trajik bir olay neticesinde alınan, fayton yasağı kararını eleştirir nitelikte…
Çoğu bu kararın ne kadar yanlış olduğunu, senelerce ada sokaklarında yankılanmış at nalı seslerinin yerini akülü araç keşmekeşinin aldığını ifade ediyor, bu yanlıştan dönülmesi gerektiğini ve sırf bu yüzden adaların yaşanılır bir yer olmaktan çıkıp adeta kaosa sürüklendiğini üzerine basa basa dile getiriyor. Hatta kimileri sırf bu yüzden insanların adaları terk ederek bir daha gelmediklerini düşünüyor.
Ben olaya farklı bir açıdan bakarak değerlendirmek istiyorum. 1973 İstanbul doğumluyum. Rahmetli babam sırf bizler yazları rahat edip arkadaş çevresi edinelim diye bizi Ada’ya getirmişti. Büyükada’da ilk defa 1986 senesinde yazlık kiraladık ve bu vesileyle yaklaşık 37 yıl sürecek bir serüvene adım attık. O zamanlar adanın nüfusu bugün ile karşılaştırılamayacak kadar az, halkın da büyük bir bölümü azınlıklardan oluşuyordu. Sokaklar boş, bisikletler dışında tek ulaşım aracı ise faytonlardı.
Çocuk olmam sebebi ile duyduğum at nalı sesleri hoşuma gitse de, atların günün büyük bir bölümünü koşturarak geçirmeleri beni üzerdi. Neticede ‘yoruldum, dinleneyim,’ deme olanakları yoktu. Lakin arabacılar da son zamanlarda gördüklerim kadar nemrut, sırtlarından para kazandıkları canlara karşı haince davranan tiplerden değillerdi. Hepsi de atlarına bağlı, onlar ile ilgilenen, yorulduklarında dinlendiren kişilerdi.
Faytona ilk defa adaya gittiğimiz o sene bindim. Ada turuna da ilk defa o zaman çıkmıştık. Sürücüsü hala gözlerimin önünde. Ben onun yanına oturmuş, yol boyunca nal sesleri arasında adanın güzelliklerini görmüştüm. Ada’da hayatım boyunca faytona binmişliğim bir elin parmaklarının sayısını geçmemiştir diyebilirim.
Ne var ki ada nüfusu zamanla artmaya başlayınca, faytonların sayısı da aynı oranda arttı. Günde sadece bir defa tura çıkan canlılar belki de iki, üç defa çıkmaya başladılar. Sürücülere yenileri eklendi derken, bir süre sonra keyif için yapılan taşımacılık adeta canlılar için eziyete dönüştü. Saat Kulesi çevresinde uzun fayton kuyrukları oluştu ve sürücüler yeniden sıraya girip daha çok para kazanabilmek için atları daha çok yormaya, kamçılamaya, arka kısımlarına ayakkabılarıyla tekme atmaya ve hatta durup gitmemekte direnen atların suratlarına yumruk atmaya başladılar. Maalesef birçok defa bu olaya şahit oldum. Karşılaşacağım manzarayı az çok tahmin ettiğim için müdahale edemedim. Bu yüzden hep uzaktan üzülerek izledim ya da yanlarından bisikletimle hızla geçerek daha fazla şahit olmayı engelledim. Bu bile benim için bir travmadır.
Düşünün ki üzerinizde kilolarca deri parçası, gözlerinizi sadece öne bakmanızı sağlayacak şekilde kapatmış olan deriden at gözlüğü, sırtınıza bağlı kendi ağırlığınızın çok üzerinde bir araba, üzerinde sürücü ve arkada da en az 4 kişi ile birlikte adanın tamamını koşarak günde iki-üç defa turluyorsunuz. Tur dediğimiz de 13 kilometre! Kaçımız omuzumuza kendi ağırlığımızın üzerinde bir insan alıp ya da sırtımıza içi ağırlık dolu bir çanta asıp bu kadar uzun bir mesafeyi durmadan koşabiliriz? Kadıyoran yokuşu, Nizam tarafındaki Değirmen yokuşu, Lunapark meydanına uzanan rampa ve sonrasında adanın arkasından iskeleye kadar devam eden sayısız inişli çıkışlı yokuş… Yolcular bacaklarını faytondaki teneke çamurluklara uzatıp keyif sürdüğü o anlarda, o atların ne eziyetler çektiğini eminim kimse düşünmemiştir bile. Hatta biraz kaba gelebilir ama bu canlılar tuvaletlerini bile koşarken yapıyorlardı.
Ben senelerce atların bu durumlarına çok üzüldüm ve içten içe bir gün faytonların adalardan tamamen kaldırılmalarını diledim. Hiçbir canlı bu şekilde ölesiye koşturulmamalı, gücünden daha fazlası beklenmemeli ve en önemlisi para kazanma uğruna hiçbirine bu denli eziyet edilmemeli. Kumsalda arkadaşlarla akşamları oynarken kaç defa atların aniden parlayarak çifte savurmak suretiyle kendi araçlarını parçaladıklarına şahit oldum. Öyle bir durumda ne sürücü ne başka biri duruma mani olabiliyor, at kendi sakinleşinceye kadar durum devam ediyordu.
Adanın arka kısımlarında deniz üzerinde gördüğüm şişmiş ölü atların, lunapark meydanında düşüp öldüğü için dozer kepçesine alınıp taşınan atların görüntüleri hala gözlerimin önündedir. Hiçkimse bana bu faytonların nostaljik oldukları ve adalara geri getirilmeleri gerektiği fikrini kabul ettiremez. Bizler evlerimizde at nalı sesi duyup mutlu olacağız diye bu canlıların ölesiye koşturulmalarına seyirci kalamayız. Her konuda olduğu gibi bu konuda da empati yapmamız şart. Bir canlının mutluluğu bir diğer canlıya eziyet oluyor, ona mutsuzluk ve az önce saydığım gibi bir son getiriyorsa, işte orada bir yanlışlık var demektir.
Ben kendi adıma faytonlar tamamen kaldırıldığı için mutluyum. Geç alınmış bir karar oldu ve en önemlisi bu kararın alınması için yüzlerce atın hastalanarak ölmesi ve en sonunda da yetimhanenin arka kısmında bir alana topluca gömülmeleri gerekti. İBB’nin bu konuyla ilgili hazırladığı raporda, adalarda her yıl ortalama 400 atın öldüğü ve atların 20-25 yıl arası olması gereken ömrünün 2 yıla kadar düştüğü belirtildi. Ruam hastalığı çıkmasaydı ve atlar böyle bir son ile karşılaşmamış olsalardı belki de şu an adalarda faytonlar devam ediyor olacaktı.
Adalardan faytonların kaldırılmalarının ardından yerel yönetimin bilinçsizliği ve de nereden gelir elde edeceklerini bilememeleri neticesinde akülü araçlar hızla arttı ve neredeyse her sokak tıklım tıklım bu araçlarla doldu. Önceleri sadece gerçekten bu tarz araçlara ihtiyacı olan kişilere üceti karşılığında plaka almaları şartıyla tanınan bu hak, sonrasında çığrından çıkarak her yere yayıldı. Son 4 senedir adaya gitmediğimiz için bunun hangi boyuta ulaştığını gözümle görme imkanı bulamamıştım ta ki 1 ay kadar önce bir sebepten dolayı gidip görene kadar. San Pacifico klisesine uzanan sokaktan başlayarak Hamidiye Camisi’ne çıkana kadar yol üzerinde onlarca araç gördüm. Ada resmen bu irili ufaklı gol farabası tarzındaki araçlarla işgal edilmiş. Bu araçlar ile taksicilik yapıp paza kazananlar, tepede oturduğu için mecburen kullananlar, yük taşıyanlar vs. Eski ada gitmiş yerine bambaşka bir ada gelmiş.
Bazıları diyor ki adaların bozulması faytonların yasaklanması ile birlikte başladı. Ben de diyorum ki adalardaki düzen zaten son 10-15 yıl içerisinde bozulmuştu. İstanbul’un değişik bölgelerinden akın akın gelen binler, konulan ek seferler ile vapurları ağzına kadar dolduran günübirlikçiler, adaların kalitesini oldukça düşürdü. Eski esnafın yerine esnaflık ile uzaktan yakından alakası olmayanlar geldi. Çarşı içerisinde envai çeşit lokanta, market açıldı, her sokak arasına kiralık bisikletçiler geldi ve adanın düzeni böylece bozuldu.
Bana Adalardaki nostalji sizin için nedir diye soracak olursanız size şunları sayabilirim: Çınar Meydanı’ndaki bisikletçi Ahmet Başkan, Lale Sineması, sabahlara kadar açık olup önünden kuyruğun eksik olmadığı Resul, 3 tekerlekli aracıyla adanın neredeyse tüm sokaklarını dolaşıp çocukları sevindiren dondurmacı Yunus, çarşıdaki Sarıyer Dondurmacısı, Şamdan çıkışı uğradığımız Akasya, içerisinde tarihi filmlere konu olmuş köşkü ve çevresindeki yüzlerce ağacı ile tarihi Seferoğlu kulübü, henüz doldurulmadığı zamanlarda kumsaldaki Aralık sokağın hemen ucunda bulunan iskele ve buraya bağlı kayıklar, vapur iskelesinde sürekli nöbet tutup, her gelen vapurdaki yolcuları büyük bir titizlikle inceleyip, adaya uygun görmediklerini aynı vapurla geriye gönderen Askeri İnzibatlar, atari ve bilardo oynadığımız Golf, Dolci Café’de her akşamüstü arkadaşlarıyla oturup sohbet eden Lefter, Cuma ve Cumartesi akşamları saat meydanı önünde toplanan genç nüfus, çarşı içerisindeki balıkçı İshak Monguldar, her tür ilginç objenin satıldığı Affan Kırtasiye, yıllarca bıkmadan usanmadan ufacık el arabasıyla bizlere kestane şekeri ve pişmaniye taşıyan Pişmaniyeci Ramazan ve diğerleri…
İşte ben bu saydıklarımı bugün gibi hatırlıyor ve özlüyorum. Yurt dışı seyahatlerimde gördüğüm, ve her biri düz bir güzergah üzerinde turistik gezi yapan faytonları, bu faytonlara koşulan heybetli atları asla ve asla kötü hatırlamıyorum. Ne ispanya’da, ne İtalya’da, ne Polonya’da ne de diğer ülkelerde gördüğüm faytonlar ile ilgili en ufak bir negatif izlenimim yok. Lakin adalardaki faytonlar ile ilgili yaşanılan son talihsiz olay ve buna gelene kadar yaşanılanlar ile ilgili hiçbir şeyi hatırlamak istemiyorum. Benim gözümde fayton denilince canlanan tek anı rahmetli babam ve ailecek yaptığımız o ilk Büyükada turudur…
Başkalarının dediği gibi adalardaki nüfusun belli bir kesimi, bu faytonlar kaldırıldığı için adaları terk etmediler. Tersine adaların azınlıkta olan yaşlı nüfusu doğal nedenler ile azaldı, gençler farklı bölgeleri tercih etmeye başladılar, bir kısım gençlik başka ülkelere yerleşmeye başladı ve en önemlisi adalar son yıllardaki hızlı bozulma neticesinde cazibesini ne yazık ki kaybetti. Burası bir sayfiye alanı olmaktan çıktı, günübirlikçilerin istila ettiği bir yer haline geldi. Keşke adalar bizlerin 30-35 sene önce gördüğümüz halleriyle kalsalardı da bizler de aynı hevesle gitmeye devam etseydik…
Paylaş: