Ada

Çocukluğumun Rum Yetimhanesi – Selim Kastoryano

Prens Adaları… Ama özellikle Heybeliada ve Büyükada. Çocukluğumun anıları bu iki adaya ait. Zihnimde bu adaların ayrı ayrı sembolleri vardı. Heybeliada iskelesinin yanındaki Deniz Harp Okulu ve tabii ki Heybeliada Ruhban Okulu. Harp Okulu’nun vapurla önünden geçerken o muhteşem yapıya çok imrenirdim. Babaannemler Heybeli’de otururdu ve bayramları ailecek onların yanında geçirirdik. Ruhban okulunun olduğu tepe ise evlerinin hemen karşısında kalırdı, ama ulaşılmazdı. Yıllar sonra bir konser vesilesiyle ruhban okuluna gitme şansını bulmuştum.

Benim için bir diğer ulaşılmaz yapı ise Büyükada’daydı. Bu yapı vapurdan göremeyeceğiniz bir yerde duran, çürümesine şahit olduğumuz, zamanında otel ve kumarhane olması için inşa edilmiş Rum Yetimhanesi’ydi. Avrupa’nın en büyük ahşap yapılarından biri olduğu söylenirdi ki yaşımız erdiğinde en büyüğü olduğunu öğrenmiştik. Küçük ve büyük tur yollarının üzerinde değildi. Adayı iyi tanıyanlar Lunapark’a daha kısa sürede yürümek için meşakkatli, yokuşlu bir yoldan, hemen Rum Yetimhanesi’nin yanından geçerek Lunapark’a varırlardı. 

80’li yılların ikinci Yarısıydı… O zamanlar adalarda henüz elektrikli araçlar yoktu. Genciyle, yaşlısıyla, bir şekilde herkesin yürüyerek, bisiklet sürerek ya da faytonla işini gördüğü yıllardı… 15 yaşlarındaydım. O zamanlar Lido’nun yanında Golf Spor Tesisi vardı. İçinde bilardo ve masa tenisi masalarının olduğu, mini kaleli küçük bir futbol sahası ve gazinosu ile biz gençlerin bolca zaman geçirdiği bir mekandı. Sahil doldurulmamıştı, önünde deniz ve kayalıklar vardı. Biz gençler arasında her yaz futbol turnuvası düzenlenirdi. Takımlar 4 kişi ve 2 yedekten oluşurdu. Turnuva öncesi takımlar hazırlık maçı yaparlardı. Turnuvaya hazırlanan takımlar ya Anadolu Kulubü’nde, ya da Karadağ’ın tepesindeki büyük futbol sahasının karşısındaki ormanda, mini futbol sahasında hazırlanırdı maçlara. Maalesef uzun yıllardır o sahanın futbol kaleleri yerinde yok. Yanlış anlaşılmasın, bahsettigim saha Tepeköy’deki Koca Yusuf futbol sahası değil, onun biraz daha yukarısında sol taraftaki ormanlık alanın içinde kalan küçük toprak sahaydı bu bahsettiğim. 

Bizim takım antrenman maçlarını yukarıdaki sahada yapardı. Top taca ya da auta çıktığında topa yetişmek için aşağılara doğru koşmak zorunda kalırdık. Sahanın hemen arkasında ise görkemli Rum Yetimhanesinin duvarları gözükürdü. Büyük ahşap bina ve hemen yanında da daha küçük “Perili Köşk” diye anlandırdığımız ikinci bina vardı. 

Yine antrenman yaptığımız günlerin birisinde kızlı-erkekli Rum Yetimhanesine girmeye karar verdik. Ana kapıda bir bekçi vardı ve kimseyi içeri almıyordu.  Biz de yetimhaneyi çevreleyen duvarların arasında bir delik bulup araziye girmiştik. Sessizce yetimhanenin arkasından dolaşıp binanın yarı yıkık merdivenlerinden çıkıp içeriye girdik. Maalesef içerisi oldukça harap haldeydi, döşemeler çürümüştü ve çok dikkatli yürümek zorundaydık. 

Yetimhanenin içerisinde zamanının en büyük kütüphanelerinden biri olduğundan, yerler kitap ve gazete sayfaları ile doluydu. Binayı hızlıca dolaştıktan sonra bir gece tekrar gelmeye karar verdik. O zamanlar gençtik, enerjiktik ve farklı heyecanlar arıyorduk, korkmuyorduk. Ada bugünkü kadar şehirleşmemiş, yabancılaşmamıştı. 

Adamızda tek bir kırtasiye dükkanı vardı, Affan Kırtasiye. Zamanında raftaki ve kutudaki her ürünün üzerinde fiyat etiketi olan tek kırtasiye idi. Fener ve pil almak için önce oraya gittiğimizi hatırlıyorum. 

Bu sefer yayan olarak yetimhaneye gitmeye karar verdik. 10 arkadaş, bisikletlerimizi Karadağ’da bırakıp, elimizde fenerler ile yürüyerek yetimhaneye vardık. Hepimiz çok heyecanlıydık, korkmuyor da değildik. Binayı az çok tanıyorduk, fakat çok sessiz hareket etmeye çalışıyorduk. Üst kata çıkınca birden arkamızda köpek havlaması duymaya başladık. Bekçi, fenerlerimizin ışıklarını farketmiş, köpeğini de alıp binaya gelmişti. Ne olduğunu anlayamadan hızlı bir şekilde binadan kaçtığımızı, girdiğimiz delikten hızlıca çıktığımızı hatırlıyorum, oldukça eğlenmiştik. O günden sonra ise yetimhaneyi sadece uzaktan seyrettik. 

Dünyanın en büyük ikinci ahşap binası olan yetimhane sanırım yakın gelecekte aslına uygun restore edilecek, umarım yeni halini çocuklarımız ile beraber görme şansımız olur. 

Kapak görseli: Betsy Penso