Ada

Adalı Lefter’i Anlamak – Dani Albukrek

Futbola ilgi duyun ya da duymayın, Fenerbahçeli olun ya da olmayın, Lefter Küçükandonyadis adına ve çağrıştırdıklarına aşinasınızdır. Döneminde aynı takımda veya rakibi olarak onunla sahaya çıkmış, onu canlı izlemiş, radyoda dinlemiş, onun sayesinde Fenerbahçeli olmuş ya da Prinkipo’da komşuluğunu yapmış herkesin futbolculuğundan önce beyefendiliğinden, karakterinden, memleketini, Ada’sını ne kadar sevdiğinden bahsettiği bir efsanedir Lefter. 

Hayat hikayesi, kariyeri, oynadığı takımlar, yaptığı asistler, attığı goller sayısız defa yazılıp çizilmiş Türkiye’de, Yunanistan’da, top koşturduğu İtalya’da, Fransa’da haberlere, belgesellere konu olmuştur. Fakat çoğu zaman adalı Lefter’i anlamak es geçilmiştir.  

Sahi ne demektir ki “adalı” olmak? Dört tarafın denizle örülü, anakaradan uzakta hapsolmak mı?Bağımsız olmak, kendi gerçekliğini yaratabilmek ve özgürleşmek mi? Kaynaklar daha kısıtlı ve değerliyken yaşadığın mekânın seni biçimlendirmesine izin vermek, bir kentliye göre çevrenin hayata etkisini çok daha fazla hissetmek belki de. Şehre inişin günümüz kadar basit olmadığı bir dünyada diğer adalılarla hemhal olmak ve adanın nimetleriyle sana yetmesine izin vermek biraz da. Bir şehirli küstahlığıyla çevreni kendi isteğine göre şekillendirmek değil de ona uyum sağlamaya uğraşmak ve onunla bütünleşmek…   

Lefter’e,azınlık ve Müslüman toplumlarına İstanbul açıklarında güvenli bir liman olmuş, İstanbul’un bir parçası adalar. Ama şehirden bir o kadar da farklı bir mekân. Adalarda bir yaz dahi geçirenin anlayabileceği, farklı bir kültür ve yaşayış biçimi adalılık.  

Prinkipolu Lefter’in hayat hikayesi ve karakteri de satır aralarını okuyabilenler için adalılıkla şekillenmişti. Büyükada Hamam Sokak’ta doğmuş, şimdi kendi adını verdiği Palamut Sokak’ta yıllarca oturmuş, büyük yeteneğini ilk kez adasında göstermiş, oradan Taksimspor’un golcüsü olmuş ve İstanbul’un “büyüklerinin” dikkatini çekmişti. Mütevazi karakteriyle, Beşiktaş onu istediğinde Baba Hakkı’dan çekinmiş ve reddetmiş, Fenerbahçe’ye deneme maçında dört gol atınca maç sonrası Fenerli büyüklerinden utanmış ve adasına sığınmış, sonunda ikna edilmiş, efsane olmuş, Fiorentina’ya, Nice’e gitmiş ama nereye gitse, sığınacak limanını, adayı içinde taşımıştır Lefter.  

Adalı olmak bir yana, bu topraklarda azınlık olmayı, hiçbir yere tam ait olamamayı da tatmıştı. Varlık Vergisi’yle akrabalarının çoğunun mallarına el konulduğu yıllarda, Lefter’in ailesinin yoksunluğu, devletin üşüşeceği değerde bir mal varlığına sahip olmayışları onları tabiri caizse “kurtarmıştı”. Kıbrıs sorununun, Türkiye-Yunanistan gerginliğinin tırmandığı yıllarda toplumdaki o ağır baskıyı ünlü bir futbolcu olsa dahi hissetmiş, milli takımla Atina’da Yunanistan’a gol attığında protesto edilmiş ama Türkler için de hep Rum kalmış, arada sıkışmış, adası gibi yalnız, tek bırakılmıştı.   

6-7 Eylül’de komşuları, harçlık verdiği çocuklar adada kapısına dayanmış, ailesini canlarıyla tehdit etmişti. Yıllar sonra paylaştığı gibi, Fenerbahçeli Lefter olarak saldırıya uğramayı aklından bile geçirmezken, varlığı düşman bir azınlığın mensubiyetine indirgenmiş ama o yine kimseyi ele vermemiş, belki de hayatı boyunca kırgın kalmıştı.  

Adalılığın bize öğretisi Lefter’in muazzam karakterinde saklıdır. İnsanın insana muhtaç olduğu, doğanın bir parçası olduğu, paylaşım, sosyal hoşgörü ve adaletin rant kavgasının ve hamasetin önüne geçmek zorunda olduğu yerdir ada. Ne yazık ki Adalar ulaşılmaz değil, şehirden o kadar da uzak değiller ve şehrin baskın, boğucu kültürüne hapsolmaya açıklar.   

Günümüzde can çekişse de ayakta kalmaya uğraşan Ada kültürü Lefter gibi karakterlerin hayat hikayesindeki ipuçlarıyla varlığını devam ettirebilir. Adalar ancak Elefterios (Ελευθέριος) ismi gibi kendi benliği ve kimliğiyle özgürleşen ama diğer taraftan da adasına, toprağına bağlı, onunla barışık, kendini çevresine zorla şekil vermeye değil onunla bütünleşmeye, onu sevmeye adayan insanlarla hayatta kalabilir. Adalar’ın ve adalılığın tüm ülkeyi saran o çirkin, istilacı şehir kültürüne teslim olmaması, Lefter’in anısına ve ondan öğrenebileceklerimize de bağlı. Tam da bu yüzden Fenerbahçeli Lefter’i hatırladığımız kadar Adalı Lefter’i de hatırlamalı, onu anlamaya çalışmalıyız.   

Stadyumlarımızı Saraçoğlularla değil Lefterlerle adlandırmalı, kolektif hafızaya kimleri örnek seçtiğimizi iyi anlamalıyız. İsmi ne kadar unutturulmaya çalışılsa da milyonların Fenerbahçelilik sebebi, bestelerin onu hatırladığı haliyle:  

Tribünler inledi binlerce kere,  
Ver Lefter’e yaz deftere.  
Bitti kalem, doldu defter,  
Bu alemde kral Lefter.