Gözlerim bir fotoğrafta, aklım adada. Hiç mezun olmak istemediğim bir öğrencilik hayatım Prens Adalarında… Bendeniz Agatha Christie gibi bir dedektifçilik oynama yollarındayım…
Zaman geçer bazı şeyler değişmez
Ben bir yaşındayken Büyükada’da tarihi Büyükada İskelesi manzaralı annemle çekilmiş bir fotoğrafımıza bakıyorum. Ardından bir fotoğraf daha… Fotoğrafta arkadaşım Peykan, kızı Derya, bendeniz Derya ve kızım Sera, Ada ormanlarında dolaşıyoruz. İlk fotoğrafla, ikinci fotoğraf arasında uzun seneler var. Bakıyorum fotoğraflara uzun uzun… İfadelerimiz pek mutlu, huzurlu. Ama en çarpıcı gelen taraf, hepimizde çocuksu bir hal olması!
Adalar, ah Adalar…
İstanbul’dan vapurla Adalar’a gelirken pitoresk bir kültürel peyzaj karşılar sizi. Daha karaya ayak basmadan başka bir zamana ışınlandığını düşünür, eski İstanbul ile bağ kurarsınız. Adalar’a adımınızı attığınızda ise İstanbul tarihinin çok da bozulmamış varlığını hisseder, büyük annelerinizin, büyük babalarımızın gözünden eski İstanbul’u görür, oraya ait olduğunuzu hissedersiniz. Dolaşmaya başladıkça tarihini, muhteşem doğasını merak etmeye başlar, geziniz bittikten sonra da Adalar’ın geçmişini araştırmaya başlarsınız. Adalar’ın kültürel peyzajı İstanbul’un bugünkü beton siluetine benzemez. Bir zamanların İstanbul’u gibi tek, iki, veya en fazla üç katlı evler, köşkler, bahçeler; 1850’lerden başlayıp günümüze kadar gelen kesintisiz bir İstanbul tarihini rüyada gibi gezersiniz. Günümüzün hız dünyasından kopar, yavaşlar, huzur içinde, kızılçam ağaçlarının reçineli ve türlü bitkilerin, çiçeklerin rayihalarından başınız dönerek dolaşırsınız. Geçmişi anlamak ve hatırlamak için mekânlara ihtiyacımız var. Ekosistemle birlikte kültürel peyzajın içindeki her varlık hayatlarımızda çokönemli bir değere sahip. Prens Adaları yaşayan bir varlık. Nefes alan veren, ona yapılanlardan dolayı acı çeken, iyileşmeye çalışan bizler gibi bir varlık. Kimimiz bunun farkında, kimimiz ise değil. Hafızamızın kırıma uğratıldığı İstanbul yanı başındaki Prens Adaları’nda ise bunun farkına varmamız hâlâ mümkün. İşte belki de bütün bu kültürel peyzajın bütünlüğü, zenginliğidir sizi mutlu eden…
Adalar, yüzyıllarca imparatorluklara başkentlik yapmış, Krallar, kraliçeler, dini liderler sürgüne yollanmış, zindanlara atılmış. Bir çok siyasetçiye, edebiyatçıya, sanatçıya, yazara ev sahipliği yapmış, onları muhteşem doğası ve tarihi ile beslemiş. Şehri-i İstanbula hikayeler katmış. Osmanlı’dan günümüze farklı kültürel cemaatlerin izlerini Adalar’da sürebilirsiniz. İşte burada Agatha Christie olma yolları açılır önünüzde. Her sabaha acaba bugün ne keşfedeceğim diye heyecanla başlarsınız.
İçinizdeki çocuğu yeniden ortaya çıkarabileceğiniz bir coğrafyadır Adalar. Çıplak ayak çayırlarda koşar, denize dalar midye çıkarır, dondurmacımız Yunus’tan külahta dondurma alır, üstüne doymaz, Büyükada Pastanesi’nden kremalı böreği mideye bir güzel indirirebilirsiniz. Dert etmezsiniz çünkü adada kilo da alınmaz. Zira gerçek ada yaşamını benimsemiş eski kuşak zıpkın Adalalılar gibi bisiklet sürebilir ya da yürüyebilirsiniz bu şekilde de için uzun ve sağlıklı bir ömüre yatırım yapmış olursunuz. Ada otlarının ve ekosisteminin bu sağlıklı ve uzun ömürlülüğe katkısı da kuşkusuzdur.
İstanbul’da yaşayıp da Adalar’da anısı olmayan yoktur sanırım. Dijital dünya öncesi neslin Adalara ait, somut, elleri ile tutabildiği ve gözlerinin ışıldadığı bir Ada fotoğrafı illaki vardır. İşte bizim de 3 kuşak adalarda çekilmiş fotoğraflarımızın olduğu bir Adalar albümümüz var. Bu fotoğraflara baktıkça keyiflenirim, tarifsiz bir mutluluk hissederim. Adalılık öykümü hatırlarım. Annem çocukken ilk defa 1947’de ailesi ile yazlıkçı olarak Büyükada’ya gelmiş. Böylece ben de dönem dönem Adaya gelmeye başlamışım. Annemle ve babamla Adalarda çekilmiş bir yaşından kalma fotoğraflarıma ve kızımızın da tam bir yaşındayken aynı yerlerde çekilmiş fotoğraflarına bakmak beni hep çok mutlu eder. Bu nedenle kendimi nedenini eskiden tam olarak adlandıramadığım bir şekilde Ada’da mutlu hissederim. Gelecek kuşaklara bu mirası taşıyabilmek, onların da bu mutluluğu yaşayıp, bir sonraki kuşağa aktarmalarını isterim.
Deniz ve Doğayla İlişkim
Yaz-kış Ada’da yaşamayı seçmemin ise geriye dönüp bakınca babamın denizci olması olduğunu düşünüyorum. Doğduğum günden 21 yaşıma kadar her senenin üç ayını ailecek denizde geçirdik. İlk adımlarımı henüz bir yaşıma girmeden bir gemide okyanusun ortasında atmışım. Annem ve babam ismimi bu nedenle Derya koymuşlar.
Uçsuz bucaksız denizlerde yunuslar, balinalar, fırtınalar, geminin üstünden aşan dev dalgalar ve birbirinden farklı limanlar, farklı ve kültürleri gördüm. Bu benim için büyük şanstı. Bu şans sayesinde yeryüzünde bizden başka canlıların varlığı bilinciyle, hikayelerini dinleyerek ve onları tamamıyla kucaklayarak, hissederek büyüdüm. Seferlerimizde dümen tutmayı, harita üzerinden pergelle hesap yapıp limana kaç günde varacağımızın hesabını yapmayı öğrendim. Ve elbette bu hesapların doğa şartlarına sebebiyle her zaman tutmayacağını da… Böylece doğayla uyumlu ve adapte olarak yaşamam gerektiğini henüz çocukken, belki de bilinç dışımdan öğrendim.
Bütün bu süreçte doğadan hiç kopmadım. Açık havada yapılan spor dallarında bir çok müsabakaya katıldım, dereceler aldım. Alp disiplini kayakta üniversiteler arası Türkiye şampiyonu oldum. Şimdi ise adalarda bisiklete binmek, yüzmek, yürümek gibi bir çok olanağa sahibim. Adada kendi bahçemde ekip biçmeyi, Ada otlarından yemekler pişirmeyi, tüketmeden, azla yetinmeyi, kompost yapmayı, velhasılı kelam küçük şeylerin güzelliğini öğrendim. Orman yürüyüşlerim sırasında zihnimin kıskacından kurtulduğumu, zamanın genişlediğini, hayatta olmanın sade mutluluğunu, ekosistemin bir parçası olduğumu, insan odaklı yerine gezegen odaklı yaşam sürmenin gerektiğini hem aklım hem kalbimle idrak ettim.
Dünya Mirası Adalar Serüveni
Adalar’ın bir dünya mirası, evrensel bir değere sahip olduğunu düşündüğüm için 2016 senesinden beri Dünya Mirası Adalar Girişimi kurucu üyesi olarak İstanbul Adalar’ının UNESCO Dünya Miras Listesine girmesini sağlamak ve bu doğrultuda bir kamuoyu oluşturmak, adaların dünya mirası özelliklerini ortaya çıkarmak ve anlatmak İçin gönüllü olarak arkadaşlarımla birlikte çalışıyorum1.
Dünya Mirası Adalar Girişimi olarak ekibimiz evrensel normlar ve iklim krizi çerçevesinde çalışmaları olan ve kültürler havzası Adalar’ın mirasını koruyarak, gelecek kuşaklara aktarmak isteyen, gönüllü çalışmalar kişilerden oluşuyor. 2016’dan bu yana yürüttüğümüz çalışmalar sonucu, danışmanımız Yaşagül Ekinci’nin ve rahmetle andığımız Prof. Işık Aydemir’in katkıları ile hazırladığımız geçici liste başvuru dosyasını Adalar Belediyesi’nin sahipliğinde Eylül 2019 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığına sunduk. Böylece Prens Adaları’nın UNESCO yolculuğu resmen başlamış oldu2.
İsmi geçmişken bu sene kaybettiğimiz Dünya Mirası Adalar’ın da kurucu üyesi olan Prof. Işık Aydemir’i tekrar anmak istiyorum. Büyükada Rum Yetimhanesi’nin Europa Nostra programına aday gösterilmesi üzerine, 2018 yılında Avrupa’nın Tehlike Altındaki 7 Kültürel Miras alanı arasına seçilmesini de o sağlamıştı desem yanlış olmaz.
Açık Radyo’da yine Dünya Mirası Adalar ismiyle ve aynı amaçla iki haftada bir Salı günleri yayını olan bir radyo programı yapıyoruz3. Adaların doğal ve kültürel çeşitliliğini farklı perspektiflerden konuklarıyla ele alan, adaların hepimize ait olduğunu vurgulayan bir program. Programda akademik, idarî, çevre, iklim krizi konularına değindiğimiz gibi hayatı ve anılarıyla adalı simaları da konuk alıyoruz. Bugüne kadar 350’den fazla konuk ağırladık. Bienallere4, sergilere5 katıldık. Pek çok mimarlık6, ekololojik7 ve hafıza8 rotalarına katkı sunduk ve düzenledik.
Arşivleme çok önemli
Uluslararası sempozyumlara davet edildik, konferanslar düzenledik. Tüm bunlarla külliyatlı bir arşiv oluşturuyoruz. Bu arşivlerden birçok araştırmacı, tez öğrencisi ve akademisyen yararlanıyor, katkı sunuyor. Böylece geçmişi hatırlayarak, bugünü anlayarak ve yorumlayarak geleceğimizi adil, eşit ve barış içinde yaşayabilmek için planlayabiliriz.
Jordi Fernández, zihnimizin “episodik” bir hatırlama biçimine daha yatkın olabileceğini söylüyor ve ekliyor: “Hafızamız inandıklarımız doğrultusunda şekilleniyor ve doğru bir kayıttan ziyade aklımıza yatkın kurmaca bir hikaye oluşturmaya yöneltiyor. Bu da belleğimizin bir “arşivci”den çok bir “hikaye anlatıcısı” olarak çalıştığını gösterir nitelikte. Yanlış bilginin bu hikayelere dahil olması ise an meselesi”.
Yani hatırladığımızı sandığımız şey aslında kafamızda yarattığımız bir kurgudan ibaret olabilir.
Türkiye tarihine, özellikle İstanbul tarihine bakınca Jordi Fernández’e katılmamak mümkün değil. İstanbul’un tarihi de, hafızası da bir çok kırıma uğramış. Dolayısıyla arşiv çok kıymetli. Böylece geçmişi hatırlayarak, bugünü anlayarak ve yorumlayarak geleceğimizi adil, eşit ve barış içinde yaşayabilmek için planlayabiliriz.
Ne yazık ki, bize ve gelecek kuşaklara bırakılan İstanbul mirası, gözü dönmüş mirasyediler tarafından bitirildi. Şimdilerde endişeliyiz çünkü ‘Adalar koruma İmar planları’ ne yazık ki Adalar’ı korumamak üzerine planlanmış şekilde hazırlanmış. “Son İstanbul Adaları”nı bu düzene, imar ve inşaat furyasına, neo liberalizme karşı nasıl koruyacağımızı konuştuğumuz günlerdeyiz. İşte tüm bu zor sorulara cevaplar aramak, çözümler üretmek için birlik ve hatırlama zamanı.
Değerlerimiz, zenginliğimiz, kayıplarımız
Ne yazık ki son senelerde hızlıca değerlerimizi kaybettik. Kayıplarımıza baktığımızda geçmişten günümüze birçok tarihi kırılma yaşıyor Adalar.
En önemli kırılma, Adalarda yaşayan azınlık nüfusun 6-7 Eylül 1955’te gerçekleşen İstanbul Pogromu’na maruz kalmasıyla yaşanmıştı. Bunh 1964’te binlerce yerli Rum’un, tek bir valiz ve 20 dolarla Türkiye’yi terk etmeye zorlanması ve 1974 Kıbrıs Harekatı takip etti.
En büyük kayıpları çok kültürlü yapımızda, insan zenginliğimizde yaşadık. Anadolu topraklarında yüzlerce yıldır var olan farklı etnik gruplar bu toprakları terk etmek zorunda bırakıldı. Bu zenginliğimizi kaybederken, kültürel anlamda fakirleştik, çölleştik, tek tipleştir. Üzerine bir de uzlaşmacılığı, kültürlerarası diyaloğu, gökkuşağı renklerimizi kaybettik. Hayatlarımız siyah ya da beyaza dönüştü. Bu kayıplarla düşünsel kapasitemiz, yaratıcılığımızda zayıflamaya başladı. Fakirleşme mekanlarımıza da yansıdı. Tek tip, yollar, tek tip evler, tek tip yaşam alanları ve nihayetinde çok can sıkıcı bir yaşam şekli olan tek tip insan modeli oluştu.
Yakın tarihimize baktığımızda ise diğer bir kırılma 19 Aralık 2019’da yaşandı9. Bu tarihte başlayan operasyonla Adalar’da 105 at “ruam” iddiasıyla bir günde faytonlar kaldırıldı 1800’e yakın at ahırlarda hapsedildi. Dolaşmaları, koşmaları yasaklandı. Daha üzücüsü bu atların gerçekten ruam olduklarına dair kamuoyuna açıklanmış hiçbir kanıt bulunmamaksı. 800’e yakın atımız ahırlarda öldü, birçoğu Ada dışına bilinmeze yollandı, adalardan sürüldü. Oysa en az bizler kadar atların da Adasıydı Prens Adaları. Yerlerine motorlu akülü arabalar geldi. 1930’larda Atatürk’ün müthiş vizyonu İle “Yaya Yolu” statüsüne kavuşan Adalar’da, şimdi toplu taşımanın yanı sıra 10 bini aşan sayıda yasa dışı kişisel arabalar ada yollarında tehlike yaratarak dolaşmakta. Sadece arabalar da dolaşmıyor artık. Çıkarma gemileriyle tırlar, vinçler, iş makineleri, damperli kamyonların biri geliyor biri gidiyor.
Avrupa’nın çağdaş şehirleri arabadan arındırılıp, yayalara öncelik statüsü kazandırılırken, bizim küçücük Adalarımız hali hazırda yasalara uygun şekilde özel durumlar, engellillik ve belli yaş üstündeki kişilere tanınan muafiyetler dışında yürünebilir Adalar vizyonu ile dünyanın en müstesna yeri olabilirdi.
Ama hiç bir şey için geç değil, seçimlerlerimize bağlı olarak, yapacaklarımız, planlarımız ve yapmayacaklarımızla Adalar’ın geleceğini belirleyecek olan bizleriz.
David Harvey, Asi Şehirler kitabında: “Nasıl bir şehir istediğiniz sorusu, nasıl kimseler olmak istediğimiz, ne gibi toplumsal ilişkiler arayış içinde olduğumuz, doğayla nasıl bir ilişkiye değer verdiğimiz, ne tür bir yaşam tarzı arzuladığımız, hangi estetik değerlere sahip olduğumuz sorularından ayrı düşünülemez.” diyor.
Araştırmamın sonucu: Negatif iyonlar
Yazımın sonuna gelirken tekrar “Neden Ada’da kendimi sebepsiz bir mutluluk içinde hissediyorum? Neden İstanbul’a indiğimde koşarak şehirden adaya bir an önce dönmek istiyorum?“ sorusuna dönmek istiyorum. Biliyorum ki bir çok arkadaşım da Ada’ya karşı aynen böyle hissediyor. Hatta bazıları şehre gerektiğinde pek gönülsüz gidiyor.
Biraz araştırınca bunun kimyasal ve coğrafi bazı nedenleri olduğunu öğrendim: Negatif iyonlar… Negatif iyonlar daha çok doğal yerlerde, ormanlarda, deniz kıyılarında, şelale ve akarsuların olduğu yerlerde bulunuyor. Örneğin açık kırsal alanlarda negatif iyonlar 1000 iken, kapalı metropol alanlarında bu seviye 50’ye iniyor. Bu canlılığı anlamak için bu rakamlara bakmak yeterli.
Araştırmacılara göre havadaki elektrik akımları, bizim ruh halimizi, enerji düzeyimizi ve sağlığımızı ciddi ölçüde etkiliyor. Bugün içinde yaşadığımız evler, okullar, işyerleri negatif iyonları içeriye alamıyor. Bilgisayarlar, özellikle floresan ışıklar, klimaların suni havaları, camları bile açılamayan gökdelenlerde, plazalarda, AVM’lerde kullanılan malzemeler bolca pozitif iyon üretiyor. Ayrıca asfalt ve beton ile bir karış toprağın bile kalmadığı şehirlerde havanın elektrik dengesi tamamen aleyhimize bozuluyor. Peki pozitif iyonlar ne yapıyor? Kendimizi yorgun, depresif ve sinirli hissetmemize sebep olduğu yetmezmiş gibi bizi hasta ediyor, bağışıklık sistemimizin direncini düşürüyor.
Özetlersek; negatif iyonlar temiz bir doğa ve bol oksijen, Pozitif iyonlar ise kirli ve az oksijenli bir havanın göstergesidir.
Yazımın başında Agatha Christie olma yolundayım derken, Adalar’ın bir araştırma laboratuvar olduğunu kastetmek istedim. Eğer meraklıysanız her gün yeni bir şey öğrenirsiniz. Bir süre sonra sabahları uyandığınızda bir heyecan kaplar içinizi, bugün ne keşfedeceğim acaba diye sorarsınız kendinize. İster tarihi, ister mimari, ister ekosistemi, ister yaşayanları olsun size hep bir ip ucu vermeye hazırlardır. Siz yeter ki o ipin ucunu tutmayı bilin.
Ve son olarak Adalar, İstanbul’un destansı güzelliğinin, kesintisiz tarihinin yanı sıra henüz bozulmamış ormanlık alanları ile bizim ciğerlerimizdir. Sadece Adalılar’ın değil tüm İstanbullular’ın canlıları İçin yutak alanı.
Gözlerim bir fotoğrafta, aklım adada. Hiç mezun olmak istemediğim bir öğrencilik hayatım Prens Adalarında… Bendeniz Agatha Christie gibi bir dedektifçilik oynama yollarındayım…
Zaman geçer bazı şeyler değişmez
Ben bir yaşındayken Büyükada’da tarihi Büyükada İskelesi manzaralı annemle çekilmiş bir fotoğrafımıza bakıyorum. Ardından bir fotoğraf daha… Fotoğrafta arkadaşım Peykan, kızı Derya, bendeniz Derya ve kızım Sera, Ada ormanlarında dolaşıyoruz. İlk fotoğrafla, ikinci fotoğraf arasında uzun seneler var. Bakıyorum fotoğraflara uzun uzun… İfadelerimiz pek mutlu, huzurlu. Ama en çarpıcı gelen taraf, hepimizde çocuksu bir hal olması!
Adalar, ah Adalar…
İstanbul’dan vapurla Adalar’a gelirken pitoresk bir kültürel peyzaj karşılar sizi. Daha karaya ayak basmadan başka bir zamana ışınlandığını düşünür, eski İstanbul ile bağ kurarsınız. Adalar’a adımınızı attığınızda ise İstanbul tarihinin çok da bozulmamış varlığını hisseder, büyük annelerinizin, büyük babalarımızın gözünden eski İstanbul’u görür, oraya ait olduğunuzu hissedersiniz. Dolaşmaya başladıkça tarihini, muhteşem doğasını merak etmeye başlar, geziniz bittikten sonra da Adalar’ın geçmişini araştırmaya başlarsınız. Adalar’ın kültürel peyzajı İstanbul’un bugünkü beton siluetine benzemez. Bir zamanların İstanbul’u gibi tek, iki, veya en fazla üç katlı evler, köşkler, bahçeler; 1850’lerden başlayıp günümüze kadar gelen kesintisiz bir İstanbul tarihini rüyada gibi gezersiniz. Günümüzün hız dünyasından kopar, yavaşlar, huzur içinde, kızılçam ağaçlarının reçineli ve türlü bitkilerin, çiçeklerin rayihalarından başınız dönerek dolaşırsınız. Geçmişi anlamak ve hatırlamak için mekânlara ihtiyacımız var. Ekosistemle birlikte kültürel peyzajın içindeki her varlık hayatlarımızda çokönemli bir değere sahip. Prens Adaları yaşayan bir varlık. Nefes alan veren, ona yapılanlardan dolayı acı çeken, iyileşmeye çalışan bizler gibi bir varlık. Kimimiz bunun farkında, kimimiz ise değil. Hafızamızın kırıma uğratıldığı İstanbul yanı başındaki Prens Adaları’nda ise bunun farkına varmamız hâlâ mümkün. İşte belki de bütün bu kültürel peyzajın bütünlüğü, zenginliğidir sizi mutlu eden…
Adalar, yüzyıllarca imparatorluklara başkentlik yapmış, Krallar, kraliçeler, dini liderler sürgüne yollanmış, zindanlara atılmış. Bir çok siyasetçiye, edebiyatçıya, sanatçıya, yazara ev sahipliği yapmış, onları muhteşem doğası ve tarihi ile beslemiş. Şehri-i İstanbula hikayeler katmış. Osmanlı’dan günümüze farklı kültürel cemaatlerin izlerini Adalar’da sürebilirsiniz. İşte burada Agatha Christie olma yolları açılır önünüzde. Her sabaha acaba bugün ne keşfedeceğim diye heyecanla başlarsınız.
İçinizdeki çocuğu yeniden ortaya çıkarabileceğiniz bir coğrafyadır Adalar. Çıplak ayak çayırlarda koşar, denize dalar midye çıkarır, dondurmacımız Yunus’tan külahta dondurma alır, üstüne doymaz, Büyükada Pastanesi’nden kremalı böreği mideye bir güzel indirirebilirsiniz. Dert etmezsiniz çünkü adada kilo da alınmaz. Zira gerçek ada yaşamını benimsemiş eski kuşak zıpkın Adalalılar gibi bisiklet sürebilir ya da yürüyebilirsiniz bu şekilde de için uzun ve sağlıklı bir ömüre yatırım yapmış olursunuz. Ada otlarının ve ekosisteminin bu sağlıklı ve uzun ömürlülüğe katkısı da kuşkusuzdur.
İstanbul’da yaşayıp da Adalar’da anısı olmayan yoktur sanırım. Dijital dünya öncesi neslin Adalara ait, somut, elleri ile tutabildiği ve gözlerinin ışıldadığı bir Ada fotoğrafı illaki vardır. İşte bizim de 3 kuşak adalarda çekilmiş fotoğraflarımızın olduğu bir Adalar albümümüz var. Bu fotoğraflara baktıkça keyiflenirim, tarifsiz bir mutluluk hissederim. Adalılık öykümü hatırlarım. Annem çocukken ilk defa 1947’de ailesi ile yazlıkçı olarak Büyükada’ya gelmiş. Böylece ben de dönem dönem Adaya gelmeye başlamışım. Annemle ve babamla Adalarda çekilmiş bir yaşından kalma fotoğraflarıma ve kızımızın da tam bir yaşındayken aynı yerlerde çekilmiş fotoğraflarına bakmak beni hep çok mutlu eder. Bu nedenle kendimi nedenini eskiden tam olarak adlandıramadığım bir şekilde Ada’da mutlu hissederim. Gelecek kuşaklara bu mirası taşıyabilmek, onların da bu mutluluğu yaşayıp, bir sonraki kuşağa aktarmalarını isterim.
Deniz ve Doğayla İlişkim
Yaz-kış Ada’da yaşamayı seçmemin ise geriye dönüp bakınca babamın denizci olması olduğunu düşünüyorum. Doğduğum günden 21 yaşıma kadar her senenin üç ayını ailecek denizde geçirdik. İlk adımlarımı henüz bir yaşıma girmeden bir gemide okyanusun ortasında atmışım. Annem ve babam ismimi bu nedenle Derya koymuşlar.
Uçsuz bucaksız denizlerde yunuslar, balinalar, fırtınalar, geminin üstünden aşan dev dalgalar ve birbirinden farklı limanlar, farklı ve kültürleri gördüm. Bu benim için büyük şanstı. Bu şans sayesinde yeryüzünde bizden başka canlıların varlığı bilinciyle, hikayelerini dinleyerek ve onları tamamıyla kucaklayarak, hissederek büyüdüm. Seferlerimizde dümen tutmayı, harita üzerinden pergelle hesap yapıp limana kaç günde varacağımızın hesabını yapmayı öğrendim. Ve elbette bu hesapların doğa şartlarına sebebiyle her zaman tutmayacağını da… Böylece doğayla uyumlu ve adapte olarak yaşamam gerektiğini henüz çocukken, belki de bilinç dışımdan öğrendim.
Bütün bu süreçte doğadan hiç kopmadım. Açık havada yapılan spor dallarında bir çok müsabakaya katıldım, dereceler aldım. Alp disiplini kayakta üniversiteler arası Türkiye şampiyonu oldum. Şimdi ise adalarda bisiklete binmek, yüzmek, yürümek gibi bir çok olanağa sahibim. Adada kendi bahçemde ekip biçmeyi, Ada otlarından yemekler pişirmeyi, tüketmeden, azla yetinmeyi, kompost yapmayı, velhasılı kelam küçük şeylerin güzelliğini öğrendim. Orman yürüyüşlerim sırasında zihnimin kıskacından kurtulduğumu, zamanın genişlediğini, hayatta olmanın sade mutluluğunu, ekosistemin bir parçası olduğumu, insan odaklı yerine gezegen odaklı yaşam sürmenin gerektiğini hem aklım hem kalbimle idrak ettim.
Dünya Mirası Adalar Serüveni
Adalar’ın bir dünya mirası, evrensel bir değere sahip olduğunu düşündüğüm için 2016 senesinden beri Dünya Mirası Adalar Girişimi kurucu üyesi olarak İstanbul Adalar’ının UNESCO Dünya Miras Listesine girmesini sağlamak ve bu doğrultuda bir kamuoyu oluşturmak, adaların dünya mirası özelliklerini ortaya çıkarmak ve anlatmak İçin gönüllü olarak arkadaşlarımla birlikte çalışıyorum1.
Dünya Mirası Adalar Girişimi olarak ekibimiz evrensel normlar ve iklim krizi çerçevesinde çalışmaları olan ve kültürler havzası Adalar’ın mirasını koruyarak, gelecek kuşaklara aktarmak isteyen, gönüllü çalışmalar kişilerden oluşuyor. 2016’dan bu yana yürüttüğümüz çalışmalar sonucu, danışmanımız Yaşagül Ekinci’nin ve rahmetle andığımız Prof. Işık Aydemir’in katkıları ile hazırladığımız geçici liste başvuru dosyasını Adalar Belediyesi’nin sahipliğinde Eylül 2019 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığına sunduk. Böylece Prens Adaları’nın UNESCO yolculuğu resmen başlamış oldu2.
İsmi geçmişken bu sene kaybettiğimiz Dünya Mirası Adalar’ın da kurucu üyesi olan Prof. Işık Aydemir’i tekrar anmak istiyorum. Büyükada Rum Yetimhanesi’nin Europa Nostra programına aday gösterilmesi üzerine, 2018 yılında Avrupa’nın Tehlike Altındaki 7 Kültürel Miras alanı arasına seçilmesini de o sağlamıştı desem yanlış olmaz.
Açık Radyo’da yine Dünya Mirası Adalar ismiyle ve aynı amaçla iki haftada bir Salı günleri yayını olan bir radyo programı yapıyoruz3. Adaların doğal ve kültürel çeşitliliğini farklı perspektiflerden konuklarıyla ele alan, adaların hepimize ait olduğunu vurgulayan bir program. Programda akademik, idarî, çevre, iklim krizi konularına değindiğimiz gibi hayatı ve anılarıyla adalı simaları da konuk alıyoruz. Bugüne kadar 350’den fazla konuk ağırladık. Bienallere4, sergilere5 katıldık. Pek çok mimarlık6, ekololojik7 ve hafıza8 rotalarına katkı sunduk ve düzenledik.
Arşivleme çok önemli
Uluslararası sempozyumlara davet edildik, konferanslar düzenledik. Tüm bunlarla külliyatlı bir arşiv oluşturuyoruz. Bu arşivlerden birçok araştırmacı, tez öğrencisi ve akademisyen yararlanıyor, katkı sunuyor. Böylece geçmişi hatırlayarak, bugünü anlayarak ve yorumlayarak geleceğimizi adil, eşit ve barış içinde yaşayabilmek için planlayabiliriz.
Jordi Fernández, zihnimizin “episodik” bir hatırlama biçimine daha yatkın olabileceğini söylüyor ve ekliyor: “Hafızamız inandıklarımız doğrultusunda şekilleniyor ve doğru bir kayıttan ziyade aklımıza yatkın kurmaca bir hikaye oluşturmaya yöneltiyor. Bu da belleğimizin bir “arşivci”den çok bir “hikaye anlatıcısı” olarak çalıştığını gösterir nitelikte. Yanlış bilginin bu hikayelere dahil olması ise an meselesi”.
Yani hatırladığımızı sandığımız şey aslında kafamızda yarattığımız bir kurgudan ibaret olabilir.
Türkiye tarihine, özellikle İstanbul tarihine bakınca Jordi Fernández’e katılmamak mümkün değil. İstanbul’un tarihi de, hafızası da bir çok kırıma uğramış. Dolayısıyla arşiv çok kıymetli. Böylece geçmişi hatırlayarak, bugünü anlayarak ve yorumlayarak geleceğimizi adil, eşit ve barış içinde yaşayabilmek için planlayabiliriz.
Ne yazık ki, bize ve gelecek kuşaklara bırakılan İstanbul mirası, gözü dönmüş mirasyediler tarafından bitirildi. Şimdilerde endişeliyiz çünkü ‘Adalar koruma İmar planları’ ne yazık ki Adalar’ı korumamak üzerine planlanmış şekilde hazırlanmış. “Son İstanbul Adaları”nı bu düzene, imar ve inşaat furyasına, neo liberalizme karşı nasıl koruyacağımızı konuştuğumuz günlerdeyiz. İşte tüm bu zor sorulara cevaplar aramak, çözümler üretmek için birlik ve hatırlama zamanı.
Değerlerimiz, zenginliğimiz, kayıplarımız
Ne yazık ki son senelerde hızlıca değerlerimizi kaybettik. Kayıplarımıza baktığımızda geçmişten günümüze birçok tarihi kırılma yaşıyor Adalar.
En önemli kırılma, Adalarda yaşayan azınlık nüfusun 6-7 Eylül 1955’te gerçekleşen İstanbul Pogromu’na maruz kalmasıyla yaşanmıştı. Bunh 1964’te binlerce yerli Rum’un, tek bir valiz ve 20 dolarla Türkiye’yi terk etmeye zorlanması ve 1974 Kıbrıs Harekatı takip etti.
En büyük kayıpları çok kültürlü yapımızda, insan zenginliğimizde yaşadık. Anadolu topraklarında yüzlerce yıldır var olan farklı etnik gruplar bu toprakları terk etmek zorunda bırakıldı. Bu zenginliğimizi kaybederken, kültürel anlamda fakirleştik, çölleştik, tek tipleştir. Üzerine bir de uzlaşmacılığı, kültürlerarası diyaloğu, gökkuşağı renklerimizi kaybettik. Hayatlarımız siyah ya da beyaza dönüştü. Bu kayıplarla düşünsel kapasitemiz, yaratıcılığımızda zayıflamaya başladı. Fakirleşme mekanlarımıza da yansıdı. Tek tip, yollar, tek tip evler, tek tip yaşam alanları ve nihayetinde çok can sıkıcı bir yaşam şekli olan tek tip insan modeli oluştu.
Yakın tarihimize baktığımızda ise diğer bir kırılma 19 Aralık 2019’da yaşandı9. Bu tarihte başlayan operasyonla Adalar’da 105 at “ruam” iddiasıyla bir günde faytonlar kaldırıldı 1800’e yakın at ahırlarda hapsedildi. Dolaşmaları, koşmaları yasaklandı. Daha üzücüsü bu atların gerçekten ruam olduklarına dair kamuoyuna açıklanmış hiçbir kanıt bulunmamaksı. 800’e yakın atımız ahırlarda öldü, birçoğu Ada dışına bilinmeze yollandı, adalardan sürüldü. Oysa en az bizler kadar atların da Adasıydı Prens Adaları. Yerlerine motorlu akülü arabalar geldi. 1930’larda Atatürk’ün müthiş vizyonu İle “Yaya Yolu” statüsüne kavuşan Adalar’da, şimdi toplu taşımanın yanı sıra 10 bini aşan sayıda yasa dışı kişisel arabalar ada yollarında tehlike yaratarak dolaşmakta. Sadece arabalar da dolaşmıyor artık. Çıkarma gemileriyle tırlar, vinçler, iş makineleri, damperli kamyonların biri geliyor biri gidiyor.
Avrupa’nın çağdaş şehirleri arabadan arındırılıp, yayalara öncelik statüsü kazandırılırken, bizim küçücük Adalarımız hali hazırda yasalara uygun şekilde özel durumlar, engellillik ve belli yaş üstündeki kişilere tanınan muafiyetler dışında yürünebilir Adalar vizyonu ile dünyanın en müstesna yeri olabilirdi.
Ama hiç bir şey için geç değil, seçimlerlerimize bağlı olarak, yapacaklarımız, planlarımız ve yapmayacaklarımızla Adalar’ın geleceğini belirleyecek olan bizleriz.
David Harvey, Asi Şehirler kitabında: “Nasıl bir şehir istediğiniz sorusu, nasıl kimseler olmak istediğimiz, ne gibi toplumsal ilişkiler arayış içinde olduğumuz, doğayla nasıl bir ilişkiye değer verdiğimiz, ne tür bir yaşam tarzı arzuladığımız, hangi estetik değerlere sahip olduğumuz sorularından ayrı düşünülemez.” diyor.
Araştırmamın sonucu: Negatif iyonlar
Yazımın sonuna gelirken tekrar “Neden Ada’da kendimi sebepsiz bir mutluluk içinde hissediyorum? Neden İstanbul’a indiğimde koşarak şehirden adaya bir an önce dönmek istiyorum?“ sorusuna dönmek istiyorum. Biliyorum ki bir çok arkadaşım da Ada’ya karşı aynen böyle hissediyor. Hatta bazıları şehre gerektiğinde pek gönülsüz gidiyor.
Biraz araştırınca bunun kimyasal ve coğrafi bazı nedenleri olduğunu öğrendim: Negatif iyonlar… Negatif iyonlar daha çok doğal yerlerde, ormanlarda, deniz kıyılarında, şelale ve akarsuların olduğu yerlerde bulunuyor. Örneğin açık kırsal alanlarda negatif iyonlar 1000 iken, kapalı metropol alanlarında bu seviye 50’ye iniyor. Bu canlılığı anlamak için bu rakamlara bakmak yeterli.
Araştırmacılara göre havadaki elektrik akımları, bizim ruh halimizi, enerji düzeyimizi ve sağlığımızı ciddi ölçüde etkiliyor. Bugün içinde yaşadığımız evler, okullar, işyerleri negatif iyonları içeriye alamıyor. Bilgisayarlar, özellikle floresan ışıklar, klimaların suni havaları, camları bile açılamayan gökdelenlerde, plazalarda, AVM’lerde kullanılan malzemeler bolca pozitif iyon üretiyor. Ayrıca asfalt ve beton ile bir karış toprağın bile kalmadığı şehirlerde havanın elektrik dengesi tamamen aleyhimize bozuluyor. Peki pozitif iyonlar ne yapıyor? Kendimizi yorgun, depresif ve sinirli hissetmemize sebep olduğu yetmezmiş gibi bizi hasta ediyor, bağışıklık sistemimizin direncini düşürüyor.
Özetlersek; negatif iyonlar temiz bir doğa ve bol oksijen, Pozitif iyonlar ise kirli ve az oksijenli bir havanın göstergesidir.
Yazımın başında Agatha Christie olma yolundayım derken, Adalar’ın bir araştırma laboratuvar olduğunu kastetmek istedim. Eğer meraklıysanız her gün yeni bir şey öğrenirsiniz. Bir süre sonra sabahları uyandığınızda bir heyecan kaplar içinizi, bugün ne keşfedeceğim acaba diye sorarsınız kendinize. İster tarihi, ister mimari, ister ekosistemi, ister yaşayanları olsun size hep bir ip ucu vermeye hazırlardır. Siz yeter ki o ipin ucunu tutmayı bilin.
Ve son olarak Adalar, İstanbul’un destansı güzelliğinin, kesintisiz tarihinin yanı sıra henüz bozulmamış ormanlık alanları ile bizim ciğerlerimizdir. Sadece Adalılar’ın değil tüm İstanbullular’ın canlıları İçin yutak alanı.
Dolayısıyla “Son İstanbul Adaları” hepimizin!
1 https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/dunya-mirasi-adalar-unesco-listesi-yolunda-/1574726
2 https://www.iletisim.gov.tr/turkce/yerel_basin/detay/dunya-mirasi-adalar-unesco-listesi-yolunda
3 https://acikradyo.com.tr/program/dunya-mirasi-adalar
4 https://www.iksv.org/tr/haber/5-istanbul-tasarim-bienali-nden-yeni-bir-yerlestirme-buyukada-sarki-hatlari
5 https://www.mimarizm.com/etkinlikler/sergiler/adalarin-sesleri_130605
6 https://hrantdink.org/tr/bolis/faaliyetler/projeler/kulturel-miras/2704-kinaliada-da-modern-mimari-tur
7 https://www.ekoyapidergisi.org/acik-kapi-mimarlik-festivali-yogun-ilgi-gordu
8 https://www.avlaremoz.com/2020/01/15/istanbulu-gezmek-icin-yeni-uygulama-kardes/
9 https://tr.euronews.com/2019/12/19/adalar-da-81-at-itlaf-edildi-olen-atlar-kirec-dokulerek-gomuldu
Paylaş: