Geçmişin kapısını aralayarak Adalar’a, sanatçıların ve edebiyatçıların ilham perisi olarak bakmak ve onların açtığı patikadan ilerlemek akşam güneşinin sanki yüze vurması gibi bir etkidir. Osmanlı’nın son zamanlarına ve Cumhuriyet’in ise ilk dönemlerine tanıklık eden Bulgar gazeteci Hristo Brızitsov’un tanımına bu noktada başvurursak yürüyeceğimiz patikada bize eşlik edecek kişileri yakalamamız daha da olası hale gelecek. “Adayı dolaşırken gerçeği unutuyorsunuz. Masalsılığa o kadar kaptırıyorsunuz ki kendinizi, komşu boş adayı ele geçirmeyi ve bir cumhuriyet kurmayı hayal ediyorsunuz. Benim yıllar önce yaptığım gibi. Mustafa Kemal Paşa’nın şu boş toprak parçası neyine? Herhalde verir. Sonra, biraz da hemşeri sayılırız.”1
Mademki daha sanatsal ve edebi karakterler bize eşlik edecek ve Ada’yla kurdukları ilişkisel estetiğe davet edecekler o halde dilerseniz ilk durağımızı Heybeli’den başlatalım. Hüseyin Rahmi’den Halide Edip’e, Aziz Nesin’den Ahmet Rasim’e pek çok yazar için esin kaynağı olan bu yerde bugünlerde olmayan bir köşk adeta izole bir ortamda yaşamın akışı, sanatın gidişatı ve edebiyatın genel havasının tartışıldığı bir alana dönüştürülür. Bu ortamı hazırlayan kişi ise Prens adalarının yeni Prenslerinden olan Mısırlı Abbas Halim Paşa’dır. Heybeliada’da üç köşk yaptıran Abbas Halim Paşa, Refah Şehitleri Caddesi ve Fettah Sokağı’nın köşesinde yer alan Selamlık Köşkü’nü hafta sonları için başkaca değerlendirmeye koyulur. İstinye’deki yalısını yazar-çizerler için sohbet ortamına çevirdiği için bu davetlere aşina olan Recaizade Mahmut Ekrem başta olmak üzere, Üsküdar’ı mesken edinen ve resimleyen Hoca Ali Rıza, asker ressamlar kuşağından Halil Paşa ve Mısırlı Paşa’nın Paris’e gönderdiği ilk öğrenci grubundan olan ressam Feyhaman Duran Selamlık Köşkü’nün davetlileri arasında yer alırlar.2 Unutmadan bir de bu keyifli ve edebi yoğunluklu sohbetlerin içerisinde yazın geçmişimizde oynadığı rol dışında içkiye düşkünlüğüyle de bilinen Abdülhak Hamit Tarhan bulunur.
İçki demişken Heybeli’nin diğer farklı edebi karakterlerinden olan ve eğlenceli kişiliğiyle içki meclislerindeki hoş sohbetini birleştirmesiyle tanınan Ahmet Rasim’e uzanmak gerekir. Ahmet Rasim’in eşi Sadberk Hanım’la yaşadığı adadaki evi çoğu kez huzurlu bir yuvanın resmi gibidir. Bu resimdeki görece tek kusur ise Ahmet Rasim’in evine geç giderek eşini meraklandırması ve üzmesidir. Bu durumun Sadberk Hanım’ın canına tak etmesi herkesin diline pelesenk olacak bir besteyi ise beraberinde getirecektir. Yazarın eve geç kaldığı bir gecenin sabahında eşi Heybeliada’daki evinden uğurlarken, “Sakın geç kalma erken gel, artık tahammül edemiyorum, bu gece gün batmadan gel,” diye rica eder. Ahmet Rasim, vapurda karısının kendisini çok üzen sitemini bir şarkı güftesi yapar ve dostu Tatyos Efendi de şu unutulmaz şarkıyı besteler:3
Bu akşam gün batarken gel Sakın geç kalma erken gel Tahammül kalmadı artık Sakın geç kalma erken gel
Heybeliada’nın yazınsal dünyadaki karşılıklarından bir tanesi ise Halide Edip’tir. I. Dünya Savaşı’nın bir yıl öncesinde Raik’in Annesi adlı romanıyla ideal kadın tanımlamasının vücut bulan karşılığını Heybeliada’da geçen bu hikayeyle kâğıda döker. Hatta Çallı Kuşağı olarak adlandırılan 1914 İzlenimcilerinin başat figürü İbrahim Çallı’ya da Hamakta Uzanan Kadın başlıklı resmi için de ilham kaynağı olur.4 Diğer taraftan aslında Halide Edip’i Heybeli’yle sınırlamamak gerekir. Zira yazarın Burgaz’da ev tutarak hayatının değiştiğini söylemesiyle Sait Faik’in adası Burgaz’la kurduğu dinginlik getiren olumlu ilişki ve Kınalıada’da dönemin önde gelen kişilerine ev sahipliği yapan Harutyun Şahab’ın kurduğu Grand Hotel Chahab’taki anıları diğer adaların da Halide Edip için önemli yaşanmışlıkların yeşermesine olanak sağladığı bilinir.
Şimdi direksiyonu Hagop Baronyan’ın “Adanın havası o kadar temiz ve sağlıklıdır ki, doktor iki günde ölür, (yani) açlıktan”5diyerek tanımladığı Kınalı’ya çevirmenin vakti geldi. Yazar, şair Fazıl Ahmet Aykaç, aynı Abbas Halim Paşa’nın Heybeli’de yaptığı gibi Kınalı’daki evinde başta İhap Hulusi Görey olmak üzere pek çok arkadaşını ağırlar. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Kurukahveci Mehmet Efendi’nin logosunu, Sümerbank’ın da afişlerini tasarlamasıyla bilinen, ikonik imzasıyla öne çıkan ve Lebon’un akşamcı müdavimlerinden olan İhap Hulusi, Fazıl Ahmet’le bu güzel dostluklarını ölümsüzleştirmenin yolunu arar ve farklı bir şekilde bulur. İhap Hulusi’nin eşi Nahide Görey Kulüp Rakısı etiketinin yapılma serüvenini anlatarak olaya şöyle açıklık getirir: “(İhap Hulusi) Tekel’in bu etiketi için başlangıçta kompozisyonu kafasında geliştirmiş, eskizler yapmış, birkaç model denemiş, ama bir türlü tatmin olmamış. O esnada yakın dostu Fazıl Ahmet Aykaç da seyirciymiş, İhap Bey ona dönüp, Fazıl, gel şuraya otur! Demiş ve kendisi de karşısına geçip oturmuş, böylece o meşhur Kulüp Rakısı etiketi hazırlanmış, o günden bugüne kadar yarım asrı aşkın bir süredir kullanılagelmiştir.”6
Kulüp Rakı’yla demlendikten sonra rakı üzerine başkaca bir edebiyat üretmiş ve şiirler de yazmış olan Can Yücel’e dönelim. Ölüm ve Oğlum şiir kitabını Kınalı’da kaleme alan şairin Adalar’la ilk temaslarından biri ise Anadolu Rönesansı olan Köy Enstitüleri’nin kurucusu babası Hasan Âli Yücel’in yakın dostu Reşat Nuri Güntekin’i Büyükada’daki evine ziyaretiyle başlamıştır. Belki de Can Yücel ada sevgisinin filizleri tam da bu zamanlarda çocukluğunda burada Reşat Nuri‘nin pembe pervazlı evinde atılmıştır. Reşat Nuri’nin 1926 yılında Büyükada’da yazdığıAkşam Güneşi kitabı ve kitapta tasvir ettiği ortam ileride Fransızca-Türkçe çevirmeni olarak çalışacak olan kızı Ela Güntekin’i de özellikle gökyüzünü seyretme şansı sunan ada özelliği dolayısıyla tabiat ve edebiyat birlikteliğini kurmasına yol açacaktır.
Aydın Boysan tarafından “her şeyden önce Adalar, Ada çamlıkları, Ada mehtapları şairi olarak”7 tanımlanan Ada şairi Tahsin Nahit’te de ada insanının doğayla kurduğu uyumlu ilişki gözlemlenir. Ada çamlıklarıyla küçüklükten beri özgün bir bağlantı kuran Aziz Nesin’in anılarında ise farklı bir ada belirir. “Tavuk, hindi beslerdik. Babam tavuklar için İstanbul’dan yem getirirdi. Hindileri beslemek için de babamın bulgusu olan bir besin vardı: Meşe palamutu. Adada çamlar arasında meşe çoktu. Torbalar dolusu meşe palamutu toplardık… Adada (Heybeliada) su kaynakları olmadığı için Ada evlerinin çoğunda sarnıç vardı. Bizim küçük evimizde sarnıç yoktu. Para vermeyelim diye eşekle su taşıyan suculardan da su alamazdık. Kız kardeşimle ikimiz –ama daha çok kız kardeşim– iskele alanındaki çeşmeden bakır güğümle eve su taşırdık”8
Adadaki az olanakla bir şeyler yapma, üretme telaşının verdiği yaratıcılık örneğinden sonra Burgazada’ya demir atalım. “Akşam ne güzeldir bizim iskelede / Balık çıkmadığı, lodos esmediği gün /Midyenin zehirlisinden korkmayanlar için” Sait Faik’in Bizim İskele şiirinde bahsettiği gibi konforlu yaşamı bir kenara atıp kendini arayanlara, iç sesiyle konuşanlara ve yaşamı yaşamak isteyenlere bir şeyler söylemek isteyen bu sese kulak verelim. Baudelaire’in dandy9 tanımlamasının Türkiye öykücülüğündeki Sevim Burak’la birlikte en iyi yansımalarından olan Sait Faik, Burgaz’ı hem Beyoğlu’nda yaptığı gibi aylak aylak dolaşmak hem de anlatılarını beslemek için değerlendirir. Bu beslenme yerini Nazım Hikmet, Münevver Andaç, Halet Çambel ve Vedat Günyol gibi aydınlarla da paylaşır. Bu kişiler arasında Büyükadalı yazar Halikarnas Balıkçısı’yla birlikte Türkiye hümanizmini biçimlendirmek için kolları sıvayan Vedat Günyol biraz daha ayrışır. Günyol Sait Faik’le geçirdiği zamanlar sonrasında Kalpazankaya’da uzun yıllar sürecek olan dost sofralarıyla, adayla özdeşleşen yazarın geleneğini sürdürür. Gün batımıyla meşhur bu yerle birlikte biz de yavaş yavaş vapur10olduktan sonra adaya vapurla ulaşırken dalga suların yıkıcı etkisiyle beti benzi atınca kendisini tam bir kara insanı olarak tarif eden Hagop Mıntzuri’nin “ne kadar arzu ederim, denizle işim olmamasını”11söylemiyle istikamet İstanbul diyelim.
İstanbul içine kıyasla uzun süren yolculuğuyla bilinen ada vapuru, içinde bulunan ve özellikle akşam saatlerinde hizmeti doruğu ulaşan vapur büfeleriyle içki alemleri yaşamaya hevesli kişiler için güzel görüntüler sergiler. Bunun yanı sıra 1949 yılında basılan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanındaki aşk hikayesinin geçtiği mekânın bir ada vapuru olarak seçilmesiyle de tanışıkların kurulduğu yer olarak belirir. Bu uzun süren vapur yolculukları uzun süren muhabbetlerle birleşince arkadaşlıkları, dostlukları, ilişkileri besleyip büyütmesine ya da solup gitmesine neden olur. Ada vapurunu kaçırmadan son sözlerimize yazlarını Büyükada’da geçirmiş olan Halit Fahri Ozansoy’un Ada Akşamları şiiriyle noktalı virgül koyalım;
Gün sönerken bir akşam baktım da ıssız Dil’e: – Yazık, dedim, bu yıl da Adalar’da yaz bitti! Dalgalar köpürürken sonra indim sahile, Kalbim sanki içinden uğultular işitti.
1 Brızitsov, H. (2016). İstanbul’dan Mektuplar Bulgar Gazetecinin Gözüyle 1932’de Şehir. (Çev. H. Mevsim). İstanbul: Kitap Yayınevi. (s. 138-139).
2 Aydın Çolak, İ. (2019). İmge ve İmaj Türkiye’de Resim ve Edebiyatta Ortak Dil. İstanbul: Corpus Yayınevi. (s. 37).
3 Üyepazarcı, E. (2013). Ahmet Rasim. Rakı Ansiklopedisi. İstanbul: Overteam Yayınları. (s. 22-23).
4 Aydın Çolak, İ. (2019). İmge ve İmaj Türkiye’de Resim ve Edebiyatta Ortak Dil. İstanbul: Corpus Yayınevi. (s. 171).
5 Baronyan, H. (2021). İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti. (Çev. P. H. Teller Babek). İstanbul: Can Yayınları. (s. 110).
6 Sönmez, S. (2013). Fazıl Ahmet Aykaç. Rakı Ansiklopedisi. İstanbul: Overteam Yayınları. (s. 70).
7 Boysan, A. (2018). Nereye Gitti İstanbul? İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. (s. 118).
8 Nesin, A. (2008). Böyle Gelmiş Böyle Gitmez. İstanbul: Nesin Yayınları. (s. 32-33).
9 “Yegâne davaları kişiliklerinde güzellik fikrini yeşertmek, tutkularını tatmin etmek, hissetmek ve düşünmek olan insanlar. Bunun için sahip oldukları paranın ve zamanın sınırı yok.” Baudelaire, C. (2011). Modern Hayatın Ressamı. (Çev. A. Berktay). İstanbul: İletişim Yayınları. (s. 23).
10 Yalpalayacak kadar içki içmiş kimse. Anonim. (2013). Vapur. Rakı Ansiklopedisi. İstanbul: Overteam Yayınları. (s. 560).
11 Mıntzuri, H. (2021). İstanbul Anıları (1897-1940). (Çev. S. Kuyumcuyan). İstanbul: Aras Yayınları. (s. 222).
Geçmişin kapısını aralayarak Adalar’a, sanatçıların ve edebiyatçıların ilham perisi olarak bakmak ve onların açtığı patikadan ilerlemek akşam güneşinin sanki yüze vurması gibi bir etkidir. Osmanlı’nın son zamanlarına ve Cumhuriyet’in ise ilk dönemlerine tanıklık eden Bulgar gazeteci Hristo Brızitsov’un tanımına bu noktada başvurursak yürüyeceğimiz patikada bize eşlik edecek kişileri yakalamamız daha da olası hale gelecek. “Adayı dolaşırken gerçeği unutuyorsunuz. Masalsılığa o kadar kaptırıyorsunuz ki kendinizi, komşu boş adayı ele geçirmeyi ve bir cumhuriyet kurmayı hayal ediyorsunuz. Benim yıllar önce yaptığım gibi. Mustafa Kemal Paşa’nın şu boş toprak parçası neyine? Herhalde verir. Sonra, biraz da hemşeri sayılırız.”1
Mademki daha sanatsal ve edebi karakterler bize eşlik edecek ve Ada’yla kurdukları ilişkisel estetiğe davet edecekler o halde dilerseniz ilk durağımızı Heybeli’den başlatalım. Hüseyin Rahmi’den Halide Edip’e, Aziz Nesin’den Ahmet Rasim’e pek çok yazar için esin kaynağı olan bu yerde bugünlerde olmayan bir köşk adeta izole bir ortamda yaşamın akışı, sanatın gidişatı ve edebiyatın genel havasının tartışıldığı bir alana dönüştürülür. Bu ortamı hazırlayan kişi ise Prens adalarının yeni Prenslerinden olan Mısırlı Abbas Halim Paşa’dır. Heybeliada’da üç köşk yaptıran Abbas Halim Paşa, Refah Şehitleri Caddesi ve Fettah Sokağı’nın köşesinde yer alan Selamlık Köşkü’nü hafta sonları için başkaca değerlendirmeye koyulur. İstinye’deki yalısını yazar-çizerler için sohbet ortamına çevirdiği için bu davetlere aşina olan Recaizade Mahmut Ekrem başta olmak üzere, Üsküdar’ı mesken edinen ve resimleyen Hoca Ali Rıza, asker ressamlar kuşağından Halil Paşa ve Mısırlı Paşa’nın Paris’e gönderdiği ilk öğrenci grubundan olan ressam Feyhaman Duran Selamlık Köşkü’nün davetlileri arasında yer alırlar.2 Unutmadan bir de bu keyifli ve edebi yoğunluklu sohbetlerin içerisinde yazın geçmişimizde oynadığı rol dışında içkiye düşkünlüğüyle de bilinen Abdülhak Hamit Tarhan bulunur.
İçki demişken Heybeli’nin diğer farklı edebi karakterlerinden olan ve eğlenceli kişiliğiyle içki meclislerindeki hoş sohbetini birleştirmesiyle tanınan Ahmet Rasim’e uzanmak gerekir. Ahmet Rasim’in eşi Sadberk Hanım’la yaşadığı adadaki evi çoğu kez huzurlu bir yuvanın resmi gibidir. Bu resimdeki görece tek kusur ise Ahmet Rasim’in evine geç giderek eşini meraklandırması ve üzmesidir. Bu durumun Sadberk Hanım’ın canına tak etmesi herkesin diline pelesenk olacak bir besteyi ise beraberinde getirecektir. Yazarın eve geç kaldığı bir gecenin sabahında eşi Heybeliada’daki evinden uğurlarken, “Sakın geç kalma erken gel, artık tahammül edemiyorum, bu gece gün batmadan gel,” diye rica eder. Ahmet Rasim, vapurda karısının kendisini çok üzen sitemini bir şarkı güftesi yapar ve dostu Tatyos Efendi de şu unutulmaz şarkıyı besteler:3
Bu akşam gün batarken gel
Sakın geç kalma erken gel
Tahammül kalmadı artık
Sakın geç kalma erken gel
Heybeliada’nın yazınsal dünyadaki karşılıklarından bir tanesi ise Halide Edip’tir. I. Dünya Savaşı’nın bir yıl öncesinde Raik’in Annesi adlı romanıyla ideal kadın tanımlamasının vücut bulan karşılığını Heybeliada’da geçen bu hikayeyle kâğıda döker. Hatta Çallı Kuşağı olarak adlandırılan 1914 İzlenimcilerinin başat figürü İbrahim Çallı’ya da Hamakta Uzanan Kadın başlıklı resmi için de ilham kaynağı olur.4 Diğer taraftan aslında Halide Edip’i Heybeli’yle sınırlamamak gerekir. Zira yazarın Burgaz’da ev tutarak hayatının değiştiğini söylemesiyle Sait Faik’in adası Burgaz’la kurduğu dinginlik getiren olumlu ilişki ve Kınalıada’da dönemin önde gelen kişilerine ev sahipliği yapan Harutyun Şahab’ın kurduğu Grand Hotel Chahab’taki anıları diğer adaların da Halide Edip için önemli yaşanmışlıkların yeşermesine olanak sağladığı bilinir.
Şimdi direksiyonu Hagop Baronyan’ın “Adanın havası o kadar temiz ve sağlıklıdır ki, doktor iki günde ölür, (yani) açlıktan”5 diyerek tanımladığı Kınalı’ya çevirmenin vakti geldi. Yazar, şair Fazıl Ahmet Aykaç, aynı Abbas Halim Paşa’nın Heybeli’de yaptığı gibi Kınalı’daki evinde başta İhap Hulusi Görey olmak üzere pek çok arkadaşını ağırlar. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Kurukahveci Mehmet Efendi’nin logosunu, Sümerbank’ın da afişlerini tasarlamasıyla bilinen, ikonik imzasıyla öne çıkan ve Lebon’un akşamcı müdavimlerinden olan İhap Hulusi, Fazıl Ahmet’le bu güzel dostluklarını ölümsüzleştirmenin yolunu arar ve farklı bir şekilde bulur. İhap Hulusi’nin eşi Nahide Görey Kulüp Rakısı etiketinin yapılma serüvenini anlatarak olaya şöyle açıklık getirir: “(İhap Hulusi) Tekel’in bu etiketi için başlangıçta kompozisyonu kafasında geliştirmiş, eskizler yapmış, birkaç model denemiş, ama bir türlü tatmin olmamış. O esnada yakın dostu Fazıl Ahmet Aykaç da seyirciymiş, İhap Bey ona dönüp, Fazıl, gel şuraya otur! Demiş ve kendisi de karşısına geçip oturmuş, böylece o meşhur Kulüp Rakısı etiketi hazırlanmış, o günden bugüne kadar yarım asrı aşkın bir süredir kullanılagelmiştir.”6
Kulüp Rakı’yla demlendikten sonra rakı üzerine başkaca bir edebiyat üretmiş ve şiirler de yazmış olan Can Yücel’e dönelim. Ölüm ve Oğlum şiir kitabını Kınalı’da kaleme alan şairin Adalar’la ilk temaslarından biri ise Anadolu Rönesansı olan Köy Enstitüleri’nin kurucusu babası Hasan Âli Yücel’in yakın dostu Reşat Nuri Güntekin’i Büyükada’daki evine ziyaretiyle başlamıştır. Belki de Can Yücel ada sevgisinin filizleri tam da bu zamanlarda çocukluğunda burada Reşat Nuri‘nin pembe pervazlı evinde atılmıştır. Reşat Nuri’nin 1926 yılında Büyükada’da yazdığı Akşam Güneşi kitabı ve kitapta tasvir ettiği ortam ileride Fransızca-Türkçe çevirmeni olarak çalışacak olan kızı Ela Güntekin’i de özellikle gökyüzünü seyretme şansı sunan ada özelliği dolayısıyla tabiat ve edebiyat birlikteliğini kurmasına yol açacaktır.
Aydın Boysan tarafından “her şeyden önce Adalar, Ada çamlıkları, Ada mehtapları şairi olarak”7 tanımlanan Ada şairi Tahsin Nahit’te de ada insanının doğayla kurduğu uyumlu ilişki gözlemlenir. Ada çamlıklarıyla küçüklükten beri özgün bir bağlantı kuran Aziz Nesin’in anılarında ise farklı bir ada belirir. “Tavuk, hindi beslerdik. Babam tavuklar için İstanbul’dan yem getirirdi. Hindileri beslemek için de babamın bulgusu olan bir besin vardı: Meşe palamutu. Adada çamlar arasında meşe çoktu. Torbalar dolusu meşe palamutu toplardık… Adada (Heybeliada) su kaynakları olmadığı için Ada evlerinin çoğunda sarnıç vardı. Bizim küçük evimizde sarnıç yoktu. Para vermeyelim diye eşekle su taşıyan suculardan da su alamazdık. Kız kardeşimle ikimiz –ama daha çok kız kardeşim– iskele alanındaki çeşmeden bakır güğümle eve su taşırdık”8
Adadaki az olanakla bir şeyler yapma, üretme telaşının verdiği yaratıcılık örneğinden sonra Burgazada’ya demir atalım. “Akşam ne güzeldir bizim iskelede / Balık çıkmadığı, lodos esmediği gün /Midyenin zehirlisinden korkmayanlar için” Sait Faik’in Bizim İskele şiirinde bahsettiği gibi konforlu yaşamı bir kenara atıp kendini arayanlara, iç sesiyle konuşanlara ve yaşamı yaşamak isteyenlere bir şeyler söylemek isteyen bu sese kulak verelim. Baudelaire’in dandy9 tanımlamasının Türkiye öykücülüğündeki Sevim Burak’la birlikte en iyi yansımalarından olan Sait Faik, Burgaz’ı hem Beyoğlu’nda yaptığı gibi aylak aylak dolaşmak hem de anlatılarını beslemek için değerlendirir. Bu beslenme yerini Nazım Hikmet, Münevver Andaç, Halet Çambel ve Vedat Günyol gibi aydınlarla da paylaşır. Bu kişiler arasında Büyükadalı yazar Halikarnas Balıkçısı’yla birlikte Türkiye hümanizmini biçimlendirmek için kolları sıvayan Vedat Günyol biraz daha ayrışır. Günyol Sait Faik’le geçirdiği zamanlar sonrasında Kalpazankaya’da uzun yıllar sürecek olan dost sofralarıyla, adayla özdeşleşen yazarın geleneğini sürdürür. Gün batımıyla meşhur bu yerle birlikte biz de yavaş yavaş vapur10 olduktan sonra adaya vapurla ulaşırken dalga suların yıkıcı etkisiyle beti benzi atınca kendisini tam bir kara insanı olarak tarif eden Hagop Mıntzuri’nin “ne kadar arzu ederim, denizle işim olmamasını”11 söylemiyle istikamet İstanbul diyelim.
İstanbul içine kıyasla uzun süren yolculuğuyla bilinen ada vapuru, içinde bulunan ve özellikle akşam saatlerinde hizmeti doruğu ulaşan vapur büfeleriyle içki alemleri yaşamaya hevesli kişiler için güzel görüntüler sergiler. Bunun yanı sıra 1949 yılında basılan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanındaki aşk hikayesinin geçtiği mekânın bir ada vapuru olarak seçilmesiyle de tanışıkların kurulduğu yer olarak belirir. Bu uzun süren vapur yolculukları uzun süren muhabbetlerle birleşince arkadaşlıkları, dostlukları, ilişkileri besleyip büyütmesine ya da solup gitmesine neden olur. Ada vapurunu kaçırmadan son sözlerimize yazlarını Büyükada’da geçirmiş olan Halit Fahri Ozansoy’un Ada Akşamları şiiriyle noktalı virgül koyalım;
Gün sönerken bir akşam baktım da ıssız Dil’e:
– Yazık, dedim, bu yıl da Adalar’da yaz bitti!
Dalgalar köpürürken sonra indim sahile,
Kalbim sanki içinden uğultular işitti.
Kapak Fotoğrafı: Betsy Penso, Karamanyan Otel, Heybeliada
1 Brızitsov, H. (2016). İstanbul’dan Mektuplar Bulgar Gazetecinin Gözüyle 1932’de Şehir. (Çev. H. Mevsim). İstanbul: Kitap Yayınevi. (s. 138-139).
2 Aydın Çolak, İ. (2019). İmge ve İmaj Türkiye’de Resim ve Edebiyatta Ortak Dil. İstanbul: Corpus Yayınevi. (s. 37).
3 Üyepazarcı, E. (2013). Ahmet Rasim. Rakı Ansiklopedisi. İstanbul: Overteam Yayınları. (s. 22-23).
4 Aydın Çolak, İ. (2019). İmge ve İmaj Türkiye’de Resim ve Edebiyatta Ortak Dil. İstanbul: Corpus Yayınevi. (s. 171).
5 Baronyan, H. (2021). İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti. (Çev. P. H. Teller Babek). İstanbul: Can Yayınları. (s. 110).
6 Sönmez, S. (2013). Fazıl Ahmet Aykaç. Rakı Ansiklopedisi. İstanbul: Overteam Yayınları. (s. 70).
7 Boysan, A. (2018). Nereye Gitti İstanbul? İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. (s. 118).
8 Nesin, A. (2008). Böyle Gelmiş Böyle Gitmez. İstanbul: Nesin Yayınları. (s. 32-33).
9 “Yegâne davaları kişiliklerinde güzellik fikrini yeşertmek, tutkularını tatmin etmek, hissetmek ve düşünmek olan insanlar. Bunun için sahip oldukları paranın ve zamanın sınırı yok.” Baudelaire, C. (2011). Modern Hayatın Ressamı. (Çev. A. Berktay). İstanbul: İletişim Yayınları. (s. 23).
10 Yalpalayacak kadar içki içmiş kimse. Anonim. (2013). Vapur. Rakı Ansiklopedisi. İstanbul: Overteam Yayınları. (s. 560).
11 Mıntzuri, H. (2021). İstanbul Anıları (1897-1940). (Çev. S. Kuyumcuyan). İstanbul: Aras Yayınları. (s. 222).
Paylaş: