Ada

Sait Faik’in öykülerinde bir mutluluk mekânı olarak Burgazada – Raşel Rakella Asal

Engin denizlerin ortasında, dünyanın gürültüsünden, karmaşasından, gündelik tasalardan uzak, muhteşem doğası, çam ağaçlarının aurasının oluşturduğu havası ile her adımında huzur kokan sakin bir ada hayatını kim düşlemez! Sancho Panza bile Don Quijote’nin ardından efendisinin bir gün kendisine güzel bir ada bağışlayacağı umuduyla koşar.  

Bununla birlikte, insanın adalara korkulu bir gözle baktığı, onlara birtakım esrarlı anlamlar yüklediği de olmuştur. Adanın tekinsiz halinden Akşit Göktürk, “Edebiyatta Ada” adlı kitabında şöyle söz eder: “Odysseus’un Maeldun’un, gemici Sinbad’ın, St. Brendan’ın yolculuklarında, işitilmedik tehlikelerle dolu, tekinsiz adalar çoğunluktadır. Robinson Crusoe’da, Gulliver’in Seyahatleri’nde, Defne Adası’nda ada, büyük serüvenlerin, sıkıntıların, ilginç çatışmaların yaşandığı ıssız bir bucak olarak düşünülür. Kimi adalarda da bir yeryüzü cennetinin enikonu mutluluğu, yokluk, yalnızlık, sıkıntı ile yan yana gelir. Ama dile getirdiği mutluluk özleminin, serüven ya da kaçış özleminin niteliği çağdan çağa insandan insana değişse bile, düşsel ada, insanoğlunun ilgisini hiçbir çağda yitirmez. Bu ilgi geçmiş çağlarda olduğu gibi, günümüzde de yürürlüktedir.”  

Ada imgesi çoğu insanda kent kalabalığından, telaşından ve kargaşasından uzaklaşmayı ifade eder.  Her gün otobüsler, metrobüsler, taksiler, otomobiller içinde sıkışıp kalan kent insanının özlemi olur.  Büyük şehirlerin kirli havasını solumaktan, trafik gürültüsünden uzak bir ada hayatında nefes almanın keyfini yaşamak isteyenler için İstanbul’a çok yakın, hatta İstanbul’a bakarak yaşayacağınız kadar yakın tek yer Prens Adaları’dır.  

Doğanın eşsiz güzellikleri ve tarihi dokusuyla Büyükada, Heybeliada, Burgazada ve Kınalıada özellikle yaz aylarında yerli ve yabancı turistlerin gözdesidir. Bu adaları keşfedenlerden biri de Sait Faik’tir. Öykülerinde Adalar’ı, balıkçıları, balıkları anlatan ve adı Burgazadası’yla özdeşleşen Sait Faik Abasıyanık, ömrünün son on yılını bu adada çoğunlukla Çayır Sokak 15 numaradaki köşkte geçirmiştir. Köşk, Sait Faik’in annesi Makbule Abasıyanık’ın vasiyeti üzerine 1959’da müzeye dönüştürülmüştür.  

Sait Faik, bu adaya yerleşmesini “Haritada Bir Nokta” öyküsünde hikâye eder: “İşte çocukluğumun ve ilkgençliğimin haritalarındaki adalar beni, sonunda bir gün özlediğim adaya tesadüfen bırakıverdiler. Yaşım orta yaşı bulmuştu ama, nihayet asıl yuvama dönmüştüm. Sanki on dört yaşında sarışın bir oğlanken basıp gitmiştim. Bir motor beni alıp büyük şehirlere götürmüştü. (…) İşte bitkin, işte yorgun, işte hepsini yitirmiş, gittiğim motorla geri dönmüştüm.”  

Yalnız Sait Faik değil, Türk edebiyatında iz bırakmış ve İstanbul’un gürültüsünden kaçıp Burgazadası’na yerleşenlerden Halide Edip’in, Zafiriadis Evi olarak bilinen gül bahçesi içindeki mor salkımlı ev, anılarında özel bir yere sahiptir. Hatta “Raik’in Annesi” adlı romanının bazı bölümleri Burgazadası’nda geçer. Halide Edip Adıvar anılarında şöyle yer verir Burgazada’daki yaşamına: 

Nihayet Burgaz’da bir ev tuttuk, gittik. Ev, eski biçim, geniş sofalı, mor salkımlı, bahçesi gül, hanımeli kaplı bir yerdi. Orada hayat benim için tamamen değişti. Adeta Beşiktaş’taki evde yaşıyor gibi olurdum. Dik bir sırtın üstünde idi. Önü denize kadar çamlık, aşağısı kumluk, pencerelerinin önünden mavi denize bakar dururdum. Oraya hasta gittim, orada yalnız maddi değil manevi muvazenemi de buldum. Hilkatin insanlara tabiat sayesinde verdiği güzellik ve günlük hazlar içerisinde yaşadım. Sabahleyin çocuklar dadıları ile ben de aşçıyı da alarak eşeklere binip tepedeki çamlığa çıkıyor, akşama kadar orada yiyor, içiyor, yaşıyordum.” 

Burgazada’nın yazar konuklarından biri de Peride Celal’dir. Burgazada, Sait Faik gibi onun da öykülerinin bir parçası olmuştur. Ancak o Sait Faik kadar iyimser değildir ve Prens Adaları’nın insan elinde yok olacağının tasasını taşır: “Adalar yaklaşıyordu. Denize gömülmüş ağır kaya parçaları gibi kapkara peş peşe dizilmişlerdi uzakta. Yaklaştıkça büyüyüp renklenmeye başladılar. Mavinin içinde kümeleştiler, çamlar, mazılar, böğürtlenler, kocayemişlerle dolu sırtları, koyu yeşile dönüştü yavaş yavaş. Tepelerinde, kıyılarında evler belirdi. Deniz kenarında apartmanlar bile vardı birbirine yapışmış. Betonlar, betebeliler, kırmızı tuğladan, kara tahtadan, renk renk, biçim biçim.” 

Adalar’da yaz aylarında nüfus ikiye hatta üçe katlanırken, sonbaharda özellikle okulların açılacağı hafta İstanbul’a doğru geriye dönüş başlar. Adalar’da kış aylarında daha çok emeklilerden oluşan küçük topluluklar kalır. Ada adeta sessizleşir, ıssızlaşır. Kış aylarında sadece rüzgârın dolaştığı sokaklarında yürürken orada yerleşmiş halkla baş başa kalınır, hep aynı insanlarla karşılaşılır. Hep aynı insanlara hâl hatır soruldukça giderek dostluklar gelişir, bu yeni tanışılan dostların sıkıntılarına, hayallerine, beklentilerine, mutluluklarına ortak olunur.  Bu nedenle çok farklı insan ilişkilerini barındıran ada hayatı orada yerleşenlere çok samimi ve sıcak bir ortam sunar. 

Peki her şey böyle toz pembe mi? Tabii ki değil. Çok önemli bir işiniz bile olsa hava durumu ile yakından ilişkili olarak her şeyi iptal etmek zorunda kalabilirsiniz. Sabah uyandığınızda göz gözü görmeyen bir sisin içinde bulabilirsiniz kendinizi. Ya da lodos yüzünden deniz coşmuş, vapur seferleri iptal olmuş olabilir. Tam tersi İstanbul’dan evinize dönmek için geldiğiniz iskelede vapur seferlerinin iptal olduğunu öğrenip, gecenin bir vakti geceyi nerede geçireceğinizi araştırırken bulabilirsiniz kendinizi. Bunlar da adada yaşamanın sevimsiz sürprizleri arasında yer alsa da genelde ada yaşamı oraya yerleşenlere huzuru vaat eder. 

Hele ki günümüzün şartlarında büyük şehirlerde yaşamak her geçen gün daha yorucu ve daha yıpratıcı bir hale geldikçe kent insanının ortak rüyası şehirden uzaklaşmak oluyor. Özellikle son yıllarda iyice içinden çıkılmaz bir hale gelen trafik, yükselen yaşam maliyetleri, düşen yaşam kalitesi gibi pek çok parametre şehirden uzağa kaçma fikrinin artık çok daha genç yaştaki insanlara kadar uzanmasına sebep oluyor. Uzaktan çalışma olanaklarının da gelişmesi ile daha tenha, daha az yorucu bir yere göç etme hayali yalnızca bir emeklilik projesi olmanın ötesine geçmeye başlıyor. Bugün yazılımcılar, çevirmenler, tasarımcılar, sanatçılar ve daha pek çok meslekten insan kente bağımlı olmadan çalışma ve yaşamını sürdürme imkânını adada yaşayarak bulabiliyor.  

Bir adada yaşamayı seçmişseniz doğayla her gün bağlantı kurmak için eşsiz bir fırsat yakalamış olursunuz. Okyanusun, kumsalların, dağların ve ormanların güzelliğinin tadını çıkaracağınızdan şüpheniz olmasın. Denizin de yaşadığını, bir ruhu olduğunu ve bazen yorulduğunu görürsünüz. Adada yaşamak doğayla uyuşmayı, insanın kendi ruhunun derinliklerine inmeyi, özünü keşfetmeyi sağlar. 

Hiç kuşkusuz doğayla olan bu bağlantı, akıl sağlığınızı ve esenliğinize de iyi gelir. Ada yaşamı yavaş bir tempo ile daha basit bir yaşam tarzını içerir. Bu yönüyle sizin ilham ve huzur duygularınızı tetikleyecektir.  Bir adada yaşamak insanlara doğayla bağlantı, topluluk duygusu ve daha doğal bir yaşam tarzı sağlayabildiği gibi izolasyon duygularına, sınırlı kaynaklara ve çevresel stres faktörlerine maruz kalmaya da yol açabilir. Açlık, kıtlık yaşandığında, ya da hastanız olduğunda size yardım edecek insanlara gereksinimiz olduğunu daha çok duyumsarsınız. Kısaca adalılık ve adalı olma, özünde insanın insana muhtaç olduğunu, doğada yalnız olmaktansa doğanın parçası olması gerektiğini, paylaşmayı, sosyal hoşgörüyü de beraberinde getirir. 
 

Gaston Bachelard, “Mekânın Poetikası”nda evi bir mutluluk mekânı olarak tarif eder. Ona göre mekân insanın düşünceleri, anıları ve düşleri için en büyük birleştirici güçlerden biridir. Walter Benjamin, mekânın insan ruhu üzerindeki derin etkisini muhafaza metaforuyla anlatır. Bir mekânda yaşamanın, orada izler bırakmak olduğunu söyler. Anlatılan bir anının zihinde canlandırılırken tecrübe edildiği mekândan ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Bachelard, sahip olduğumuz, sığındığımız, bizi kendine çeken bu mekâna ait imgeleri, bu imgelerin düşsel değerini inceler. Evin bir çocuk için koruyucu sınırlar oluşturduğunu, çocukta anıları ve düşleri barındırdığından söz eder.  

Sait Faik için de İstanbul ve Burgazada böyle bir imgedir. Yıldızları ve denizi bir manzarayı hayran hayran seyrettiği gibi, seyretmeye doyamaz içinde yaşadığı mekânı. Burgazada’daki yaşamı onda özel bir yere sahiptir. Ada, onun sığınağı ve huzur bulduğu bir mekâna dönüşmüş, yaşadığı sürece de orada kendine özgü bir dünya kurmuştur.  

Hayatının büyük bir bölümünü Burgazada’da geçiren yazarın öykülerini okurken adadaki yaşamında dostluk kurduğu balıkçıların günlük yaşamlarını, balıkçılıkla ilgili tecrübelerini aktarırken ruhunun buz kestiğini, içinin acıdan ve isyan aleviyle cayır cayır yandığını duyumsarsınız. Fındık Ali ve karısı Sultan’ın hayatını, onun yaşadığı dönemde İstanbul’dan adalara günde bir ya da iki sefer kalktığını, adanın küçük bir yerleşim yeri olduğundan adalar vapuruna gidip gelen yolcuların arasındaki dostluğa tanık olursunuz. Burgazada’da yaşayan Papaz Efendi’nin hayat hikayesini, Burgazada’nın meskûn olmayan, tarıma elverişsiz bir bölgesinde kendi gayretleriyle verimli bir bahçe oluşturan Kör Mustafa lakaplı bir adamın çalışma azmini, ya da Barba Antimos isimli Burgazadalı bir duvar işçisinin bazılarına göre sıradan, yazara göre anlamlı ve acı dolu hayat hikayesini dile getirişini, ıstakoz avcısı Barba Apostal’ın küçücük adada denizle haşır neşir geçen hayatını, ıstakoz avcılığının inceliklerini öğrenirsiniz. 

“Haritada Bir Nokta” öyküsünde ise ada yaşantısına olan ilgisine tanık olursunuz. Ne zaman bir harita görse gözünün hemen mavilikler içinde bir ada aradığını belirten Sait Faik için ada, samimiyet, dostluk, rahatlık ve mutluluk anlamlarını taşır. Burgazada’daki yaşantısından çok memnun olan Sait Faik’i rahatsız eden tek konuise  adalı balıkçıların tutulan balıkları adaletsiz paylaşımıdır. Burgazada’lı balıkçıların her balık dönüşü yaptıkları paylaşımı seyreden yazar, vicdan sahibi bir insan olarak balıkların adaletsiz paylaşımından büyük rahatsızlık duyar. İnsanlık onuruna yakıştıramadığı bu durumu şiddetle eleştirir: “İşi sonradan öğrendim: Kayıktaki tayfa, kolancı tayfadan çalıyor; mal sahibi ile reis uyuşuyor, olmazsa mal sahibi olup her seferinde tayfa hakkından dört pay alıyor. Voli parası denilen bir türlü ödenemeyen bitmez tükenmez bir parayı tayfa hakkından çıkarıyor; bu paradan hiç balığa çıkmayan muhtarla parti kâtibine pay ayırıyor… Akşamüstü Balıkhane’den paralar ve hesap geldiği zaman Süleyman peygamber gibi oturuluyor, görünüşte santim oynamadığı besbelli bir eda ile namussuzca pay dağıtılıyordu.”  

Kendisiyle yapılan röportajlarda belirttiği gibi kibar zümreden hoşlanmayan Sait Faik için ekmeğini denizden çıkaran fakir balıkçılar, fakir oldukları halde hayattan zevk almayı becerebilen kanaatkâr insanlardır. Kibar zümreye dâhil olan insanlar arasında vakit geçirmektense balıkçıları seyretmek Sait Faik için bulunmaz bir zevktir. Burgazada’lı balıkçıların yaşamına bizzat tanık olmanın ötesinde, onlarla dost olmuş, bu sayede hikâyelerinde hayali balıkçıları değil, kanıyla, canıyla var olmuş gerçek balıkçıları bütün canlılığıyla anlatabilmeyi başarabilmiştir. Onları gözlemlerken kendisine büyük acılar çektiren hastalığını bile unutur.  

Sait Faik Burgazada’lı eserlerinde balıkçıların yaşam çarkları arasında sıkışmış hayatlarını sorgular. Öykülerinde tek bir kişiyi değil, bütün insanlığı ilgilendiren “insan”ı odak noktasına alır. Yapmamız gereken şeyin kalbimize sadık kalmamız ve kalbimize derin bakmamız gerektiğini vurgular. Sanat konuşmalıydı, eser mutlaka konuşmalıydı. İşte Sait Faik’in sanatının gücü de buradan gelmektedir.  

Onda ada kavramı düş gücünün yaratıcılığı, bilincin çağrışımlarıyla yoğun anlamlar kazanarak zenginleşti. Gözlemle, çağrışımlarla, anımsamalarla işleyen bilinci çevrede gördüklerine kendi öznel anlamını yüklemesine sebep oldu. Böylece Sait Faik’in ada yaşamı, belli bir insan varlığı ile ilişkiler kazandı, bilincin yaşadığı bir mekân oldu.  

Sait Faik, ışığın ve gölgenin dansında devinen bir dünyada hepimizin aynı konumda olduğunu söyledi… Her şeye rağmen hayatı onaylamamız gerektiğini… Onun dünya görüşündeki asıl güzellik de bu görüşünde yatıyor, bence.  

Ağustos 2023 

Kaynakça 

Akşit Göktürk, Edebiyatta Ada, Sinan yayınları, 1973 

Cemal Sakallı, Tema Araştırmasına bir katkı olarak edebiyatta mekân ve edebi mekân, Kare Dergi- Özel Sayı, 2021   

Yasemin Çeker, Modern Türk Edebiyatında Flanör Düşünce: Sait Faik örneği, yüksek lisans tezi 

Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, Kesit Yayıncılık, İstanbul, 1996 

Yeşim Özdemir, Sait Faik Abasıyanık’ın eserlerinde mekân olarak İstanbul, yüksek lisans tezi 

Haluk Öner Doç. Dr., Edebiyatta Mekân ilişkisinin Psikolojik ve Sosyolojik Boyutları,  

Walter Benjamin, Pasajlar, YKY, 2002 

https://sinirbilimstore.com/ada-hayatinin-insan-psikolojisine-olan-etkileri-nelerdir