Yedi yıl önce Türk eşim ile birlikte taşındığımız ilk andan itibaren adaya karşı çok güçlü bir bağ ve enerji hissettim, sanki daha önceki bir hayatımda burada bulunmuş gibiydim.
Garip bir aidiyet hissi vardı. Çok ilginç bir durumdu çünkü ben adadan neredeyse 3000 kilometre uzakta Hollanda’nın doğusunda kırsal bir bölgede büyümüştüm. Ben Türk değilim, Hollandalıyım, adalı doğmadım ama öyle hissediyorum.
Görsel bir sanatçı olarak, ada benim ilham kaynağım ve açık hava atölyem haline geldi. Ada, doğa ile bağ kurmak ve sanat yapmak için bir motivasyon kaynağı. Sanatımda sadece adanın bana sağladığı malzemeleri kullanmaya başladım, hatta bazen adanın kendisini de üç boyutlu bir tuval olarak kullanıyorum.
Adaya taşındığımızda hala resim yapıyordum. Adanın muhteşem çevresinden aldığım ilham ile deniz manzaraları ve bazı soyut manzaralar çizdim. Doğa ile farklı mevsimlerde bağ kuruyordum.
O zamanlar Aya Nikola bölgesinde yaşıyorduk, ve sık sık yakındaki Madam Marta Koyu’na (Halikia) gidiyordum. Maalesef sahil çok kirliydi. Yanı başındaki eski çöplüğün erozyona uğramasıyla denize dökülen inşaat atıkları dalgalarla sahile vurup orada birikiyordu. Sahile gelen ziyaretçiler de artlarında çok fazla çöp bırakıyorlardı.
Adada yaşamaya başladığımdan beri çok kıymetli çevremizin üzerindeki etkilerimizin gittikçe daha çok farkına varmaya başladım. Büyük bir atık problemimiz var. Çevremizi bir çöplük gibi kullanıyoruz ve bu birçok açıdan sürdürülebilir değil.
Bu beni kendi sanatım ile ilgili de düşünmeye itti. Resim yapmak için yağlı boya ve tuval kullanıyordum. Bu malzemelerin üretilmesi gerekiyordu. Benim de bu malzemeleri satın almak için adayı terk etmem lazımdı. Adanın dışından daha çok malzeme getirmek gerçekten gerekli miydi diye düşünmeye başladım? Yoksa halihazırda adada olan malzemeleri kullanabilir miydim?
Sonuç olarak adanın bana sağladığı malzemeleri kullanmaya karar verdim, eserlerimi adada bulduğum malzemelerle yapmaya başladım.
Sahilden seramik parçaları topladım. 50ler, 60lar, 70ler ve 80lerde adalıların evlerinin banyolarında, mutfaklarında bulunan bu seramiklerin kalıntıları denize atılmış, deniz bu seramikleri daha da çok parçalayıp sahile geri tükürmüştü.
Bu seramik parçalarla çok sayıda mozaik heykel yaptım. İstiklal Caddesi’ndeki Hollanda Konsolosluğu’nda Rainroad adında bir sürdürülebilirlik projesi için 40 metrekarelik bir mozaik yaptım.
Sahilde bulunan malzemelerle çalışmak hem sahili temizliyor hem de atık olarak görülen malzemelere yeni bir hayat veriyor.
Seramik parçalarının yanı sıra, sahildeki asfalt ve kiremit parçalarını da toplamaya başladım. Bunlardan da pozitif bir şey yapmak güzel olur diye düşündüm ve spiral sahil bahçesinin fikri böylece doğmuş oldu.
Önce asfalt parçaları ile logaritmik bir spiral inşa ettim. Sonra üstünü çamur ve doğal taşlar ile örttüm. Bir metre derinliğinde mikroplastik çıkarttıktan sonra iç tarafında filtre olarak kırık kiremit parçalarını kullandım ve yeni kompost edilmiş toprak koydum. Bu işlemi yıllar içinde birçok kez tekrarladım. Kurumuş bitkileri de yeni toprak için kullandım.
Dış duvar doğal taşlar ve çamur ile inşaa edildi, adanın kendisi gibi. Bu aynı zamanda bahçeyi kışın getirdiği lodos fırtınalarından da koruyan bir sistem.
O zamandan beri bahçe büyüyor ve gelişiyor. İçindeki çeşitli çiçekler, kaktüsler, otlar, sebzeler ve küçük meyve ağaçları; arıların ve böceklerin de uğrak mekanlarından.
Bu her mevsim değişen, ve hala yapım aşamasında olan sembolik bir eser. Umarım bu kirli plajda yeşermeye devam edebilir.
Sahil bahçesinin yanı sıra, yine Marta Koyu’ndan topladığım inşaat atığı olan kireç taşlarından el oyması eserler yaptığım bir projeye başladım.
Bu yeni el oyması kireç taşı heykel serisinin en sevdiğim yönlerinden biri, sadece bir şeyi eksilterek bir şey yaratıyor olmak. Elimdeki malzemeye hiçbir şey eklememe veya elektrikli araçlar kullanmama gerek yok, oymak için sadece bıçak ve zımpara kağıdı kullanıyorum çünkü.
Topladığım bu taşlar da Madam Marta Koyu’ndaki diğer inşaat atıkları gibi bir zamanlar denize dökülmüş ve tekrardan karaya vurmuştu. Bu çok etkileyici çünkü kireç taşları doğal karbonat tortul kayaç oluşumlarıdır ve uzun zaman dilimleri içinde mercanların ve diğer yumuşak dokulu deniz organizmalarının iskeletlerinin birikmesiyle oluşmuşlardır.
Kireç taşlar binlerce senedir değişik yapılar için kullanılan bir malzemedir. Mısır’daki piramitler bile bir zamanlar beyaz kireç taşı ile kaplıydı. Türkiye’nin doğusundaki, medeniyetin beşiği olan Göbekli Tepe ve Karahan Tepe’deki yapılar da kireç taşlarının oyulmasıyla yapılmışlar. Kireç taşları aynı zamanda pigment olarak veya toprak kalitesini artırıcı gübre olarak da kullanılabilir.
Böylece kireç taşı oyarak çalışmanın bir güzel yanı da, atık yaratmak yerine, bahçe projelerimde kullanabileceğim kireç tozu üretiyor olmak. Bu heykellerin yapımından geriye kalan atık, bir besin oluyor.
Geçen sene adanın tepesinde yeni bir yer ve bahçe çalışmasına daha başladım. Yine otlar, çiçekler ve küçük meyve ağaçları diktim. Bu sene adanın yeni bir bölgesine, Büyük Çam Mevkii’ne taşındıktan sonra, yeni apartmanımızın altındaki terk edilmiş, ilgilenmemiş alanda küçük bir bostan yapmaya başladım. Bu da sembolik bir restorasyon aslında, çünkü bu mahalle bir zamanlar kocaman meyve bahçeleri ile doluydu.
Bir zamanlar adalar kendi kendilerini idame ettirebilen ekosistemlerdi. Kendi besinlerini kendileri yetiştiriyorlardı ve kendi su ihtiyaçlarını yağmur sularını biriktirerek karşılıyorlardı. Bahçıvanların ve balıkçıların adasıydı burası. Maalesef adaların etrafındaki balık nüfusu ciddi derecede düşüş yaşadı, birçok balık türünün soyu tükendi veya tükenmek üzere. Bahçe ve bostan kültürü yok oldu. Bu günlerde neredeyse her şey ana karadan getiriliyor. Meyveler, sebzeler ve su dahil.
Adadaki bostan ve bahçe geleneğini yeniden geri getirir ve toprağı yeniden canlandırabilirsek muhteşem olur.
Adanın belli bölgelerini yeniden gıda tarlaları olarak kullanıp, meye ağaçları ekip, ve ağaçların arasında orman meyveleri ve sebzeler yetiştirirsek… Böylece, adadaki bostan geleneğini geri getirmiş, toprağı canlandırmış, ve adayı tekrar meyve ağaçlarıyla dolu haline döndürmüş oluruz. Bu adadaki biyoçeşitliliği geliştirir ve daha çok karbon depolanmış olmasını da sağlar. Toprak bu adanın en değerli unsuru. Toprağımızın üstüne asfalt ve beton dökmek yerine onu yüzyıllardır olduğu gibi ada halkını organik meyve ve sebzelerle beslemek için kullanabiliriz.
Ama maalesef adalar için yeni bir imar planı askıya çıktı. Bu adadaki yapılaşmanın önünün açılması ve birinci derece sit alanı olmaktan çıkması ve inşaatların yakın zamanda başlaması demek oluyor.
Ada yıllarca devam edecek bir şantiye alanına dönüşecek, oteller, yollar, turizm tesisleri yapılacak, böylece yollarda arabaların gezdiği, şehirleşmiş bir eğlence parkına dönüşecek. Bu plan ile adanın nüfusunu üç katına çıkartmak istiyorlar. 3 nesildir adada yaşayan aileler evlerinden çıkartılacak.
Kendimize şu soruyu sormalıyız, şehre bu kadar yakın, şehrin kaosundan uzaklaşmamıza imkan tanıyan, doğayla kaynaşmamıza olanak veren bu değerli adalara böyle mi davranmalıyız?
Adada yaşadığım 7 sene içerisinde bile, adaların elektrikli arabalarla doldurularak, kontrolsüz günlük ziyaretçi ve turist artışlarıyla, gittikçe şehirleştiğine tanık oldum.
Bu imar planı yürürlüğe girerse, bildiğimiz, tanıdığımız adaların sonu olacak. İnşaatlar bir başlarsa, bir daha durmayacak. Yassıada örneği önümüzde. Kirli bir denizde, ruhsuz, beton bir taş oldu.
Günün sonunda, biz beton ve asfalt yiyemeyiz, toprağı boğduğunuzda, bir daha oksijen, çiçek, sebze, meyve üretemez, karbondioksit ememez. Sadece biz insanlar için değil, ses çıkarıp kendini ifade edemeyen birçok yaşam türü için de bu çok önemli.
Değişim kaçınılmaz, ama değişimin negatif olması yerine, gelecek nesillerin adalıları ve ziyaretçileri için pozitif bir değişim olması için elimizden geleni yapabiliriz.
Çeviri: Albert Berk Toledo
Yedi yıl önce Türk eşim ile birlikte taşındığımız ilk andan itibaren adaya karşı çok güçlü bir bağ ve enerji hissettim, sanki daha önceki bir hayatımda burada bulunmuş gibiydim.
Garip bir aidiyet hissi vardı. Çok ilginç bir durumdu çünkü ben adadan neredeyse 3000 kilometre uzakta Hollanda’nın doğusunda kırsal bir bölgede büyümüştüm. Ben Türk değilim, Hollandalıyım, adalı doğmadım ama öyle hissediyorum.
Görsel bir sanatçı olarak, ada benim ilham kaynağım ve açık hava atölyem haline geldi. Ada, doğa ile bağ kurmak ve sanat yapmak için bir motivasyon kaynağı. Sanatımda sadece adanın bana sağladığı malzemeleri kullanmaya başladım, hatta bazen adanın kendisini de üç boyutlu bir tuval olarak kullanıyorum.
Adaya taşındığımızda hala resim yapıyordum. Adanın muhteşem çevresinden aldığım ilham ile deniz manzaraları ve bazı soyut manzaralar çizdim. Doğa ile farklı mevsimlerde bağ kuruyordum.
O zamanlar Aya Nikola bölgesinde yaşıyorduk, ve sık sık yakındaki Madam Marta Koyu’na (Halikia) gidiyordum. Maalesef sahil çok kirliydi. Yanı başındaki eski çöplüğün erozyona uğramasıyla denize dökülen inşaat atıkları dalgalarla sahile vurup orada birikiyordu. Sahile gelen ziyaretçiler de artlarında çok fazla çöp bırakıyorlardı.
Adada yaşamaya başladığımdan beri çok kıymetli çevremizin üzerindeki etkilerimizin gittikçe daha çok farkına varmaya başladım. Büyük bir atık problemimiz var. Çevremizi bir çöplük gibi kullanıyoruz ve bu birçok açıdan sürdürülebilir değil.
Bu beni kendi sanatım ile ilgili de düşünmeye itti. Resim yapmak için yağlı boya ve tuval kullanıyordum. Bu malzemelerin üretilmesi gerekiyordu. Benim de bu malzemeleri satın almak için adayı terk etmem lazımdı. Adanın dışından daha çok malzeme getirmek gerçekten gerekli miydi diye düşünmeye başladım? Yoksa halihazırda adada olan malzemeleri kullanabilir miydim?
Sonuç olarak adanın bana sağladığı malzemeleri kullanmaya karar verdim, eserlerimi adada bulduğum malzemelerle yapmaya başladım.
Sahilden seramik parçaları topladım. 50ler, 60lar, 70ler ve 80lerde adalıların evlerinin banyolarında, mutfaklarında bulunan bu seramiklerin kalıntıları denize atılmış, deniz bu seramikleri daha da çok parçalayıp sahile geri tükürmüştü.
Bu seramik parçalarla çok sayıda mozaik heykel yaptım. İstiklal Caddesi’ndeki Hollanda Konsolosluğu’nda Rainroad adında bir sürdürülebilirlik projesi için 40 metrekarelik bir mozaik yaptım.
Sahilde bulunan malzemelerle çalışmak hem sahili temizliyor hem de atık olarak görülen malzemelere yeni bir hayat veriyor.
Seramik parçalarının yanı sıra, sahildeki asfalt ve kiremit parçalarını da toplamaya başladım. Bunlardan da pozitif bir şey yapmak güzel olur diye düşündüm ve spiral sahil bahçesinin fikri böylece doğmuş oldu.
Önce asfalt parçaları ile logaritmik bir spiral inşa ettim. Sonra üstünü çamur ve doğal taşlar ile örttüm. Bir metre derinliğinde mikroplastik çıkarttıktan sonra iç tarafında filtre olarak kırık kiremit parçalarını kullandım ve yeni kompost edilmiş toprak koydum. Bu işlemi yıllar içinde birçok kez tekrarladım. Kurumuş bitkileri de yeni toprak için kullandım.
Dış duvar doğal taşlar ve çamur ile inşaa edildi, adanın kendisi gibi. Bu aynı zamanda bahçeyi kışın getirdiği lodos fırtınalarından da koruyan bir sistem.
O zamandan beri bahçe büyüyor ve gelişiyor. İçindeki çeşitli çiçekler, kaktüsler, otlar, sebzeler ve küçük meyve ağaçları; arıların ve böceklerin de uğrak mekanlarından.
Bu her mevsim değişen, ve hala yapım aşamasında olan sembolik bir eser. Umarım bu kirli plajda yeşermeye devam edebilir.
Sahil bahçesinin yanı sıra, yine Marta Koyu’ndan topladığım inşaat atığı olan kireç taşlarından el oyması eserler yaptığım bir projeye başladım.
Bu yeni el oyması kireç taşı heykel serisinin en sevdiğim yönlerinden biri, sadece bir şeyi eksilterek bir şey yaratıyor olmak. Elimdeki malzemeye hiçbir şey eklememe veya elektrikli araçlar kullanmama gerek yok, oymak için sadece bıçak ve zımpara kağıdı kullanıyorum çünkü.
Topladığım bu taşlar da Madam Marta Koyu’ndaki diğer inşaat atıkları gibi bir zamanlar denize dökülmüş ve tekrardan karaya vurmuştu. Bu çok etkileyici çünkü kireç taşları doğal karbonat tortul kayaç oluşumlarıdır ve uzun zaman dilimleri içinde mercanların ve diğer yumuşak dokulu deniz organizmalarının iskeletlerinin birikmesiyle oluşmuşlardır.
Kireç taşlar binlerce senedir değişik yapılar için kullanılan bir malzemedir. Mısır’daki piramitler bile bir zamanlar beyaz kireç taşı ile kaplıydı. Türkiye’nin doğusundaki, medeniyetin beşiği olan Göbekli Tepe ve Karahan Tepe’deki yapılar da kireç taşlarının oyulmasıyla yapılmışlar. Kireç taşları aynı zamanda pigment olarak veya toprak kalitesini artırıcı gübre olarak da kullanılabilir.
Böylece kireç taşı oyarak çalışmanın bir güzel yanı da, atık yaratmak yerine, bahçe projelerimde kullanabileceğim kireç tozu üretiyor olmak. Bu heykellerin yapımından geriye kalan atık, bir besin oluyor.
Geçen sene adanın tepesinde yeni bir yer ve bahçe çalışmasına daha başladım. Yine otlar, çiçekler ve küçük meyve ağaçları diktim. Bu sene adanın yeni bir bölgesine, Büyük Çam Mevkii’ne taşındıktan sonra, yeni apartmanımızın altındaki terk edilmiş, ilgilenmemiş alanda küçük bir bostan yapmaya başladım. Bu da sembolik bir restorasyon aslında, çünkü bu mahalle bir zamanlar kocaman meyve bahçeleri ile doluydu.
Bir zamanlar adalar kendi kendilerini idame ettirebilen ekosistemlerdi. Kendi besinlerini kendileri yetiştiriyorlardı ve kendi su ihtiyaçlarını yağmur sularını biriktirerek karşılıyorlardı. Bahçıvanların ve balıkçıların adasıydı burası. Maalesef adaların etrafındaki balık nüfusu ciddi derecede düşüş yaşadı, birçok balık türünün soyu tükendi veya tükenmek üzere. Bahçe ve bostan kültürü yok oldu. Bu günlerde neredeyse her şey ana karadan getiriliyor. Meyveler, sebzeler ve su dahil.
Adadaki bostan ve bahçe geleneğini yeniden geri getirir ve toprağı yeniden canlandırabilirsek muhteşem olur.
Adanın belli bölgelerini yeniden gıda tarlaları olarak kullanıp, meye ağaçları ekip, ve ağaçların arasında orman meyveleri ve sebzeler yetiştirirsek… Böylece, adadaki bostan geleneğini geri getirmiş, toprağı canlandırmış, ve adayı tekrar meyve ağaçlarıyla dolu haline döndürmüş oluruz. Bu adadaki biyoçeşitliliği geliştirir ve daha çok karbon depolanmış olmasını da sağlar. Toprak bu adanın en değerli unsuru. Toprağımızın üstüne asfalt ve beton dökmek yerine onu yüzyıllardır olduğu gibi ada halkını organik meyve ve sebzelerle beslemek için kullanabiliriz.
Ama maalesef adalar için yeni bir imar planı askıya çıktı. Bu adadaki yapılaşmanın önünün açılması ve birinci derece sit alanı olmaktan çıkması ve inşaatların yakın zamanda başlaması demek oluyor.
Ada yıllarca devam edecek bir şantiye alanına dönüşecek, oteller, yollar, turizm tesisleri yapılacak, böylece yollarda arabaların gezdiği, şehirleşmiş bir eğlence parkına dönüşecek. Bu plan ile adanın nüfusunu üç katına çıkartmak istiyorlar. 3 nesildir adada yaşayan aileler evlerinden çıkartılacak.
Kendimize şu soruyu sormalıyız, şehre bu kadar yakın, şehrin kaosundan uzaklaşmamıza imkan tanıyan, doğayla kaynaşmamıza olanak veren bu değerli adalara böyle mi davranmalıyız?
Adada yaşadığım 7 sene içerisinde bile, adaların elektrikli arabalarla doldurularak, kontrolsüz günlük ziyaretçi ve turist artışlarıyla, gittikçe şehirleştiğine tanık oldum.
Bu imar planı yürürlüğe girerse, bildiğimiz, tanıdığımız adaların sonu olacak. İnşaatlar bir başlarsa, bir daha durmayacak. Yassıada örneği önümüzde. Kirli bir denizde, ruhsuz, beton bir taş oldu.
Günün sonunda, biz beton ve asfalt yiyemeyiz, toprağı boğduğunuzda, bir daha oksijen, çiçek, sebze, meyve üretemez, karbondioksit ememez. Sadece biz insanlar için değil, ses çıkarıp kendini ifade edemeyen birçok yaşam türü için de bu çok önemli.
Değişim kaçınılmaz, ama değişimin negatif olması yerine, gelecek nesillerin adalıları ve ziyaretçileri için pozitif bir değişim olması için elimizden geleni yapabiliriz.
Adaları koruyalım, imar planını durduralım!
Bizi nefessiz bırakmayın…
Sanatçı ile ilgili daha fazla bilgi:
Websitesi: www.koenraadvanlier.com
Paylaş: