Savaş sonrası telafi talebi dosyaları üzerinden Holokost’u Berlin’de yaşayan üç Türkiyeli Yahudinin izini sürüyoruz: Alfandary Kardeşler, Edmond Adout, Haham Avigdor…
Yazan: Corry Guttstadt Almanca’dan çeviren: Sait Can Kutsal
Berlin arşivlerindeki on binlerce dosya, Nasyonal Sosyalist zulmüne maruz kalan kurbanların ve hayatta kalanların tazminat mücadelesini belgeliyor. Belgelerden anlaşıldığı üzere bu mücadelede çekilen acıların (vücuda, yaşama, sağlığa verilen zarar, özgürlüğe ve mesleki ilerlemeye yönelik kısıtlamalar) tazmini ile çalınan malların iadesi arasında temel bir ayrım yapılmış. Aktif Müze derneğinin Alman Direnişi Anıtı çalışma grubu işbirliği ile 2015 yılında hazırladığı VERFAHREN. Wiedergutmachung” im geteilten Berlin (PROSEDÜR. Bölünmüş Berlin’de “telafi”) isimli sergi, 27 vakaya dayanarak zamanın iki Alman devletinin (Doğu ve Batı) zulüm mağdurlarına yönelik farklı uygulamalarını sergiledi.
Türkiyeli Yahudilerinin tazminat dosyalarına yönelik Berlin Arşivlerinde (LABO ve WGA) yapılan bir araştırma, Alman vatandaşı olmayan Nazi kurbanlarının dosyalarda yeterince temsil edilmediğini gösteriyor. Tazminat davası açanlar arasında ya sağ kalanlar, 1945’ten sonra yeniden Berlin’e yerleşen sonraki nesiller, ya da eğitim ve sosyal durumları nedeniyle karmaşık ve sık sık değişen yasal koşullar hakkında bilgi sahibi olan kişiler yer alıyordu. Birçok ülkede Almanya’ya karşı Yahudilerin haklarını destekleyen uluslararası Yahudi örgütleri tarafından Türkiye Yahudileri özel olarak temsil edilmiyordu.
İncelenen dosyalar, yetkililerin başvuranlara karşı tutumlarının bürokratik ve bazen de aşağılayıcı bir şekilde yapıldığını çoğu zaman utanç verici bir şekilde ortaya koymaktadır. Doldurulması gereken formlar Nazi kelime dağarcığını kullanıyor (mesela “tam Yahudi”). Bununla da kalmayıp hak isteklerinin reddine ilişkin açıklamalar da yine bu Nazi terimlerine dayandırılıyordu. Birçok memurun başvuranlara baştan inanmama ve hak taleplerini reddetmeyi bir düstur haline getirdiği izlenimi oluşuyor bu belgeleri incelerken. Bütün bu prosedürün ne kadar acı bir şekilde deneyimlendiği, akrabalara gönderilen umutsuz mektuplarda görülüyor.
Bu makalede prosedürlerin içeriğinden ziyade, zulüm görmüş bireylerin biyografi ve kişisel zulüm hikayelerinin bir kaynağı olarak bu dosyaları ele alıyoruz. Dosyalarda Türkiye Yahudilerinin daha önce bilinmeyen aile fertlerinin, komşularının ya da meslektaşlarının isimleri geçmekte ve bu sayede bireyler arası bağlantılar anlaşılır hale gelmektedir. Normalde haklarında sadece Nazi resmi makamlarında belgelerin (Toplama kampı mahkum kartları, kampa sevk edilme listeleri veya kampa yollananların el konulan barınmalarına ilişkin bölge finans müdürlüğü listeleri) bulunduğu hayatta kalanlar ya da öldürülenlerin akrabaları da dava dosyalarında geçmektedirler. Berlin’deki üç Türkiyeli Yahudinin biyografik izsürümünü özetliyoruz:
Alfandary Kardeşler
Berlin’de Zimmerstraße 79-80’da 1913-1914 yıllarından mimar John Martens’in bir taslağına uygun olarak inşa edilmiş, günümüzde koruma altındaki Alfandary evi bulunuyor. Evin cephesindeki bir plaket, mekana ismini veren ve bir zamanlar bu evin sahibi olanları hatırlatıyor: Burada Jacques Alfandary, Moise Alfandary, Salomon Alfandary ve Raphael Alfandary yaşadı ve çalıştılar. Verilen bilgiler sadece bu dört isim.
Alfandary Kardeşler şirketi – ya da evin cephesinde yazıldığı şekliyle “Frères Alfandary” – şark halılarının en önemli ticarethanelerinden biriydi. Şirketin asıl merkezi bu dört kardeşin doğum yeri olan İstanbul’du. Firmanın Berlin’e gelişi 1890lara denk geliyordu. Berlin dışında Londra, Milan ve Paris’te de şubeleri vardı.
Kurucu neslin en büyük iki erkek kardeş Jacques (1869 doğumlu) ve Moise (1871 doğumlu), 1900’den hemen sonra şirketi temsil etmek için sırasıyla Paris ve Londra’ya taşındılar. Berlin ticaret sicil kayıtlarına göre 1930lu yıllarda küçük kardeşlerden Salomon (1877 doğumlu) ve Raphaёl şirketin yöneticileriydi. 1931’den itibaren ise Albert Alfandary de onlara katılmıştı. Albert (1900 doğumlu), dört erkek kardeşin en büyüğü olan Jacques’in tek oğluydu. Birinci Dünya Savaşı sırasında onun askere alınacağından korkan babası, 1915’te onu Berlin’e gönderdi. Türk makamlarının askerlik yükümlülüğü olanlara getirdiği yurtdışına çıkış yasağına takılmamak için, hahambaşılıktan aldığı bir evrağın üzerinde doğum tarihini iki yaş küçük gösterdi. Albert böylece Berlin’e geldi, liseyi ve üniversiteyi burada okudu. Ardından firmanın başına geçti.
Ailenin bekar ve en genç üyesi olarak, 1933’ten sonra şirketi Berlin’de o yönetiyordu. Amcaları ise – şayet hâlâ Berlin’de ikametleri devam ediyorduysa – Almanya’yı aileleriyle birlikte terk etmişlerdi. Albert, sahip olduğu Türkiye vatandaşlığı sayesinde belirli bir korumadan yararlanıyordu. Ayrıca Berlin’deki Türk Ticaret Odası’nın üyesi ve 1931’den itibaren bu oluşumun başkan yardımcısıydı.Bu görev sayesinde Türk konsolosluğu ile doğrudan temas kuruyordu. 31 Ağustos 1939’da – İkinci Dünya Savaşı’nın resmen başlamasından hemen önce – ilk Londra’ya, daha sonra da ABD’ye kaçtı.
Ülkeden ülkeye kaçış: “Lea ve Raphaёl artık Bayan Escondidos ile yaşıyor”
Raphaёl Alfandary ve eşi Lea (kızlık soyadı Caraco), kurucu nesilden Alman katillerine kurban olan tek kişilerdi. Oğulları Albert Raphael’in anne ve babasının kaderine dair açıklamaları, tazminat dosyalarında bulunabilir:
“Kasım 1938’de Berlin’den ayrıldıktan sonra ailem önce Brüksel’de yaşadı. Daha sonra, Mayıs 1940’ta güney Fransa’ya, önce Marsilya’ya, ardından 1941’de Nice’e kaçtılar. Orada durumları kötüleşti ve bilhassa Haziran 1942’den itibaren sürekli olarak tutuklanma tehdidi altında kaldılar ve daha uzun süre saklanarak yaşamaya zorlandılar.”
1942’den itibaren Raphael ve Lea’nın çocuklarıyla mektuplaşmasını sağlayan Lizbon’daki bir aile dostuydu. Dosyada 18 Eylül 1943 tarihli Lea’nın üçüncü şahısta kaleme aldığı mektubun bir kopyası var. Mektupta Lea şöyle diyor:
“Size büyük bir üzüntüyle Lea ve Raphael’in çok hasta olduklarını yazıyorum. Onlar şimdi Escondidos [İspanyolca: saklılar] Hanımda kalıyorlar, ancak pek sık dışarı çıkmıyorlar. Raphael’in morali pek yerinde değil.”
Bu mektup, Albert Rafael’in ebeveynlerinden aldığı son yaşam belirtilerinden biriydi. Ülkenin kurtuluşundan sonra Albert Rafael, ailesine ne olduğunu öğrenmek için derhal Fransa’ya gitti.
“1944’ün başında Fransız Jura’sına, önce St. Claude’a, sonra da St. Claude yakınlarındaki küçük bir köy olan l’Essard St. Sauveur’a kaçtılar (…) Nisan başında, bu köy ve çevredeki bölge Alman birlikleri tarafından işgal edildi ve 11 Nisan’da ailem tutuklandı ve St. Claude’a geri götürüldü. Babam ertesi sabah başka adamlarla birlikte St. Claude yakınlarındaki küçük bir çiftlik evine götürüldü, orada vuruldu ve yakıldı. Annem 15 Nisan 1944’e kadar St. Claude’da tutuklu kaldı ve daha sonra Compiègne ve Drancy’ye sevk edildi. 20 Mayıs 1944’te oradan Auschwitz’e sürüldü ve bir daha geri dönmedi.”
7 Temmuz 2012’de Raphael Alfandary ve onunla birlikte vurulanlar için Jura’da bir anıt dikildi.
Yine Ocak 1944’te, en büyük abi Jacques’in kızlarından, yani Albert Alfandary’nin kız kardeşlerinden, Regine Alfandary-Farhi, kocası Leon Farhi ve kızları Arlette ile birlikte Auschwitz’e sürgüne gönderildi. Regine muhtemelen hiç Berlin’de yaşamadı. Ancak şirketin savaş sırasındaki yazışmaları babası Vitali Farhi’nin resmen tarafsız olan Türkiye’deki adresi üzerinden yapılmıştı. Bu bilgiyi de tazminat dosyalarından öğreniyoruz. Kurucu neslin diğer üç erkek kardeşi yeni ikamet ettikleri ülkelerde doğal sebeplerden öldüler: Jacques 1942’de Paris’te, Moise 1949’da Londra’da ve Salomon 1977’de (100 yaşında) Kaliforniya’da.
Edmond Adout
Berlin Moabit’teki Dortmunder Strasse 9 numarada Edmon Adout’un adını taşıyan bir tökezleme taşı (stolperstein) var. Adout hakkında bilinen hemen hemen her şey tazminat dosyalarından geliyor. 1899’da, 13 sinagogu ve çok sayıda Yahudi alimiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli Yahudi cemaatlerinden biri olan Edirne’de doğdu. 1916’da Berlin’e gelen Adout, 1924’ten itibaren deri ve sünger ticareti yaptığı Dortmunder Strasse’de yaşadı. 1932 yılından sonra yine burada eşi ve sekreteriyle birlikte yaşadı.
Nasyonal Sosyalist döneminin ilk yıllarında Türkiye vatandaşlığı onu koruyordu. Ancak 1937 ya da 1938’de Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Yahudi olmayan eşi ile evliliği Nürnberg Kanunları nedeniyle artık mümkün de değildi. Adout, çalışmaya devam edebilmek ve Nazi yetkililerinin yakasından düşürmek için Berlin’de Müslüman bir din adamı aracılığıyla İslam’a geçti.
Ancak bilhassa 1933 sonrası İslamiyet’e geçiş Nazi zulmüne karşı koruma sağlamıyordu. Görünen o ki Adout davasında, Nazi yetkilileri kendilerini korumak istediler. Bu makamlar muhtemelen Adout’un vatandaşlık kaybından henüz haberdar değillerdi. Mart 1941’de Nazi makamları, Adout’un Yahudilikle ilişkisini kanıtlamak için İstanbul’daki Alman konsolosluğu aracılığıyla İstanbul’daki hahambaşılıkla temasa geçti.
Türkçe yazılmış bir mektupta konsolosluk, Edmond Adout’un Yahudi cemaati üyeliğiyle ilgili belgeleri istemekteydi. Bu talebe cevap verilmese de hahambaşılığın istenen belgeleri konsolosluğa göndermiş olması oldukça olasıdır. Hahambaşılık düzenli olarak dünyanın farklı yerlerinden Osmanlı Yahudilerine dair sivil belge talepleri almaktaydı.
15 ay sonra, 9 Haziran 1942’de Edmond Adout Burgstrasse’deki yabancılar ofisi polis karakoluna alındı ve oradan bir daha geri gelemedi. Bir ay hapis yattıktan sonra 11 Temmuz 1942’de Auschwitz’e sürüldü. Tehcir listesinden de anlaşılacağı üzere, aynı nakilde 13 Türkiyeli Yahudi daha vardı: altı kişilik Zawaro ailesi, üç kişilik Spiryel ailesi ve dört kişilik Cohen ailesi. Hiçbiri hayatta kalamamıştır.
Adout’un sürgününün ardından, evindeki ve ofisindeki tüm değerli eşyalarına el konuldu. Dosyalar, geride kalanların – eşi ve akrabaları – geri ödeme ve tazminat için sürdürdüğü zorlu mücadeleyi belgeliyor. Belgeler aynı zamanda yetkililerin tutumunu da gösteriyor. Berlin Eyalet Vergi Dairesi’ndeki Özel Fon ve İnşaat İdaresi’nden gelen 5 Nisan 1965 tarihli bir mektupta şöyle yazıyor: Adout tutuklandığında el konulan ve akrabalarının tazminatını istediği 30 çuval ithal süngere 1938’den sonra bir Yahudi olarak sahip olma hakkı yoktur.
Önde gelen kardeş, avukat Şekip Adut
Dosyada ayrıca Edmond Adout’un ailesi hakkında ilginç bilgiler yer alıyor. Kardeşleri Raphaёl ve Maurice Türkiye’den ayrılıp sırasıyla Paris ve Lozan’a yerleşirken, tanınmış bir hukukçu olan en büyük abi, 1874 Edirne doğumlu Şekip Adut Türkiye’de kalmıştı. Şekip Adut, erken cumhuriyet döneminde Gad Franko ve Mişon Ventura ile birlikte Yahudi cemaatinin temsilcilerinden biriydi.
1942-43 yıllarında Varlık Vergisi’ne eşlik eden milliyetçi ve Yahudi aleyhtarı kampanyada bu üç kişi ana hedeflerdendi. Savaşın yüksek maliyetlerinden doğan krizi bahanesi olarak gösteren Varlık Vergisi, öncelikle Yahudi ve Hıristiyanları mülksüzleştirmek için özel bir vergiydi. Onlar için keyfi olarak belirlenen astronomik miktarlar, Müslümanlardan talep edilen vergilerin onlarca katı kadardı. Şekip Adut’un ödemesi gereken miktar 375.000 liraydı. (Bir öğretmenin veya orta kademe bir çalışanın o dönemdeki yıllık maaşı 5-600 liraydı.)
Büyük miktarda parayı toplayamayanların mülkleri, halka açık bir şekilde açık arttırmayla satıldı. 1943’ün başında çoğu Yahudi, ve Hristiyanları da içeren 1.200 kadar kişi Doğu Anadolu’daki zorunlu çalışma kamplarına “vergi borçlarını kapatmak için” sürüldü. O sırada 65 yaşında olan Şekip Adut’un da sürgün edilmesi için ilkin 60 olarak belirlenen yaş sınırı yükseltildi. Türk basını, zevk ve kinle, yaşlı Adut’un kar küreyen veya fiziksel olarak zorlayıcı işler yapan fotoğraflarını yayımladı. Türkiye’deki bu tehcirlerin amacı, Yahudileri (ve Hristiyanları) öldürmek değil, aşağılamaktı. Aralık 1943’te tehcir edilenler tekrar serbest bırakılsa da mallarını geri alamadılar. Şekip Adut, 1961 yılında İstanbul’da öldü.
Haim Ichoi Avigdor
Berlin tazminat dosyaları, sadece bireyler hakkında biyografik araştırmalar için değil, aynı zamanda Berlin’deki Türkiyeli Yahudi toplumunun genel bir resmini yeniden inşa etmek için de önemli bir kaynak. Birçok Türkiyeli Yahudi’nin diğer Avrupa ülkelerinde akrabaları vardı. Bu aile ilişkileri Nazi Almanya’sından göç etmeyi kolaylaştırdı. Buna rağmen Raphael ve Lea Alfandary’ye olduğu gibi, 1940’tan itibaren komşu Avrupa ülkelerinde yaşayanlar da Nazi politikalarından etkilenmişti.
Berlin’deki Türkiyeli Yahudi cemaatinin hahamı Haim lchoi Avigdor, denizaşırı ülkelere kaçmayı başaranlardan biriydi. 1883 yılında Edirne’de doğmuş ve orada Alyans (Alliance Universelle Israélite) okuluna gitmişti.
Berlin’deki Hochschule für die Wissenschaft des Judentums’daki eğitiminden sonra, “İsrail-Sefarad Derneği” onu haham olarak işe aldı. Haim, 1915’te kurulan cemaat okulunda din eğitiminden sorumluydu. 1928 Ağustos’unda Edirneli Sara Nessim ile evlendi. Kızları Rosa 1929 yılında, oğulları Salvador da 1932’de Berlin’de dünyaya geldi.
O döneme tanık olan bazı kişiler, Haham Avigdor’un onları bar mitzvahlarına hazırladığını aktarmakta. Ailenin akıbeti bilinmiyordu. Eski öğrencilerinden biri olan Jochanan Asriёl, defalarca benden Avigdor hakkında bilgi istedi. Haham Avigdor hakkında herhangi bir bilgiye ulaşmanın bir zorluğu resmi soyadının “lchoi Avigdor” olması ve daha önceki öğrencileri tarafından sadece “Bay Avigdor” olarak hatırlanmasıdır.
1966 tarihli tazminat dosyaları, Bayan Ichoi Avigdor’un göç etmeden iki ay önce, 1939 Mart’ında teslim etmek zorunda olduğu mücevher ve değerli metallerden yapılmış nesneler için para iadesi veya mali tazminat alma çabalarını belgelemektedir. Mücevher ve değerli eşyaların teslimine, Aralık 1938 tarihli “Yahudi Mülkünün Kullanımına İlişkin Yönetmelik” ile karar verilmişti.
Ancak dosyalar, ailenin Mayıs 1939’da birlikte Meksika’ya göç edebildiğini de gösteriyor. Ailenin o sırada vatansız olması dikkate değerdir. Haim lchoi Avigdor 1958’de Meksika’da öldü. Eski öğrencileri onun kurtulduğunu bilselerdi sevinirlerdi.
Savaş sonrası telafi talebi dosyaları üzerinden Holokost’u Berlin’de yaşayan üç Türkiyeli Yahudinin izini sürüyoruz: Alfandary Kardeşler, Edmond Adout, Haham Avigdor…
Yazan: Corry Guttstadt Almanca’dan çeviren: Sait Can Kutsal
Berlin arşivlerindeki on binlerce dosya, Nasyonal Sosyalist zulmüne maruz kalan kurbanların ve hayatta kalanların tazminat mücadelesini belgeliyor. Belgelerden anlaşıldığı üzere bu mücadelede çekilen acıların (vücuda, yaşama, sağlığa verilen zarar, özgürlüğe ve mesleki ilerlemeye yönelik kısıtlamalar) tazmini ile çalınan malların iadesi arasında temel bir ayrım yapılmış. Aktif Müze derneğinin Alman Direnişi Anıtı çalışma grubu işbirliği ile 2015 yılında hazırladığı VERFAHREN. Wiedergutmachung” im geteilten Berlin (PROSEDÜR. Bölünmüş Berlin’de “telafi”) isimli sergi, 27 vakaya dayanarak zamanın iki Alman devletinin (Doğu ve Batı) zulüm mağdurlarına yönelik farklı uygulamalarını sergiledi.
Türkiyeli Yahudilerinin tazminat dosyalarına yönelik Berlin Arşivlerinde (LABO ve WGA) yapılan bir araştırma, Alman vatandaşı olmayan Nazi kurbanlarının dosyalarda yeterince temsil edilmediğini gösteriyor. Tazminat davası açanlar arasında ya sağ kalanlar, 1945’ten sonra yeniden Berlin’e yerleşen sonraki nesiller, ya da eğitim ve sosyal durumları nedeniyle karmaşık ve sık sık değişen yasal koşullar hakkında bilgi sahibi olan kişiler yer alıyordu. Birçok ülkede Almanya’ya karşı Yahudilerin haklarını destekleyen uluslararası Yahudi örgütleri tarafından Türkiye Yahudileri özel olarak temsil edilmiyordu.
İncelenen dosyalar, yetkililerin başvuranlara karşı tutumlarının bürokratik ve bazen de aşağılayıcı bir şekilde yapıldığını çoğu zaman utanç verici bir şekilde ortaya koymaktadır. Doldurulması gereken formlar Nazi kelime dağarcığını kullanıyor (mesela “tam Yahudi”). Bununla da kalmayıp hak isteklerinin reddine ilişkin açıklamalar da yine bu Nazi terimlerine dayandırılıyordu. Birçok memurun başvuranlara baştan inanmama ve hak taleplerini reddetmeyi bir düstur haline getirdiği izlenimi oluşuyor bu belgeleri incelerken. Bütün bu prosedürün ne kadar acı bir şekilde deneyimlendiği, akrabalara gönderilen umutsuz mektuplarda görülüyor.
Bu makalede prosedürlerin içeriğinden ziyade, zulüm görmüş bireylerin biyografi ve kişisel zulüm hikayelerinin bir kaynağı olarak bu dosyaları ele alıyoruz. Dosyalarda Türkiye Yahudilerinin daha önce bilinmeyen aile fertlerinin, komşularının ya da meslektaşlarının isimleri geçmekte ve bu sayede bireyler arası bağlantılar anlaşılır hale gelmektedir. Normalde haklarında sadece Nazi resmi makamlarında belgelerin (Toplama kampı mahkum kartları, kampa sevk edilme listeleri veya kampa yollananların el konulan barınmalarına ilişkin bölge finans müdürlüğü listeleri) bulunduğu hayatta kalanlar ya da öldürülenlerin akrabaları da dava dosyalarında geçmektedirler. Berlin’deki üç Türkiyeli Yahudinin biyografik izsürümünü özetliyoruz:
Alfandary Kardeşler
Berlin’de Zimmerstraße 79-80’da 1913-1914 yıllarından mimar John Martens’in bir taslağına uygun olarak inşa edilmiş, günümüzde koruma altındaki Alfandary evi bulunuyor. Evin cephesindeki bir plaket, mekana ismini veren ve bir zamanlar bu evin sahibi olanları hatırlatıyor: Burada Jacques Alfandary, Moise Alfandary, Salomon Alfandary ve Raphael Alfandary yaşadı ve çalıştılar. Verilen bilgiler sadece bu dört isim.
Alfandary Kardeşler şirketi – ya da evin cephesinde yazıldığı şekliyle “Frères Alfandary” – şark halılarının en önemli ticarethanelerinden biriydi. Şirketin asıl merkezi bu dört kardeşin doğum yeri olan İstanbul’du. Firmanın Berlin’e gelişi 1890lara denk geliyordu. Berlin dışında Londra, Milan ve Paris’te de şubeleri vardı.
Kurucu neslin en büyük iki erkek kardeş Jacques (1869 doğumlu) ve Moise (1871 doğumlu), 1900’den hemen sonra şirketi temsil etmek için sırasıyla Paris ve Londra’ya taşındılar. Berlin ticaret sicil kayıtlarına göre 1930lu yıllarda küçük kardeşlerden Salomon (1877 doğumlu) ve Raphaёl şirketin yöneticileriydi. 1931’den itibaren ise Albert Alfandary de onlara katılmıştı. Albert (1900 doğumlu), dört erkek kardeşin en büyüğü olan Jacques’in tek oğluydu. Birinci Dünya Savaşı sırasında onun askere alınacağından korkan babası, 1915’te onu Berlin’e gönderdi. Türk makamlarının askerlik yükümlülüğü olanlara getirdiği yurtdışına çıkış yasağına takılmamak için, hahambaşılıktan aldığı bir evrağın üzerinde doğum tarihini iki yaş küçük gösterdi. Albert böylece Berlin’e geldi, liseyi ve üniversiteyi burada okudu. Ardından firmanın başına geçti.
Ailenin bekar ve en genç üyesi olarak, 1933’ten sonra şirketi Berlin’de o yönetiyordu. Amcaları ise – şayet hâlâ Berlin’de ikametleri devam ediyorduysa – Almanya’yı aileleriyle birlikte terk etmişlerdi. Albert, sahip olduğu Türkiye vatandaşlığı sayesinde belirli bir korumadan yararlanıyordu. Ayrıca Berlin’deki Türk Ticaret Odası’nın üyesi ve 1931’den itibaren bu oluşumun başkan yardımcısıydı.Bu görev sayesinde Türk konsolosluğu ile doğrudan temas kuruyordu. 31 Ağustos 1939’da – İkinci Dünya Savaşı’nın resmen başlamasından hemen önce – ilk Londra’ya, daha sonra da ABD’ye kaçtı.
Ülkeden ülkeye kaçış: “Lea ve Raphaёl artık Bayan Escondidos ile yaşıyor”
Raphaёl Alfandary ve eşi Lea (kızlık soyadı Caraco), kurucu nesilden Alman katillerine kurban olan tek kişilerdi. Oğulları Albert Raphael’in anne ve babasının kaderine dair açıklamaları, tazminat dosyalarında bulunabilir:
1942’den itibaren Raphael ve Lea’nın çocuklarıyla mektuplaşmasını sağlayan Lizbon’daki bir aile dostuydu. Dosyada 18 Eylül 1943 tarihli Lea’nın üçüncü şahısta kaleme aldığı mektubun bir kopyası var. Mektupta Lea şöyle diyor:
Bu mektup, Albert Rafael’in ebeveynlerinden aldığı son yaşam belirtilerinden biriydi. Ülkenin kurtuluşundan sonra Albert Rafael, ailesine ne olduğunu öğrenmek için derhal Fransa’ya gitti.
7 Temmuz 2012’de Raphael Alfandary ve onunla birlikte vurulanlar için Jura’da bir anıt dikildi.
Yine Ocak 1944’te, en büyük abi Jacques’in kızlarından, yani Albert Alfandary’nin kız kardeşlerinden, Regine Alfandary-Farhi, kocası Leon Farhi ve kızları Arlette ile birlikte Auschwitz’e sürgüne gönderildi. Regine muhtemelen hiç Berlin’de yaşamadı. Ancak şirketin savaş sırasındaki yazışmaları babası Vitali Farhi’nin resmen tarafsız olan Türkiye’deki adresi üzerinden yapılmıştı. Bu bilgiyi de tazminat dosyalarından öğreniyoruz. Kurucu neslin diğer üç erkek kardeşi yeni ikamet ettikleri ülkelerde doğal sebeplerden öldüler: Jacques 1942’de Paris’te, Moise 1949’da Londra’da ve Salomon 1977’de (100 yaşında) Kaliforniya’da.
Edmond Adout
Berlin Moabit’teki Dortmunder Strasse 9 numarada Edmon Adout’un adını taşıyan bir tökezleme taşı (stolperstein) var. Adout hakkında bilinen hemen hemen her şey tazminat dosyalarından geliyor. 1899’da, 13 sinagogu ve çok sayıda Yahudi alimiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli Yahudi cemaatlerinden biri olan Edirne’de doğdu. 1916’da Berlin’e gelen Adout, 1924’ten itibaren deri ve sünger ticareti yaptığı Dortmunder Strasse’de yaşadı. 1932 yılından sonra yine burada eşi ve sekreteriyle birlikte yaşadı.
Nasyonal Sosyalist döneminin ilk yıllarında Türkiye vatandaşlığı onu koruyordu. Ancak 1937 ya da 1938’de Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Yahudi olmayan eşi ile evliliği Nürnberg Kanunları nedeniyle artık mümkün de değildi. Adout, çalışmaya devam edebilmek ve Nazi yetkililerinin yakasından düşürmek için Berlin’de Müslüman bir din adamı aracılığıyla İslam’a geçti.
Ancak bilhassa 1933 sonrası İslamiyet’e geçiş Nazi zulmüne karşı koruma sağlamıyordu. Görünen o ki Adout davasında, Nazi yetkilileri kendilerini korumak istediler. Bu makamlar muhtemelen Adout’un vatandaşlık kaybından henüz haberdar değillerdi. Mart 1941’de Nazi makamları, Adout’un Yahudilikle ilişkisini kanıtlamak için İstanbul’daki Alman konsolosluğu aracılığıyla İstanbul’daki hahambaşılıkla temasa geçti.
Türkçe yazılmış bir mektupta konsolosluk, Edmond Adout’un Yahudi cemaati üyeliğiyle ilgili belgeleri istemekteydi. Bu talebe cevap verilmese de hahambaşılığın istenen belgeleri konsolosluğa göndermiş olması oldukça olasıdır. Hahambaşılık düzenli olarak dünyanın farklı yerlerinden Osmanlı Yahudilerine dair sivil belge talepleri almaktaydı.
15 ay sonra, 9 Haziran 1942’de Edmond Adout Burgstrasse’deki yabancılar ofisi polis karakoluna alındı ve oradan bir daha geri gelemedi. Bir ay hapis yattıktan sonra 11 Temmuz 1942’de Auschwitz’e sürüldü. Tehcir listesinden de anlaşılacağı üzere, aynı nakilde 13 Türkiyeli Yahudi daha vardı: altı kişilik Zawaro ailesi, üç kişilik Spiryel ailesi ve dört kişilik Cohen ailesi. Hiçbiri hayatta kalamamıştır.
Adout’un sürgününün ardından, evindeki ve ofisindeki tüm değerli eşyalarına el konuldu. Dosyalar, geride kalanların – eşi ve akrabaları – geri ödeme ve tazminat için sürdürdüğü zorlu mücadeleyi belgeliyor. Belgeler aynı zamanda yetkililerin tutumunu da gösteriyor. Berlin Eyalet Vergi Dairesi’ndeki Özel Fon ve İnşaat İdaresi’nden gelen 5 Nisan 1965 tarihli bir mektupta şöyle yazıyor: Adout tutuklandığında el konulan ve akrabalarının tazminatını istediği 30 çuval ithal süngere 1938’den sonra bir Yahudi olarak sahip olma hakkı yoktur.
Önde gelen kardeş, avukat Şekip Adut
Dosyada ayrıca Edmond Adout’un ailesi hakkında ilginç bilgiler yer alıyor. Kardeşleri Raphaёl ve Maurice Türkiye’den ayrılıp sırasıyla Paris ve Lozan’a yerleşirken, tanınmış bir hukukçu olan en büyük abi, 1874 Edirne doğumlu Şekip Adut Türkiye’de kalmıştı. Şekip Adut, erken cumhuriyet döneminde Gad Franko ve Mişon Ventura ile birlikte Yahudi cemaatinin temsilcilerinden biriydi.
1942-43 yıllarında Varlık Vergisi’ne eşlik eden milliyetçi ve Yahudi aleyhtarı kampanyada bu üç kişi ana hedeflerdendi. Savaşın yüksek maliyetlerinden doğan krizi bahanesi olarak gösteren Varlık Vergisi, öncelikle Yahudi ve Hıristiyanları mülksüzleştirmek için özel bir vergiydi. Onlar için keyfi olarak belirlenen astronomik miktarlar, Müslümanlardan talep edilen vergilerin onlarca katı kadardı. Şekip Adut’un ödemesi gereken miktar 375.000 liraydı. (Bir öğretmenin veya orta kademe bir çalışanın o dönemdeki yıllık maaşı 5-600 liraydı.)
Büyük miktarda parayı toplayamayanların mülkleri, halka açık bir şekilde açık arttırmayla satıldı. 1943’ün başında çoğu Yahudi, ve Hristiyanları da içeren 1.200 kadar kişi Doğu Anadolu’daki zorunlu çalışma kamplarına “vergi borçlarını kapatmak için” sürüldü. O sırada 65 yaşında olan Şekip Adut’un da sürgün edilmesi için ilkin 60 olarak belirlenen yaş sınırı yükseltildi. Türk basını, zevk ve kinle, yaşlı Adut’un kar küreyen veya fiziksel olarak zorlayıcı işler yapan fotoğraflarını yayımladı. Türkiye’deki bu tehcirlerin amacı, Yahudileri (ve Hristiyanları) öldürmek değil, aşağılamaktı. Aralık 1943’te tehcir edilenler tekrar serbest bırakılsa da mallarını geri alamadılar. Şekip Adut, 1961 yılında İstanbul’da öldü.
Haim Ichoi Avigdor
Berlin tazminat dosyaları, sadece bireyler hakkında biyografik araştırmalar için değil, aynı zamanda Berlin’deki Türkiyeli Yahudi toplumunun genel bir resmini yeniden inşa etmek için de önemli bir kaynak. Birçok Türkiyeli Yahudi’nin diğer Avrupa ülkelerinde akrabaları vardı. Bu aile ilişkileri Nazi Almanya’sından göç etmeyi kolaylaştırdı. Buna rağmen Raphael ve Lea Alfandary’ye olduğu gibi, 1940’tan itibaren komşu Avrupa ülkelerinde yaşayanlar da Nazi politikalarından etkilenmişti.
Berlin’deki Türkiyeli Yahudi cemaatinin hahamı Haim lchoi Avigdor, denizaşırı ülkelere kaçmayı başaranlardan biriydi. 1883 yılında Edirne’de doğmuş ve orada Alyans (Alliance Universelle Israélite) okuluna gitmişti.
Berlin’deki Hochschule für die Wissenschaft des Judentums’daki eğitiminden sonra, “İsrail-Sefarad Derneği” onu haham olarak işe aldı. Haim, 1915’te kurulan cemaat okulunda din eğitiminden sorumluydu. 1928 Ağustos’unda Edirneli Sara Nessim ile evlendi. Kızları Rosa 1929 yılında, oğulları Salvador da 1932’de Berlin’de dünyaya geldi.
O döneme tanık olan bazı kişiler, Haham Avigdor’un onları bar mitzvahlarına hazırladığını aktarmakta. Ailenin akıbeti bilinmiyordu. Eski öğrencilerinden biri olan Jochanan Asriёl, defalarca benden Avigdor hakkında bilgi istedi. Haham Avigdor hakkında herhangi bir bilgiye ulaşmanın bir zorluğu resmi soyadının “lchoi Avigdor” olması ve daha önceki öğrencileri tarafından sadece “Bay Avigdor” olarak hatırlanmasıdır.
1966 tarihli tazminat dosyaları, Bayan Ichoi Avigdor’un göç etmeden iki ay önce, 1939 Mart’ında teslim etmek zorunda olduğu mücevher ve değerli metallerden yapılmış nesneler için para iadesi veya mali tazminat alma çabalarını belgelemektedir. Mücevher ve değerli eşyaların teslimine, Aralık 1938 tarihli “Yahudi Mülkünün Kullanımına İlişkin Yönetmelik” ile karar verilmişti.
Ancak dosyalar, ailenin Mayıs 1939’da birlikte Meksika’ya göç edebildiğini de gösteriyor. Ailenin o sırada vatansız olması dikkate değerdir. Haim lchoi Avigdor 1958’de Meksika’da öldü. Eski öğrencileri onun kurtulduğunu bilselerdi sevinirlerdi.
Paylaş: