Bu yazı Kaos GL ve Avlaremoz’un 27 Ocak 2022’deki çevrimiçi ortak Holokost Anma Günü panelinde yaptığım konuşmanın metnidir. Bazı kısımlar okunabilirlik için değiştirilmiştir.
Holokost’a Türkiye’den bakarken sıklıkla bize uzak, tanımadığımız yerlerde, tanımadığımız insanların başına gelen bir facia olarak düşünüyoruz. Ancak işin aslı bu değil. Holokost’u tecrübe eden, bu insanlık suçundan kaçan, saklanan, kaçamayan, sürülen, kamplarda yok edilen, Balkan dağlarında ve Fransa’nın kuytu köşelerinde direnen binlerce Türkiyeli Yahudi vardı. Bugün ben bu kişilerden hikayeler aktarmaya çalışacağım.
Avrupa’da Nazi işgali altında 10 bin kadar büyük bir sayıda Türkiyeli Yahudi yaşıyordu. Bunların büyük bir kısmı 20. yüzyılın başlarında ve cumhuriyetin ilk on yılında Türkiye’den Avrupa’ya göç etmişti. En büyük topluluk Fransa’daydı ancak daha küçük topluluklar Hollanda, Belçika, Avusturya, İtalya ve Almanya’ya yerleşmişti. Bugün sizlere Berlin’de yaşayan Türkiyeli Yahudilere odaklı olarak Türkiyelilerin Holokost’u nasıl deneyimlediğini aktarmaya çalışacağım. Hikayemin merkezinde Behar ailesi var. Bu konuşmanın asıl kaynakları Corry Guttstadt’ın Türkiye, Holokost ve Yahudiler adlı çalışması ve Holokost kurtulanı İsaak Behar’ın (hala Türkçe veya İngilizce çevirisi olmayan) Almanca anı kitabı.
Almanya’daki Türkiyeli Yahudiler Kimdi?
1933 yılında Naziler iktidara geldiğinde Almanya’daki Yahudiler beşte biri yabancıydı. Bu 100 bin kişi demekti. Bunların yaklaşık yarısı Berlin’de yaşıyordu. Bu kişiler hem Yabancılar Kanunu hem de Yahudi karşıtı kanunlar tarafından kısıtlanmıştı. Ancak eğer Türkiye gibi Almanya’yla ikili anlaşması olan bir ülkenin vatandaşlığına sahiplerse görece korunaklı bir hayat sürdürebiliyorlardı. Berlin’deki Türkiyeli Yahudilerin durumu da buydu. Almanya’daki Türkiyeliler’in çoğu başkentte yaşıyordu.
500 kadar kişi Berlin Sefarad Cemiyeti’ne üyeydi. Herkesin üye olmadığını düşünürsek sayı bunun hayli üstünde olabilir. Cemiyetin Berlin’de apartman dairesinden bozma bir sinagogu ve işlettiği bir okulu vardı. Mesela 1933 yılındaki Almanya nüfus sayımına göre o ülkede bulunan 1673 Türkiye vatandaşının 753’ü, yani yüzde 45’i Yahudi’ydi. Bu topluluğun çoğu halı veya sigara işçisi olarak çalışıyor, zenginleri ise halı ticaretiyle uğraşıyordu. Bu topluluğun zenginleri büyükelçilikle yakın ilişkileri olan Almanya Türk Ticaret Odası’nın aktif üyeleriydi. Bu üyelerden Nesim Zakuto, Elie Kapon ve Albert Alfandari odanın başkan yardımcılığını da yapmıştı.
Türkiyeli Yahudilerin çoğu Mitte semtindeydi, tüccar sınıfı ise daha nezih bölgelerde yaşıyordu. Mitte’de yaşayan bazı ailelerin soyadları Türkiyelilere tanıdık gelecektir: Savariego, Sadia, Profetta, Pinto, Sabah, Cohen, Meşulam, Nigrin, Behar. Bu ailelerden biri önce halı tamircisi olup sonradan kendi halı dükkanını açan Nesim Behar’ınkiydi. Nesim’in oğlu İsaak Behar ailesini şöyle anlatıyor:
Pasaportum Türktü, annem Ladino konuşuyordu, dinimiz Yahudilikte, yetiştirilme şeklimiz ise Prusyalı’ydı.
Vatandaşlıktan Çıkarma Uygulaması
Ancak hayati önem taşıyan bu pasaportu kısa bir süre sonra kaybedeceklerdi. Türkiye bir süredir vatandaşlıktan çıkarma uygulamasını yürütüyordu. Bu çabanın başladığı zaman ana hedefi Yahudiler değil Hristiyanlardı. Genç cumhuriyet Birinci Dünya Savaşı döneminde (mecburen) göç eden Hristiyanların geri dönmesine engel olmak için onları vatandaşlıktan kovuyordu. Ancak Türkiye’de 30larda Yahudi karşıtlığı artıp Avrupa’da meskun Türkiyeli Yahudiler geri dönmeyi düşünmeye başlayınca odak kaymış, Yahudilerin vatandaşlıktan atılması hızlanmıştı. Zaten gayrimüslim olarak damgalanan Yahudilerin bu uygulamanın hedefi olması büyük bir değişim değildi. 1928 vatandaşlık kanunu altında pasaport yenileme redleri, inceleme bahanesiyle belgelerin geri alınması ve bir daha verilmemesi yaygınlaştı. Bu uygulamadan konsoloslukla ilişkisi olan, Türk Ticaret Odası üyesi olanlar dahi kurtulamadı. Türkiye vatandaşlığının kaybı Berlin ve tüm Avrupa’daki Türkiyeli Yahudiler için tehlikeliydi. Vatandaşlık kaybıyla haymatloz durumuna düşenlerin Nazilerden kaçması neredeyse imkansız hale geliyordu. Ayrıca Nazi ölüm makinesi önce bu ‘kimsesiz’ vatansız Yahudileri imha edecekti. Ayrıca vatansız kalanların başka bir ülkeden kimlik edinsenler dahi Türkiye’ye geri dönmeleri yasaktı. 1938 Pasaport Kanunu’na göre vatandaşlıktan çıkarılanlar Türkiye’ye giriş yapamazdı.
Bu sıkıntı önce Almanya’daki Türkiyeli Yahudileri etkiledi. Türkiye’nin vatandaşlıktan kovma uygulamasının hızlandığı dönemde Nazi iktidarı birçok Yahudi’yi Almanya vatandaşlığından kovuyordu. Türkiye o kişilerden birtakım ‘faydalı’ Yahudi profesörü Türkiye’de üniversitelerde çalışmaları için kabul etmişti. Bugün bununla durmadan övüne Türkiye kabul ettiği toplamda 500 kadar akademik çalışan ve aile üyelerine karşılık çok daha fazla sayıda İstanbullu, Edirneli, Egeli Yahudi’yi vatandaşlıktan kovmuş, Türkiye’ye girişten men etmişti. Bu kovma ve kapı kapama politikası o yüzlerce Türkiyeli’yi ölüme terk etmekle eşdeğerdi.
Behar Ailesi’nin Pasaportu
Bu işlemden etkilenenlerden biri Behar ailesiydi. Hala Türkiye vatandaşıyken de kısıtlamalardan etkilenmeye başlamışlardı. İsaak Behar’ın aynı adı taşıyan kuzeni 1938’de tutuklanıp Buchenwald toplama kampına gönderilmişti. Çocuk olan İsaak ise okula gitmekten men edilmişti. Babası Nesim ise halı dükkanını kapatmak zorunda kalmıştı. Vatandaşlıktan atılma olayını ve tehdidini İsaak Behar şöyle anlatıyor:
Hükümet, bizden Türkiye vatandaşlığımızı kontrol ettirmemizi istiyordu. Bunun çok kötü bir durum olduğunu, çünkü pasaportlarımızın ‘kontrol’ maksadıyla ellerimizden alınacağını derhal anlamıştık. Başka Türkiyeli Yahudiler bize pasaportlarını bir daha asla göremediklerini anlatmışlardı… ‘Haymatloz’ oldu[k]. Böylece son güvencemizi de yitirmiştik.
Bu şekilde vatandaşlığı kaybedenler arasında Berlin Sefarad Cemiyeti başkanı ve Türk Ticaret Odası’nın aktif üyesi Davisco Asriel de vardı. Kendisi cemiyetin Torah gibi bazı objelerini saklamayı da denemişti. 1942-1944 arasında 2600 kişi Türkiye vatandaşlığından çıkarıldı. Bunların yüzde 90’ı Yahudi’ydi. Her türlü bahane kullanılıyordu. Bu kovulanlar arasında ‘Kurtuluş Savaşı’na katılmadığı için vatandaşlığını kaybeden 53 kadın vardı. Özellikle 1942-1944 döneminde bu uygulamanın hızla devam etmesi dikkat çekici çünkü o dönemde Türkiye’nin Holokost’tan haberdar olduğunu biliyoruz. Yine de vatandaşlıktan çıkarmaların devam etmesi kovulanların Türk dışişleri tarafından bile bile ölüme terk edilmesidir.
Nazi Ültimatomu ve Türkiye Cevapsızlığı
Holokost döneminde Berlin’deki büyükelçi olan Hüsrev Gerede ve katip Kemal Koç bilinen Nazi sempatizanlarıydı. Gerede’nin ardından Nazi hükümetiyle iletişimi Türkiye adına Koç sürdürmüştü. Naziler Türkiye dahil tarafsız ülkelerden vatandaşları olan Yahudilerin tespit edilip yurtlarına döndürülmesini istemişti. Bu talebe 9 Eylül 1943’te Türkiye adına cevap veren katip Koç, Türkiyeli Yahudilerin kesinlikle ülkeye toplu olarak geri kabul edilmeyeceğini söylemişti. Gerekirse vakaların birer birer inceleyeceğini iletmişti. Türkiye Nazilerden bunun için daha fazla vakit istedi. Naziler bu uzatmayı kabul etti. Ancak 20 Ekim 1943’e gelindiğinde Türkiye’ye yurda geri dönmesine izin vereceği bir tek Yahudi’nin adını bile beyan etmemişti. Nazilerin mühleti böylece doldu ve Türkiye vatandaşlığından kovulmayanların da ölüme yollanması başladı. Hala ellerinde Türkiyeli olduklarını tescil eden belgeler olmasına rağmen terk edilen bu kişiler de imha edilen 6 milyonun arasındaydı.
Daha önce de Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliği Yahudi vatandaşlar konusunda bu umursamaz tavrı sergilemişti. Ağustos 1940’ta 5 Türkiye vatandaşı Berlin polisi tarafından tutuklandığında Gerede Yahudi olan vatandaşı dışarıda tutarak sadece 4’ü için şikayette bulunmuştu. Tutuklu Yahudi daha sonra Türk yardımı olmadan salınmıştı.
Türkiyelilerin Ölüme Sevki
Ekim 1943’teki terk ediş ise ölümcüldü. Berlin’den vatandaşlığı kaybedip haymatloz olan ve hala Türkiye vatandaşı olan yüzlerce Yahudi ölüme yollandı. Bu ölüm sevkiyatları Türkiye vatandaşları için 26 Ekim 1943’te başladı. O gün Türkiyeli 12 kadın ve üç çocuk Ravensbrück’e sürüldü. Türkiye hala vatandaş olanlar için araya girme hakkına sahipti. Ancak böyle bir adım atmadı. Türkiye’nin araya girdiği bir başka örnek bunun mümkün olduğunu gösteriyor. Türkiye büyükelçilikte çalışan Almanya Yahudisi Naphtali çiftine transit vize vermiş ve Almanya’dan çıkabilmeleri için yardımcı olmuştu. Ancak aynı özveriyi kendi vatandaşları için göstermekten imtina etmişti.
Zaten vatandaşlığına el konulan ve vatansız kalan Berlin’deki Türkiyeli Yahudilerin ölüme sevki 1943’ten önce başlamıştı. Bu haymatloz Türkiyelilerden bazıları Holokost’un ilk ölüm konvoylarındaydı. 1941 Ekim’inde ölüme yollanan ve kurtulamayanlar arasında İstanbullu Sarah Cohen ve çocukları Ruben, Sultana, Victoria ve Gabriel vardı. Daha önce bahsettiğim cemiyetin son başkanı Davisco Asriel ile eşi Helene Ocak 1942’de Riga’ya yollanıp öldürülmüştü.
Hikayesini takip ettiğimiz İsaak Behar çocuk olarak Berlin’de yer altında saklanmış, ailesinden ayrılmıştı. Annesi Lea Behar, babası Nesim, kardeşleri Alegrina ve Jeanne Riga’ya sürülmüş, orada katledilmişlerdi.
Holokost’un Ölçeğini Düşünmek
Bugün sadece Berlin’den sürülen, sadece Türkiyeli Yahudilerin hepsinin adını, sadece tespit edilenleri bile saymak için vaktimiz yok. Bu da Holokost’un korkunç ölçeğini tekrar hatırlatıyor. Öyle büyük, öyle kapsamlı, öyle sistematik bir toplu imhadan, yok edilişten söz ediyoruz ki sadece bir şehirden, sadece Türkiyelilerin listesi bile uzun. Holokost’un ölçeği o kadar akıl almaz boyutta ki ancak bireysel hikayelerle bir ucunu, köşesini görüp anlamaya çalışabiliyoruz.
Bugün yapmayı denediğim de buydu. Saklanan çocuk İsaak Behar aile yok edildikten sonra sığınağından çıktı ve yalnız bir şekilde hayatını yeniden kurmaya başladı. Berlin’de tekrar Sefarad sinagogu kurulması için çalıştı. 2002 yılında anılarını Bana Hayatta Kalacağına Söz Ver başlığıyla Almanca olarak yayınladı. Yaşadığı travmayı uzun süre anlatmamış, ağzına alamamıştı. 2011 yılında vefat etti. Bugün onu, ailesini, Berlin’in Türkiyeli Yahudilerini, öldürülen 6 milyon Yahudi’yi, eşcinselleri, engellileri, Romanları ve muhalifleri anıyoruz.
Vatandaşlık, doğru belgelere sahip olmak, yaşam ile ölümü ayırabilir. Ancak devletler bazı vatandaşlarını umursamazsa doğru belgeler bile fayda etmez, ölüme terk edilirler. Bugün anlattığım da böyle bir hikaye.
[…] ilk yıllarında Türkiye vatandaşlığı onu koruyordu. Ancak 1937 ya da 1938’de Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Yahudi olmayan eşi ile evliliği Nürnberg Kanunları nedeniyle artık mümkün de değildi. […]
[…] döneminin ilk yıllarında Türkiye vatandaşlığı onu koruyordu. Ancak 1937 ya da 1938’de Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Yahudi olmayan eşi ile evliliği Nürnberg Kanunları nedeniyle artık mümkün de değildi. […]