Makaleler

Despertar İzmir’e ‘Avlaremoz’ Modeli – 1

Geçtiğimiz Şubat ve Mart aylarında Avlaremoz’da kaleme aldığım yerli dizilere, filmlere, şarkılara atıflarla dolu iki yazının sonunda İzmir Yahudileri ile ilgili daha akademik bir tonu olan yazı serisine başlayacağımı belirtmiştim. Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz derken Ağustos ayı da geldi. Bu süre zarfında seri oluşturmak bir yana, Avlaremoz’a tek bir yazı bile göndermedim. Hazırlık süreci beklediğimden uzun sürdü. Ama artık hazır sayılırım.

Neler Olmuştu?

Öncelikle o dolaylı anlatımları bir kenara bırakıp yalın bir dille kendi perspektifimden olan biteni anlatayım. Avlaremoz’u yakından takip edenlerin bildiği üzere 2013 yılından beri bu vakıflarda seçim yapılmasına izin verilmiyordu. Bunun sebebi Azınlık Vakıflarının seçim usulüne ilişkin yönetmeliğin iptal edilmesi, yerine yeni bir yönetmelik hazırlanmaması fakat Ankara’nın üstü kapalı bir ifadeyle yönetmelik olmaksızın yapılacak seçimlerin geçersiz sayılacağını duyurmasıydı. İşte beklenen o yönetmelik 18 Haziran 2022 tarihinde çıkmıştı. Yönetmelikte Türkiye’deki Cemaat Vakıflarının 2022 yılı sonuna kadar seçim yapmaları zorunlu kılınmıştı. Türkiye’deki 167 cemaat vakfı arasında İzmir’deki tek kurum olan İzmir Musevi Cemaati Vakfı’nda da 2022 yılı yaz dönemi seçim hazırlıklarıyla geçmişti. 

O yaz, yönetmeliğe uygun olarak bir seçim komitesi kurulmuştu. Aslında diğer birçok cemaat vakfında olduğu gibi bizimkinde de sırf Vakıflar Müdürlüğü bunu zorunlu kıldığı için seçim yapılıyordu. Seçim için mevcut başkanın liderliğinde tek bir liste hazırlanmıştı. Ancak pek çok vakfın aksine seçim sürecinde daha demokratik görünmek adına da tek bir blok listeyle seçime girmek yerine çarşaf liste olarak adayların seçime girmesine karar verilmişti.

Tencere-Kapak İlişkisi

Seçim komitesi de “Yönetim kurulu seçimlerinde aday olmak isteyen var mı?” şeklinde basit bir duyuruda bulundu. Ben de adaylığımı koydum. Ne var ki zaten Despertar proje döneminden de pek de uyumlu olmayacağı belli olan bir muhalif olarak toplantılarda bulunacağımı belli etmiştim. Her fırsatta da bunu ısrarla hatırlatıyordum. Derdim kişilerle değildi. Nesilden nesile aktarılan “kayadez” kültür mirasının bizim neslimize de dayatılmasıydı. Bilgi ve deneyimin arka plana atıldığı, yaş ve cinsiyet hiyerarşisi üzerine kurulu yapıları öyle bir iki eğitimle, yemekli konserlerle aşmayı beklemenin doğru olmadığının farkındaydım. Ama unuttuğum ya da kabullenmek istemediğim bir gerçek vardı ki bu konuda hatalı olduğumu kabul ediyorum: Yönetim ile toplum üyeleri arasında zaten gayet uyumlu bir “tencere-kapak” ilişkisi vardı. Mevcut yapının değişmesini isteyen pek kimse yoktu. Değişim istiyormuş gibi görünenler de bu sebeple alternatif bir şey sunmak istemiyorlardı. Bana da yönetimde yer alanların söylediği eğer mevcut yapıdan memnun değilsem ve bunu değiştirmek istiyorsam kendi ekibimi kurup seçimlere girmemdi. Çevremde ise böyle bir ekip maalesef yoktu. 

Sonuç olarak 23 Ekim 2022 Pazar günkü seçime 13 erkek aday olarak girdik. Bu kişilerden 11’i seçilecekti. Bahsettiğim 13 erkek aday arasında da zaten 11 kişi belli kemikleşmiş bir yapıdan geliyordu. Onlar dışında ise sadece 2 kişi aday olmaya cesaret edebilmişti. O iki kişiden biri de bendim. 

Seçim komitesi yönetmeliğe uygun olarak seçim günü görevini yaptı. Oy vermeye gelenler oylarını verdi. Ankara’nın istediği formalite işler yapıldı. Oy verme işlemleri tamamlandıktan sonra sayımı seçim komitesi kendi arasında başka hiçbir şahit olmaksızın, tabiri caizse açık sayım ilkesine sadık kalmadan gerçekleştirdi. Ertesi gün de herhangi bir sürpriz yaşanmaksızın, kazanacağını önceden tahmin ettiğimiz az önce bahsettiğim o 11’linin ismi e-posta yoluyla halka duyuruldu. 

Bana ve seçilmeyen diğer bir kişiye de kimin kaç oy aldığına dair bilgi içeren bir e-posta gönderildi. İşin tuhaf tarafı bu bilgiyi oy hakkını kullanmış olan seçmenlerle bile paylaşmamamız talep edilmesiydi.

90 oy alarak 12. sıraya yerleşmiştim. Vakıf sekreteri tarafından iletilen seçim sonucu mailindeki oy dağılımı ise şu şekildeydi:

1)140 oy
2)134 oy
3)134 oy
4)126 oy
5)125 oy
6)125 oy
7)120 oy
8)118 oy
9)109 oy
10)92 oy
11)91 oy
12)90 oy
13)48 oy

Ben de hiç vakit kaybetmeden Seçim Komitesine oyları açık sayım ilkesine uygun olarak benim de gözetimim altında baştan saymazsak resmi kanallarla seçim sonucuna itiraz hakkımı kullanacağımı belirten bir e-posta gönderdim. Ardından gelen telefonlar sonucunda da ipleri koparmış olduk. Elbette gidip de resmi bir şikayette bulunmadım; çünkü sonuçta seçim tekrarlansaydı seçim usulünü değiştirerek seçime çarşaf liste değil de 11’li bir blok liste olarak gireceklerini biliyordum, gereksiz yere vakit ve nakit kaybına sebebiyet vermiş olacaktım. Şu noktada, ilkesel olarak birbirinden bağımsız davranması gereken ‘seçilen 11’li’ ile ‘Seçim Komitesi’nin’ ne kadar organize bir şekilde karar aldığının altını çizmeme gerek yok sanırım. 

Kozlar hızla kullanıldı

Aradan geçen iki ayın ardından, yeni yılın ilk haftasında Yönetim Kurulu beni özel toplantıya çağırdı. Toplantı teklifini telefonda ileten yönetim kurulu üyesine cevabım tüm cemaatin katılımına açık bir toplantı olmadığı sürece herhangi bir toplantıya katılım göstermeyeceğimdi. Bunun da mümkün olmayacağının zaten herkes kadar ben de gayet farkındaydım. Sonuçta yönetim her zaman halkın üstündedir. Hiçbir zaman yönetimin cemaat üyelerinin karşısına çıkıp “Biz de insanız. Kolay sandığımız bir işte hata yaptık, üzgünüz.” deme cesareti olmayacaktı. Ne kadar üzücü ki, bu gibi davranışlar birçok toplumda olduğu gibi İzmir Yahudi Toplumunun da kültür mirası sayılır.

Vakıf yönetimi ile restleşmemiz sonucunda yönetimin elindeki kozların tamamını hızla kullandı. Profesyonel olarak üstlendiğim İzmir Yahudi Kültür Mirası projesi ve gençlik çalışmalarındaki görevlerime son verildi. Yurt dışındaki partnerlere de gerekli şikayetler iletildi, sinagoglara ibadet için girmeme müdahale edilmese de vakfa ait binalara bilgisayarımla gelip çalışmama engel getirildi.

Şimdi Neler Oluyor? 

Yukarıda anlattığım süreç Türkiye ve dünyada gayet sıkça rastlanılan bir süreç. Bu yazıyı ben yazdığım için kendimi gayet güzel bir şekilde “mağdur” olarak gösterebiliyorum. Vakıf yönetiminden de biri yazsa kendi mağduriyetlerini de dile getirilebilirlerdi. Ancak Silvyo Ovadya’nın Şalom Gazetesi seçimleri için yazdığı cevap yazısının benzerinin İzmir’den geleceğini hiç sanmam. Daha önce de belirttiğim üzere aslında çok da büyütülecek bir olayı yok.

Yönetime girseydim her yönetim kurulu toplantısında düşüncelerimi ve inançlarımı filtresiz olarak dile getireceğim için içerideki keyifli, uyumlu ortamı bozma potansiyelim vardı. Yönetimde de en baştan beri zaten istenmiyordum. Adaylığımı koyduğumda da bir anlam verememişlerdi. Ancak blok liste olarak aday olmadıklarında da işler onlar açısından yolunda gitmedi. Bugün sorsanız halen seçilemediğim için arıza çıkartmaya devam ettiğimi iddia edebilirler. Halbuki herkes biliyor ki köy nüfusu kadar bir yerde muhtar olmuşsunuz, ihtiyar heyetine girmişsiniz ne fark edecek? Angarya olarak görülen işler ve memnun etmesi çok zor olan bir topluluk.

Benim geçmiş süreçle ilgili bir şikayetim yok. Bana dair şikayeti olup da buraya yazacak bir kişi ya da grup da olacağını pek sanmam. İzmir’deki Kayadez’in avantajları da yok değil. Biraz klişe olacak ama ortada bir kriz yok, fırsat var. Ellerine geçen her fırsatta Kayadez’i hatırlatanlar artık çok sesliliğe karşı engel olamıyorlar. İşte bu açıdan Avlaremoz’a bir kez daha bizlere model olduğu için teşekkür ediyorum. Bir sonraki yazıda da bugün neler yaptığımız ve gelecek planlarımızı “konuşalım”!