Makaleler

Avlaremoz’u Despertar’lamak: Tamam mı? Devam mı?

25 Ocak’ta yazdığım yazıda Şalom’u da Avlaremoz’u da çok değerli bulduğumu ve her iki mecraya da katkı sunmaktan memnuniyet duyduğumu belirtmiştim. O yazımın asıl gayesi Avlaremoz editörlerinden Betsy Penso’yu eleştiriyor gibi görünse de aslında  meramım farklıydı. Yazıda geçen eleştiriler Yahudi kurumlarında çalışan bir genç olarak benim işittiğim laflardı.

Betsy Penso Şalom’daki seçimlerle ilgili yazısını hazırlarken İzmir’deki vakıf seçimine dair bir araştırma da yapıyordu.  İzmir Musevi Cemaati Vakfı seçimlerinde ve takip eden tartışmalarda  ana karakterlerden biri de bendim. Bu konuda Avlaremoz’da bir haber düşünülürken bir süre beklenmesini özellikle rica etmiştim. Çünkü bunu yeri ve zamanı geldiğinde kendim yapmak istiyordum. 

 Bu ayın başında Betsy Penso’nun Şalom, Seçim, Kayadez, Cadı Avı ve daha fazlası başlıklı yazısında da dikkatimi çeken bölümünü sizlerle paylaşayım: 

İlk yazıyı dikkatli okuyanlar zaten farkındadırlar. Yine iddia edilenin aksine amacım Şalom’u itibarsızlaştırmak değil. Aksine Şalom’un ne kadar değerli olduğunu alegorik bir biçimde belirtmiştim. Benim amacım Şalom’a gölge edenleri deşifre etmekti. İlk yazı zaten Şalom Gazetesi önemli olduğu için yazılmıştı. Önemli olmasaydı neden bu topun altına gireyim ki?

Betsy Penso’nun “İlk yazıyı dikkatli okuyanlar zaten farkındadırlar.” cümlesi sanki bugünün dünyasını ironik bir biçimde özetliyor. WhatsApp, twitter, Instagram, Facebook veya haber sitelerinde dikkatli ve derinlemesine okuma yapabilen varsa tanımak, tanışmak isterim. İlk yazımda da medya okuryazarlığı adına eleştirdiğim noktalardan biri de buydu. Bir yazı yazarken hedef kitlemizde yer alan grupların niteliklerini, alt yapılarını göz önüne almazsak o yazıyı okuyan ne anlar ki? Twitter bunun en güzel örneği. Önceki yazıda yaptığım atıflar işte tam da bunu anlatıyordu. Televizyon dizilerine yaptığım atıfları anlayabilecek kesimle hitap ettiğim kesim aynı kesim mi? Spotify listesi koyarken hedef kitlesinin o linki açıp açamayacağının hiç mi önemi yok? Daha da önemlisi kullandığımız anlatım tarzı. İğneleme yaparak samanlıkta iğne aramak, fazlasıyla tüketici bir uğraş. Kaldı ki “samanlıktaki iğne” diye yola çıkarken hedef kitlenizin samanlık ve iğneyi sizden farklı görme ihtimalini de hesaba katmak gerekiyor.

İlk yazımdaki bir bölümü daha detaylı olarak açıklayayım:

“Betsy Penso’nun Şalom’daki seçim sürecine dair yazdığı yazıda hedef aldığı “işleri kılıfına uydurma kültürü”ne karşı çözüm önerisi “gemileri yakma kültürü” ise…” olarak başladığım kısım aslında yine kendi kendime laf attığım bir bölümdü. Gemileri yaktım mı bilmem ama ben kendimi yakmayı tam bir sene önce bugünlerde geçirdiğim tükenmişlik sendromu sürecinde çoktan göze almıştım.

İlk yazımda yer verdiğim o dört şarkı bu süreci özetliyordu. İlk 2 şarkı bana o dönemde bana gelen önerileri özetliyordu. Yapmaya çalıştığımız kurumsal reformlar gelip geçici bir macera gibi geldiği için Athena’nın Macera parçasını önermiştim. Yüzlerce yıllık kurumsal  hantallığı 3-5 ayda atmak haddimize değildi. Herkesin önerisi işleri kılıfına göre uydurmaktı. 

Bir de “Çok dert etme akşam bir şeyler içersin kafan rahatla.” diyen tecrübeliler vardı. Onlar için de Sefarad Sami – Koy Koy Koy parçasını seçmiştim.

Şubat 2022’de 2-3 haftalık evde kalma sürecimin ardından projeye, vakıftaki işlere ve sahalara dönmüş oldum. Bundan sonraki bir yıllık dönemdeki yöneticilerin vurdumduymazlıkları beni perişan etmişti. En sonunda da bana kendime iyi bakmamı tavsiye etmişlerdi

Dört yıldır aktif olarak emek verdiğim cemaat işlerinden mezuniyetimi nihayet 17 Ocak 2023 tarihinde cemaat üyelerine gönderilen e-postayla almıştım:

Değerli Cemaat Üyelerimiz,
İzmir Musevi Cemaati Vakfı profesyonel çalışanlarından Ceki Hazan ile bir süredir görüş ayrılığı yaşamaktayız.
Yönetim Kurulunun bütün iyi niyetli çabalarına rağmen bu görüş ayrılığını gidermek mümkün olamamıştır.
Bu nedenle, Yönetim Kurulu’muzun 16 Ocak 2023 tarihindeki toplantısında Ceki Hazan ile profesyonel ilişkimizin kesilmesine OY BİRLİĞİ İLE karar verilmiştir.
Bundan böyle Ceki Hazan, sosyal medya dâhil hiçbir ortamda Yönetim Kurulumuzu temsile yetkili değildir. Bilgilerinize sunarız.
Sevgilerimizle,
İZMİR MUSEVİ CEMAATİ VAKFI YÖNETİM KURULU

Bu maili okuyanlar da hemen sormaya başladılar: “Ceki ne yaptın da bu kadar sinirlendirdin yöneticileri?” 

Aslında birçok şey yapmıştım. Birçok şey de yapmaya devam ediyorum. “Bir örnek verir misin?” derseniz bu yazının kendisi en güzel örnek: İçimizde kalmasını bekledikleri tartışmaları kamuya  açıyorum. Birileri gizlilik önemli dedikçe ben de şeffaflık önemli diyorum. Herkesin 6 dediğini ben ve birkaç kişi 9 olarak görüyor. Azınlık  toplumu içinde şeffaflık arayışını Betsy de özetlemişti:  

…Ancak kayadez sadece başımızdan geçen antisemit olayları gün yüzüne çıkarmamak, sessiz kalmak anlamına gelmiyor. Aynı zamanda Yahudilerin kendi meselelerini kendi aralarında çözmesi de bu kapsamda değerlendiriliyor. Kendi meselelerimizi basın duymasın, yargı duymasın, yetkili merci duymasın ve kimi zaman kendi toplumumuz duymasın seviyesinde kayadez kendisini hala gösteriyor.

İşte bir önceki yazıyı da bu kayadezi kırmak amaçlı yazdım. Ortada bilinmezliklerle dolu bir seçim vardı ve aslında bu yazıyı yayınlamamız sayesinde pek çok kişi meseleyi öğrenmiş oldu. Bu kadar tepkinin gelmesi ise kayadeze alışkın beyinlerimizin bunu kavramakta zorlanması. Meseleleri içimizde çözme merakımız bizi zaten bu hale getirdi. Ve şimdi dünya gitgide daha antidemokratik bir yere dönüşürken, mensup olduğum topluluğun dünden biraz daha demokratik olmasını istemem suç mu?

Tamam mı? Devam mı?

Aynı yazısında Betsy, Şalom’da cadı avı yaşandığını iddia etmişti. Bizim vakıfta, İzmir cemaatinde böyle bir av ihtiyacı yok. Muhalif cadılık görevimi birkaç yıl önce annemden devraldım. Böylesine küçük bir cemaatte tek kişilik kontenjan olunca da haliyle ikinci kişiye yer kalmadı.

“Ben bu yazıdan pek bir şey anlamadım! Bir şeyler olmuş ama ne olmuş, ne zaman olmuş, kim kime cephe almış, neden almış?” gibi düşünüyorsanız öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Bahsi geçen konular adli meseleler değil. Dolayısıyla benim açımdan adli mercilere taşınacak bir durum yok. Ama akademik mecralarda tartışmanın ötesinde toplumun üyeleri olarak saydığımız kişilerin günlük hayatlarına olumlu ve olumsuz etkide bulunan ve yüksek sesle tartışılması ve çözülmesi gereken sorunlar. Torunlarımıza bırakacağımız Yahudi Kültür Mirası sorunlarımızı görmezden gelme ve tartışmadan uzak bir biat kültürü olmamalı!

Hineni! (İşte Buradayım!)

Peki bundan sonra ne mi yapacağım? Bizimki gibi bir avuç kalmış cemaatlerde “Ayrılsak da beraberiz.” Savunduğum  çok sesliliğe ve çoğulculuğa uygun bir şekilde İzmir Yahudi Toplumu için faaliyetlerime devam edeceğim. Mişpatim (kanunlar) peraşasını da seneye hep birlikte tekrar okuruz. (Bu yolculukta bana yazdığı kitaplar, haftalık videolar ve günlük hayatıyla ilham veren bir Yahudi din adamı: Rabbi Dr. Shmuly Yanklowitz.)

Avlaremoz’da önümüzdeki günlerde “Despertar İzmir: İzmir Yahudilerinin Dünü, Bugünü, Yarını” adlı bir yazı serisine başlayacağım. Bu seride, niteliksel ve niceliksel açıdan geleceğe dair pek de iyi sinyaller vermeyen bu köklü bir cemaati akademik kaynaklar da kullanarak kendi perspektifimden ele alacağım.  Anlatacaklarım kimilerine bildikleri hikayelerin tekrarı gibi gelecek. Bu seride  televizyon dizilerine, futbol programlarına atıfta bulunmayacağım. Dört yıl süren etnografik bir saha çalışması notları gibi düşünebilirsiniz. Hem öznesi hem nesnesi olduğum bu hikayede  elbette tarafsız değilim. Hedef kitlem de bu seriyi  2030’da hatta 2040’ta okuyacak kişiler. 2023’te yazacağımız serinin 2038’de okunması ve ilham alınması dileğiyle. Devamı gelecek…