“Gençlik heyecanı herkesi biraz şair yapar, herkes dünyayı altüst etmeye niyet eder o yaşlarda. Roni’yi benzersiz kılan yarım yüzyıl boyunca hep o genç devrimci sosyalist şair olarak kalmasıydı. 50 yılın ardından tekrar baktığımda yorulmuş ama durulmamış, kalemini bırakıp defterini kapayana kadar gençliğine sadık kalmış bir şair görüyorum.”
Roni Margulies İstanbullu bir şair, dünya vatandaşı bir devrimci sosyalist idi.
Kafasına göre yaşadı, hep bildiğini okudu.
Kafasının, bilip okuduğunun, yaşamının özü, özeti ise bundan ibaret: Dünyayı yurt bellemiş İstanbullu şair, devrimci, sosyalist.
Roni’nin gençlik günlerinin tanığı değilim. Ama sözünü etmeyi sevdiği, sıkça anlattığı ve yazdığı için onu biraz tanıyan herkes gibi ben de biliyorum. Üniversite için Londra’ya giderken kafasında edebiyat okumak vardı. Katı bir itirazla karşılaşmamıştı ama öyle olsa da fark etmezdi. Merkezinde şiir ve edebiyat olan bir hayat, delikanlı için üniversitede bir bölüm, bir meslek, bir sanat seçmenin ötesinde, kafasına göre yaşamaya dair bir seçimdi. Bu dünyada nasıl varolacağına dair bir seçim.
O yıllara ilişkin tekrar tekrar keyifle anlattığı bir başka anı daha var: Geoffrey Kay’in Marksist İktisat dersinde yaşadığı aydınlanmanın hikâyesi. O dersi almış olması elbette bir ilgi ve eğilime işaret ediyor ama o bunu önemsemez, Marksist teoriyle karşılaşmanın yarattığı kavrayışı vurgulardı. Taşlar yerine oturmuş, gördüğü manzara berraklaşmış, çizgiler daha keskin, renkler daha parlak hale gelmişti. Delikanlı, Marksist teoride, işçi sınıfı, emek, değer, sömürü, sınıf mücadelesi, devrim gibi kavramlarda dünyanın nasıl işlediğini anlamanın anahtarını bulmuştu. Ne hayat tecrübesi, ne de adaletsizliğe isyan, zulme direnişti onu örgütlü devrimci mücadeleye götüren sebep. Enternasyonal sosyalistler arasına katılması esas olarak entelektüel bir süreçti. Olan biteni anlama ve zihninde oluşturduğu anlam haritasında kendi yerini belirleme süreci. Kafasının dikine gitmeye kararlı bir gençti. Kafasının onu götürdüğü yer devrimci sosyalist bir örgüt oldu.
50 yıl öncesine bakınca hayatın eşiğinde bir genç görüyorum. Şiirin eşiğinde bir şair. Örgüte yeni katılmış bir sosyalist. Genç devrimci sosyalist şair.
“Genç devrimci sosyalist şair” o kadar ayrıksı bir figür sayılmaz. Gençlik heyecanı herkesi biraz şair yapar, herkes dünyayı altüst etmeye niyet eder o yaşlarda. Roni’yi benzersiz kılan yarım yüzyıl boyunca hep o genç devrimci sosyalist şair olarak kalmasıydı. Hayatını kendi elleriyle şekillendirmeye kararlı o delikanlının kendine yakıştırmayacağı, onaylamayacağı bir sözü ya da eylemi olduğunu sanmıyorum o günlerden bu yana. Sevenlerini üzdüğü, sevdiklerinden uzaklaştığı, insanları kırdığı, küstürdüğü oldu elbette. Ama o delikanlıya hep sadık kaldı, onu hiç hayal kırıklığına uğratmadı.
İmparatorlukların çözülmesi ve ulus-devletlerin yükselmesi, dünya savaşları ve Ekim Devrimi, sosyalizmi inşa girişimi ve devlet kapitalizmi: 20. yüzyıl Avrupası’nın büyük dönüşümleri ve bu süreçlere ilişkin tartışmalardaki tavırlar o delikanlının insan, toplum ve dünya kavrayışının nirengi noktalarını oluşturmuştu. 50 yıl önce okuduklarıyla, yaptığı tartışmalarla, çıkardığı sonuçlarla biçimlenen zihinsel haritayı ömrü boyunca korudu.
Roni, Avrupalı bir 20. yüzyıl Marksistiydi. Sadece entelektüel formasyonu açısından değil, 50 yıl önce kurduğu düşünce çerçevesine ve siyasi angajmana ısrar ve inatla bağlı kalmayı etik bir ilke olarak gördüğü için.
Böyle bir inat çoğu kişiyi bir katılaşmaya, kurumaya götürür. Roni için bu asla söz konusu olmadı. Onu kendisi yapan birkaç özelliği sayesinde esnekliğini, değişen dünyaya uyum yeteneğini daima korudu.
Bu özellikler arasında belki en başta anlama tutkusunu ve tükenmez merakını belirtmem gerekiyor. Zihinsel haritasının doğruluğundan hiç kuşku duymasa da dünya haritasının dünyanın kendisi olmadığını bilirdi. Aykırılıklar, uyumsuzluklar karşısında kafası mazeret, bahane, şemaya uydurma yönünde çalışmaz, hakiki bir anlama gayretine girişirdi. Haritayı işlevini kaybedecek ölçüde ayrıntılandırma çabası türünden bir teori düşkünlüğünü küçümserdi. Aslolan, haritadan da yararlanarak dünyada yol alırken karşılaşılan manzaraları anlamak, anlamlandırmaktı.
Zihninin genç ve kıvrak kalmasını sağlayan bir diğer kişilik çizgisi, adalet duygusunu bir vicdan meselesi olmanın ötesine taşıyıp bir düşünme ilkesine dönüştürmesiydi. Vicdan üzerinden akıl yürütmeyi yersiz görür, kişinin sadece karşılaştığı durumlarda işleyen bir dürtüyü kısıtlı bulurdu. Kimseden daha vicdanlı, daha adaletli değildi, öyle olduğunu da düşünmezdi. Ama eşitlik ve adalet duygusunu düşünce sistematiğinin merkezine yerleştirmesi açısından eşi az bulunurdu. Son derece kitabına uygun Marksist sınıf mücadelesi kavramlarıyla düşünmesine rağmen, düşünce kalıplarını zorlayan farklı, yeni hak arama mücadeleleri ve çeşitli toplumsal hareketler ortaya çıktığında daima eşitlik ve adalet talep edenlerden yana, daima egemenin, düzenin ve devletin karşısında oldu.
20. yüzyıl Marksistlerinin çoğunu klişeler dışında söz söyleyemez hale getiren ya da savuran son elli yılın çalkantıları içinde Roni hep genç bir devrimci olarak kaldı. Göstermeyi sevmese de öyleydi; ama yufka yürekli, vicdanlı, iyi biri olduğu için değil, ezilenden yana, devlete karşı olmayı bir ilke gördüğü, giderek bir tutarlılık ve fikir namusu meselesi saydığı için.
Hep bir genç devrimci sosyalist olarak kalmasını sağlayan bir özelliği de aklının hep eylem, “bir şeyler yapma” doğrultusunda çalışmasıydı. O çok sözü edilen huysuzluğuna, aksiliğine rağmen hep hayatın içinde, hep insanlarla birlikteydi. Bir hareket inşa etmek, bir protesto örgütlemek, anlamlı bir tartışma yürütmek ya da hoş bir sohbet sürdürmek, birlikte yapılabilecek şey ne olursa olsun, bu imkânı gördüğü kişilere olağanüstü bir nezaket ve anlayışla yaklaşır, sözünü hiç sakınmasa da birlikte çalışmayı sağlayacak esnekliği ve uzlaşmacılığı göstermeyi becerirdi. Tahammül etmekte zorlandığı kişilere, beraber yapılacaklar adına gösterdiği sıradışı sabra şahidim. Varoluşunu anlamak ve anlatmak üzerine kurmuş bir entelektüel olsa da, o müthiş yaşama iştahına denk bir dünyaya müdahale iradesi, eylemciliği vardı.
Bunlar sayesinde şair 50 yıl boyunca bir genç devrimci sosyalist olarak kaldı.
Roni muhtemelen gazetelerde ve Sosyalist İşçi dergisinde yazdıklarıyla değil, şiirleriyle anılacak. Ama şairi anlamanın anahtarının onu 50 yıl boyunca bir genç devrimci sosyalist olarak kalmasını sağlayan kişilik çizgileri olduğunu düşünüyorum.
Poetikasının kurucu ilkesi anlamak ve anlatmaktı.
Derdi anlamak ve anlatmak olan bir poetik tavrı, farklı şiirlerinin, öykülerinin, anılarının, hatta siyasi makalelerinin üslup ve yapısında ayırt etmek mümkündür. O genç devrimci sosyalistin sesini bilen biri, aynı sesi Roni’nin bütün yazdıklarında duymakta zorlanmayacaktır.
Türkçe ve İngilizce edebiyat kaynaklarıyla beslenmiş bir delikanlının şiiri üzerine düşünürken bu edebiyat çemberleri içinde referans noktaları, ipuçları, esin kaynakları yakalamak zor bir iş değil. Bu referanslar belki kitapları kütüphanede uygun raflara yerleştirmede yardımcı olabilir ama şairin sesini tanımak, meramını kavramak ve şiirinden tat almak için pek gerekli değildir. Ama şöyle bir anlatının Roni’nin şiirine kulak verenler için ipucu olabileceğini düşünüyorum:
Bir olay, bir hikâye, bir sahne, bir söz, bir görüntü, bir hayal ya da bir duygu ânının dikkatini çekmesi, özel ve paylaşılası bir şey yakaladığını hissetmesi onun için işe koyulmanın ön koşuluydu. Kimi zaman insanlarla paylaşmaya değer bir şeyler bulmak için bu amaçla çevresini inceler, söylenenleri dinler, dolaşır, okur, konuşur, bakınırdı. Kimi zaman da böyle bir şey açıklanamaz bir şekilde pat diye karşısına çıkıverirdi. Bundan sonrası,öncelikle bir anlama, anlamlandırma, açıklığa kavuşturma süreciydi. Anlamadığı, önünü arkasını tartmadığı, kafasında bir yere oturtmadığı bir izlenim yazıya dökülmeye, paylaşılmaya layık değildi. Anladığını anlatmak ise neredeyse bir tutkuydu onun için. Sohbetle, siyasi makale, öykü, anı ya da şiirle anlatmak. Anlattıklarının kimin ilgisini çekeceğini, ne işe yarayacağını da hesaba katardı nasıl anlatacağına karar verirken. Anladığı ama ne işe yarayacağını kestiremediği ve herkesle paylaşmak istediği şeyleri anlatmanın yoluydu şiir.
50 yılın ardından tekrar baktığımda yorulmuş ama durulmamış, kalemini bırakıp defterini kapayana kadar gençliğine sadık kalmış bir şair görüyorum. Kendini “önce sosyalist” diye tanımlayan 50 yıldır örgütlü bir devrimci. Genç, devrimci sosyalist, şair.
Roni
Kuşkusuz kuşağının en seçkin kuşbilimcisiydi Şehir kuşlarıydı –güvercin, serçe, kumru ve martı– Ömür boyu bakıp izlediği, bilip anlattığı. Bir de –sığırcık, kırlangıç– göçmen kuşlar, Bir de sayısı ezberine kazınmış uçuşlar. Muharrer, muhtemel ve muhayyel kuşlar Uçuşuyordu zihninde son günlerinde. Hep olurdu böyle tuhaf takıntıları Ama sanki bu defa farklıydı. “Mustaribim,” diyordu, mustaripti anlayamamaktan “Simurg kendini neden böcek sanırmış?” Soruyor muydu, sırrını mı veriyordu bilmiyorum. Hiç konmadan yükseklerden seslenen Huma, Küllerinden alev alev doğan Anka, Kafdağı’nın ardındaki aynaya konan otuz kuş, Ya da kırk mumluk ampulün etrafında yüz pervane, Ya da kör karanlıkta ışıldayan bin ateş böceği, Ya da hiç durmadan çalışan birkaç milyon karınca, Şiir olmayı bekleyen sayısız ihtimal tomurcuğu. Ama art arda dizmek yetmez, anlamak gerek önce. Son defa gittiğimde ziyaretine Bilmiyorum ikna etmeye mi çalışıyordu, teselli etmeye mi, “Anladım” dedi zorlanarak, az doğrulup ekledi: “Biliyorum ama anlatamıyorum…” Havada asılı kaldı söylenmeden: “… ve bundan pek mustaribim.”
Kaynak: K24, Cemal Yardımcı
Roni Margulies İstanbullu bir şair, dünya vatandaşı bir devrimci sosyalist idi.
Kafasına göre yaşadı, hep bildiğini okudu.
Kafasının, bilip okuduğunun, yaşamının özü, özeti ise bundan ibaret: Dünyayı yurt bellemiş İstanbullu şair, devrimci, sosyalist.
Roni’nin gençlik günlerinin tanığı değilim. Ama sözünü etmeyi sevdiği, sıkça anlattığı ve yazdığı için onu biraz tanıyan herkes gibi ben de biliyorum. Üniversite için Londra’ya giderken kafasında edebiyat okumak vardı. Katı bir itirazla karşılaşmamıştı ama öyle olsa da fark etmezdi. Merkezinde şiir ve edebiyat olan bir hayat, delikanlı için üniversitede bir bölüm, bir meslek, bir sanat seçmenin ötesinde, kafasına göre yaşamaya dair bir seçimdi. Bu dünyada nasıl varolacağına dair bir seçim.
O yıllara ilişkin tekrar tekrar keyifle anlattığı bir başka anı daha var: Geoffrey Kay’in Marksist İktisat dersinde yaşadığı aydınlanmanın hikâyesi. O dersi almış olması elbette bir ilgi ve eğilime işaret ediyor ama o bunu önemsemez, Marksist teoriyle karşılaşmanın yarattığı kavrayışı vurgulardı. Taşlar yerine oturmuş, gördüğü manzara berraklaşmış, çizgiler daha keskin, renkler daha parlak hale gelmişti. Delikanlı, Marksist teoride, işçi sınıfı, emek, değer, sömürü, sınıf mücadelesi, devrim gibi kavramlarda dünyanın nasıl işlediğini anlamanın anahtarını bulmuştu. Ne hayat tecrübesi, ne de adaletsizliğe isyan, zulme direnişti onu örgütlü devrimci mücadeleye götüren sebep. Enternasyonal sosyalistler arasına katılması esas olarak entelektüel bir süreçti. Olan biteni anlama ve zihninde oluşturduğu anlam haritasında kendi yerini belirleme süreci. Kafasının dikine gitmeye kararlı bir gençti. Kafasının onu götürdüğü yer devrimci sosyalist bir örgüt oldu.
50 yıl öncesine bakınca hayatın eşiğinde bir genç görüyorum. Şiirin eşiğinde bir şair. Örgüte yeni katılmış bir sosyalist. Genç devrimci sosyalist şair.
“Genç devrimci sosyalist şair” o kadar ayrıksı bir figür sayılmaz. Gençlik heyecanı herkesi biraz şair yapar, herkes dünyayı altüst etmeye niyet eder o yaşlarda. Roni’yi benzersiz kılan yarım yüzyıl boyunca hep o genç devrimci sosyalist şair olarak kalmasıydı. Hayatını kendi elleriyle şekillendirmeye kararlı o delikanlının kendine yakıştırmayacağı, onaylamayacağı bir sözü ya da eylemi olduğunu sanmıyorum o günlerden bu yana. Sevenlerini üzdüğü, sevdiklerinden uzaklaştığı, insanları kırdığı, küstürdüğü oldu elbette. Ama o delikanlıya hep sadık kaldı, onu hiç hayal kırıklığına uğratmadı.
İmparatorlukların çözülmesi ve ulus-devletlerin yükselmesi, dünya savaşları ve Ekim Devrimi, sosyalizmi inşa girişimi ve devlet kapitalizmi: 20. yüzyıl Avrupası’nın büyük dönüşümleri ve bu süreçlere ilişkin tartışmalardaki tavırlar o delikanlının insan, toplum ve dünya kavrayışının nirengi noktalarını oluşturmuştu. 50 yıl önce okuduklarıyla, yaptığı tartışmalarla, çıkardığı sonuçlarla biçimlenen zihinsel haritayı ömrü boyunca korudu.
Roni, Avrupalı bir 20. yüzyıl Marksistiydi. Sadece entelektüel formasyonu açısından değil, 50 yıl önce kurduğu düşünce çerçevesine ve siyasi angajmana ısrar ve inatla bağlı kalmayı etik bir ilke olarak gördüğü için.
Böyle bir inat çoğu kişiyi bir katılaşmaya, kurumaya götürür. Roni için bu asla söz konusu olmadı. Onu kendisi yapan birkaç özelliği sayesinde esnekliğini, değişen dünyaya uyum yeteneğini daima korudu.
Bu özellikler arasında belki en başta anlama tutkusunu ve tükenmez merakını belirtmem gerekiyor. Zihinsel haritasının doğruluğundan hiç kuşku duymasa da dünya haritasının dünyanın kendisi olmadığını bilirdi. Aykırılıklar, uyumsuzluklar karşısında kafası mazeret, bahane, şemaya uydurma yönünde çalışmaz, hakiki bir anlama gayretine girişirdi. Haritayı işlevini kaybedecek ölçüde ayrıntılandırma çabası türünden bir teori düşkünlüğünü küçümserdi. Aslolan, haritadan da yararlanarak dünyada yol alırken karşılaşılan manzaraları anlamak, anlamlandırmaktı.
Zihninin genç ve kıvrak kalmasını sağlayan bir diğer kişilik çizgisi, adalet duygusunu bir vicdan meselesi olmanın ötesine taşıyıp bir düşünme ilkesine dönüştürmesiydi. Vicdan üzerinden akıl yürütmeyi yersiz görür, kişinin sadece karşılaştığı durumlarda işleyen bir dürtüyü kısıtlı bulurdu. Kimseden daha vicdanlı, daha adaletli değildi, öyle olduğunu da düşünmezdi. Ama eşitlik ve adalet duygusunu düşünce sistematiğinin merkezine yerleştirmesi açısından eşi az bulunurdu. Son derece kitabına uygun Marksist sınıf mücadelesi kavramlarıyla düşünmesine rağmen, düşünce kalıplarını zorlayan farklı, yeni hak arama mücadeleleri ve çeşitli toplumsal hareketler ortaya çıktığında daima eşitlik ve adalet talep edenlerden yana, daima egemenin, düzenin ve devletin karşısında oldu.
20. yüzyıl Marksistlerinin çoğunu klişeler dışında söz söyleyemez hale getiren ya da savuran son elli yılın çalkantıları içinde Roni hep genç bir devrimci olarak kaldı. Göstermeyi sevmese de öyleydi; ama yufka yürekli, vicdanlı, iyi biri olduğu için değil, ezilenden yana, devlete karşı olmayı bir ilke gördüğü, giderek bir tutarlılık ve fikir namusu meselesi saydığı için.
Hep bir genç devrimci sosyalist olarak kalmasını sağlayan bir özelliği de aklının hep eylem, “bir şeyler yapma” doğrultusunda çalışmasıydı. O çok sözü edilen huysuzluğuna, aksiliğine rağmen hep hayatın içinde, hep insanlarla birlikteydi. Bir hareket inşa etmek, bir protesto örgütlemek, anlamlı bir tartışma yürütmek ya da hoş bir sohbet sürdürmek, birlikte yapılabilecek şey ne olursa olsun, bu imkânı gördüğü kişilere olağanüstü bir nezaket ve anlayışla yaklaşır, sözünü hiç sakınmasa da birlikte çalışmayı sağlayacak esnekliği ve uzlaşmacılığı göstermeyi becerirdi. Tahammül etmekte zorlandığı kişilere, beraber yapılacaklar adına gösterdiği sıradışı sabra şahidim. Varoluşunu anlamak ve anlatmak üzerine kurmuş bir entelektüel olsa da, o müthiş yaşama iştahına denk bir dünyaya müdahale iradesi, eylemciliği vardı.
Bunlar sayesinde şair 50 yıl boyunca bir genç devrimci sosyalist olarak kaldı.
Roni muhtemelen gazetelerde ve Sosyalist İşçi dergisinde yazdıklarıyla değil, şiirleriyle anılacak. Ama şairi anlamanın anahtarının onu 50 yıl boyunca bir genç devrimci sosyalist olarak kalmasını sağlayan kişilik çizgileri olduğunu düşünüyorum.
Poetikasının kurucu ilkesi anlamak ve anlatmaktı.
Derdi anlamak ve anlatmak olan bir poetik tavrı, farklı şiirlerinin, öykülerinin, anılarının, hatta siyasi makalelerinin üslup ve yapısında ayırt etmek mümkündür. O genç devrimci sosyalistin sesini bilen biri, aynı sesi Roni’nin bütün yazdıklarında duymakta zorlanmayacaktır.
Türkçe ve İngilizce edebiyat kaynaklarıyla beslenmiş bir delikanlının şiiri üzerine düşünürken bu edebiyat çemberleri içinde referans noktaları, ipuçları, esin kaynakları yakalamak zor bir iş değil. Bu referanslar belki kitapları kütüphanede uygun raflara yerleştirmede yardımcı olabilir ama şairin sesini tanımak, meramını kavramak ve şiirinden tat almak için pek gerekli değildir. Ama şöyle bir anlatının Roni’nin şiirine kulak verenler için ipucu olabileceğini düşünüyorum:
Bir olay, bir hikâye, bir sahne, bir söz, bir görüntü, bir hayal ya da bir duygu ânının dikkatini çekmesi, özel ve paylaşılası bir şey yakaladığını hissetmesi onun için işe koyulmanın ön koşuluydu. Kimi zaman insanlarla paylaşmaya değer bir şeyler bulmak için bu amaçla çevresini inceler, söylenenleri dinler, dolaşır, okur, konuşur, bakınırdı. Kimi zaman da böyle bir şey açıklanamaz bir şekilde pat diye karşısına çıkıverirdi. Bundan sonrası,öncelikle bir anlama, anlamlandırma, açıklığa kavuşturma süreciydi. Anlamadığı, önünü arkasını tartmadığı, kafasında bir yere oturtmadığı bir izlenim yazıya dökülmeye, paylaşılmaya layık değildi. Anladığını anlatmak ise neredeyse bir tutkuydu onun için. Sohbetle, siyasi makale, öykü, anı ya da şiirle anlatmak. Anlattıklarının kimin ilgisini çekeceğini, ne işe yarayacağını da hesaba katardı nasıl anlatacağına karar verirken. Anladığı ama ne işe yarayacağını kestiremediği ve herkesle paylaşmak istediği şeyleri anlatmanın yoluydu şiir.
50 yılın ardından tekrar baktığımda yorulmuş ama durulmamış, kalemini bırakıp defterini kapayana kadar gençliğine sadık kalmış bir şair görüyorum. Kendini “önce sosyalist” diye tanımlayan 50 yıldır örgütlü bir devrimci. Genç, devrimci sosyalist, şair.
Roni
Kuşkusuz kuşağının en seçkin kuşbilimcisiydi
Şehir kuşlarıydı –güvercin, serçe, kumru ve martı–
Ömür boyu bakıp izlediği, bilip anlattığı.
Bir de –sığırcık, kırlangıç– göçmen kuşlar,
Bir de sayısı ezberine kazınmış uçuşlar.
Muharrer, muhtemel ve muhayyel kuşlar
Uçuşuyordu zihninde son günlerinde.
Hep olurdu böyle tuhaf takıntıları
Ama sanki bu defa farklıydı.
“Mustaribim,” diyordu, mustaripti anlayamamaktan
“Simurg kendini neden böcek sanırmış?”
Soruyor muydu, sırrını mı veriyordu bilmiyorum.
Hiç konmadan yükseklerden seslenen Huma,
Küllerinden alev alev doğan Anka,
Kafdağı’nın ardındaki aynaya konan otuz kuş,
Ya da kırk mumluk ampulün etrafında yüz pervane,
Ya da kör karanlıkta ışıldayan bin ateş böceği,
Ya da hiç durmadan çalışan birkaç milyon karınca,
Şiir olmayı bekleyen sayısız ihtimal tomurcuğu.
Ama art arda dizmek yetmez, anlamak gerek önce.
Son defa gittiğimde ziyaretine
Bilmiyorum ikna etmeye mi çalışıyordu, teselli etmeye mi,
“Anladım” dedi zorlanarak, az doğrulup ekledi:
“Biliyorum ama anlatamıyorum…”
Havada asılı kaldı söylenmeden:
“… ve bundan pek mustaribim.”
Paylaş: