Haberler Makaleler

Meina: İtalya’daki ilk büyük Yahudi katliamı ve Behar ailesi – Corry Guttstadt

Pazar günü 24 Eylül İtalya’nın Lago Maggiore (Büyük Göl) kıyısındaki Meina’da görkemli bir anma töreni düzenlendi. 80 yıl önce (15-23 Eylül 1943) günlerinde “Leibstandarte Adolf Hitler”e bağlı bir SS taburu burada bir dizi katliam yapmıştı. 

Aralarında pek çok çocuğun ve yaşlının da bulunduğu, bir kısmı Hotel Meina’nın müşterileri olan 56 Yahudi öldürüldü. Otelin sahibi, Milano’da bir halı dükkânı işleten Alberto Behar adında İstanbullu bir Yahudi’ydi. Behar ve ailesi, Türkiye’nin Milano Başkonsolosu Fuat Nebil Ertok’un güçlü girişimiyle kurtarıldı. 

24 Eylül 2023 günü Meina’daki anma töreni. Aralarında Becky Behar’ın kızı Rossana Ottolenghi, Meina’nın belediye başkanı Fabrizio Barbieri ve başkalarının da konuşma yaptıkları anma töreni, Milano’daki progresif Yahudi topluluğu Lev Chadash ve Meina belediyesi tarafından birlikte düzenlendi.

İstanbul’da babası Vitali ile birlikte halı ticareti ile uğraşan Alberto Behar, 1920’lerin başlarında eşi Eugenia Schiaki’yle Avrupa’ya göç etmeye karar verdi. Önce Amsterdam, sonra Belçika’daki Liège kentinde sonunda Milano’ya yerleştiler. Dört çocukları Vittorio, Esther, Giuseppe ve kısaca Becky dedikleri en küçüğü Rachel Avrupa’da dünyaya geldi.

Becky ailesini anlatırken “çok geleneksel bir ailem vardı, annem çok sofuydu, babası hahammış” diyor. 

Türkiye vatandaşıydılar, baba Alberto Behar Milano’daki Türkiye devleti temsilcileriyle yakın ilişki kurmuştu, “evimizde Türkiye Konsolosu için resepsiyonlar verilirdi” diyor Becky. 

Behar ailesi 1930’larda İtalya’da yaşayan yaklaşık bin Türkiyeli Yahudi aileden biriydi. 1930’larda, Türkiye’den İtalya’ya göç eden Yahudilerin yüzde 60’ı İtalya’nın ekonomik başkenti sayılan Milano’da yaşıyordu. 

Alberto Behar hayli itibarlı bir halıcı dükkanı açtı. Dükkânında İzmir doğımlu Vittorio Haim Pompas ve ailesi İzmirli Vitali Cori ça׀ışıyordu. Her ikisi daha sonra Meina katliamının kurbanları oldular. 

1938: Yahudi Karşıtı Kanunlar

Faşist İtalya’nın izlediği Yahudi siyaseti, Almanya’nın soykırımla sonuçlanan antisemitizmiyle kıyaslanamaz. Mussolini rejimi ilk yıllarında açık bir antisemit siyaset uygulamıyor, aksine Türkiye’deki Kemalist rejimin yaptığı gibi küçük Yahudi azınlığı tümüyle asimile etmeye çalışıyordu. Orduda ve Faşist Parti’nin içinde bazı ileri gelen Yahudi bulunuyordu.

1936’dan itibaren hava değişmeye başladı ve Temmuz 1938’de Mussolini bir “ırk manifestosu” yayımlattı. Büyük Faşist Konseyi, Ekim 1938’de “İtalyan Irkının Korunması Kanunu”nu kabul etti. Yahudilerle Yahudi olmayanlar arasında evlilik yapılması yasaklandı, Yahudiler okullardan ve üniversitelerden atıldı. Kamu idaresindeki ve ordudaki görevlerinden uzaklaştırıldılar, bir dizi mesleği icra etmeleri yasaklandı. 

Bu beklenmedik gelişme İtalya’daki Yahudiler arasında korku ve şaşkınlığa yol açtı. Henüz bir çocuk olan Becky bu değişikliklerin pek farkına varmadıysa da devlet okulundan atılmasından etkilendi. 

İtalya’da da antisemit uygulamalar ağırlıkla İtalya dışından gelen Yahudilere yönelikti, 7 Eylül 1938’deki kararnameyle de altı ay içinde İtalya’yı terk etmek zorunda kaldılar. Çoğu Türkiye Yahudi’sinin bu uygulamaların dışında tutulması, muhtemelen İtalya’nın bu kararnamesine karşı Türkiye’nin ülkedeki İtalyan Yahudilerini sınır dışı edeceğini bildirmesinden kaynaklanıyor. 

Milano’daki Türkiye Konsolosu Nebil Ertok da, faşist İtalyan resmi makamlarının antisemit uygulamalarından etkilenen Türkiyeli Yahudiler için aktif bir mücadele verdi. Günden güne artan baskılara karşı Alberto Behar’ın iş arkadaşlarından birçoğu İtalya’yı terk etti. 

Alberto Behar ise Milano’da kaldı: “Babamın bu kadar iyimser olması beni etkilemişti. […] Çok geleneksel yaklaştığı için endişelerini ailesinden gizledi.”

Meina, Lago Maggiore’deki sığınak 

Milano’nun 90 km kadar kuzeyindeki Lago Maggiore, (büyük göl) Alberto Behar’ı heyecanlandırıyordu. 

“Orada mutluydu” diye hatırlıyor kızı Becky. Beharlar göl kıyısındaki Meina’da önce bir daire, sonra bir villa, ardından da Hotel Meina’yı satın aldılar. Birçok varlıklı Milanolu gibi onlar da haziran ayından itibaren eylülde okul açılana kadar yaz aylarını hoş iklimi olan göl kenarında geçirdiler.

Sanayi şehri Milano 1943’te müttefik bombalarının hedefi olunca giderek daha çok insan şehri terk ederek dağların ücra köşelerine sığındı. 

Otel birinci sınıf konaklama olanağı sunuyor, bahçesi göle kadar uzanıyor, iskelede göle açılmak için tekneler bekliyordu. Milano’ya yönelik bombalı saldırıların giderek artmasının sonucu olarak Behar ailesi Meina’daki villalarına taşındılar. Çocuklar göl kenarında hayatın tadını çıkarıyorlardı.

Bombalar, Milano’daki Türkiye Konsolosluğu binasıyla Konsolos Nebil Ertok’un evini tahrip etti. Alberto Behar konsolosa Meina’daki villalarına taşınmayı teklif etti. Üzerinde Türk bayrağının dalgalandığı konsolosluk ve konsolosun evi olarak kullanılacak villalarını konsolosa bıraktılar.

Otel 1943 yazında ek binasıyla birlikte 350 kişiyi ağırladı. Milano’dan kaçan ya da tehcir edilen insanların yanı sıra takibata uğradıkları için Yunanistan’dan kaçıp gelen birkaç Yahudi aile de otel müşterileri arasındaydı. Bunlar altı kişilik Fernandez ailesi; dört kişilik Mosseri ailesi; Fernandez ailesiyle akraba olan Torres çifti ve ziraat mühendisi Modiano idi. 

Hepsi bir zamanlar “Akdeniz’in Küdüs’ü” sayılan ve Alman işgaline dek 55 bin kişilik bir Yahudi cemaati barındıran Selanik’ten geldi. Almanlar 1943’ten sonra şehirdeki Yahudi nüfusun neredeyse tamamını Auschwitz Toplama Kampına, ölüme gönderdi. 

Hotel Meina’daki üç aile, İtalyan vatandaşı olmaları nedeniyle ve İtalyan Konsolos Yardımcısı Riccardo Rosenberg’in yardımıyla kurtulabilmişlerdi. Rosenberg’in kendisi de Almanyalı karısı Lieselotte ile birlikte Hotel Meina’daydı. Kaçan aileler buradan devam ederek tarafsız İsviçre’ye gitmeyi planlıyorlardı. Becky, Fernandez ailesinin çocuklarıyla arkadaş oldu. 

1943 yazındaki olaylar

Becky arkadaşlarıyla 1943 yazının keyfini sürerken İtalya’da olaylar artmıştı. Sicilya’nın müttefikler tarafından Temmuz 1943’te alınmasından sonra faşist rejim çöktü. 25 Temmuz 1943’te Mussolini görevden alındı ve tutuklandı, faşist parti dağıtıldı. Kral, Mareşal Badoglio’yu başbakanlığa atadı.
Badoglio ise önce müttefiklere karşı savaşa Nazi Almanyası tarafında devam edileceğini duyurdu. Ancak, müttefikler bombalı saldırılarını İtalyan şehirleri üzerinde yoğunlaştırınca, Badoglio sonuçta ateşkes anlaşmasına vardı. Ateşkes kararı 8 Eylül’de radyodan resmen duyuruldu ve savaş yorgunu halk bu haberi bütün ülkede büyük coşkuyla karşıladı.

“Dükkânlardan dışarı fırlayan insanlar her yerde sokaklara dökülüp yüksek sesle ‘Ateşkes! Savaş sona erdi!’ diye haykırırken ben bisikletle, Meina’dan 3 kilometre uzakta Arona’ya piyano dersine gidiyordum. Birbirini tanımayan insanlar bile sokakta birbirlerine sarılıyorlardı, ben sanki bir rüyada gibiydim” diye hatırlıyor Becky o günü. 

“Bisikletime bindim, savaşın sona erdiği haberini, bu büyük sevinci ebeveynlerimle paylaşmak için Meina’ya otele geri döndüm. Özellikle gençler çok mutluydular ve akşam otelde müzik çalıp dans edecekleri bir parti düzenlediler.“

Alman işgali

8 Eylül’de ateşkes ilanıyla birlikte, Wehrmacht (Silahlı Kuvvetler) ve SS Birlikleri İtalya’yı işgale başladı. SS Birlikleri arasında yer alan Leibstandarte SS Adolf Hitler (Adolf Hitler SS tümeni) savaş boyunca hemen hemen her cephede görev üstlenen Waffen-SS (SS’in silahlı kolu) muharebe birliğiydi. Girdiği her yerde arkasında sivillere yönelik derin kan izleriyle katliamlar ve ağır savaş suçları bırakarak ilerliyorlardı. 

Almanlar İtalyan askerlerinin silahlarına el koydu, savaş rehinesi muamelesi görmesi gereken yüzbinlerce İtalyan asker, köle gibi çalıştırılmak üzere Almanya’ya sevk edildi. 12 Eylül’den sonra SS birlikleri Lago Maggiore’nin batısındaki birçok bölgeye saldırı gerçekleştirdi, özellikle Yahudilere ait otel ve villalara yerleşerek el konuldu. Baveno’daki Hotel Beau Rivage’de karargâhlarını kurdular. Görevleri, “Lago Maggiore ve İsviçre sınırı arasında kalan bölgeyi temizlemek” idi.

Yerel idarelerden Yahudi halkın ve otel misafirlerinin isim listelerini aldılar. 

SS’ler Hotel Meina’da

 “Otelin önünde duran bir kamyon gördüğümde hepimiz odalarımızdaydık. Almanlar kamyondan indiler, oteli sardılar ve tesadüfen orada olan babamı sordular. […] Babama otelin sahibi olup olmadığını sordular, babam evet deyince Yahudi olduğu için ve ailesi de Yahudi olduğu için ve Reich (İmparatorluk) düşmanı Yahudileri otelde barındırdığı için tutuklandığını söylediler […] Herkesi hemen tutukladılar, bizi de tutukladılar. Ellerinde bir isim listesiyle geldiler, listede çalışanlardan Vitali [Cori] ve Pompas’ın isimleri de vardı.” 

İsim listesine dayanarak SS’ler Hotel Meina’da Yahudi olduğu belirtilen 21 kişiyi tutukladı; bunlardan 13’ü Selanikliydi, Behar ailesinden 5 kişi (büyük oğlu orada değildi), otel çalışanları Cori ve Pompas ve yazar Mario Mazzuchelli’nin karısı Lotte Fröhlich. 

Tutuklanmayan otel müşterileri otelde serbest dolaşırken ve SS’ler akşamları otel hesabına kutlamalar yapar, şarap mahzenini yağmalar, içip sarhoş olur ve otele fahişeler getirirlerken bu 21 kişi otelin en üst katındaki odalara kilitlendiler. 

SS’ler iki gün sonra Alberto Behar’ı otelden aldı ve Banevo’daki karargâha götürdü. 

“Annem ağlamaya başladı, babamsa ona ‘inancınızı koruyun ve dua edin, Tanrı bize yardım eder’ dedi. Bu beni derinden etkiledi, çünkü babam çok dindar biri değildi.” 

Alberto Behar’ın 25 yıl sonraki dava sırasında verdiği ifadede belirttiği gibi onu alıp “öldürmek amacıyla uzakta bir villaya [Villa Glai Levra] götürmüşlerdi. Bu villanın mahzeninde öldürülmeyi bekleyen başka talihsiz insanlar da vardı.”

Nebil Ertok, Behar ailesini ölümden kurtardı

Neyse ki otel personeli, Türkiye Konsolosu Nebil Ertok’a, Alberto Behar’ın tutuklandığı haberini verebilmişti. Baveno’daki SS karargâhına bizzat kendisi giden Ertok, Behar ailesinin Türkiye vatandaşı olduğunu, bunun dış politik sonuçları olacağını belirterek, onları Türkiye’de yaşayan Almanlara karşı yaptırımlar uygulamakla tehdit etti. 

Gerçekten Alberto Behar hemen o akşam serbest bırakıldı, diğer aile bireyleri de otelde serbestçe dolaşabileceklerdi ama oteli terk edemezlerdi. Ertesi akşam SS’ler Alberto Behar’ı otelden yeniden bir kaçırma girişiminde bulundular ama bu sefer otelde tesadüfen, tam da gerekli bir zamanda bulunan Konsolos Yardımcısı Can Danış’ın müdahalesiyle bu girişim başarısız oldu. Ancak diğer 16 kişi hâlâ otelin en üst katında odalarda kilitli tutuluyordu.

Meina’daki eyleme eş zamanlı olarak SS’ler Arona, Baveno ve Lago Maggiore kıyısındaki dört ayrı yerde belediyelerden alınan listelere dayanarak “Yahudi” olarak tanımlanan en az 34 kişiyi daha tutuklamışlardı. Ayrıca tutukladıkları Yahudilerden 3 milyon lira (bugünkü karşılığı 1,6 milyon Avro) değerinde para, kıymetli eşya ve banka hesaplarına zorla el konuldu, SS’lerin sadece Alberto Behar’dan şantajla aldıkları para ise 1,5 milyon liraydı. 

Katliam

İzleyen günlerde Lago Maggiore kıyısındaki yerleşim yerlerinde katliamlar yaptılar. Meina’da bir infaz timi 22 Eylül’ü 23 Eylül’e bağlayan gece her defasında otelden dört tutuklu Yahudi alarak üç sefer yaptı ve onları orman yolunda kurşuna dizdi. Bir diğer birlik teknelerle göle açılarak demir ve kaya parçaları bağladıkları cesetleri göle attılar.

“Dans ediyor ve şarkı söylüyorlardı, babamın kasasını almışlardı ve köyde de çoktan bazı ‘arkadaşlar’ edinmişlerdi.”

Almanlar otelde sanki hiçbir şey olmamış gibi eğlenmeye devam ederken ertesi sabah korkunç haber köyde yayıldı. 

Civarda yaşayanlar gölde suyun üzerine çıkmış üç cesedi teşhis ettiler: Bunlar Hotel Meina’da kalanlardı. 

Cesetlerden birinin İsviçre kıyılarına kadar ulaşması, işlenen bu suçun uluslararası alanda duyulmasına yol açtı: Lugana’da Sosyalist Parti’nin yayın organı İtalyanca gazete Libera Stampa 23 Ekim 1943 nüshasında katliamı haberleştirdi. 

İsviçre’de Sosyalist Parti’nin yayın organı Libera Stampa 23 Ekim 1943’te katliamın haber verir

İkinci gece Fernandez ailesinin büyükanne ve büyükbabalarını aynı biçimde öldürüldüler. SS-Leibstandarte Adolf Hitler’in askerleri, 25 Eylül’e kadar Lago Maggiore kıyısındaki diğer yerleşim yerlerinden esir aldıkları, aralarında Arona’dan İzmir doğumlu Mary Bardavid ve küçük bir yerleşim yeri olan Orta’dan “Bunlar da mı İnsan” kitabın yazarı Primo Levi’nin amcası ve kuzeni Mario ve Roberto Levi’yi de aynı biçimde öldürdüler.

Öldürülenlerin sayısının 56 olduğu tahmin ediliyor. Almanların 8 Eylül 1943’ten sonra yaptıkları ilk katliamdı bu.

Bu cinayetler SS askerlerinin keyfi işledikleri cinayetler değildi, planlı yapılmış bir katliamdı: 35 yıl sonraki soruşturmalarda saptandığı üzere Baverno’da, 19 ve 22 Eylül 1943 günlerinde taburun bölük komutanları arasında görüşmeler yapılmış, bunun sonucunda, farklı yerlerde tutuklanan Yahudilerin öldürülmesi ve cesetlerinin Lago Maggiore’ye atılmasına karar verilmişti.

İsviçre’ye kaçış 

Cinayetlerin ortaya çıkmasının üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra Alberto Behar, ailesiyle birlikte kaçmaya karar verdi. Türkiye Konsolosu Ertok da, konumunun artık aileyi daha uzun süre korumaya yetmeyeceği konusunda onları uyarmıştı. Beharlar mahzendeki gizli bir kapıyı kullanarak bir gece oteli terk ettiler ve teknelere binerek gölün doğusuna ulaştılar. 

Kaçakçıların yardımıyla İsviçre’ye varmaya başardılar. Behar ailesi daha sonraki ayları İsviçre’deki mülteci kamplarında geçirdiler ve bugünlerde milyonlarca mültecinin içinde bulundukları koşullarda yaşıyorlardı. 

Behar ailesinin İsviçre’de geçirdiği bu bir buçuk yıl içinde İtalya’nın Yahudileri de Almanların imha politikasıyla karşı karşıya kaldılar. Almanlar, Kuzey ve Orta İtalya’da bir Alman komando birliğinin kurtardığı Mussolini’nin başına getirildiği “İtalyan Sosyal Cumhuriyeti” dedikleri bir uydu devlet yarattılar. 

SS’ler 1943’ün Ekim ve Kasım aylarında İtalya’nın büyük şehirlerinde Yahudilere baskınlar düzenlemişler ve binlerce Yahudi’yi Auschwitz’e, ölüme göndermişlerdi. 1945’te ülkenin kurtuluşuna kadar İtalya’dan yaklaşık 6.500 Yahudi imha kamplarına sevk edildi, bunların arasındaki 250 kişi Türkiye doğumluydu. 

Tutuklananların serbest bırakılması için defalarca müdahale eden ve Türkiyeli Yahudilerin ülkelerine geri dönebilmeleri için mücadele eden Türkiye Konsolosu Nebil Ertok’un çabalarını burada vurgulamak gerekir.

Kurtuluştan sonra

1945’te kurtuluştan sonra ebeveynler Milano’ya geri döndüklerinde karşılarına çıkan sadece harap olmuş bir şehir değildi, iş yerleri ve evleri de yağmalanmıştı. “Hiçbir şey kalmamıştı ne dükkânda ne de evde. Her şeyi alıp götürmüşlerdi.” 

Kasım 1943 sonu İtalya’nın kukla hükümeti Yahudilerin mal varlıklarına el konulması kararını çıkarmıştı ama komşular veya “sıradan İtalyanlar” da yağmaya katılmışlardı. 

Becky savaş sırasında gördüklerinden ve katliamlar nedeniyle ağır bir travma yaşıyordu. Kamptan sonra kız kardeşi bir İngiliz yatılı okuluna devam etti ve kurtuluştan sonra da eğitimlerini orada sürdürdü. 

 “Ama okul arkadaşlarım gibi olamıyordum, kaygısız ve neşeli. Hep odamda kaldım, içime kapanmıştım ve çok üzgündüm, […] diğerleriyle birlikte olmayı beceremiyordum. Hiçbir kız benim yaşadıklarımı yaşamamıştı.” 

Alman ceza engelleme karteli

Aralarında, öldürülen Daniele Modiano’nun karısı Georgette Verbeyt’in de bulunduğu mağdur yakınları, savaştan hemen sonra Roma’da defalarca resmi makamlar nezdinde suç duyurusunda bulundular. 

En nihayet 1959’da, Almanya’nın güneyinde bulunan Ludwigsburg kentinde “Nasyonal Sosyalist Suçları Soruşturma Eyalet Adalet Bürosu Merkez Ofisi’ne (Zentrale Stelle zur Aufklärung nationalsozialistischer Verbrechen)” Lago Maggiore’de işlenen suçlarla ilgili anonim bir suç ihbarı ulaştı. 

O dönemde Federal Almanya’da Nasyonal Sosyalist suçların soruşturulması ve cezalandırılması konusunda ilginin ne kadar az olduğunu, 1965 sonrası Ludwigsburg’da kurumun bir çalışanı olan genç savcı Dietrich Kuhlbrodt ifade diyor: 

“Merkez Ofisi “Etkisizliğe yönelik” ve “sadece eleştirel yaklaşan dış ülkelerin gözünü boyamaya” hizmet ediyordu. Bakanlıklar, resmî kurumlar, ordu ve yargı aparatı önceden olduğu gibi birbirlerinin suçlarını örten ve NS-faillerinin yargılanmasını defalarca engelleyen Nazilerle doluydu. “

Hukukçu Ingo Müller savaş sonrası Federal Alman yargısını Nazi suçlarında aldıkları tutum nedeniyle “Ceza engelleme karteli” olarak tanımlıyor.

Meina faillerinin Leibstandarte Adolf Hitler’in üyeleri olduğu ancak yıllar sonra tespit edildi ve soruşturmalar baş şüphelilerden birinin ikametinin bulunduğu Osnabrück Bölge Yüksek Mahkemesi’ne devredildi. 

Soruşturmaların kısır döngüsü, 1963 yılında biraz da tesadüfen kırıldı: Bir Alman yargı mensubu 1943’te Milano’da Gestapo şefi olan Theo Saewecke’nın dosyasına bakmak için Milano’ya gitmişti. 

Saewecke, SS ve RSHA (Reich Güvenlik Baş Dairesi) üyesi olarak savaş sırasında Polonya, Tunus ve sonra Milano’da binlerce Yahudi’nin, Roman yurttaşın ve muhalifin ölümünden sorumluydu, ancak hiçbir zaman yargılanmadı. 

Saewecke 1947’den sonra CIA için çalıştı, aynı zamanda 50’li yıllardan itibaren Federal Kriminal Dairesi BKA (Bundeskriminalamt) için çalışıyordu. Milano’ya giden yargı memuru Saewecke’nin dosyasını bulamadı, ancak bu ziyaret, Osnabrück Savcılığı ile Milano Savcılığı arasında soruşturmalar ve şahitler bulmak açısından çok verimli bir işbirliğine yol açtı. 

Bu çalışmanın en önemli kısmını, Milano Yahudi Dokümantasyon Merkezi CDEC’nin (Centro di Documentazione Ebraica Contemporanea) bir çalışanı, 1963 sonrası yöneticisi olan Eloisa Ravena üstlendi. Mesai sonrası göle giden, daha fazla tanık bulmaya çalışan ve tanıkları ifade vermeye ikna eden Eloisa oldu. 

1993’te Meina katliamı hakkında, sürüncemede bırakılan soruşturmaları ve Osnabrück’teki yargılamayı da anlattığı ayrıntılı bir monografi yazan Marco Nozza, “Ravena eğer onları ikna etmemiş olsaydı, hemen hiç kimse hâkimler karşısına çıkmazdı” diyor. 

Bu incelemeler ve soruşturmaların sonucunda Ekim1964’te Leibstandarte SS Adolf Hitler’in altı subayı hakkında tutuklama emri verildi. 

Osnabrück’te Duruşma – Mağdurlar için gecikmiş özür

İki komutan Friedrich Röhwer ve Hans Krüger’in ve tutukluluğu sırasında cezaevinde ölen üçüncü baş sanık Friedrich Bremer’in de aralarında olduğu beş faile karşı açılan dava, 7 Ocak 1968’de Osnabrück’te Ağır Ceza Mahkemesinde başladığında katliamın üzerinden 25 yıl geçmişti. İtalyan gazetesi l’Unità, hayatta kalanların ve kurbanların yakınlarının beklentilerini “Belki nihayet Meina katliamında adalet yerini bulacak” diye ifade ediyor ve attığı başlıkla Eylül 1943’teki olayları hatırlatıyordu.

61 duruşmada, 180 tanık dinlendi. Becky Behar’ın ebeveynleri de duruşmada ifade vermek için iki kez Osnabrück’e gittiler. 5 Temmuz 1968’deki kararla sanıklardan üçü 22 kişiyi öldürmek suçundan ömür boyu ağır hapis cezasına çarptırılırken diğer iki sanığın her birine üçer yıl ağır hapis cezası verildi. Bu kararlar mağdur yakınları için gecikmiş bir özürdü.

Ve surata atılan bir tokat

Ancak savaş sonrası Almanya’sında adalete pek yer yoktu. Hüküm giyenlerin Federal Adalet Mahkemesine yaptıkları temyiz başvurusu Mart 1970’te kabul edilerek verilen ceza kararları kaldırıldı. Neden olarak SS’lerin katliamdan hemen sonra, 1943’te başlattıkları “iç soruşturmalar” gösterildi.

Zaman aşımı için süre, 1943 yılından itibaren başlatıldı. (Esasında Nazi suçlarında zaman aşımı için dikkate alınması gereken başlangıç tarihi, kurtuluş tarihi olan 8 Mayıs 1945 olmalıydı.). Böylece 1963’te aradan 20 yıl geçmiş olduğundan zaman aşımı için gerekli süre dolmuş oluyordu. 

Gerçekten de 1943 yılında, cesetlerin gölde bulunduğu haberi duyulunca, Leibstandarte Adolf Hitler’in Komutanı Theodor Wisch’in talimatıyla iç soruşturmalar yapılmıştı. Elbette bu soruşturmalardan hiçbir sonuç alınmamış ve yüksek yerden gelen emirler doğrultusunda soruşturmalar durdurulmuştu. 

Marco Nozza’nın tahmin ettiği gibi, bu soruşturmalar, işlenen cinayetler nedeniyle değil “bütün ülkenin gözü önünde beceriksizce işlendiği” için açılmıştı. 

Kararın bozulmasıyla bütün suçlular serbest bırakıldılar. İtalyan basınında yer alan manşetlerden de anlaşılacağı gibi bu karar, katledilenlerin yakınları için suratlarına atılan bir tokat etkisi yaratmıştı: “Meina SS’leri serbest – Eyalet Mahkemesinin aylar süren meşakkatli çalışmasında geri dönüş – Gene adalet sağlamak istemeyen bir yargı” (4.4.1970 tarihli La Stampa) .

Unutmamak için

Becky, geçmişi unutmamak için ve aynı zamanda ırkçılık ve antisemit eğilimlere karşı da 2009’deki ölümüne dek yorulmaksızın mücadele etti. Bu yıl, katliamın 80’inci yıl dönemini anmak için 24 Eylül’de Meina’daki töreni düzenleyen kızı Rossana Ottolenghi de onun izinde.

******  

Bu yazı, zamanında 13 yaşında olan Becky Behar’ın detaylı anlatısı, Marco Nozza’nın olayla ilgili yazdığı inceleme kitabı Hotel Meina ve sayısız arşiv incelemelerine dayanıyor. Önümüzdeki yıl İletişim Yayınları’ndan çıkacak Türkiyeli Yahudilerin biyografi kitabının Behar ailesi bölümünün kısaltmasıdır.

Kapak görseli: Andrea Ventura. The Hotel Meina