Ada

Curaçao: Engizisyondan Batı’ya doğru kaçan Sefaradlar’ın adası – Albert Berk Toledo

Covid’in ilk kışıydı. Brooklyn’de sahilden nehre bakarken, pandeminin nakavt ettiği New York’tan biraz uzaklaşıp yeni bir yere gitme fikri üzerine konuşuyorduk. Ne de olsa uzun bir süre daha ofislerimiz kapalı olacak gibiydi. Hemen aklıma Curaçao geldi. Karayiplerin en güneyinde, Venezuela’nın açıklarında, Hollanda’ya bağlı bu adayı çok merak ediyordum. Rengarenk bir geçmişi olan bu adanın renklerinden biri de engizisyondan kaçan bir grup İspanyol Yahudinin diğerleri doğuya, Osmanlı İmparatorluğu’na doğru kaçarken, Avrupalı kaşifler ile batıya doğru giderek kendilerini bu küçük adada bulmuş olmalarıydı. 

Sefarad kültürü denince hep İspanyol, Yahudi ve Osmanlı kültürünün karışımını düşünürüz, acaba Osmanlı’ya hiç uğramamış bu Sefaradlarla bir ortak yönümüz var mıydı? 

Aralık ayında New York’ta kış kendini göstermeye başladığı sıralarda ben bu sıcacık, tropik adaya vardım. Tarihi ve kültürel çeşitliliği kadar mimarisi de rengarenkti. Hatta denizlerinin altı bile rengarenk mercanlarla, balıklarla ve bin bir türlü rengarenk deniz canlısı ile doluydu. 

Bir şabat akşamı, Mikvé Israel-Emanuel Sinagogu’na gittim. Burası batı yarımkürenin devamlı kullanımda olan en eski sinagogu. Sinagog Sefarad tarzındaydı, Teva ortadaydı. Yerler ise kumdu. Evet, bir kumsaldaymışcasına. En başta kumun, üzerinde bulundukları adanın güzel sahillerini temsil ettiğini düşündüm ancak yanılmışım. Kumdan bir zemin tasarlamalarının sebebi, İberik yarımadasında engizisyon zamanında yaptıkları gizli ve geçici sinagoglarının zeminlerini, ayak izleri belli olmaması amacıyla kumla döşeyen atalarını hatırlamakmış. 

Ayakkabımın içine kum kaçacak mı diye düşünürken yerime geçtim. Kadınlar ve erkekler beraber oturuyorlardı. Çok az insan vardı, kadınlar sayılmasa minyan yoktu sanırım. Sinagogun hahamı da siyahi bir kadındı. İngilizce konuşuyordu. Aksanından Amerikalı olduğunu anladım. Çıkışta yanına gittim, Türkiye’den geldiğimi, Sefarad olduğumu söyledim. O da bana bir iki kelime kırık bir Türkçeyle cevap verdi. İncirlik’te askerlik yapmış, Adana’da yaşamış. Çok uzun konuşamadık ama ona Avlaremoz’dan bahsettim ve bir röportaj yapmak istediğimi söyledim. Emin olamadı, pazartesi günü geri gelirsem cevap verebileceğini söyledi. Pazartesi günü geri gittiğimde röportaj yapmak istemediğini ama teklif için teşekkür ettiğini söyledi. Ben ise tekrar sinagoga gitmeyi bir fırsata çevirerek orada bulunan küçük müzeyi gezdim. 

Curaçao ile İstanbul arasında binlerce kilometre olmasına rağmen, müzenin girişinde ailelerin sakladığı İspanya’daki evlerinin anahtarlarını görünce ortak geçmişimizin ve ortak iç güdülerimizin farkına vardım. Müzenin geri kalanında gördüklerim de bunu doğrulamaya devam etti. Sosyal hayatlarında bizimkilere benzer kulüpler kurmuşlardı. İş hayatlarında ticaret ön plandaydı. 6-7 Eylül’e çok benzeyen bir pogrom onların da başına gelmişti. 

Bugün Sinagog işlemeye devam etse de, Curaçao’da yalnızca 350 Yahudi yaşıyor ve bunların çok büyük bölümü sonradan gelen Aşkenaz Yahudiler. Curaçao’nun Yahudi kültürünü ve tarihini insanlarından çok müzesinden öğrenebiliyorsunuz. Geçmişimizi paylaştığımız bu toplum ile geleceğimizi de paylaşma fikrinin aklıma girmesine engel olamadım.