Kıraça değilse de eğer denk gelir de güzel bir istavrit çıkarsa karşınıza bir de yanında da iki duble bir şey içiyorsanız bir kadeh de Mircan dedeme kaldırın…
“Neden olmasın
Balık biçimindedir
Denizde
Kelebek biçimindedir
Toprakta
Bulut biçimindedir
Gökte
Sevdiklerimizin yakınlığı”
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Mircan Dedem epey heybetli bir adamdı… Tanıyan herkesin sevdiği bildiğiniz eski usul adamlardan. Ağzından eksik olmayan sigarası ve keyfi yerine geldiğinde epey iç açan gülüşüyle sanki başka çağlardan gelmiş gibiydi.
Çok kalın kaşları ve dökülmüş saçları ile Atatürk’e benzerdi ya da benim o zamanlar tanıdığım en yüce insan Atatürk zannettiğimden Atatürk’e benzetirdim onu.
Bize Bağlarbaşı’na geldiğinde hemen musluğun başına gider “Üsküdar’ın güzel suyundan” içerdi…
Evde oturmayı pek sevmezdi. Çocuğu gezdireyim diye bahane eder beni sokağa çıkarır kahveye giderdi. O kahveye gittiği için memnun olurdu, ben rüşvet olarak aldığı Tadelle’yi yediğim için…
Ben büyüdüğümde artık çocuğu gezdirmek bir bahane olmadığından yayamın hışmından kurtulmak için eften püften bir nedenden önce ufak bir tartışma çıkarıp sonra kapıyı vurup çıkar giderdi ağzından düşürmediği sigarasıyla…
Dedim ya klasik eski adamlardandı. Bana ya da başkasına sevgisini göstermek ayıp sayılırdı ama beni “köppek” diye sevdiğinde anlardım çok sevdiğini. Hem sevmese kucağına oturtup ilk sigarımı daha ben altı yaşımdayken neden içirsin ki (fotoğraflı kanıtı mevcuttur).
O ağzından düşürmediği sigarası yüzünden bütün ceketlerinin sol omzu gri bir pusla kaplanırdı. Ağzından düşürmediği için kül hep aynı yere düşerdi. O sigara sonra onun sonu oldu. Bitmeyen öksürüklerinin nedeninin akciğer kanseri olduğu ortaya çıktı.
Ümit Sokak’ta, caminin karşısındaki evde bahçe kapısının arkasına saklanıp da onun koltuk altına sıkıştırdığı gazetesi ile sokağı geçişini izlemelerimin bitişi aynı zamana rastlar. Kapıyı çarpıp sahile inemez olmuştu artık.
Beş kızı ellerinden gelen her şeyi yaptılar onu hayatta tutmak için. Ama sonsuz üzüntüler arasında çok hızlı ufaldı canım dedem…
Ben ne olduğunu anlamamıştım. Artık ortalarda olmadığını biliyordum ve mutlaka iyileşeceğinden emindim.
Yemek yemeği sever miydi bilmiyorum ama rakı içerken keyif aldığını çok iyi biliyorum. Adadaki büyük bahçede bütün aile bir aradayken masasın başına oturup elinde kadehle herkesi seyredip rakı içtiğini çok iyi hatırlıyorum. O kadar keyifle rakı içen birinin rakıdan ve yemekten keyif almadığını hayal bile edemem.
Hastalığının son zamanlarında hiçbir şey yiyemiyor artık kan kusuyordu. Gücü yetmediğinden kapayamadığı tuvalet kapısından kaçak gördüğüm manzara hayatımın en kötü görüntülerinden biri olabilir. Lavaboya kan kusup güçsüz elleriyle o lekeleri temizlemeye çalışıyordu… O koca dedem bana tanıdığım herkesten kadar heybetli gelen adam kendi pisliğini bile temizleyemiyordu.
Sonra iyiden iyiye yemeden içmeden kesildi artık hiçbir şey yemiyordu. Adada garip bir sıcak havada, yattığı yatağında artık ölümü bekliyor gibiydi.
Avare avare bütün yazını adada geçiren çocuklar için havanın kapalı olduğu günler bir muammadır. Gidecek deniz yoksa ne yapacağını bilemezsin. Havanın kapalı olduğu o gün de ben ne yapacağımı bilemezken Statis ile balık tutmaya karar verdik. Su iskelesine demirlemiş tankerin üzerinden kamış oltalarla kilolarca kıraça tuttuk.
Ben bilmiyordum meğer dedem kıraça çok severmiş… Mamam beni hemen yayamlara gönderdi. Zar zor nefes alan haliyle dedem “yapın da yiyelim” dedi. Ben o günden bu yana yayamın o andaki görüntüsünden daha mutlu görünen bir insan görmedim. Dedem günlerdir ilk defa yemek yemek istemişti ya dünyada bundan daha kıymetli bir an yoktu onun için. Bir güzel kızartıldı bizim kıraçalar. Ve dedem sanki çok sağlıklıymış gibi iştahla yedi balıkları…
O gün eve dönerken dünyanın en gururlu çocuğuydum. Dedesinin iyileşmesi için en önemli olan şeyi, yani iştahının açılmasını sağlamıştım.
Ertesi gün güneş açmıştı. Ümit Sokak çocukları için farklı bir eğlenceye gerek yoktu. Denize gittik… Döndüğümde garip bir sessizlik tüm sokağa belki de bütün Adaya yayılmış gibiydi.
Merakla yayamların evine gittim, artık dedem değil yatakta çarşafa sarılmış ölü bir beden yatıyordu.
Son yemeğini, kıraçaları yemiş ve artık bu dünyayı arkasına bırakmıştı.
O günden beri istavritin ufağı kıraça benim kutsal balığımdır. 13 cm altında olan istavrit henüz yumurtasını bırakmadığından avlanmamak gerekli bu nedenle av yasağı kapsamında. Ama istavrit bol.
Kıraça değilse de eğer denk gelir de güzel bir istavrit çıkarsa karşınıza bir de yanında da iki duble bir şey içiyorsanız bir kadeh de Mircan dedeme kaldırın…
Çok sevinecektir…
Afiyet olsun…
Bu yazı ilk olarak Ağustos 2016’da Agos’ta yayınlanmıştır.
Kıraça değilse de eğer denk gelir de güzel bir istavrit çıkarsa karşınıza bir de yanında da iki duble bir şey içiyorsanız bir kadeh de Mircan dedeme kaldırın…
“Neden olmasın
Balık biçimindedir
Denizde
Kelebek biçimindedir
Toprakta
Bulut biçimindedir
Gökte
Sevdiklerimizin yakınlığı”
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Mircan Dedem epey heybetli bir adamdı… Tanıyan herkesin sevdiği bildiğiniz eski usul adamlardan. Ağzından eksik olmayan sigarası ve keyfi yerine geldiğinde epey iç açan gülüşüyle sanki başka çağlardan gelmiş gibiydi.
Çok kalın kaşları ve dökülmüş saçları ile Atatürk’e benzerdi ya da benim o zamanlar tanıdığım en yüce insan Atatürk zannettiğimden Atatürk’e benzetirdim onu.
Bize Bağlarbaşı’na geldiğinde hemen musluğun başına gider “Üsküdar’ın güzel suyundan” içerdi…
Evde oturmayı pek sevmezdi. Çocuğu gezdireyim diye bahane eder beni sokağa çıkarır kahveye giderdi. O kahveye gittiği için memnun olurdu, ben rüşvet olarak aldığı Tadelle’yi yediğim için…
Ben büyüdüğümde artık çocuğu gezdirmek bir bahane olmadığından yayamın hışmından kurtulmak için eften püften bir nedenden önce ufak bir tartışma çıkarıp sonra kapıyı vurup çıkar giderdi ağzından düşürmediği sigarasıyla…
Dedim ya klasik eski adamlardandı. Bana ya da başkasına sevgisini göstermek ayıp sayılırdı ama beni “köppek” diye sevdiğinde anlardım çok sevdiğini. Hem sevmese kucağına oturtup ilk sigarımı daha ben altı yaşımdayken neden içirsin ki (fotoğraflı kanıtı mevcuttur).
O ağzından düşürmediği sigarası yüzünden bütün ceketlerinin sol omzu gri bir pusla kaplanırdı. Ağzından düşürmediği için kül hep aynı yere düşerdi. O sigara sonra onun sonu oldu. Bitmeyen öksürüklerinin nedeninin akciğer kanseri olduğu ortaya çıktı.
Ümit Sokak’ta, caminin karşısındaki evde bahçe kapısının arkasına saklanıp da onun koltuk altına sıkıştırdığı gazetesi ile sokağı geçişini izlemelerimin bitişi aynı zamana rastlar. Kapıyı çarpıp sahile inemez olmuştu artık.
Beş kızı ellerinden gelen her şeyi yaptılar onu hayatta tutmak için. Ama sonsuz üzüntüler arasında çok hızlı ufaldı canım dedem…
Ben ne olduğunu anlamamıştım. Artık ortalarda olmadığını biliyordum ve mutlaka iyileşeceğinden emindim.
Yemek yemeği sever miydi bilmiyorum ama rakı içerken keyif aldığını çok iyi biliyorum. Adadaki büyük bahçede bütün aile bir aradayken masasın başına oturup elinde kadehle herkesi seyredip rakı içtiğini çok iyi hatırlıyorum. O kadar keyifle rakı içen birinin rakıdan ve yemekten keyif almadığını hayal bile edemem.
Hastalığının son zamanlarında hiçbir şey yiyemiyor artık kan kusuyordu. Gücü yetmediğinden kapayamadığı tuvalet kapısından kaçak gördüğüm manzara hayatımın en kötü görüntülerinden biri olabilir. Lavaboya kan kusup güçsüz elleriyle o lekeleri temizlemeye çalışıyordu… O koca dedem bana tanıdığım herkesten kadar heybetli gelen adam kendi pisliğini bile temizleyemiyordu.
Sonra iyiden iyiye yemeden içmeden kesildi artık hiçbir şey yemiyordu. Adada garip bir sıcak havada, yattığı yatağında artık ölümü bekliyor gibiydi.
Avare avare bütün yazını adada geçiren çocuklar için havanın kapalı olduğu günler bir muammadır. Gidecek deniz yoksa ne yapacağını bilemezsin. Havanın kapalı olduğu o gün de ben ne yapacağımı bilemezken Statis ile balık tutmaya karar verdik. Su iskelesine demirlemiş tankerin üzerinden kamış oltalarla kilolarca kıraça tuttuk.
Ben bilmiyordum meğer dedem kıraça çok severmiş… Mamam beni hemen yayamlara gönderdi. Zar zor nefes alan haliyle dedem “yapın da yiyelim” dedi. Ben o günden bu yana yayamın o andaki görüntüsünden daha mutlu görünen bir insan görmedim. Dedem günlerdir ilk defa yemek yemek istemişti ya dünyada bundan daha kıymetli bir an yoktu onun için. Bir güzel kızartıldı bizim kıraçalar. Ve dedem sanki çok sağlıklıymış gibi iştahla yedi balıkları…
O gün eve dönerken dünyanın en gururlu çocuğuydum. Dedesinin iyileşmesi için en önemli olan şeyi, yani iştahının açılmasını sağlamıştım.
Ertesi gün güneş açmıştı. Ümit Sokak çocukları için farklı bir eğlenceye gerek yoktu. Denize gittik… Döndüğümde garip bir sessizlik tüm sokağa belki de bütün Adaya yayılmış gibiydi.
Merakla yayamların evine gittim, artık dedem değil yatakta çarşafa sarılmış ölü bir beden yatıyordu.
Son yemeğini, kıraçaları yemiş ve artık bu dünyayı arkasına bırakmıştı.
O günden beri istavritin ufağı kıraça benim kutsal balığımdır. 13 cm altında olan istavrit henüz yumurtasını bırakmadığından avlanmamak gerekli bu nedenle av yasağı kapsamında. Ama istavrit bol.
Kıraça değilse de eğer denk gelir de güzel bir istavrit çıkarsa karşınıza bir de yanında da iki duble bir şey içiyorsanız bir kadeh de Mircan dedeme kaldırın…
Çok sevinecektir…
Afiyet olsun…
Bu yazı ilk olarak Ağustos 2016’da Agos’ta yayınlanmıştır.
Paylaş: