Aharon Appelfeld’in Katerina’sı, yazarın kendi çocukluk duygularından ve izlenimlerinden yola çıkarak gerçek hayatını yansıttığını söylediği sürükleyici romanlarından biri. Romanın baş karakteri Katerina Yahudi olmayan ama Yahudiler hakkında konuşan, önyargısız ve iyiliksever birinin sesi. Katerina, Yahudiler hakkındaki basmakalıp düşüncelere sahip olmayan bir ses ve bu sesi roman boyunca duymak okuyucu olarak bizim de olaylara daha objektif bir gözle bakmamızı sağlıyor. Appelfeld sözü ona bıraktığı için kitaptaki serüveni Katerina’nın sesinden dinleyip, dünyaya onun gözlerinden bakıyoruz. 

Katerina, geçen yüzyılda Ruthenian köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Yahudi olmayan bir kadının kendi sözleriyle anlatılan hikayesidir. Topluluğunun geri kalanı gibi o da bölgedeki Yahudilerden “Mesih katilleri”, “hırsızlar”, “Şeytanın çocukları” olarak korkarak ve nefret ederek büyür. Ancak komşu kasabanın sarhoşları ve serserileri tarafından avlanan genç yaşta bir kaçak olarak, Yahudi esnaftan oluşan bir aile tarafından alınır ve bir hizmetçi olarak eğitilir. Bu evde geçirdiği sürede Yahudilerin çalışmaya ve kitap okumaya olan ciddi bağlılıklarını ve pek çok kurala uymalarını bizlere yansıtır. Bazen “Yahudilerin hayatı tuhaf,” diye yorum yapsa da evin çocukları  Rosa ve Benjamin’i, sessiz evlerini ve ona okumayı öğreten bu çalışkan iki çocuğu çok sevmeye başlar. Beş yıl sonra ev sahibi çift bir pogrom esnasında katledilince, Katerina yine bir serseri gibi sokaklarda yaşamaya başlar ama içinde bir çok şey değişmiştir artık. Yahudilerin yanında yeni bir iş bakınırken kendi halkı Ruthenliler ona şüpheyle bakar ve “Yahudilerle çok uzun süre çalıştın, bedenini ve ruhunu mahvediyorsun” gibi sözler sarf ederler. Tek başına yaşayan Yahudi piyanist bir hanımın yanında bir süre çalıştıktan sonra, onun ölümü üzerine cenazeye Çernivtsi’ye giden Katerina sayesinde Çernivtsi şehrine bakıldığında o zamanlar orada bir Yahudi gettosu olduğunu öğreniyoruz. 

Bu bölge, Almanya’nın 1941’de Sovyetler Birliği’ni işgalinden sonra, Romanya’nın Almanlarla birlikte savaştığı dönemde Romanya yönetimi altına girdi. Çernivtsi’ye ilerleyen Romanya birliklerini takip eden Nazi SS (mobil öldürme birimi) Ağustos 1941’e gelindiğinde 600 Yahudi’yi öldürdü, birçoğunu da rehin aldı. Romanya diktatörü Ion Antonescu, Alman askeriyle anlaşmaya vararak, Bukovina’daki Yahudileri Romanya işgali altındaki Ukrayna’da bulunan Transdinyester’e sürdü. Kasım 1941’de, 28.000’den fazla Yahudi, Dinyester Nehri üzerinden Çernivtsi’den gönderilerek 1942 yılına gelene kadar bölgede çok az Yahudi kaldı.  Transdinyester’in kamplarında ve gettolarında zorla çalışma, terör ve insanlık dışı koşullardan, sadece birkaçı hayatta kaldı. Çernivtsi’de kalanlar ise zorlu koşullarda çalıştırılıyorlardı. Kızıl Ordu Nisan 1944’te Çernivtsi’ye ulaştığında kalan Yahudi’leri özgürleştirdi.

Çernivtsi’nin bir zamanlar büyük olan Yahudi topluluğunun en önemli hatırası Yahudi mezarlığıdır. Mezarlıkta, işgalin ilk günlerinde Romanya askerleri tarafından öldürülen Yahudiler için bir toplu mezar bulunmaktadır. Aynı zamanda Prut Nehri üzerindeki Pidgaecka caddesinde, köprüye yakın bir konumda, SS öldürme birlikleri tarafından gerçekleştirilen toplu infazların kurbanlarına adanmış bir anıt yer almaktadır. Ayrıca, Turetska Meydanı’nda gettoda ölen kurbanlar için bir anıt taşı bulunmaktadır.

Katerina’ya dönersek, bu düşmanca etnik sınırları aşarak kendisine yeni bir yer bulmaya çalışan Katerina oldukça hoşlandığı Yahudi bir adamla bir süre kaldıktan sonra ondan bir bebek sahibi olur. Ancak babanın alkol problemlerinden dolayı çocuğunu da alıp evden ayrılmak zorunda kalır. Katerina’ya göre bebeğinin kimliğini belirleyici faktörlerden biri olan sünnet için Yahudi bir mohel (sünnetçi) araması romanda insanların duygularını ve dışavurumlarını tam doluluğuyla tasvir eden sahnelerden biri. İnsanlar çoğunlukla kendi çevresinde, ona atanan çerçeve içinde yaşar. Aynı zamanda, yanındaki insanın hayatına bakmaya, ondan öğrenmeye ve ondan beslenmeye yetişemez. Katerina ise aksine aile ilişkilerinde, dini ritüellerde, tatillerde, yemeklerde, kokularda ve geleneklerinde Yahudi yaşamını dikkatle gözlemleyerek, içsel korkularını ve önyargılarını yenerek, yerleşik görüşlerin üzerinden atlayarak bunu gerçekleştiren bir karakter. 

Katerina’nın zorluklarla geçen hayat hikayesinin içinde insanın içini ısıtan parçalar da yok değil. Bebeğiyle Yidiş konuşarak oynaması ve bebeğin annesine gülümseyerek bazı kelimeleri tekrar etmesi Katerina ve bebeği arasında geçen bu sıcak sahneyi adeta yaşatıyor. Ta ki sarhoş bir serseri bebeği annesinin kollarından kaparak duvara fırlatana kadar. 

Katerina, hapishanede geçirdiği yılların sonlarına doğru pencereden  ölüm kamplarına Yahudi taşıyan trenleri görünce geçen sürede hiçbir şeyin değişmediğini anlar.  İkinci Dünya Savaşı’nın kaos ortamında serbest bırakıldıktan sonra, o hala bir ucube gibi dışlanmaktadır. Ancak Aharon Appelfeld’in Katerina‘sı ezici zorluklara karşı insan ruhunun yıkılmaz dayanıklılığının dokunaklı bir keşfidir. Yazar, Katerina karakteri aracılığıyla kimlik, bellek ve hayatta kalma konularının karmaşıklığını ustalıkla ele alırken, en karanlık ruh köşelerinden çıkan dayanıklılığın dayanma gücünü vurgular. Appelfeld’in zamansız hikayesi, umudun gücünü, insan ruhunun dayanıklılığını ve en zor koşullarda bile her bireydeki dönüştürücü potansiyeli gösteren bir tanıklık niteliğindedir. Dolayısıyla Katerina, harap bir Yahudi yerleşimine sığınırken, orada dini bir aydınlanma ve yeni bir amaç bulur: “Dünyada artık Yahudiler kalmadığı için her hafta kendim için Şabat yapıyorum. İçimdeki tüm kötü düşünceleri kovuyorum ve Rab için bir Şabat ilan ediyorum ve bütün bir günü ona bir pelerin gibi sarınıp geçiriyorum.