Makaleler

Antakyalı olarak Antakyasız kaldım – Yakup Cemel

Antakya ile ilgili çocukluk anılarım bu günlerde hep gözümün önüne geliyor. 18 yaşıma kadar orada yaşadım. Antakya’da sinagogun karşısındaki evde ailem ile uzun yıllar ikamet ettik.

Şabat* sabahları uykudan kaldırılıp, Şabat duasına babamın zoruyla götürülürdüm. Yahudi inancında dini bir törenin icra edilebilmesi için 13 yaşını doldurmuş 10 Musevi erkeğe ihtiyaç vardır. Bu özellikleri taşıyan en az 10 kişilik cemaate minyan denilir. Küçük bir cemaat olduğumuzdan minyan olması ancak benim ve abimin katılımı ile olurdu. Pek sevmezdim açıkçası. Karakter gereği sanırım, inisiyatif bende olmalıydı törene katılmak için ama 13 yaşında pek olmuyordu. Zorla, öfleye pöfleye sinagoga gittiğimi çok hatırlarım.

Ama sinagogu sevdiğim zamanlar da oluyordu. Mesela Roş Haşana* ve Yom Kipur* zamanlarında… Küçük olan Antakya cemaati Adana ve İskenderun cemaatlerinin de katılımı ile biraz daha kalabalık görünürdü. Büyükler dua ederken biz çocuklar Antakya sinagogunun o zamanlar bana kocaman gelen ama büyüdükçe pek de o kadar büyük olmayan avlusunda koşturup oyun oynardık. Büyüklerin ara sıra azarlamalarına pek de kulak asmazdık. Özellikle Kipur günü şofarın* sesi duyulurdu. Sokağa kadar duyulan bu ses orucun bittiğini haber verirdi. Biz çocuklar şofarın ilk sesi ile su içmeye koşardık. Sinagogun avlusundaki taş çeşmeye ilk gitme yarışı başlardı. İlk giden orucunu açardı, sıradakiler homurdanırdı. Büyükler sıraya kaynak yapardı. Küçükler sadece sinirlenirdi.

Sinagogun girişinde sağ tarafta tuvaletler ve onun yanında misafirhane olarak restore edilen kısım, solda ise sinagogun büyük salonunun camları, tam karşıda ise mevsiminde gitmiş iseniz narçiçekleri karşılardı sizi. Girişte sola doğru dönünce ufak bir koridor, koridorda solda çeşme, koridor sonunda da bir avlu daha bulunurdu. Avluda sağ taraftaki merdivenlerden büyük salona sol taraftaki merdivenlerden küçük salona çıkılırdı. Kışın havalar soğuyunca ibadet küçük salonda olurdu. Küçük salonda genelde zeytinyağı ile yapılan kandiller olurdu. Bayramlarda o kandiller yakılırdı. Sinagog ışıl ışıl olurdu.

Depremden önce Antakya Sinagogu. Kaynak: https://aslibora.blogspot.com/

Büyük salonun sağında birkaç basamak yüksekliğinde bir bölüm vardı. Duvarlara dayanmış oturma alanları genelde 3 kişilik banklara benzerdi. Girişte tam karşıda, perdenin arkasında kilitli bir kapının arkasında Sefer Toralar* saklanırdı. Dualar sırasında özenle açılırdı. O bölüme ayakkabıyla girilmezdi. Dünyanın en sağlam binası gibi dururdu. Büyük taş duvarlar, yüksek tavanlar. Yüzyıllardır oradaydı. Neler neler görmüştü bu taşlar. İlahi bir güçle korunduğuna inanırdım. Tek başıma girmeye biraz ürkerdim. Korkuturdu biraz beni. Yıllar sonra girdiğimde başka duygular hissetmiştim. Korku yerine aidiyet ve huzur vardı. Şimdi ise hüzün ve acı.

Bütün Antakya gibi sinagog da büyük hasar aldı. Antakya’da herkes bir ya da daha fazla yakınını kaybetti. Antakya cemaati de kayıplar verdi. Deprem; 2300 yıllık kadim bir cemaatin Anadolu topraklarındaki varlığını bu şekilde sonlandırmış oldu. Hâlbuki daha geçen aylarda azınlık vakıfları seçimi yapılmıştı. Geleceğe dair planlar yapılıyordu.

Yeni girdiğim ortamlarda Yahudi ve Antakyalı olduğumu öğrenen hemen hemen herkesin sorduğu “Antakya’da Yahudi var mı?” sorusuna “1071’den daha önce bile vardı,” diye cevap verirdim bu toprakların en eski halklarından bir tanesinin bireyi olarak. Daha sonra sinagogdaki 500 yıllık el yazması ceylan derisi Sefer Toralar’dan bahsederdim. Aslında bu topraklarda ne kadar köklü olduğumuzu kanıtlamak istercesine yapardım bunu. Çokça maruz kaldığım “Bizim de çok iyi Musevi komşularımız var,” cümlesini de Antakya’da yeni nesilde kimseden duyamayacağız. Muhabbet arasında lafı geçerse “Eskiden Antakya Musevi Cemaati vardı, sanırım bilmezsiniz,” diye dâhil olacağım.

Şimdi yıkıntılar arasında bir referans alarak; burası bizim sinagog, burası eski evim, burası dar sokaklarım, burası en sevdiğim lokanta, burası çocukluğum, saflığım, gençliğim diyeceğim bir şey kalmadı. Müteahhitler şimdiden ellerini ovuşturmaya başladı bile… On binlerce kaybın ve yıkıntının üstüne TOKİ binaları dikilecek. Mesela şunları duyabiliriz yakın zamanda: “Şu TOKİ binasının yerinde bizim eski ev vardı.”

Şu anda 41 yaşındayım. Hayatımın son 23 yılı Antakya’dan uzakta geçti. Yıllar geçtikçe bu kadar da olmaz dediğim her şeyi gördüm. Griye boyandı tüm ülke derken daha da beter oldu. Her yer simsiyah oldu. Bir canımız kaldı diyorduk. Onu da kaybettik. Her şeyimizi elimizden aldıkları gibi Antakya’yı da aldılar. Antakyalılar Antakyasız kaldı.

*Şabat: Cumartesi. Yahudilerin kutsal günü.
*Roş Haşana: Yahudilerin yeni yıl bayramı
*Yom Kipur: Roş Haşana bayramından 10 gün sonra gerçekleşen kefaret günü.
*Şofar: Roş Haşana ve Yom Kipur’da kullanılan keçi veya koç boynuzundan yapılan enstrüman
*Sefer Tora: Tevrat tomarları, parşömenler halinde kutusunda dolapta saklanır

Görsel: Ajans Lotus