Maraş-Hatay hattında 7 üzerinde bir büyüklükte deprem yaşanacağı yıllardır biliniyor, yüksek sesle söyleniyordu. Hatay’da doğup büyüyen, ailesi halen Samandağ’da yaşayan milletvekili Tülay Hatimoğulları’nın henüz iki ay önce, olası bir Hatay depremine ilişkin Maclis’te verdiği soru önergesi bunun ispatlarından biri. Hatimoğulları Jeoloji Mühendisleri Odası’nın 2021 raporuna dayandırdığı sorularına herhangi bir cevap alamamıştı. Depremin ilk gününde Hatay’a ulaşan HDP Adana milletvekili Hatimoğulları’nı dinliyoruz…
6 Şubat depremini haber aldığınızda neredeydiniz, ilk elde neler yaptınız?
Tülay Hatimoğulları: Ailem Hatay’da, Samandağ’da yaşıyor. Benim oradaki evim de Samandağ’da depremden en çok etkilenen mahallede bulunuyor. 6 Şubat’ta Ankara’daydım, deprem olunca hemen aradılar, haber daha televizyonlara düşmeden. Daha önce arama-kurtarma çalışmalarında, özellikle maden facialarında çalışmış arkadaşlarım var, hızlıca onlara haber verdim, sağlıkçı arkadaşların da eşliğiyle hemen yola koyulduk.
İnsanlar bir an önce ailelerine kavuşmak için harekete geçmişti, ölümcül kazalar vardı yollarda, bir korku filmi izliyor gibiydik. Hatay’a ancak akşam saatlerinde varabildik. Kent adeta terkedilmiş, karanlığa teslim olmuş gibiydi. Trafiği düzenleyen hiçbir görevli de yoktu. Ana yollarda çok derin çatlaklar oluşmuştu, insanlar mandalina sandıklarıyla işaretler oluşturmuştu kazaya sebebiyet vermemek için. Hemen yetkililerle görüştük, en azından trafik polislerini görevlendirsinler, yeni kazalar olmasın diye. Tabii Hatay’da kolluk kuvvetinden de çok insan hayatını kaybetti, onlar da göçük altında kaldılar. Ama şehir dışından bir katkının da gelmemiş olduğunu gördük ilk günün akşamı.
Hakikaten ölüme terkedildik. Bizler tarih boyunca bu toplumda “öteki” gibi görüldük. Ama bu kadar yalnız bırakıldığımız, yetkililer tarafından yalnızlığa terkedildiğimiz duygusu hiçbir zaman bu kadar hissedilmemiş, bu kadar kabarmamıştı. Deprem bölgesinde bütün toplum, Hatay da, Maraş da, Adıyaman da aynı duyguyu yaşıyor.
Antakya’nın içinden geçerek Samandağ ilçesine vardım. Tamamen sessiz, karanlığa gömülmüş bir ortam vardı orada da. Hiçbir arama-kurtarma ekibi yoktu. Görüşebildiğimiz komşularımız “Devlet nerede? Devlet burada buharlaştı mı?” diyordu. İçecek su dahi yoktu. Birinci gece sabaha karşı iki AFAD ekibi geldi ilçeye.
İlk arama-kurtarma çalışmalarına biz de katıldık. Bir kadını kurtarmayı başardık. Sağlıkçı arkadaşımız “bir serum bağlamamız gerek” dedi, serum yok, AFAD ekibi benden kepçe istedi, ancak kırk dakikada bulabildik, saatler sürdü o kadını kurtarmamız. Yaklaşık 15 kişiydi iki AFAD ekibi ve üzerlerinde önlükten başka hiçbir şeyleri yoktu. Bir kürek dahi yoktu ellerinde. Ekip başıyla konuştum, “bakın” dedim, “binalardan hep sesler geliyor, dışarıda insanlar hep feryat figan”…
Bir oğul sesleniyordu içeriye o esnada, “AFAD ekibi geldi, sizi çıkaracağız” diye, içeriden de anne-babasının sesleri geliyordu. AFAD’ın ne kadar içi boş bir kurum olduğunu net olarak gördük bu süreçte. Ekipten arkadaşlar “biz buraya geldik ama, elimize bir şey vermediler, yurtdışından gelen ekiplerin ekipmanıyla çalışacaksınız dendi bize, burada bir muhatap da yok, bizi yönlendiren yok, ortalık yere bizi bırakıp gittiler” dedi.
Bir kadını hiç unutmayacağım. Yanımızdayken hüngür hüngür ağlamaya başladı bir anda, çünkü içeride kurtarılabileceklerini düşündüğü yakınları vardı, ama ekipman olmadığı için ekip bizden uzaklaşıp bir kenarda beklemeye başlamıştı, elleri kolları bağlıydı onların da. Bütün deprem bölgesindeki arama-kurtarma çalışmalarına, AFAD’ın yaklaşımına, iktidarın ve sarayın reflekslerine dair en tipik görüntüydü bu.
Biz hakikaten ölüme terkedildik burada, yurttaştaki duygu da böyle. Ben de sadece bir milletvekili olarak değil, depremde yakınlarını, arkadaşlarını yitirmiş bir insan olarak konuşuyorum. Bizler tarih boyunca bu toplumda “öteki” gibi görüldük. Ama bu kadar yalnız bırakıldığımız, yetkililer tarafından yalnızlığa terkedildiğimiz duygusu hiçbir zaman bu kadar hissedilmemiş, bu kadar kabarmamıştı. Deprem bölgesinde bütün toplum, Hatay da, Maraş da, Adıyaman da aynı duyguyu yaşıyor ve hissediyor. İlk iki gün devlet gerçekten hiç yoktu, birkaç gün sonra kolluk kuvvetlerini sokakta yoğun biçimde görmeye başladık.
Güvenlik kaygıları artınca mı çoğaldı sayıları?
Birçok afet bölgesinde hırsızlık, yağmalama olayları olur, burada da var, ama bunlarla ilgisi olmayanları da dahil eden bir sertlik gördük. Dışarıdan gelen çok sayıda asker-polis şu an sokakta dolaşıyor. Tabii ki hırsızlıkla mücadele etmek onların görevi. Zaten depremzedeler büyük acı içindeler, her evde bir cenaze var, çok büyük kayıplar söz konusu. Herkes dışarıda yatıyor, çadır da yok, fakat evini pek terketmiyor insanlar, en azından üç-beş parça eşyasını koruyabilsin, evi yağmalanmasın diye. Ama kolluk kuvveti toplumun bir kesimine oldukça sert davranıyor. Bunu kabul etmemiz mümkün değil, bu konuda uyarılarımızı da yaptık.
Ekipler geciktirildiği gibi, ekipmanları da geciktirildi. Ekip gelmiş mesela Hatay’a, ama ekipmanları ilin dışında tutulmuş, içeri alınmamış. Bu tür afetlerde insanları kurtarmak için saatler çok önemli. Çok canımızı kurtarabilirdik.
Depremzedeler güvenliğin sağlanmasını tabii ki istiyor, ama gerilimi sürekli artıran bir yönelimi de istemiyorlar. Buradaki hırsızlığı Suriyeliler yapıyormuş gibi bir algı yaratıldı. Fakat tek tek örneklere baktığımızda Suriyelisi de var, Türkiyelisi de var, başka şehirlerden gelenler de var. Bir kesim tarafından mülteciler işaret edilerek toplum yanlış bilgilendirildi ve yönlendirildi. Bu tür şehir efsaneleri hızla yayılıyor, fakat söylenen birçok vakanın dezenformasyon amaçlı, abartılı örnekler olduğunu da gördük, sosyal medyada çıkan bazı şeyleri teyit edemedik.
Bu tür söylentiler bir göç ettirme politikasına hizmet edecek kanaatindeyiz. Yurttaşları, depremzedeleri bu konuda uyarıyoruz: Lütfen hiç kimse evini barkını, yurdunu terketmeye kalkmasın. Elbette şu an en temel görevimiz insanları enkaz altından çıkarmak. Ama ikinci olarak, hasta, yaşlı ve çocuklar dışındaki herkes bu kenti yeniden imar etmek ve ayağa kaldırmak, yaşamı yeniden inşa etmek için burada kalsın. Şehir dışına göç tabii ki yaşandı, ama bunun bir kısmının geçici olduğunu düşünüyoruz. Bu göçü geriye döndürmek konusunda da adımlar atmalıyız.
İlk günden bu yana, arama-kurtarma seferberliğini nasıl görüyorsunuz? Bütün yardımların AFAD’da toplanması gerektiği söylendi, ama en çok göze çarpan da koordinasyon eksikliği…
Daha önce başka afet bölgelerine de gittim, ama ilk defa bir afette devletin kurumlarının boş ve işlevsiz olduğunu gördüm. Hiçbir zaman bu kadarını görmemiştim. AFAD da, Kızılay da içi bomboş kurumlara dönüştürüldü. Az da olsa kurumsallaşmış yapıların içinin AKP döneminde iyice boşaltıldığını, iş bilmeyen insanların kadrolara alındığını, ekipmana ve teçhizata yönelik hiçbir yatırımın yapılmadığını gördük. Hatırlarsanız, orman yangınlarında da böyleydi, yangınları söndürecek uçaklar yoktu.
Koca Hatay’da birkaç tane Kızılay ve AFAD çadırı var, bütün canlı yayın araçları onların önünde dizilmiş, habire yayın yapıyorlar. Henüz bu çadırların içine halk da doğru düzgün yerleştirilmedi, dışarıdan gelen kolluk kuvvetleri ya da kendi ekipleri yerleştirilmiş. Sokakta dolaşıyoruz, çok sayıda görevli var, ama kimse hiçbir şey yapmıyor. Ateş yakmışlar, yüzer kişilik gruplar halinde etrafında duruyorlar. Buraya yardım gönderdik, ekip gönderdik diye dezenformasyon yapıyor iktidar. Muhalefetin bu konuşmalarını ve değerlendirmelerini dezenformasyon olarak niteliyor ve eleştiriyor hükümet sözcüleri, oysa gerçekte bunu tam da kendileri yapıyor. Sahada bunu net olarak gözlemliyoruz.
Birinci gün zaten hiç yoklardı. İkinci gün sembolik düzeyde AFAD ekipleri geldi. Sağolsunlar, Türkiye’nin birçok yerinden belediyeler seferber oldu burayla dayanışmak için. Belediyelerden gelen arama-kurtarma ekipleri, örneğin İstanbul’dan gelenler, altı saat havalimanında bekletilmiş. Oysa ki en acil uçak bu insanlar için kaldırılmalıydı, normal yolcu uçakları durdurulmalıydı, arama-kurtarma ekiplerinin bölgeye intikali sağlanmalıydı, normal bir akıl böyle işler.
Ekipler geciktirildiği gibi, ekipmanları da geciktirildi. Ekip gelmiş mesela Hatay’a, ama ekipmanları ilin dışında tutulmuş, içeri alınmamış. Bu tür afetlerde insanları kurtarmak için saatler, özellikle ilk 72 saat çok önemli. Çok canımızı kurtarabilirdik. Gelen ekiplerin sayıca azlığını duyurmaya çalıştık, partimizin Ankara’daki temsilcileri aracılığıyla hükümetle de görüşmeler yapmaya çalıştık. Türkiye’nin her yerinde bir seferberlik ilan edilmeliydi. Depremin etkilediği alan çok geniş, öyle üç-beş ekiple, hele ki teçhizatı olmayan ekiplerle hiçbir canımızı kurtaramayız. Oysa biz kulaklarımızla duyuyorduk insanları, yardım çığlıklarını, canlı olduklarına dair belirtileri. Fakat kurtaramadık, çünkü ekip yoktu ve zaman geçti. İnanın, kurtarılanların yarısından fazlası da ailelerinin, çevre sakinlerinin, gönüllülerin mücadeleleriyle kurtarıldı.
Burada şunu çok net gördük: Eskiden de sorunlarımız vardı ama, liyakatsiz atamalar ve kadrolaşmalarla başta AFAD ve Kızılay olmak üzere kurumların içi iyice boşaltılmış, bunlar kartondan kurumlar haline gelmiş. Aynı zamanda şunu da gözlemledik: Yardımlar bilerek ve isteyerek yavaşlatıldı, ekipler bölgeye geç gönderildi. İktidar bilinçli bir şekilde sanki bu bölgede depremde ölenler ölüversin demiş gibi hissettirdiler bize. Herhangi bir yurttaşla konuşsanız sokakta, ekiplerin nasıl geciktirildiğini size anlatacaktır. Bu kadar açık, net, aleni bir şekilde, bu bölgede depremden etkilenen insanlar adeta ölüme terkedildi.
Şöyle bir açıklama duydum: “Depremin bu kadar büyük bir etki yarattığından haberdar değildik.” Uçan kuştan haberi olan iktidar, işine geldiğinde, bir sosyal devletin asla ağzına almayacağı sözleri söyleyebiliyor. Bu hükümetin iktidarda kalması şu an suçtur.
İnsanlar enkaz altından kurtarılabilecekken zamanında yeterli müdahale yapılmaması, izleyici kalınması, yardımların geç gönderilmesi, gıda ve çadır yardımının devlet tarafından hâlâ doğru düzgün ve sistematik şekilde sağlanmaması kabul edilebilir bir şey değildir ve bu hükümet derhal istifa etmelidir. Bu hükümet, saray rejimi, her şeyi tekeline alan bu tek adam rejimi, kurumların içini boşaltan, halka sadece zarar veren bu rejim derhal gitmek zorundadır.
2022’nin aralık ayındaki Kırıkhan depreminden sonra bir soru önergesi verdim. Jeoloji Mühendisleri Odası’nın 2021 raporunu referans göstererek “aradan bir sene geçti, Kırıkhan’da da bir deprem oldu, çok daha büyük bir deprem olabilir” demiştim. O raporda ne yazıldıysa onu, çok daha kötüsünü yaşadık.
Biraz önce de söyledim, sadece milletvekili olarak konuşmuyorum, bendeki ve herkesteki algı bilerek ve isteyerek ölüme terkedildiğimizdir. Deprem bölgesi, ağırlıklı olarak muhalif kesimlerin, yoğunlukla Alevilerin yaşadığı bir bölge. Tabii ki sadece bu kesim etkilendi demiyoruz, farklı kesimler de etkilendi. Antakya merkezde, başka yerlerde elbette farklı halklardan, inançlardan da insanlar yaşıyor. Ama çoğunluk, özellikle Hatay, Maraş, Adıyaman, Malatya hattında yaşayanlar sosyolojik olarak resmi ideolojinin etki edemediği bir halktır. Buradaki insanın hissiyatı tam olarak bu: Bizden kurtulmak istedi bu iktidar, bu sistem.
Gölcük depreminden biliyorum, o zaman çok daha hızlı bir seferberlik hali oluşabildi. Oraya dönük de pek çok eleştirimiz var, ama bütün eksikliklere rağmen insanların yaraları çok hızlı bir şekilde sarılmaya çalışılmıştı o zaman.
Depremin üzerinden on günden fazla zaman geçmesine, olumsuz hava koşullarına rağmen enkazlardan insanların hâlâ canlı çıkabildiğini görüyoruz. Öte yandan, bazı binalara hiç girilemediği halde, iktidarda enkazları hızla kaldırma telaşının başladığı görülüyor. Enkaz kaldırma çalışmalarında durum nasıl Hatay’da?
Evet, hâlâ yaşayanlar çıkıyor enkazlardan. Ama insanların, dilim varmıyor söylemeye ama, enkaz altında kalan cansız bedenleri çıkarması gerekiyor, bunu bekliyor aileler. Bilelim ki akrabalarımız, yakınlarımız, insanımız molozların içinde eriyip gitmesin, bir mezarları olsun –bu her insanın en doğal hakkı.
Arama-kurtarma ekipleri çok zayıf halde sahaya sürüldü ve sayıları da azdı. Deprem geniş bir bölgede oldu, evet ama, Türkiye’nin bütün iş makineleri bu bölgeye derhal intikal etmeliydi, her şey durmalıydı o anda. İlk üç-dört gün diğer şehirlerdeki her şeyi durdurup burası için seferber etmek lâzımdı. Böyle bir seferberlik olsaydı çok daha fazla insanımızı kurtarabilirdik, ama bunu yapmadılar, kurtarmak istemediler.
Şimdi yapılması gerekense, enkaz kaldırılırken ince bir çalışma yapmak, en azından insanların beden bütünlükleri bozulmadan mümkün olduğunca çıkarılabilmesi. Fakat ne yazık ki şimdi bu ince çalışma terkedilmiş. Yine çok az iş makinesi çalışıyor ve dümdüz giriyorlar binalara. Biraz önce Armutlu mahallesinde bir aile şunu anlattı bize: Yakınlarının sesini apartmandan ilk birkaç gün duymuşlar, birkaç kişi çıkarılmış, yeterince arama yapılmadığı için diğerleri içeride yaşamını kaybetmiş. Bir kişinin sadece gövdesi çıkmış, vücut bütünlüğü yok olmuş yani. Bu ayrıca kahredici bir şey.
Aileler için büyük travmalar yaratacak şeyler bunlar. Birincisi, yakınlarının bedenlerine cansız dahi olsa ulaşamamak, cenazelerini alamamak, molozların arasında kaybolup gitmeleri, ikincisi ise vücut bütünlüğü olmadan çıkarılmaları. Hâlâ ekipler yetersiz ve çok ekip gelmeli bu çalışma için. Enkazı kaldırma işine elbette geçilmeli, ama öncelikle bu kısım bitirilmeli.
Enkaz kaldırma ve ayakta duran binalardaki hasar tespiti işinde de çok büyük problem var. Enkazı insanlar altındayken kabaca çıkarmaya başladılar. Bu çok tehlikeli olmakla beraber, çökmemiş bazı evlerde de yetkililer bina için “az hasarlı” diye yazıyorlar. Bir sürü yeri çatlamış, duvarları patlamış binaya az hasarlı diyerek aileleri buraya sokan yetkililer bir bakıma kendi işlerini azaltmaya çalışıyorlar. Kendi yüklerini azaltırken o binaları yeni mezarlıklar haline getirdiklerinin farkında değiller. O az hasarlı dedikleri evler, şiddeti şimdi yaşadığımızdan daha düşük bile olsa yeni bir depremde yıkılacak. Burada şimdi insanların en temel sorunlarından biri bu konuda itiraz haklarını kullanabilmek, binalarıyla ilgili hakiki bir rapora ulaşabilmek.
Şunu da ekleyeyim: Tabii burada doğru düzgün bir internet, telefon erişimi olmadı. Arama-kurtarmanın ilk günlerinde, belediyelerin ekipleriyle görüştüğümüzde, deprem bölgelerine çok acil büyük jeneratörler ve seyyar baz istasyonları temin edilmesi gerektiğini söylemişlerdi. O esnada enkaz altındaki insanlar da arıyordu, ekiplerin birbiriyle diyalog kurmaları da gerekiyordu. Biz hemen bu çabaya girdik, bakanla görüşülmesini istedik, ama bu konuda en ufak bir adım atılmadı. Bu da içimizde kalan dertlerden biri ve ihmalin ne kadar katmerli olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda, bundan sonra umarız yaşanmaz ama, herhangi bir afette nelere dikkat edilmesi gerektiğini gösteriyor.
Şehir dışından çok sayıda arkadaşımız geldi, hâlâ ekipler gidip geliyor. Bizleri hiç yalnız bırakmadılar, toplumsal dayanışmayı ören herkese buradan da sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Biz tabii haber izleyemiyoruz, arkadaşlarımız söyledi, borsada inşaat sektörünün hisseleri patlama yapmış, insanlar yatırımını bu sektöre yöneltmiş. Biz burada can pazarındayken bizim üzerimizden borsada nasıl para kazanılır, bunun hesabına girilmiş.
Bu sistem içinde yaşanan hiçbir afet sadece “doğal afet” değildir, sistemin de afetidir aynı zamanda. Halk artık bu iktidarı görevinden almak zorundadır, başka çaremiz yok. Bir an önce bu tek adam rejiminden kurtulmalıyız.
Çok ev yıkıldı burada gerçekten. Bu evlerin yeniden yapılmasını, insanların hızlıca memleketlerine dönmesini biz de can-ı gönülden istiyoruz. Ama bu enkaz dururken, canlarımızı oradan almadan olmaz. Eğer burası yeniden inşa edilecekse, yurttaş mağdur edilmeden bu yapılmalı. Buranın bir deprem bölgesi olduğu bilinerek dayanıklı bir planlamanın çıkması lâzım.
Burayı beşli çetenin içindeki ya da yandaş inşaat gruplarına peşkeş çekmeye kalkmamalılar. AKP’nin hedeflerinden biri bu. Burayı peşkeş çekecekler ve gelişigüzel, kaba saba inşaatlara girişecekler. Bunu asla kabul etmeyiz. Düzgün, planlı, programlı, kentin tarihi dokusuna uygun, depreme dayanıklı evler inşa edilmeli.
Bunun yanında, biliyoruz ki hükümete uluslararası ölçekte çok ciddi yardım paraları akıyor. Ama bu iktidarın sicili o kadar kirli ki, sırf şu iki şeyi hatırlatmak isterim: Mavi Marmara olayında bile İsrail’in ödediği tazminatı ailelere vermediler, kendileri kullandılar. 15 Temmuz’da öldürülen askerlerin aileleriyle dayanışma yapıldı, Meclis’te defalarca gündem oldu, orada toplanan yardımlara da el konuldu ve asker ailelerine dağıtılmadı.
Şimdi gelen devasa yardım paralarını halkın, yakınlarını yitiren ailelerin yaralarını sarmak, canını kurtaran, ama evi yaşanmaz halde olanların yaşamlarını kaldıkları yerden devam etmelerini sağlamak için kullanmak normal şartlarda bir sosyal devletin en temel görevidir. Biz erken uyaracağız bu iktidarı. Yarın öbür gün “deprem paralarını halk için kullanmadınız, yediniz içtiniz” demeyeceğiz, şimdiden “yemeyin içmeyin, o paraları buraya harcayın” diyeceğiz. Bütün toplumsal ve siyasal muhalefetin önündeki en temel ödevlerden biri bu.
Yarın öbür gün evler inşa edildiğinde fahiş fiyatlarla satmaya kalkmasınlar, çünkü burada insanlar her şeyini kaybetti. Arabası olanın arabası enkaz altında kaldı, evler yıkıldı, aileler açıkta, işyeri kalmadı. O kadar büyük bir yıkım ki, bunu kalkıp yine depremzedenin sırtına yıkmak ikinci bir deprem etkisi yaratır. Bu gelen yardımlar başta olmak üzere devletin kendi olanaklarını da seferber ederek bu konunun uzmanlarıyla, ilgili meslek odalarıyla yakın bir çalışma yürütmesi çok önemli.
Japonya’dan bir gazete gelip bizimle röportaj yaptı, “Japonlardan talebiniz nedir” diye sordular. Ben de dedim ki, bilgilerinizi Türkiye’yle paylaşın. Türkiye Japonya gibi depremle mücadele edebilmiş ülkelerin deneyimlerinden faydalanmak zorunda. Üstünkörü, alelacele bir yeniden inşayı 21. yüzyılda kabul etmemiz mümkün değil. Bilimin, teknolojinin bu kadar geliştiği bu çağda yaşadığımız binaların hâlâ bize, koca kentlere, yüz binlerce insana –rakamları da yalan yanlış söyleyecekler– mezar olmasına müsaade etmemeliyiz. Daha yolun başındayız, hepimize çok büyük görev ve sorumluluklar düşüyor.
1999’da toplumsal dayanışma devlete rağmen hızla kurulabilmişti, şimdi bunun önünü tamamen kesmek, görünmez kılmak istiyorlar gibi bir durum var. HDP üzerinden toplanan yardımların deprem bölgesine gönderilmesi pek çok yerde kaymakam ve valiler eliyle engellendi, Pazarcık’ta özellikle köylere yardımları organize eden Hasankoca Koordinasyon Merkezi’ne kayyum atandı, Osmaniye’de TKP üyeleri AFAD yardımlarını çaldıkları suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu tablo size nasıl görünüyor?
Önce şunu belirtmeliyim, toplumsal dayanışma oldukça hızlı örgütlendi. İkinci günden itibaren pek çok yerde deprem koordinasyonları oluşturduk. İlk iki günde su ve gıdaya erişim tamamen toplumsal dayanışmayla gerçekleşti ve bu hâlâ böyle devam ediyor. AFAD hiçbir şeyi organize edemiyor. Mesela Samandağ’da kendiliğinden toplanma alanları oluştu, bunlar AFAD’ın önceden belirlediği yerler değildi. Yine de, yardımları bu merkezlere bir an önce dökelim, olsun bitsin gibi bir hava vardı AFAD ekiplerinde. Kaldı ki, yardıma ihtiyaç duyan kesimin yüzde beşini bile oluşturmuyordu oradakiler. Depremzedelerin yüzde 95’ine yardım ulaşmıyordu.
Köylere, mahallelere, arka mahallelere şu anda hâlâ yardımları ulaştıran yine dayanışma hareketlerinin kurduğu organizasyonlar. Bu da olmasaydı, düşünün, devlet sizi terketmiş, hiçbir konuda gelip yaranızı sarmıyor… Bu durumda toplumdan gelen destekler sizin için tutunacak bir dal oluyor. “Dayanışmayla yaşayabiliriz, her şey bitmedi, burada bir insanlık var, biz de yeniden hayatımızı kurabiliriz” umudunu yeşertti bu destekler. Susuzluğumuzu gidermedi sadece, sadece karnımızı doyurmadı, hem bunları karşıladı hem de bize bir umut kaynağı oldu.
Burada hangi yurttaşımızla konuşsanız şöyle söyleyecektir: Allah razı olsun bizi yalnız bırakmayanlardan ve bize destek olanlardan, ama bizi yalnız bırakan bu iktidarın da Allah bin kez belasını versin… Halktaki duygu bu. Şimdi iktidar, sınıfta kalmışlığının, beceriksizliğinin, kötü niyetinin üstünü örtmek için bazı yerlerde sembolik işler yaparak bunları bütün dünya basınına servis ediyor. Ama bunlar külliyen yalan, yanlış. Hâlâ devlet ve kurumları organize olabilmiş değil.
Pazarcık’taki koordinasyon merkezi bu toplumsal dayanışmanın en önemli örneklerinden biriydi. Sanıyorum yavaş yavaş bu toplumsal dayanışmanın önüne geçmek isteyecekler, böyle bir hissiyat bizde de mevcut. Buralara müdahale etmek, bu işleri tamamen AFAD’ın ve bu iktidarın tabelası altında sürdürmek isteyecekler. Fakat bunu asla beceremeyecekler, yapamayacaklar.
Bu toplumsal dayanışma ağlarına müdahale ederek bu iktidar, aslında depremden zarar gören halka bir kez daha zarar vermiş olacak. Sakın ola insanların tutunacak dalı olan, onlara moral kaynağı olan bu dayanışma ağlarını dağıtmaya kalkmasınlar. Biz de sonuna kadar mücadele edeceğiz.
İktidarın bu kadar yüksek şiddette bir deprem olacağını bilmediklerini söyleyerek savunmaya geçtiğini söylediniz. Oysa bunu yalanlayanlardan biri bizzat sizsiniz. 2018’den bu yana deprem ve afet olasılıklarına ilişkin çeşitli soru önergeleri ve kanun teklifleri verdiniz. Sonuncusu Aralık 2022’de verdiğiniz “Hatay’da meydana gelecek olası bir depreme karşı alınacak önlemlere ilişkin soru önergesi”. Burada bir Deprem Master Planı talep ediyor ve Jeoloji Mühendisleri Odası’nın Şubat 2021 tarihli raporuna dikkat çekiyordunuz. Ancak iktidar deprem öncesi için hiçbir çalışma yapmadığı gibi, olası bir depremin ardından ne yapabileceğini de hiç düşünmemiş gibi görünüyor. Sizi bu soru önergesini vermeye iten neydi?
Jeoloji Mühendisleri Odası’nın yayınladığı rapor ortadayken ve bu rapor ilgili birimlere ulaştırılmışken, kamuoyuyla paylaşılmışken iktidarın “biz bilmiyorduk” demesi tamamen AKP’nin bugüne kadarki bütün siyasi hatalarında “kandırıldık” demesi gibi bir şey. 2021’de Jeoloji Mühendisleri Odası Hatay’ın içinden geçen ve yaşayan fay hatlarını raporlamış, bu fay hatlarının 7’nin üzerindeki bir depreme müsait olduğunu yazmıştı. İkinci faktör olarak da alüvyon katmanı, kaymaya müsait toprağı işaret ediyordu.
Hatay’da yaşayan Arap Alevilerin bir harç görevi gördüğünü düşünüyoruz hep, böyle gördük, böyle yaşadık. Bu dokunun bozulması için bu iktidar depremi bir fırsat gibi değerlendirmeye kalkarsa, ki bu olasılık çok yüksek, tarihi bir hata yapar. Biz bu dokuyu korumak istiyoruz, buna mecburuz.
Bu rapordan sonra, 2022’nin aralık ayında, Kırıkhan’da bir deprem oldu, ben o depremden sonra bu soru önergesini verdim. Cevap almıyoruz bu soru önergelerine, buna da cevap almadım, bakan bir cevap vermedi. Bu soru önergeleriyle bizim amacımız iktidarın dikkatini çekmek, yetkilileri göreve davet etmek ve bunu kamuoyuyla paylaşmak, uyarıcı olmak. 2021’deki raporu referans göstererek “bakın, aradan bir sene geçti, Kırıkhan’da da bir deprem oldu, çok daha büyük bir deprem olabilir” demiştim. O raporda ne yazıldıysa onu, çok daha kötüsünü yaşadık.
Soru önergesinde AFAD’ı, böyle büyük bir depreme hazırlıkları olup olmadığını da sorduk. Bütçe görüşmeleri sırasında bakanlar, biliyorsunuz, kendi raporlarını açıklıyorlar bir bakıma. AFAD’ı ballandıra ballandıra anlattılar bize, ne kadar güçlüymüş, dev depremlere, doğal afetlere ne kadar hazırlıklıymış…
Tırnak içinde “doğal afet” diyorum, bu sistem içinde yaşanan hiçbir afet sadece “doğal afet” değildir, sistemin de afetidir aynı zamanda. Peki bu sadece AFAD’ın beceriksizliği mi? Yarın bütün suçu AFAD’ın üzerine atar bu iktidar. Çünkü tek adam rejimi kendini korumak için kendi kurumlarını feda edebilir. Yarın öbür gün AFAD yönetimini görevden alır, oldu bitti der. Ama AFAD’ı da, Kızılay’ı da bu hale getiren bu iktidarın kendisi.
Halk artık bu iktidarı görevinden almak zorundadır, başka çaremiz yok. Bu iktidar bizim başımızda durdukça, en ufak bir konuda dahi kendi yaralarımızı saracak bir kurumsallaşmanın varlığından söz etmek mümkün değil. Bir an önce bu tek adam rejiminden, kurumları liyakatsiz yandaşlarla dolduran bu rejimden kurtulmalıyız. Bakın hangi alana el atsanız beceriksiz kadrolar çıkıyor karşımıza. Bu, AKP’nin yirmi yıl boyunca bu ülkeye verdiği zararlar yumağının bir göstergesidir.
Peki, 2021’de Jeoloji Mühendisleri Odası’nın yayınladığı raporda yazılanları iktidar neden görmedi? “Aa, benim bu rapordan haberim yok” deme ihtimali yok. Bu rapor hem kendileriyle paylaşılmış hem de milletvekili sorumluluğu ile biz de bu raporu gözlerinin önüne getirmişiz. 2022’nin aralık ayında yaptık bunu, deprem 6 Şubat’ta oldu. Bu kadar açık ve net bir tablo var ortada. Bu, cinayete bilerek ve isteyerek göz yummaktır, önlem almamaktır, bunun tek kelimeyle anlamı budur. Her şeyi bilen iktidar bunu bilmiyorsa, derhal istifa etmelidir. Bunu bilmemek bile bir istifa gerekçesidir.
Az önce değindiğiniz gibi, Hatay’da bir toplumsal göç politikası söz konusu mu? “Hatay’daki demografik yapıyı değiştirmek istiyorlar” derken tam olarak kastedilen ne?
Hatay’ın bir kesiminin tarihsel ismi aslında Antakya’dır. Şimdi her ne kadar Antakya dediğimizde sadece bir ilçe sınırı gibi anlaşılsa da, Antakya bizim için Antakya’dır, Defne’dir, İskenderun’dur, Samandağ’dır, bu tarihsel mıntıkanın hepsini kapsayan bir tarihsel anlamı vardır bizim açımızdan. Pek çok medeniyete beşiklik etmiş bir memleket. Bütün medeniyetlerin burada izlerini görürsünüz. Üç semavi dinin yaşamış olduğu bir yerdir. Halen farklı halklardan ve inançlardan insanların kendi rengiyle, dokusuyla, kardeşçe yaşamayı başarabildiği, Türkiye ve dünyanın nadide yaşam alanlarından biridir. Antakya’nın kapılarında o tarihi dokunun kokusunu alırsınız. Habibi Neccar Camii 600 yıldır ayaktaydı, oralar da yıkıldı. Biliyorsunuz, Hatay’ın 1938’de dokuz aylık bir devlet olma dönemi var, o zamanın Hatay Meclisi yerle bir olmuş, taş taş üstünde kalmamış.
Hatay’daki demografik yapıyı değiştirmek için 1939’dan beri ideolojik olarak çok ciddi adımlar attı devlet. Mesela Hatay sınırları genişletildi ve büyütüldü, Adana’dan, Osmaniye’den ilçeler katıldı. Ama buna rağmen buradaki yerel doku kendisini korudu, sonradan katılan halklarla kardeşlik içinde yaşamayı başardı. Devletin provokasyonlarına ve ektiği nifak tohumlarına rağmen halkın aklı bunların üstünde oldu. Bizim için kıymetli olan bu. Türkiye’de ve dünyada az başarılabilmiş şeylerden birisidir.
Hatay’da yaşayan Arap Alevilerin hakikaten bir harç görevi gördüğünü düşünüyoruz hep, böyle gördük, böyle yaşadık. Bu dokunun bozulması için bu iktidar depremi bir fırsat gibi değerlendirmeye kalkarsa, ki bu olasılık çok yüksek, tarihi bir hata yapar. Biz bu dokuyu korumak istiyoruz, buna mecburuz.
Bugün buradaki toplumsal dayanışma, insanların birbirine sığınışı çok anlamlı ve önemli bir şey. Bugün Hatay’ı ziyaret eden HDP heyetiyle birlikte Samandağ’a gittik, önce kiliseyi ve Hıristiyan cemaatini ziyaret ettik. Ardından Vakıflı’ya, Türkiye’de kalan tek Ermeni köyüne gittik. Bakın, küçük bir kentin içine ne kadar çok halk sığmış, birbirlerinin yaralarını sarmaya çalışıyorlar. Çok ciddi bir birikim bu, çok ciddi bir derinliği ve zenginliği olan bir tarih. En çok üzüldüğümüz şey bu dokunun depremde sarsılmış olması, ama yok olduğunu söyleyemeyiz. Kenti yeniden bu mozaik haliyle, halkların bu yapısıyla inşa etmek istiyoruz. Bütün göç ettirme politikalarına rağmen kentimizi bırakmayacağız.
Depremde devlet yanımızda olmadı, yurttaşına sahip çıkmadı. Ama toplum birbirine sahip çıktı, Türkiye’nin ve dünyanın her yanından bir toplumsal dayanışma ağı örüldü. Bu dayanışma hâlâ devam ediyor, etmeli de. Çünkü kent o kadar geniş bir şekilde yıkılmış ki, kendini ayağa kaldırabilmesi için daha uzun bir süreye ihtiyacımız var.
Dayanışmamızı hiç eksik etmeyelim, unutmayalım deprem bölgesini, depremzedeleri. Bu toplumsal dayanışma bize gerçekten bir umut kaynağı, yaşamak için bir tutamak, bir dal oldu. Bunun için herkese çok müteşekkiriz. Dayanışma yaşatır. Bu dayanışmayı bundan sonra hakkımızı, hukukumuzu korumak için, kentimizi yeniden ayağa kaldırmak için de sürdürmemiz gerekiyor. Yaşamını kaybeden insan sayısı çok yüksek, evlerimizin çoğu yıkıldı, mahallelerimizin çoğu enkaza dönüştü, ama kentimizi yeniden yaratacağız, bu umudu hiç kaybetmeden bunu başarabiliriz.
Kaynak: birartıbir, Merve Erol, 18 Şubat 2023
Maraş-Hatay hattında 7 üzerinde bir büyüklükte deprem yaşanacağı yıllardır biliniyor, yüksek sesle söyleniyordu. Hatay’da doğup büyüyen, ailesi halen Samandağ’da yaşayan milletvekili Tülay Hatimoğulları’nın henüz iki ay önce, olası bir Hatay depremine ilişkin Maclis’te verdiği soru önergesi bunun ispatlarından biri. Hatimoğulları Jeoloji Mühendisleri Odası’nın 2021 raporuna dayandırdığı sorularına herhangi bir cevap alamamıştı. Depremin ilk gününde Hatay’a ulaşan HDP Adana milletvekili Hatimoğulları’nı dinliyoruz…
6 Şubat depremini haber aldığınızda neredeydiniz, ilk elde neler yaptınız?
Tülay Hatimoğulları: Ailem Hatay’da, Samandağ’da yaşıyor. Benim oradaki evim de Samandağ’da depremden en çok etkilenen mahallede bulunuyor. 6 Şubat’ta Ankara’daydım, deprem olunca hemen aradılar, haber daha televizyonlara düşmeden. Daha önce arama-kurtarma çalışmalarında, özellikle maden facialarında çalışmış arkadaşlarım var, hızlıca onlara haber verdim, sağlıkçı arkadaşların da eşliğiyle hemen yola koyulduk.
İnsanlar bir an önce ailelerine kavuşmak için harekete geçmişti, ölümcül kazalar vardı yollarda, bir korku filmi izliyor gibiydik. Hatay’a ancak akşam saatlerinde varabildik. Kent adeta terkedilmiş, karanlığa teslim olmuş gibiydi. Trafiği düzenleyen hiçbir görevli de yoktu. Ana yollarda çok derin çatlaklar oluşmuştu, insanlar mandalina sandıklarıyla işaretler oluşturmuştu kazaya sebebiyet vermemek için. Hemen yetkililerle görüştük, en azından trafik polislerini görevlendirsinler, yeni kazalar olmasın diye. Tabii Hatay’da kolluk kuvvetinden de çok insan hayatını kaybetti, onlar da göçük altında kaldılar. Ama şehir dışından bir katkının da gelmemiş olduğunu gördük ilk günün akşamı.
Antakya’nın içinden geçerek Samandağ ilçesine vardım. Tamamen sessiz, karanlığa gömülmüş bir ortam vardı orada da. Hiçbir arama-kurtarma ekibi yoktu. Görüşebildiğimiz komşularımız “Devlet nerede? Devlet burada buharlaştı mı?” diyordu. İçecek su dahi yoktu. Birinci gece sabaha karşı iki AFAD ekibi geldi ilçeye.
İlk arama-kurtarma çalışmalarına biz de katıldık. Bir kadını kurtarmayı başardık. Sağlıkçı arkadaşımız “bir serum bağlamamız gerek” dedi, serum yok, AFAD ekibi benden kepçe istedi, ancak kırk dakikada bulabildik, saatler sürdü o kadını kurtarmamız. Yaklaşık 15 kişiydi iki AFAD ekibi ve üzerlerinde önlükten başka hiçbir şeyleri yoktu. Bir kürek dahi yoktu ellerinde. Ekip başıyla konuştum, “bakın” dedim, “binalardan hep sesler geliyor, dışarıda insanlar hep feryat figan”…
Bir oğul sesleniyordu içeriye o esnada, “AFAD ekibi geldi, sizi çıkaracağız” diye, içeriden de anne-babasının sesleri geliyordu. AFAD’ın ne kadar içi boş bir kurum olduğunu net olarak gördük bu süreçte. Ekipten arkadaşlar “biz buraya geldik ama, elimize bir şey vermediler, yurtdışından gelen ekiplerin ekipmanıyla çalışacaksınız dendi bize, burada bir muhatap da yok, bizi yönlendiren yok, ortalık yere bizi bırakıp gittiler” dedi.
Bir kadını hiç unutmayacağım. Yanımızdayken hüngür hüngür ağlamaya başladı bir anda, çünkü içeride kurtarılabileceklerini düşündüğü yakınları vardı, ama ekipman olmadığı için ekip bizden uzaklaşıp bir kenarda beklemeye başlamıştı, elleri kolları bağlıydı onların da. Bütün deprem bölgesindeki arama-kurtarma çalışmalarına, AFAD’ın yaklaşımına, iktidarın ve sarayın reflekslerine dair en tipik görüntüydü bu.
Biz hakikaten ölüme terkedildik burada, yurttaştaki duygu da böyle. Ben de sadece bir milletvekili olarak değil, depremde yakınlarını, arkadaşlarını yitirmiş bir insan olarak konuşuyorum. Bizler tarih boyunca bu toplumda “öteki” gibi görüldük. Ama bu kadar yalnız bırakıldığımız, yetkililer tarafından yalnızlığa terkedildiğimiz duygusu hiçbir zaman bu kadar hissedilmemiş, bu kadar kabarmamıştı. Deprem bölgesinde bütün toplum, Hatay da, Maraş da, Adıyaman da aynı duyguyu yaşıyor ve hissediyor. İlk iki gün devlet gerçekten hiç yoktu, birkaç gün sonra kolluk kuvvetlerini sokakta yoğun biçimde görmeye başladık.
Güvenlik kaygıları artınca mı çoğaldı sayıları?
Birçok afet bölgesinde hırsızlık, yağmalama olayları olur, burada da var, ama bunlarla ilgisi olmayanları da dahil eden bir sertlik gördük. Dışarıdan gelen çok sayıda asker-polis şu an sokakta dolaşıyor. Tabii ki hırsızlıkla mücadele etmek onların görevi. Zaten depremzedeler büyük acı içindeler, her evde bir cenaze var, çok büyük kayıplar söz konusu. Herkes dışarıda yatıyor, çadır da yok, fakat evini pek terketmiyor insanlar, en azından üç-beş parça eşyasını koruyabilsin, evi yağmalanmasın diye. Ama kolluk kuvveti toplumun bir kesimine oldukça sert davranıyor. Bunu kabul etmemiz mümkün değil, bu konuda uyarılarımızı da yaptık.
Depremzedeler güvenliğin sağlanmasını tabii ki istiyor, ama gerilimi sürekli artıran bir yönelimi de istemiyorlar. Buradaki hırsızlığı Suriyeliler yapıyormuş gibi bir algı yaratıldı. Fakat tek tek örneklere baktığımızda Suriyelisi de var, Türkiyelisi de var, başka şehirlerden gelenler de var. Bir kesim tarafından mülteciler işaret edilerek toplum yanlış bilgilendirildi ve yönlendirildi. Bu tür şehir efsaneleri hızla yayılıyor, fakat söylenen birçok vakanın dezenformasyon amaçlı, abartılı örnekler olduğunu da gördük, sosyal medyada çıkan bazı şeyleri teyit edemedik.
Bu tür söylentiler bir göç ettirme politikasına hizmet edecek kanaatindeyiz. Yurttaşları, depremzedeleri bu konuda uyarıyoruz: Lütfen hiç kimse evini barkını, yurdunu terketmeye kalkmasın. Elbette şu an en temel görevimiz insanları enkaz altından çıkarmak. Ama ikinci olarak, hasta, yaşlı ve çocuklar dışındaki herkes bu kenti yeniden imar etmek ve ayağa kaldırmak, yaşamı yeniden inşa etmek için burada kalsın. Şehir dışına göç tabii ki yaşandı, ama bunun bir kısmının geçici olduğunu düşünüyoruz. Bu göçü geriye döndürmek konusunda da adımlar atmalıyız.
İlk günden bu yana, arama-kurtarma seferberliğini nasıl görüyorsunuz? Bütün yardımların AFAD’da toplanması gerektiği söylendi, ama en çok göze çarpan da koordinasyon eksikliği…
Daha önce başka afet bölgelerine de gittim, ama ilk defa bir afette devletin kurumlarının boş ve işlevsiz olduğunu gördüm. Hiçbir zaman bu kadarını görmemiştim. AFAD da, Kızılay da içi bomboş kurumlara dönüştürüldü. Az da olsa kurumsallaşmış yapıların içinin AKP döneminde iyice boşaltıldığını, iş bilmeyen insanların kadrolara alındığını, ekipmana ve teçhizata yönelik hiçbir yatırımın yapılmadığını gördük. Hatırlarsanız, orman yangınlarında da böyleydi, yangınları söndürecek uçaklar yoktu.
Koca Hatay’da birkaç tane Kızılay ve AFAD çadırı var, bütün canlı yayın araçları onların önünde dizilmiş, habire yayın yapıyorlar. Henüz bu çadırların içine halk da doğru düzgün yerleştirilmedi, dışarıdan gelen kolluk kuvvetleri ya da kendi ekipleri yerleştirilmiş. Sokakta dolaşıyoruz, çok sayıda görevli var, ama kimse hiçbir şey yapmıyor. Ateş yakmışlar, yüzer kişilik gruplar halinde etrafında duruyorlar. Buraya yardım gönderdik, ekip gönderdik diye dezenformasyon yapıyor iktidar. Muhalefetin bu konuşmalarını ve değerlendirmelerini dezenformasyon olarak niteliyor ve eleştiriyor hükümet sözcüleri, oysa gerçekte bunu tam da kendileri yapıyor. Sahada bunu net olarak gözlemliyoruz.
Birinci gün zaten hiç yoklardı. İkinci gün sembolik düzeyde AFAD ekipleri geldi. Sağolsunlar, Türkiye’nin birçok yerinden belediyeler seferber oldu burayla dayanışmak için. Belediyelerden gelen arama-kurtarma ekipleri, örneğin İstanbul’dan gelenler, altı saat havalimanında bekletilmiş. Oysa ki en acil uçak bu insanlar için kaldırılmalıydı, normal yolcu uçakları durdurulmalıydı, arama-kurtarma ekiplerinin bölgeye intikali sağlanmalıydı, normal bir akıl böyle işler.
Ekipler geciktirildiği gibi, ekipmanları da geciktirildi. Ekip gelmiş mesela Hatay’a, ama ekipmanları ilin dışında tutulmuş, içeri alınmamış. Bu tür afetlerde insanları kurtarmak için saatler, özellikle ilk 72 saat çok önemli. Çok canımızı kurtarabilirdik. Gelen ekiplerin sayıca azlığını duyurmaya çalıştık, partimizin Ankara’daki temsilcileri aracılığıyla hükümetle de görüşmeler yapmaya çalıştık. Türkiye’nin her yerinde bir seferberlik ilan edilmeliydi. Depremin etkilediği alan çok geniş, öyle üç-beş ekiple, hele ki teçhizatı olmayan ekiplerle hiçbir canımızı kurtaramayız. Oysa biz kulaklarımızla duyuyorduk insanları, yardım çığlıklarını, canlı olduklarına dair belirtileri. Fakat kurtaramadık, çünkü ekip yoktu ve zaman geçti. İnanın, kurtarılanların yarısından fazlası da ailelerinin, çevre sakinlerinin, gönüllülerin mücadeleleriyle kurtarıldı.
Burada şunu çok net gördük: Eskiden de sorunlarımız vardı ama, liyakatsiz atamalar ve kadrolaşmalarla başta AFAD ve Kızılay olmak üzere kurumların içi iyice boşaltılmış, bunlar kartondan kurumlar haline gelmiş. Aynı zamanda şunu da gözlemledik: Yardımlar bilerek ve isteyerek yavaşlatıldı, ekipler bölgeye geç gönderildi. İktidar bilinçli bir şekilde sanki bu bölgede depremde ölenler ölüversin demiş gibi hissettirdiler bize. Herhangi bir yurttaşla konuşsanız sokakta, ekiplerin nasıl geciktirildiğini size anlatacaktır. Bu kadar açık, net, aleni bir şekilde, bu bölgede depremden etkilenen insanlar adeta ölüme terkedildi.
Şöyle bir açıklama duydum: “Depremin bu kadar büyük bir etki yarattığından haberdar değildik.” Uçan kuştan haberi olan iktidar, işine geldiğinde, bir sosyal devletin asla ağzına almayacağı sözleri söyleyebiliyor. Bu hükümetin iktidarda kalması şu an suçtur.
İnsanlar enkaz altından kurtarılabilecekken zamanında yeterli müdahale yapılmaması, izleyici kalınması, yardımların geç gönderilmesi, gıda ve çadır yardımının devlet tarafından hâlâ doğru düzgün ve sistematik şekilde sağlanmaması kabul edilebilir bir şey değildir ve bu hükümet derhal istifa etmelidir. Bu hükümet, saray rejimi, her şeyi tekeline alan bu tek adam rejimi, kurumların içini boşaltan, halka sadece zarar veren bu rejim derhal gitmek zorundadır.
Biraz önce de söyledim, sadece milletvekili olarak konuşmuyorum, bendeki ve herkesteki algı bilerek ve isteyerek ölüme terkedildiğimizdir. Deprem bölgesi, ağırlıklı olarak muhalif kesimlerin, yoğunlukla Alevilerin yaşadığı bir bölge. Tabii ki sadece bu kesim etkilendi demiyoruz, farklı kesimler de etkilendi. Antakya merkezde, başka yerlerde elbette farklı halklardan, inançlardan da insanlar yaşıyor. Ama çoğunluk, özellikle Hatay, Maraş, Adıyaman, Malatya hattında yaşayanlar sosyolojik olarak resmi ideolojinin etki edemediği bir halktır. Buradaki insanın hissiyatı tam olarak bu: Bizden kurtulmak istedi bu iktidar, bu sistem.
Gölcük depreminden biliyorum, o zaman çok daha hızlı bir seferberlik hali oluşabildi. Oraya dönük de pek çok eleştirimiz var, ama bütün eksikliklere rağmen insanların yaraları çok hızlı bir şekilde sarılmaya çalışılmıştı o zaman.
Depremin üzerinden on günden fazla zaman geçmesine, olumsuz hava koşullarına rağmen enkazlardan insanların hâlâ canlı çıkabildiğini görüyoruz. Öte yandan, bazı binalara hiç girilemediği halde, iktidarda enkazları hızla kaldırma telaşının başladığı görülüyor. Enkaz kaldırma çalışmalarında durum nasıl Hatay’da?
Evet, hâlâ yaşayanlar çıkıyor enkazlardan. Ama insanların, dilim varmıyor söylemeye ama, enkaz altında kalan cansız bedenleri çıkarması gerekiyor, bunu bekliyor aileler. Bilelim ki akrabalarımız, yakınlarımız, insanımız molozların içinde eriyip gitmesin, bir mezarları olsun –bu her insanın en doğal hakkı.
Arama-kurtarma ekipleri çok zayıf halde sahaya sürüldü ve sayıları da azdı. Deprem geniş bir bölgede oldu, evet ama, Türkiye’nin bütün iş makineleri bu bölgeye derhal intikal etmeliydi, her şey durmalıydı o anda. İlk üç-dört gün diğer şehirlerdeki her şeyi durdurup burası için seferber etmek lâzımdı. Böyle bir seferberlik olsaydı çok daha fazla insanımızı kurtarabilirdik, ama bunu yapmadılar, kurtarmak istemediler.
Şimdi yapılması gerekense, enkaz kaldırılırken ince bir çalışma yapmak, en azından insanların beden bütünlükleri bozulmadan mümkün olduğunca çıkarılabilmesi. Fakat ne yazık ki şimdi bu ince çalışma terkedilmiş. Yine çok az iş makinesi çalışıyor ve dümdüz giriyorlar binalara. Biraz önce Armutlu mahallesinde bir aile şunu anlattı bize: Yakınlarının sesini apartmandan ilk birkaç gün duymuşlar, birkaç kişi çıkarılmış, yeterince arama yapılmadığı için diğerleri içeride yaşamını kaybetmiş. Bir kişinin sadece gövdesi çıkmış, vücut bütünlüğü yok olmuş yani. Bu ayrıca kahredici bir şey.
Aileler için büyük travmalar yaratacak şeyler bunlar. Birincisi, yakınlarının bedenlerine cansız dahi olsa ulaşamamak, cenazelerini alamamak, molozların arasında kaybolup gitmeleri, ikincisi ise vücut bütünlüğü olmadan çıkarılmaları. Hâlâ ekipler yetersiz ve çok ekip gelmeli bu çalışma için. Enkazı kaldırma işine elbette geçilmeli, ama öncelikle bu kısım bitirilmeli.
Enkaz kaldırma ve ayakta duran binalardaki hasar tespiti işinde de çok büyük problem var. Enkazı insanlar altındayken kabaca çıkarmaya başladılar. Bu çok tehlikeli olmakla beraber, çökmemiş bazı evlerde de yetkililer bina için “az hasarlı” diye yazıyorlar. Bir sürü yeri çatlamış, duvarları patlamış binaya az hasarlı diyerek aileleri buraya sokan yetkililer bir bakıma kendi işlerini azaltmaya çalışıyorlar. Kendi yüklerini azaltırken o binaları yeni mezarlıklar haline getirdiklerinin farkında değiller. O az hasarlı dedikleri evler, şiddeti şimdi yaşadığımızdan daha düşük bile olsa yeni bir depremde yıkılacak. Burada şimdi insanların en temel sorunlarından biri bu konuda itiraz haklarını kullanabilmek, binalarıyla ilgili hakiki bir rapora ulaşabilmek.
Şunu da ekleyeyim: Tabii burada doğru düzgün bir internet, telefon erişimi olmadı. Arama-kurtarmanın ilk günlerinde, belediyelerin ekipleriyle görüştüğümüzde, deprem bölgelerine çok acil büyük jeneratörler ve seyyar baz istasyonları temin edilmesi gerektiğini söylemişlerdi. O esnada enkaz altındaki insanlar da arıyordu, ekiplerin birbiriyle diyalog kurmaları da gerekiyordu. Biz hemen bu çabaya girdik, bakanla görüşülmesini istedik, ama bu konuda en ufak bir adım atılmadı. Bu da içimizde kalan dertlerden biri ve ihmalin ne kadar katmerli olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda, bundan sonra umarız yaşanmaz ama, herhangi bir afette nelere dikkat edilmesi gerektiğini gösteriyor.
Şehir dışından çok sayıda arkadaşımız geldi, hâlâ ekipler gidip geliyor. Bizleri hiç yalnız bırakmadılar, toplumsal dayanışmayı ören herkese buradan da sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Biz tabii haber izleyemiyoruz, arkadaşlarımız söyledi, borsada inşaat sektörünün hisseleri patlama yapmış, insanlar yatırımını bu sektöre yöneltmiş. Biz burada can pazarındayken bizim üzerimizden borsada nasıl para kazanılır, bunun hesabına girilmiş.
Çok ev yıkıldı burada gerçekten. Bu evlerin yeniden yapılmasını, insanların hızlıca memleketlerine dönmesini biz de can-ı gönülden istiyoruz. Ama bu enkaz dururken, canlarımızı oradan almadan olmaz. Eğer burası yeniden inşa edilecekse, yurttaş mağdur edilmeden bu yapılmalı. Buranın bir deprem bölgesi olduğu bilinerek dayanıklı bir planlamanın çıkması lâzım.
Burayı beşli çetenin içindeki ya da yandaş inşaat gruplarına peşkeş çekmeye kalkmamalılar. AKP’nin hedeflerinden biri bu. Burayı peşkeş çekecekler ve gelişigüzel, kaba saba inşaatlara girişecekler. Bunu asla kabul etmeyiz. Düzgün, planlı, programlı, kentin tarihi dokusuna uygun, depreme dayanıklı evler inşa edilmeli.
Bunun yanında, biliyoruz ki hükümete uluslararası ölçekte çok ciddi yardım paraları akıyor. Ama bu iktidarın sicili o kadar kirli ki, sırf şu iki şeyi hatırlatmak isterim: Mavi Marmara olayında bile İsrail’in ödediği tazminatı ailelere vermediler, kendileri kullandılar. 15 Temmuz’da öldürülen askerlerin aileleriyle dayanışma yapıldı, Meclis’te defalarca gündem oldu, orada toplanan yardımlara da el konuldu ve asker ailelerine dağıtılmadı.
Şimdi gelen devasa yardım paralarını halkın, yakınlarını yitiren ailelerin yaralarını sarmak, canını kurtaran, ama evi yaşanmaz halde olanların yaşamlarını kaldıkları yerden devam etmelerini sağlamak için kullanmak normal şartlarda bir sosyal devletin en temel görevidir. Biz erken uyaracağız bu iktidarı. Yarın öbür gün “deprem paralarını halk için kullanmadınız, yediniz içtiniz” demeyeceğiz, şimdiden “yemeyin içmeyin, o paraları buraya harcayın” diyeceğiz. Bütün toplumsal ve siyasal muhalefetin önündeki en temel ödevlerden biri bu.
Yarın öbür gün evler inşa edildiğinde fahiş fiyatlarla satmaya kalkmasınlar, çünkü burada insanlar her şeyini kaybetti. Arabası olanın arabası enkaz altında kaldı, evler yıkıldı, aileler açıkta, işyeri kalmadı. O kadar büyük bir yıkım ki, bunu kalkıp yine depremzedenin sırtına yıkmak ikinci bir deprem etkisi yaratır. Bu gelen yardımlar başta olmak üzere devletin kendi olanaklarını da seferber ederek bu konunun uzmanlarıyla, ilgili meslek odalarıyla yakın bir çalışma yürütmesi çok önemli.
Japonya’dan bir gazete gelip bizimle röportaj yaptı, “Japonlardan talebiniz nedir” diye sordular. Ben de dedim ki, bilgilerinizi Türkiye’yle paylaşın. Türkiye Japonya gibi depremle mücadele edebilmiş ülkelerin deneyimlerinden faydalanmak zorunda. Üstünkörü, alelacele bir yeniden inşayı 21. yüzyılda kabul etmemiz mümkün değil. Bilimin, teknolojinin bu kadar geliştiği bu çağda yaşadığımız binaların hâlâ bize, koca kentlere, yüz binlerce insana –rakamları da yalan yanlış söyleyecekler– mezar olmasına müsaade etmemeliyiz. Daha yolun başındayız, hepimize çok büyük görev ve sorumluluklar düşüyor.
1999’da toplumsal dayanışma devlete rağmen hızla kurulabilmişti, şimdi bunun önünü tamamen kesmek, görünmez kılmak istiyorlar gibi bir durum var. HDP üzerinden toplanan yardımların deprem bölgesine gönderilmesi pek çok yerde kaymakam ve valiler eliyle engellendi, Pazarcık’ta özellikle köylere yardımları organize eden Hasankoca Koordinasyon Merkezi’ne kayyum atandı, Osmaniye’de TKP üyeleri AFAD yardımlarını çaldıkları suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu tablo size nasıl görünüyor?
Önce şunu belirtmeliyim, toplumsal dayanışma oldukça hızlı örgütlendi. İkinci günden itibaren pek çok yerde deprem koordinasyonları oluşturduk. İlk iki günde su ve gıdaya erişim tamamen toplumsal dayanışmayla gerçekleşti ve bu hâlâ böyle devam ediyor. AFAD hiçbir şeyi organize edemiyor. Mesela Samandağ’da kendiliğinden toplanma alanları oluştu, bunlar AFAD’ın önceden belirlediği yerler değildi. Yine de, yardımları bu merkezlere bir an önce dökelim, olsun bitsin gibi bir hava vardı AFAD ekiplerinde. Kaldı ki, yardıma ihtiyaç duyan kesimin yüzde beşini bile oluşturmuyordu oradakiler. Depremzedelerin yüzde 95’ine yardım ulaşmıyordu.
Köylere, mahallelere, arka mahallelere şu anda hâlâ yardımları ulaştıran yine dayanışma hareketlerinin kurduğu organizasyonlar. Bu da olmasaydı, düşünün, devlet sizi terketmiş, hiçbir konuda gelip yaranızı sarmıyor… Bu durumda toplumdan gelen destekler sizin için tutunacak bir dal oluyor. “Dayanışmayla yaşayabiliriz, her şey bitmedi, burada bir insanlık var, biz de yeniden hayatımızı kurabiliriz” umudunu yeşertti bu destekler. Susuzluğumuzu gidermedi sadece, sadece karnımızı doyurmadı, hem bunları karşıladı hem de bize bir umut kaynağı oldu.
Burada hangi yurttaşımızla konuşsanız şöyle söyleyecektir: Allah razı olsun bizi yalnız bırakmayanlardan ve bize destek olanlardan, ama bizi yalnız bırakan bu iktidarın da Allah bin kez belasını versin… Halktaki duygu bu. Şimdi iktidar, sınıfta kalmışlığının, beceriksizliğinin, kötü niyetinin üstünü örtmek için bazı yerlerde sembolik işler yaparak bunları bütün dünya basınına servis ediyor. Ama bunlar külliyen yalan, yanlış. Hâlâ devlet ve kurumları organize olabilmiş değil.
Pazarcık’taki koordinasyon merkezi bu toplumsal dayanışmanın en önemli örneklerinden biriydi. Sanıyorum yavaş yavaş bu toplumsal dayanışmanın önüne geçmek isteyecekler, böyle bir hissiyat bizde de mevcut. Buralara müdahale etmek, bu işleri tamamen AFAD’ın ve bu iktidarın tabelası altında sürdürmek isteyecekler. Fakat bunu asla beceremeyecekler, yapamayacaklar.
Bu toplumsal dayanışma ağlarına müdahale ederek bu iktidar, aslında depremden zarar gören halka bir kez daha zarar vermiş olacak. Sakın ola insanların tutunacak dalı olan, onlara moral kaynağı olan bu dayanışma ağlarını dağıtmaya kalkmasınlar. Biz de sonuna kadar mücadele edeceğiz.
İktidarın bu kadar yüksek şiddette bir deprem olacağını bilmediklerini söyleyerek savunmaya geçtiğini söylediniz. Oysa bunu yalanlayanlardan biri bizzat sizsiniz. 2018’den bu yana deprem ve afet olasılıklarına ilişkin çeşitli soru önergeleri ve kanun teklifleri verdiniz. Sonuncusu Aralık 2022’de verdiğiniz “Hatay’da meydana gelecek olası bir depreme karşı alınacak önlemlere ilişkin soru önergesi”. Burada bir Deprem Master Planı talep ediyor ve Jeoloji Mühendisleri Odası’nın Şubat 2021 tarihli raporuna dikkat çekiyordunuz. Ancak iktidar deprem öncesi için hiçbir çalışma yapmadığı gibi, olası bir depremin ardından ne yapabileceğini de hiç düşünmemiş gibi görünüyor. Sizi bu soru önergesini vermeye iten neydi?
Jeoloji Mühendisleri Odası’nın yayınladığı rapor ortadayken ve bu rapor ilgili birimlere ulaştırılmışken, kamuoyuyla paylaşılmışken iktidarın “biz bilmiyorduk” demesi tamamen AKP’nin bugüne kadarki bütün siyasi hatalarında “kandırıldık” demesi gibi bir şey. 2021’de Jeoloji Mühendisleri Odası Hatay’ın içinden geçen ve yaşayan fay hatlarını raporlamış, bu fay hatlarının 7’nin üzerindeki bir depreme müsait olduğunu yazmıştı. İkinci faktör olarak da alüvyon katmanı, kaymaya müsait toprağı işaret ediyordu.
Bu rapordan sonra, 2022’nin aralık ayında, Kırıkhan’da bir deprem oldu, ben o depremden sonra bu soru önergesini verdim. Cevap almıyoruz bu soru önergelerine, buna da cevap almadım, bakan bir cevap vermedi. Bu soru önergeleriyle bizim amacımız iktidarın dikkatini çekmek, yetkilileri göreve davet etmek ve bunu kamuoyuyla paylaşmak, uyarıcı olmak. 2021’deki raporu referans göstererek “bakın, aradan bir sene geçti, Kırıkhan’da da bir deprem oldu, çok daha büyük bir deprem olabilir” demiştim. O raporda ne yazıldıysa onu, çok daha kötüsünü yaşadık.
Soru önergesinde AFAD’ı, böyle büyük bir depreme hazırlıkları olup olmadığını da sorduk. Bütçe görüşmeleri sırasında bakanlar, biliyorsunuz, kendi raporlarını açıklıyorlar bir bakıma. AFAD’ı ballandıra ballandıra anlattılar bize, ne kadar güçlüymüş, dev depremlere, doğal afetlere ne kadar hazırlıklıymış…
Tırnak içinde “doğal afet” diyorum, bu sistem içinde yaşanan hiçbir afet sadece “doğal afet” değildir, sistemin de afetidir aynı zamanda. Peki bu sadece AFAD’ın beceriksizliği mi? Yarın bütün suçu AFAD’ın üzerine atar bu iktidar. Çünkü tek adam rejimi kendini korumak için kendi kurumlarını feda edebilir. Yarın öbür gün AFAD yönetimini görevden alır, oldu bitti der. Ama AFAD’ı da, Kızılay’ı da bu hale getiren bu iktidarın kendisi.
Halk artık bu iktidarı görevinden almak zorundadır, başka çaremiz yok. Bu iktidar bizim başımızda durdukça, en ufak bir konuda dahi kendi yaralarımızı saracak bir kurumsallaşmanın varlığından söz etmek mümkün değil. Bir an önce bu tek adam rejiminden, kurumları liyakatsiz yandaşlarla dolduran bu rejimden kurtulmalıyız. Bakın hangi alana el atsanız beceriksiz kadrolar çıkıyor karşımıza. Bu, AKP’nin yirmi yıl boyunca bu ülkeye verdiği zararlar yumağının bir göstergesidir.
Peki, 2021’de Jeoloji Mühendisleri Odası’nın yayınladığı raporda yazılanları iktidar neden görmedi? “Aa, benim bu rapordan haberim yok” deme ihtimali yok. Bu rapor hem kendileriyle paylaşılmış hem de milletvekili sorumluluğu ile biz de bu raporu gözlerinin önüne getirmişiz. 2022’nin aralık ayında yaptık bunu, deprem 6 Şubat’ta oldu. Bu kadar açık ve net bir tablo var ortada. Bu, cinayete bilerek ve isteyerek göz yummaktır, önlem almamaktır, bunun tek kelimeyle anlamı budur. Her şeyi bilen iktidar bunu bilmiyorsa, derhal istifa etmelidir. Bunu bilmemek bile bir istifa gerekçesidir.
Az önce değindiğiniz gibi, Hatay’da bir toplumsal göç politikası söz konusu mu? “Hatay’daki demografik yapıyı değiştirmek istiyorlar” derken tam olarak kastedilen ne?
Hatay’ın bir kesiminin tarihsel ismi aslında Antakya’dır. Şimdi her ne kadar Antakya dediğimizde sadece bir ilçe sınırı gibi anlaşılsa da, Antakya bizim için Antakya’dır, Defne’dir, İskenderun’dur, Samandağ’dır, bu tarihsel mıntıkanın hepsini kapsayan bir tarihsel anlamı vardır bizim açımızdan. Pek çok medeniyete beşiklik etmiş bir memleket. Bütün medeniyetlerin burada izlerini görürsünüz. Üç semavi dinin yaşamış olduğu bir yerdir. Halen farklı halklardan ve inançlardan insanların kendi rengiyle, dokusuyla, kardeşçe yaşamayı başarabildiği, Türkiye ve dünyanın nadide yaşam alanlarından biridir. Antakya’nın kapılarında o tarihi dokunun kokusunu alırsınız. Habibi Neccar Camii 600 yıldır ayaktaydı, oralar da yıkıldı. Biliyorsunuz, Hatay’ın 1938’de dokuz aylık bir devlet olma dönemi var, o zamanın Hatay Meclisi yerle bir olmuş, taş taş üstünde kalmamış.
Hatay’daki demografik yapıyı değiştirmek için 1939’dan beri ideolojik olarak çok ciddi adımlar attı devlet. Mesela Hatay sınırları genişletildi ve büyütüldü, Adana’dan, Osmaniye’den ilçeler katıldı. Ama buna rağmen buradaki yerel doku kendisini korudu, sonradan katılan halklarla kardeşlik içinde yaşamayı başardı. Devletin provokasyonlarına ve ektiği nifak tohumlarına rağmen halkın aklı bunların üstünde oldu. Bizim için kıymetli olan bu. Türkiye’de ve dünyada az başarılabilmiş şeylerden birisidir.
Hatay’da yaşayan Arap Alevilerin hakikaten bir harç görevi gördüğünü düşünüyoruz hep, böyle gördük, böyle yaşadık. Bu dokunun bozulması için bu iktidar depremi bir fırsat gibi değerlendirmeye kalkarsa, ki bu olasılık çok yüksek, tarihi bir hata yapar. Biz bu dokuyu korumak istiyoruz, buna mecburuz.
Bugün buradaki toplumsal dayanışma, insanların birbirine sığınışı çok anlamlı ve önemli bir şey. Bugün Hatay’ı ziyaret eden HDP heyetiyle birlikte Samandağ’a gittik, önce kiliseyi ve Hıristiyan cemaatini ziyaret ettik. Ardından Vakıflı’ya, Türkiye’de kalan tek Ermeni köyüne gittik. Bakın, küçük bir kentin içine ne kadar çok halk sığmış, birbirlerinin yaralarını sarmaya çalışıyorlar. Çok ciddi bir birikim bu, çok ciddi bir derinliği ve zenginliği olan bir tarih. En çok üzüldüğümüz şey bu dokunun depremde sarsılmış olması, ama yok olduğunu söyleyemeyiz. Kenti yeniden bu mozaik haliyle, halkların bu yapısıyla inşa etmek istiyoruz. Bütün göç ettirme politikalarına rağmen kentimizi bırakmayacağız.
Depremde devlet yanımızda olmadı, yurttaşına sahip çıkmadı. Ama toplum birbirine sahip çıktı, Türkiye’nin ve dünyanın her yanından bir toplumsal dayanışma ağı örüldü. Bu dayanışma hâlâ devam ediyor, etmeli de. Çünkü kent o kadar geniş bir şekilde yıkılmış ki, kendini ayağa kaldırabilmesi için daha uzun bir süreye ihtiyacımız var.
Dayanışmamızı hiç eksik etmeyelim, unutmayalım deprem bölgesini, depremzedeleri. Bu toplumsal dayanışma bize gerçekten bir umut kaynağı, yaşamak için bir tutamak, bir dal oldu. Bunun için herkese çok müteşekkiriz. Dayanışma yaşatır. Bu dayanışmayı bundan sonra hakkımızı, hukukumuzu korumak için, kentimizi yeniden ayağa kaldırmak için de sürdürmemiz gerekiyor. Yaşamını kaybeden insan sayısı çok yüksek, evlerimizin çoğu yıkıldı, mahallelerimizin çoğu enkaza dönüştü, ama kentimizi yeniden yaratacağız, bu umudu hiç kaybetmeden bunu başarabiliriz.
Paylaş: