Pennsylvania State Üniversitesi’nde çalışan Profesör Lior Sternfeld çalışma alanından bahsederken şöyle diyor: “İran’daki Yahudiler üzerine çalışıyorum dediğim zaman ilk gelen soru, ‘İran’da Yahudi mi var?‘ oluyor. ‘Tabi ki var, hem de uzun bir tarihleri var,’ dediğimdeyse Talmud’da zamanını araştırdığım sanılıyor.”
4 Nisan 2019’da Tufts Üniversitesi’ndeki konuşmasında Sternfeld “İran ve Siyon Arasında” adlı yeni kitabından ve araştırma sürecinden bahsetti. Odağı 20. ve 21. yüzyıl olan Sternfeld, önce bugün İran’daki Yahudi toplumunun boyutunu incelemekle başladı. Sayılar tartışmalı olmasına rağmen nüfusun 25 bin ile 35 bin arasında olduğu tahmin ediliyor. Yahudi toplumu, resmi nüfus sayımı ve devletin azınlıklarla çalışan kurumları genelde farklı sayılar kullanıyor. Nüfusun yarısı kadarı Tahran’da yaşarken, 7 bin kadar kişi Şiraz’da, geri kalanı da Hamadan ve İsfahan’da yaşıyor. Başka şehirlerde ve kırsal yerlerde “20 aile” gibi sayılar ortaya atılsa da Sternfeld bu sayılara şüpheyle bakıyor. Eskiden Yahudi nüfusun büyük olduğu Yazd, Tebriz, Nahavand gibi şehirlerde faal sinagog olmadığından Yahudi varlığının ne kadar devam ettiği, kaç kişi olduğunu doğrulamak neredeyse imkânsız.
Birçok İran Yahudisi aile tarihlerine Babil sürgünüyle başlıyor ve 2700 senedir İran’da yerleşik olduklarını anlatıyor. İran Yahudi tarihi yazılırken de hep bu şekilde tek, düz bir hikâye olarak çiziliyor ancak Sternfeld’e göre bu çerçeve İran Yahudileri’nin zengin tarihini küçümseyen ve basitleştiren bir bakış. Kendi kitabı dışında 20. yüzyıla ulaşan yalnız bir İran Yahudi tarihi kitabı var. Bu toplumun liderlerinden olan Habib Levy’nin meşhur İran Yahudileri tarihi kitabı üç kısımda bu 2700 seneyi anlatmaya çalışıyor. 1961 yılında yazılan kitap İran tarihinin en önemli olaylarından biri olan 1979 devrimini kapsamıyor.
İran Yahudilerinin kendi tarihlerine bakışı devrimden sonra hızlı bir değişime girdi. Toplumun büyük bölümü ABD’ye taşındı ve varılan çoğunlukla Aşkenaz Yahudi topluma entegre olmaya başladılar. Bu süreçte İran’daki tecrübelerini de Aşkenaz/Avrupa Yahudi deneyiminin terimleriyle anlamaya ve anlatmaya başladılar. Yahudi mahallesi (Farsça’da da mahalle) İngilizce anlatırken Yahudi ghettosu oldu. Sternfeld’e göre bu kelime değişimi sadece bir İngilizceye geçiş değil, anlamı değiştiren siyasal bir seçim; çünkü İran Yahudileri zorla bir bölgeye kapatılmamıştı. Yaşadıkları yere ghetto demek tecrübeyi yabancı bir kavramla yeniden yaratıyordu. Benzer bir durum ayaklamalar ve kavgaların “pogrom” olarak adlandırılmasında da oluyor. Aslında Doğu Avrupa’daki pogromlarla hiçbir benzerliği olmayan karmaşa dönemleri yıllar sonra pogrom olarak tekrar yaratılıyor. İran deneyimini bu Aşkenaz terimlerle anlatmak gerçeği açıklamaktan çok değiştiriyor.
İran Yahudi tarihini araştırırken ortaya çıkan bir başka sorun, Yahudi anaakım medya ve akademide İran’a ve genel olarak Doğu Yahudilerine olan ilgisizlik. Bugün nüfusunun yarısı Ortadoğu ve Kuzey Afrika kökenli olan İsrail’de okullardaki tarih kitapları bölgeye hiç zaman ayırmıyor. İsrailli sanatçı Meir Gal’ın “400’de 9: Batı ve Diğerleri” adlı çalışmasında bu sorunu gözler önüne seriyor. Bir lise tarih kitabını Ortadoğu’yu anlatan bölümden havaya kaldırıyor: 400 sayfada yalnız 9 sayfa. Akademide de ortam çok daha zengin değil. WorldCat gibi geniş bir araştırma ağında bile “Yirminci yüzyıl, İran, Yahudi” kelimeleriyle arama yapınca sadece 31 sonuç çıkıyor. Bunlardan yalnızca Habib Levy’nin kitabı tarihle ilgili. Aynı şekilde “Yirminci yüzyıl, Mısır, Yahudi” diye arayınca 105, Irak için 122, Çin için 154, ABD için 1500, Almanya için ise 2800 sonuç çıkıyor. Kısacası İran Yahudileri ile ilgili sığ bir anlayış var.
Bu sığ anlayışa göre modern İran Yahudi tarihi şöyle özetleniyor: kendilerini İranlı olarak gördüler ama siyasetten uzak durdular. İran kültürünü hep önemsediler, Nevruz’u kutladılar. Pehlevi döneminde rahattılar. Çok Siyonist bir toplumdu ve bu fikir Şah’la İsrail arasındaki ilişkiden kuvvet aldı. İran’da Yahudi tarihi 1979 İslamcı Devrim’le bitti. Tahmin edileceği gibi bu anlatım hatalarla dolu. Yahudiler siyasetten hiç de uzak değildiler. 1948’e kadar Ortadoğu’nun çoğu ülkesinde Yahudiler siyasi hayata entegre olmuştu. Irak’ta olduğu gibi İran’da da Yahudiler Komünist Parti’nin sıkı destekçileri olmuştu. İran bağlamında Siyonizm Batı’daki, Doğu Avrupa’daki anlayıştan farklıydı. İran’da Siyonist olmak ne demekti, bunu anlamadan, bu tarih yazılamaz. Ve tabii ki, Devrim’den sonra İran Yahudi tarihi devam etti.
Siyonizm Doğu Avrupalı Yahudilerin deneyiminden doğmuştu ve güvenli yaşam vadediyordu. Siyonizm “Avrupa’nın dışında tam Avrupalılık” için bir plandı. Doğdukları yerde tam vatandaş olamayan Yahudiler kendi modern ülkelerinde Avrupalı gibi yaşayacaklardı. Bu hayale katılan çoğu Yahudi dindar değildi, “Tanrı’ya inanmıyoruz ama Tanrı bize bu toprağı vadetti” anlayışı Avrupa’daki Siyonist entelektüeller arasında yaygındı. Siyonist liderler bağımsız Yahudi devleti vizyonlarında Doğu Yahudilerini hesaba katmamıştı. Hayalleri “Avrupalı” bir Yahudi varlığıydı. Avrupa Yahudilerinin yaşadığı laikleşme süreci Doğu’da gerçekleşmemişti. Ortadoğu Yahudileri azar azar Kutsal Topraklar olarak gördükleri yere taşınıyorlardı ama onlar için bu aynı ülke içinde hareket etmekti. Osmanlıya bağlı Yemen’den veya Irak’tan yine Osmanlı’ya bağlı Yeruşalayim’e gidiyorlardı.
İran’da Siyonizm fikri ilk 1917’de Balfur Deklarasyonu’yla ortaya çıktı. Kendi kendini yönetme fikri Yahudilere çekici geldi ancak 1925’te Şah Rıza Pehlevi’nin başa gelmesiyle dinden çok İranlı kimliğinin öne çıktığı bir vizyon yayılmaya başladı ve bu Yahudilerin daha çok ilgisini çekti. Pehlevi döneminde Yahudilere ayrımcılık yapan birçok yasa kaldırıldı ve Yahudiler yasa önünde eşitlik elde etti. Bu durum Yahudileri İran’a geri bağladı ve Siyonizm küçük bir yeraltı hareketi olarak varlığını sürdürdü.
1930’larda İran Meclisi’ndeki Yahudi temsilcisi Shmuel Haim toplumunun genel fikrini anlatırken hem Siyonizm hem de İran’a sadakatin altını çizdi. Siyonizm bizim için genelde pozitif bir fikir fakat önceliğimiz İran’daki hayatımız olmalı. Siyasi hayata katılmalı ve hakkımızı aramalıyız. Pehlevi ile Yahudi toplumu arasında ilişkiler kötüleşince Haim uydurma sebeplerden idam edildi ve açığa çıkan Siyonist aktivite tekrar yasaklandı ve yeraltına döndü.
İkinci Dünya Savaşı durumu bir daha değiştirdi. Bu dönemde Sovyetler ve İngiltere İran’ı işgal etti ve Şah’ı kovup oğlunu tahta oturttular. Nazilerden kaçan bir grup Polonya Yahudisi bu sırada İran’a yerleşti ve birçok Siyonist örgüt bu Polonyalılara hizmet etmek için İran’da ofis açtı. Avrupa’daki olayları ve oradan kaçan Yahudileri görmek İran Yahudilerini Siyonizm’e yaklaştırdı.
Ama aynı zamanda İran Yahudileri siyasi evlerini Tudeh’te yani İran Komünist Partisi’nde buldular. Bunun sebebi İran Yahudilerinin komünist ideolojiye bağlılığı veya sınıf analizi konusundaki bilgilerinden çok faşistlere olan karşıtlık ve “Yahudi” olarak aşağılanmadan bu partide yer bulabilmekti. Sternfeld’in konuştuğu eski bir Tudeh üyesi, Yahudi üyeliğinden dolayı hapse atılana kadar Marx’la ilgili bir şey bilmediğini söyledi. Ancak Qasr hapishanesine girdikten sonra, oradaki üniversite gibi ortamda Marksizm’i öğrenmişti. Bu kişiye göre, başka her yerde ona “Juhud” diyorlardı. Türkçe’ye “Çıfıt” olarak geçen bu kelime Farsça’da Yahudileri aşağılamak için kullanılan bir küfür. Tudeh ona “juhud” denmeyen tek yerdi.
Aynı anda Yahudi toplumu Bene Âdem ve Nisan adlarında iki komünist gazete yayımlıyordu. Resmi Tudeh gazeteleri yasaklı olduğu için geniş toplumdaki komünistler de bu gazeteleri okuyordu. Bu gazetelerle şehirler ve kırsal kesim arasında haber alışverişi oluyordu ve dünya Yahudi toplumlarında da devrimci haberler yapılıyordu. Sternfeld örnek olarak “Romanya Yahudileri Sosyalizm’le Kurtuldu” gibi manşetlerden bahsetti. Bu dönemde ana-akım Siyonizm de sosyalist olduğundan İran Yahudilerinin Siyonizm’iyle komünizmi arasında bir çelişki yoktu. Bir de anti-emperyalizm ve Sovyet/İngiliz işgaline olan karşıtlık hesaba katıldığında birçok kişinin kendini çelişkisiz olarak “İran milliyetçisi, Siyonist, komünist” olarak tanımladığı görülüyordu. İran komünistleri genel olarak İsrail’deki Kibbutz hareketini çok etkiliyici buluyor ve bir model olarak görüyordu.
Holokost’tan sonra Siyonist hareket ilk kez doğu Yahudilerini vizyonuna katmaya başladı. Bunun sebebi Holokost’ta kaybedilen 6 milyondu. Bu nüfus ortadan kalkınca kurulacak ülkenin nüfusu için başka Yahudiler bulma ihtiyacı hissedildi ve o zaman Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki 1 milyon kadar Yahudi göz önüne alındı. İsrail’in kurulmasıyla birçok Arap ülkelerinden Yahudiler toplu olarak kovuldu. Yemen, Libya, Irak, Tunus, Suudi Arabistan’dan Yahudiler 1948’den 1960lara kadar tamamen İsrail’e taşındı. İran’daysa Yahudiler açık olarak Siyonizm’i destekleyebiliyordu ve geniş toplum ve devlet de İsrail’e sempati besliyordu. Habib Levy çoğu Yahudi gencin Siyonist gruplar yerine Tudeh’e katılmayı tercih ettiğinden şikâyet etmişti.
Türkiye’de de olduğu gibi, İran’dan İsrail’e önce en fakir kesim taşındı. Aktif Siyonist gruplara katılanlar dahi İsrail’in kuruluşunu destekleseler de İsrail’e taşınmak istemediler. İran’dan aliya yapıp sonra İran’a geri dönen çok oldu. Avrupa’dan veya Arap ülkelerinden mecbur olarak gidenlerin aksine İranlı Yahudiler yerlerinden memnundu. Tel Aviv ve Tahran arasında haftada 18 uçuş vardı. Gidip kalmaya veya İran’ı unutmaya ihtiyaç yoktu ve İran’daki rahatlığı hatırladıkça insanlar geri dönmek istiyordu. Strenfeld’e göre gidenlerin gönderdiği mektuplar İran Yahudilerinin Siyonizm’e olan desteğini baltalıyordu çünkü mektuplarda hep İsrail’in zor şartlarından ve İranlı olarak çektikleri ayrımcılıktan bahsediyorlardı. Doğru dürüst gıda bulmak bile bir sorundu. İran da ise genel olarak rahat bir hayat vardı. Verdiği bir örnekte, Nahavand kentinden taşınan bir Yahudi ancak yeğeni evlenince ailesinin taşınmasını salık veriyor. Bahsedilen yeğen 1 yaşında.
Yahudilerin ne kadar İranlı kimliğine bağlı olduğunu anlatırken Sternfeld, Elya Esakian adlı bir cemaat liderinden alıntı yaptı. Esakian “İran vatanım, Yeruşalayim Kıble’m” diyor ve buradaki kelime seçimi İran kültürüne olan entegrasyonunu açıklıyor. Yahudi dinsel merkezi için Kıble demesi, Farsça’da da olan vatan kelimesini kullanması ne kadar yerli olduğunun göstergesi. Yerli olarak Yahudiler 70’lerde de siyasi katılıma devam ediyor. 1975 yılında iki Yahudi Tudeh aktivisti, Yahudi toplumu kuruluşlarını devrimci yönetime almak için çalışmaya başlıyor. Hızlıca tüm kurumları ve yönetim kurulunu seçimle gelen komünistler dolduruyor. Yahudi toplumunun yeni gazetesi Tamuz devrimci bir çizgiden ilerliyor ve İran’da Yahudiler için Pehlevisiz bir gelecek hayal ediyor. Bu sırada Pehlevi Yahudi toplumuna ne kadar iyi davranmaya çalışsa da hareketleri genel olarak antisemit bir fikirden doğuyor. Şah, Yahudilerin Batı devletlerini ve dünyayı kontrol ettiğine kafayı takmış durumda ve bu nedenle İran Yahudilerini önemli bir müttefik olarak görüyor. Sternfeld buna örnek olarak Pehlevi’nin Amerikan televizyonunda verdiği bir mülakatı anlatıyor. Bu fikrini açıklayan Pehlevi’ye röportajı yapan gazeteci Pehlevi’nin antisemit olduğunu söylüyor. Şah ise gazeteciye “Sen Yahudi misin?” diye soruyor. Evet diyen gazeteciye Pehlevi sonra art arda editörünün, kanal başkanının, New York Times editörünün, Beyaz Saray Milli Güvenlik Danışmanı’nın da Yahudi olup olmadığını soruyor. Hepsi Yahudi olduğuna göre haklı olduğunu söylüyor.
Yahudiler, devrime yaklaşırken genel olarak Pehlevisiz gelecek fikrine sıcak bakıyorlar. Mesela 1978’deki kanlı bir Şah karşıtı 40 bin kişilik bir protestoya 12 bin Yahudi katılıyor. Bu dönemde Pehlevi Yahudi kurumlarına devletin karışmamasını sağlıyor. Bundan dolayı protestolarda devrim boyunca yaralanan herkes Tahran Sapir Yahudi Hastanesi’ne getiriliyor çünkü diğer tüm hastanelerde istihbarat ajansı SAVAK’ın ajanları protestocuları bekliyor. Bu şekilde Yahudi hastanesi devrimcilerin kurtarıcısı oluyor. Devrimden sonraki İslamcı hükümet bile hastanenin devrime katkısını kutluyor ve bu hastane millileştirilmeyen nadir kurumlardan biri oluyor.
Hatta devrimden hemen sonra, Nisan ayında İran televizyonunda Pesah (Hamursuz) Bayramı ile ilgili bir program bile yapılıyor. Programda Pesah’ın Mısır’dan çıkış hikayesinin devrimin değerleriyle nasıl uyuştuğu anlatılıyor ve Khomeini, Musa’ya benzetiliyor. Programa bir haham bir de toplum lideri çıkıyor ve sunucu ikisini de şok eden doğrudan bir soru soruyor: “Bütün Yahudiler Siyonist mi?” Kendini toparladıktan sonra haham buna çok zekice cevap veriyor: “Siyon nedir? Yeruşalayim’in eski ismidir. Ben oraya dua ediyorum. Eğer dediğin buysa ben Siyonistim. O zaman hep Mekke’ye dua etmek de seni Suudi destekçisi mi yapıyor?” Bu şekilde haham İranlıların en sevmediği ülkeyi, Suudi Arabistan’ı, mevzuya dahil ederek soruyu etkisiz hale getiriyor. Devrimden sonra binlerce insan yargısız şekilde idam ediliyor ve bundan 3 Yahudi de etkileniyor. Bu idamlardan sonra Yahudi toplumu liderleri Kom’da Ayatollah Khomeini’yi ziyaret ediyor ve ona açıkça soruyorlar: İran’da bize bir gelecek var mı? Khomeini İranlı Yahudilerin bekasını desteklediğini söylüyor ve başka hiçbir Yahudi idam edilmiyor. Hemen ardından Ayatollah bir fetva çıkartıyor ve rejimin Siyonistlerle düşman, İranlı Yahudilerle kardeş olduğunun altını çiziyor.
Devrimden sonra kaçmaya karar veren Yahudilerin çoğu da ABD’yi İsrail’e tercih ediyor. İsrail’i uzaktan sevme fikri devam ediyor. ABD’ye gelenler, diğer taşınan İranlılar gibi kendilerini haberlerde her gün yerden yere vurulan İran’dan uzaklaştırmak için “Fars” olarak tanımlamaya başlıyor. Özellikle İran Yahudileri için bu çok ironik çünkü ülkelerindeyken farklı Yahudiler Fars olmadıklarında aşırı ısrarcılar. Toplumu oluşturanlar Aramice konuşan Kürdistan Yahudileri, yüzyıllardır İran’da yaşayan ama ısrarla kendi kurumları, okulları ve sinagogu olan Arapça konuşan Irak Yahudileri, 30 ve 40’larda gelen Alman, Rus ve Polonya Yahudileri kendilerini hep yaygın Fars Yahudilerin ayrıştırmak istiyordu. Ama Amerika’ya gelince hepsi “Fars” kimliğini kabul etti ve bu şekilde kendi tarihlerini de tekrar çizdiler.
Hala İran’da olan toplum ise hayatına devam ediyor. Resmi olarak yasak olsa da İsrail’e gidebiliyorlar. Hem Yahudiler hem de İslam Cumhuriyeti devleti durumu biliyor ama bir oyun oynuyorlar. İsrail’e giriş çıkışta damga bastırmıyorlar ve döndükleri zaman “Türkiye’deydik” diyorlar. İki taraf da yalanın farkında ama oyun devam ediyor. Medyada çok dikkat çeken bir seferde, 13 Yahudi İsrail’e gittikleri için tutuklanıyor. Bunun sebebi aslında İsrail’e gitmiş olmaları değil, oyunu oynamamış olmaları. 13 kişilik bu aile İsrail’de bir düğüne gidiyor ve döndüklerinde “Neredeydiniz?” sorusuna tam Türkiye diyecekken ailenin küçük çocuğunun İsrail deyivermesi. Bunun üzerine polis mecburen aileyi tutukluyor. İsrail ve İran arasında milyonlarca dolarlık ticaret de aynı şekilde ilerliyor. Türkiye’ye gelen İsrailli iş adamları pasaportlarını Ankara’daki büyükelçiliğe bırakıp İran’a geçici kartlarla gidiyor ve yine Türkiye üzerinden İsrail’e geri dönüyor.
Devrim öncesinde de olduğu gibi İran Meclisi’nde hala sadece Yahudilerin oyuyla seçilen bir “Yahudi temsilcisi” var ve bu kişinin seçimi Türkiye’deki Yahudi toplumu seçimleri gibi göstermelik veya tek adayın aday olduğu seçimler değil. Gerçekten farklı fikirler ve yaklaşımlar tartışılıyor. Hala İran Yahudi toplumu üç farklı görüşe sahip yayın organı barındırıyor.
Meclis’teki temsilci, Ahmedinejad zamanında korkmadan ve sıklıkla antisemit Başkanı eleştiriyor ve gerektiğinde ona Holokost üzerine eğitim vermeyi teklif ediyor. Devam eden Ruhani dönemi ise Yahudi toplumu için iyi bir zaman olarak görülüyor. Ahmedinejad altında en düşük noktaya varan Yahudi-İran ilişkileri Ruhani’yle düzeliyor. Ruhani, Ağustos ayında seçildikten hemen sonra Roş Haşana (Yahudi Yeni Yılı) için hem Farsça hem İngilizce kutlama tweetleri gönderiyor ve Yahudilere “Şana Tova” (Mutlu Yıllar) mesajı iletiyor. Aynı dönemde Meclis’teki Yahudi temsilci sayesinde Cumartesileri Şabat için okullardan izin gibi birçok yasal değişiklik gerçekleşti. Ayrıca Ruhani devrimde şehit olan Yahudiler anısına bir heykel de dikti. Siyasete katılım konusunda Sternfeld bir genç-yaşlı ayrımından çok İran geniş toplumunda da olan üç katmanlı bir nesil farkı görüyor. Devrime katılan, en yaşlı kesim politize olmuş durumda ve siyasi katılımdan yana. Bunlar genellikle eski Tudeh üyeleri. Orta nesil İran-Irak savaşı sırasında büyüyen, İslami Cumhuriyet’in sıkı yönetiminden nasibini alan grup. Bu yaş grubu en sessiz ve katılım karşıtı olan yaş grubu. En gençler ise 2009’daki Ahmedinejad ve yolsuzluk karşıtı Yeşil Hareket’le beraber siyasi olgunluğa erişiyor ve bu gençler kendilerini İran’ın geleceğinde görmek istiyorlar. Siyası katılım isteği ortada düşükken, gençler ve yaşlılarda yüksek.
İsrail ile İran arasındaki ilişkinin tek taraflı bir sorun olmadığı da ortada. Sternfeld’in anlattığı bir anekdot bu açmazı ortaya koyuyor. Papa John Paul II’nin cenazesinde tüm dünya liderleri alfabetik sırada oturuyor ve İsrail Cumhurbaşkanı Katsav ile İran Cumhurbaşkanı Khatami yan yana düşüyor. Katsav ve Khatami’nin ikisi de İran’ın Yazd kentinde doğup büyümüş. Komşu mahallelerde yaşamış, yakın okullara gitmişler. Aynı sokaklarda oynamışlar. Cenazenin başlamasını beklerken tabii ki çocukluk anılarında ve Yazd’de büyümükten bahsediyorlar ve gülümsüyorlar. Haberlere göre sohbetlerinin sonunda el sıkışıyorlar. Bu anlaşılır, insani tecrübe iki ülkenin medyasında da bir kriz olarak algılanıyor. İsrail’in sağ medyası Katsav’ı ülkenin düşmanıyla eğlenmekle suçluyor. Khatami de aynı suçlamaya kendi radikallerin maruz kalıyor.
Sternfeld’in anlattığı her şey İran’da Yahudi tarihinin ve bugünkü varlığının tek bir düz çizgiye sığamayacak karmaşıklığını ve zenginliğini gösteriyor. İsrail, İran ve ABD üçgeninde varlığını sürdüren binlerce İranlı Yahudi’nin bu çok yönlü öyküsüne Sternfeld yalnızca bir giriş yapıyor. Daha öğrenecek ve anlayacak çok şey var.
[…] Sanat Tarihi ve Yahudi Araştırmaları öğrencisiyim. Zaman’ı iki sebeple istedim. Büyük bir İranlı Yahudi Toplumunun parçasıyım ama bu kültürümüze dinamik bir bakış getirmek istedim. İslami […]
[…] Tarihi ve Yahudi Araştırmaları öğrencisiyim. Zaman’ı iki sebeple istedim. Büyük bir İranlı Yahudi Toplumunun parçasıyım ama bu kültürümüze dinamik bir bakış getirmek istedim. İslami Devrim’den […]
[…] yaptıktan sonra fark ettik ki bir açısı daha var Birlik’in. İnsanlar İslam dünyasında hala Yahudilerin olduğundan bihaberler. Senin de başına gelmiştir. İnsanlara Türkiye’den olduğunu söylediğinde hemen kaç tane […]