7 Ekim ve Sonrasına Dair: Türkiyeli Yahudiler Anlatıyor Röportajlar

Deniz anlatıyor: ‘Bir tarafta siyasi ideolojik duruşum, diğer tarafta etnik aidiyetim olan gruba sadık olmam mı gerekiyor düşüncesi var.’ 

Yayınladığımız röportajlar görüşmecilerin siyasi ideolojik, mekansal, sosyokültürel, cinsiyet kimlikleri bağlamında farklılıklar gösterse de hemen hemen hepsinde ortak olan bir nokta var: Şu an Türkiye’de veya dışında nerede yaşadığından bağımsız olarak, her Yahudinin İsrail’de yaşayan bir arkadaşı, akrabası, eşi dostu bulunuyor. 7 Ekim ve sonrası süreci anlamaya çalışırken bunu göz önünde bulundurmanın kritik olduğunu düşünüyoruz. İsrail ile kurulan sembolik ve duygusal bağda bu faktör önemli bir işlev üstleniyor. Dolayısıyla yaklaşık son 6 aydır orada yaşayan sevdikleri için duydukları endişe ve kaygı ile karışık korku ve belirsiz bir bekleyiş her görüşmemizde ortaya çıkan ortak bir tema. 

Bu ortaklığın yanısıra bugün okuyacağınız Deniz’in hikâyesinde yer alan ve onu diğer görüşmelerden ayıran farklılıklara kısaca değinmek istiyorum. Bu hikâyede Deniz’in, ABD’de eğitim aldığı üniversitede üyesi olduğu sol sendikanın olayların başlangıcındaki yanlı tavrı karşısında hissettiği kırgınlık ve yaşadığı duygu karmaşası göze çarpıyor. İnsan haklarına değer vermenin, bu alandaki mücadelenin ancak her kesimi içine alan, her toplumun ezilen kesimlerinin gördüğü haksızlığı savunan bir duruşla mümkün olabileceğinin de altını çiziyor.  

Deniz’in bu süreçte yaşadığı içsel karmaşanın temelinde yatan duygu ise çok çarpıcı: siyasi duruşundan dolayı kendi toplumuna “ihanet” etme duygusu  ve sıkışma hâli. Muhtemelen “azınlık psikolojisi” gereği, Yahudi toplumuna aidiyetin ve güvenin sorgulanması hissi, o toplumun bireylerini siyasi ideolojik duruşları ile cemaatlerine bağlılıkları söz konusu olduğunda ikileme sebep olabiliyor. Bu örnekte Deniz’in sol eğilimli olmasının, Filistin yürüyüşlerine katılmasının kendi cemaati içinde “İsrail’i yeterince savunmamak” ile itham edilebilmesine  ya da sessiz bir biçimde eleştirilmesine sebebiyet verebildiğini okuyoruz. 

Tüm bunlar ışığında Deniz siyasi görüşünden ve pratiklerinden dolayı aile ve cemaatteki yakın çevresiyle çok fazla iletişim kurmamayı ve bir strateji olarak onlara karşı sessiz kalmayı tercih etmiş.  

Ayrıca, azınlık literatürü bağlamında değerlendirdiğimizde başka çarpıcı bir nokta daha karşımıza çıkıyor: Deniz’in kendi Yahudi kimliği algısı, bunu nasıl betimlediği ve toplumların genelinde yaygın olan tek tipleştirici algılara yönelik eleştirel yaklaşımı. Deniz, kimliklerin akışkan ve değişken, çok katmanlı doğasına vurgu yaparak sınıfsal, cinsiyet kimliği, mekansal vb. bağlamda farklı biçimlerde kimlik kurgulamalarının da mümkün olabildiğini bizlere gösteriyor.   

Son olarak daha önce yayımlanan röportajlara paralel olarak Deniz de etnik, dini, ulusal kimliklerden bağımsız bir biçimde ve bunların ötesinde demokratik, özgür bir ülkede seküler bir kadın olarak var olabilmenin yarattığı kaygının altını çiziyor. 

Özgür: 7 Ekim gününe geri gidersek eğer, olaylardan ilk nasıl haberdar oldun? O güne dair neler hatırladığını hislerinle birlikte, hafızanın arşivine başvurarak aktarabilir misin? 

Deniz: İlk sosyal medyadan haberim oldu, Twitter’dan muhtemelen. İlk bir şok oldum çünkü çok uzun zamandır İsrail’de böyle bir terör saldırısı hatırlamıyorum. Roket saldırıları oluyordu hep, ama bu kadar istihbarat zaafının olduğu bir olay aklıma hayalime asla gelmezdi. Bir de tabii ilk reaksiyonum oradaki tanıdıklarımın nasıl olduğuna dair idi. Her Yahudi gibi benim de orada arkadaşlarım, akrabalarım yaşıyor, ailemin arkadaşları var vs.  

Ö: Kibbutz’da yaşayan tanıdıklarınız var mıydı? 

D: Saldırının olduğu bölgede yoktu, ama bunu bugünden baktığım için söyleyebiliyorum. O gün neler olduğunu tam anlayamamıştı kimse, büyük bir kaos vardı. Haberim olduktan sonra annem babamla konuştum ilk.  

Ö: O esnada neredeydin? Ev, okul? 

D: Okuldaydım, Amerika’daydım.  

Ö: Annenlerle ilk neler konuştun; onların tepkisi nasıldı? 

D: Hepimiz şoktaydık, çünkü istihbaratın bu kadar güçlü olduğu bir ülkede nasıl böyle ellerini kollarını sallayarak teröristler içeri girer, insanları kaçırır… Bence herkes ilk başta “böyle bir şey nasıl olabilir”’in şokundaydı.  Bir de tabii ilk günden sonra bunun bir savaşa dönüşeceği çok belliydi. O yüzden şu konuda çok endişelendim; kardeşimin birçok arkadaşı darbe girişiminden (15 Temmuz) sonra aileleriyle birlikte İsrail’e göç etmişti ve şu an askerlik yaşındalar. Ve birçoğu askere gitti, Gazze sınırına gidenler oldu. 18-19 yaşında çocuklar, çok endişeleniyorsun tabii. 

‘Üye olduğum sendika beni çok hayal kırıklığına uğrattı. Ölen İsrailli sivillerin anmasına dair hiçbir şey yoktu bildirilerinde.’

Ö: Amerika’da okulunda olaylarla ve sonrasındaki gelişmelerle ilgili nelere tanık oldun; mesela antisemit bir yürüyüş / nefret söylemi vakası oldu mu? Arkadaşlarının ve hocalarının tavrı, sana ve genel olarak duruma yaklaşımları nasıldı?  

D: Evet, beni etkileyen bir iki olay oldu. Ben doktora öğrencilerinin üye olduğu bir sendikadayım. O sendika beni çok hayal kırıklığına uğrattı, çünkü bu olay olduktan 1-2 gün sonra -daha savaş başlamamıştı- hemen bir bildiri yayınladılar: “biz Filistinlilerin yanındayız” diye. Bir cümle dahi İsrailli sivillerin ölümüne dair, anmasına dair bir şey yoktu o bildiride. Benim zaten standardım düşük bu konuda, çok bir beklentim yok. Filistin direnişini desteklesinler, tamam; ama bu kadar büyük bir katliamdan sonra hemen ertesi gün insanlar daha o şoku atlatamamışken ve kendi yakınlarını ararken kendini solda gören bir sendika bunu nasıl atlar, diye bayağı bir hayal kırıklığına uğramıştım.  

Ö: Kendini ait hissettiğin bir kurumdan yanlı / tek taraflı bir tavır hele ki bu kadar sıcağı sıcağına gelince hayal kırıklığı kaçınılmaz sanırım… 

D: Ben zaten bu tip kurumsal açıklamalara karşı hep temkinliyimdir. Bütün üyelerini temsil etmenin ağırlığına bakmadan apar topar bir açıklama yapılması zaten yanlış bir olay. Sen sendika olarak İsrailli öğrencileri de Yahudileri de temsil ediyorsun. Genelde bu tip politik açıklamaların arkasında ciddi tartışmalar yürütülür. Hiçbir konuşma geçmeden “pat” diye böyle bir mail geldi.  

‘Yürüyüşlerde Filistin bayrakları görmek beni tehlikede hissettirmiyor. Ben de bazen katılıyorum yürüyüşlere. 

Ö: Sen bu duruma bir tepki verdin mi? 

D: Tabii tabii, ben de mail’e bir cevap yazdım: “nasıl olur da sivil ölümlerine dair bir cümle yazmazsınız” diye. Kimse gördü mü, bilmiyorum. Başka tepkiler de alınca bir hafta sonra bir açıklama yazısı yazdılar ama özür dilememişlerdi.  

Bir de şöyle bir şey olmuştu; Filistin yürüyüşleri oluyordu. Bu beni hiç rahatsız etmez, Filistin bayraklarını görmek beni tehlikede hissettirmiyor. Ben de bazen katılıyorum yürüyüşlere. Beni değil ama ailemi tedirgin eden bir şey olmuştu. İsrail’de kaçırılanları, ölenleri anmak için okulda etkinlik düzenlenmişti. Türk bir öğrenci de İsrail bayrağı taşıyan bir öğrenciye saldırmış, bayrağı yırtmış çocuğu da tartaklamış sanırım. Sonra o çocuk uzaklaştırma aldı. Bu tip olaylar tabii ki üzüyor insanı.   

‘Beni asıl üzen, sol-sosyalist bir yerden gelip, gerçekten adalete, insan haklarına inanan kişilerin 7 Ekim’de yaşanan katliama dair bir cümle bile etmemesi.’ 

Ö: Türkiye’de geniş toplumdan arkadaş çevren nasıl bir profilde? Bu bağlamda şu soruyu da sormak isterim, geniş toplumdan arkadaşlarının ilgisi nasıldı olayların başlamasından itibaren? Seni arayıp hâlini hatırını sordular mı, sosyal medyada seni rahatsız edecek postlar paylaşıldı mı, ne hissettin bu tip zamanlarda? 

D: Burada İslamcı, muhafazakâr arkadaşım yok hiç. Gene sol çevreden insanların içindeyim. Türkiye’de sosyal medyada genel olarak karşılaştığım yorumlar bana göre bambaşka bir taraftan bakıyor, onları zaten ciddiye alamıyorum. Beni asıl üzen… sol-sosyalist bir yerden gelip, gerçekten adalete, insan haklarına inanan kişilerin 7 Ekim’de yaşanan katliama dair bir cümle bile etmemesi. O zaman şunu sorgulamaya başlıyorsun, “ben nerede duruyorum peki?”. Benim kendi içimde de çok gel-gitlerim, duygu karmaşası yaşadığım zamanlar oldu. Bir tarafta, siyasi ideolojik duruşum var, diğer tarafta “kendi dini/etnik aidiyetimin olduğu gruba sadık olmam gerekiyor mu?” düşüncesi var.  

‘Siyasi ideolojik duruşumu cemaat çevreme ifade etmem konusunda kendi içimde çok sık gelgitler yaşadım.’ 

Ö: Sadık olmak derken, biraz açabilir miyiz bunu… Konumuz bağlamında, nasıl bir davranış biçimi toplumuna (Yahudi) karşı sadakatsizlik ile yorumlanabilir? Nasıl bir sadakat testine tabi tutuluyorsun, birebir sözle ifade edilmese de içsel bir bilgi olabilir bu sende? 

D: E tabii, Filistin gösterisine gitmem mesela sadakatsizlik olarak görülür cemaatin büyük kesimi tarafından.  

Ö: Ailen ve yakın Yahudi çevren ile siyasi ideolojin ve pratiklerin söz konusu olduğunda ilişkilerin nasıl?  

D: O zaman biraz geriye gideyim. Ben aslında liseden beri kendimi siyonizme karşı uzak hissediyordum. Din tarafını zaten bırakmıştım. Uzun zamandır Deist olarak tanımlıyorum kendimi. Anti-Siyonist de demiyorum çünkü genel olarak ideolojik kalıplar hoşuma gitmiyor. Ailemle ve yakın Yahudi arkadaşlarımla tartışıyordum siyasi görüşlerimden dolayı. Belki de yorulduğum için bu olaydan sonra ailemle çok az tartışma ortamına girdim. Bu durumun da kendi içimde çatışmasını yaşadım. ‘Bu tür konuları akademik olarak çalışan biri olarak niye kendi ailemle iletişim kuramıyorum?’ Belki kendi mental sağlığımı bencilce önemseyerek bir sürü ortamda sessiz kalmayı tercih ettim.  

Ö: Sosyal medyada aktif misin? özellikle 7 Ekim’den itibaren olan süreç hakkında paylaşımların oldu mu, gelen yorumlar nasıldı ve de senin arkadaş çevrenin paylaşımları hangi tandansta idi? 

D: Instagram’da hiçbir şey paylaşmadım. Instagram enteresan bir mecra zaten. Twitter’dan evet, ideolojik duruşumu gösteren şeyleri paylaştım kendi yorumlarımla. Instagram’da Israil’de yaşayan çok arkadaşım var, Amerika’dan ve liseden daha sol çevreden olan arkadaşlarım da var. İki taraftan bambaşka haberler paylaşılıyordu. Zaten bir noktadan sonra İsrail-Filistin ile ilgili paylaşımları sessize aldım. Bambaşka iki dünya, neye inanacağımı ve nerede duracağımı şaşırıyorum. Bir yandan İsrail’de yaşayan bir insanın mantalitesini ve ruh sağlığını ben Amerika’dan anlayamam. O yüzden kendi yakınlarımın da göreceği şekilde kendi düşüncelerimi paylaşmak istemedim. 

Ö: İnsanların duygularına, yaşadıklarına hassasiyetinden dolayı kendini otosansürledin bir nevi… 

D: Aynen. Çünkü onları kıracağımı biliyordum. Ne kadar İsrail’de propagandaya maruz kaldıklarını düşünsem de kendimi de sorguluyorum, “ben kimim ki bu insanları yargılıyorum?” diye. Ama diğer taraftan da sol duruşumu bilen, Yahudi olduğumu bilen arkadaşlarım, “bu kız neden hiçbir şey paylaşmıyor, acaba İsrail tarafında mı?” diye düşündüler mi diye de aklıma takıldı. Kendi içimde bu gelgitleri sıkça yaşadım. 

‘Masum sivillerin ölümüne yol açan “direnişin” benim gözümde hiçbir meşrutiyeti ve haklı tarafı yok. İnsan haklarına değer veren biriysen eğer her tür işkenceye karşı çıkman lazım.

Ö: Arkadaşlarının (Yahudi ve diğerleri) yaklaşımı nasıldı peki süreçte, sana ulaştılar mı? 

D: Hiç beklemediğim Müslüman arkadaşlarım, “iyi misin, ailen iyi mi?” diye mesajlar attılar. Yakın olmadığım kişilerden geldi bu tip mesajlar. Yakın olduğum kişiler de “ne oluyor?” diye sordular. Ben bu tür olayları hem akademik olarak çalıştığım için hem de politikaya ilgi duyduğum için benim fikrimi merak ettiler, kötü niyetli değildiler.  

Ö: Senden “tüm Yahudi toplumunu temsilen” İsrail’e / olanlara dair bir açıklama yapman beklentisi içinde değil, entelektüel bağlamda mı bilgilenmek istediler? 

D: Evet evet. Benim fikrimi önemsediklerini bildiğim arkadaşlarım samimi biçimde sordular. İki tane kendini komünist diye tanımlayan arkadaşım daha ertesi günü (8 Ekim) şöyle bir yazı paylaştılar: “İsrail kaç senedir Filistin’e saldırıyordu bu hiç haber olmuyordu, bir kere de Filistin bir direniş gösterdi ve bu terörizm kapsamında değerlendiriliyor”. Bu beni oldukça yaraladı. Bu arkadaşım da iyi okullardan mezun ve İsrail’de yaşayan Yahudi arkadaşları da var. Bu Filistin’in özgürlük mücadelesine de haksızlık ayrıca. Bu özgürlük mücadelesiyle katliamı birleştirmek, eşleştirmek bana acayip yanlış geldi. Masum sivillerin ölümüne yol açan “direnişin” benim gözümde hiçbir meşrutiyeti ve haklı tarafı yok. İnsan haklarına değer veren biriysen eğer her tür işkenceye karşı çıkman lazım. Tabii şunun da konuşulması lazım, oradaki hareket nasıl bu kadar radikalleşti ama ertesi gün değil, zamanı var. İnsanlar bir yasını yaşasın.  

‘Belirsizliğin yarattığı korku otoriter rejimleri yaratır.’ 

Bu arada şu da var, ben bunun Filistinlilere çok kötü mâl olacağını biliyordum. İsrail’deki güvenlik tehdidi ve ölüm korkusu insanları soldaysa bile sağa yaklaştırabiliyor. Akademik olarak da çalıştığım için bunları biliyorum. Bu başka yerlerde de böyle. Belirsizliğin yarattığı korku otoriter rejimleri yaratır.  

‘Sadece İsrail’e bağlılık üzerinden Yahudi kimliğimin değerlendirilmesini doğru bulmuyorum.’ 

Şunu da belirtmek istiyorum, ben kendimi sadece Yahudi olarak tanımlamıyorum. Benim bir dünya görüşüm var, cinsiyet kimliğim var, sınıfsal kimliğim var… Altını çizmek istediğim nokta da şu: benim için seküler bir ülkede yaşamak Yahudilerin çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşamaktan daha önemli. İsrail’de Şabat günü otobüsler çalışmıyor mesela, bu da bana ters geliyor. Bugün İsrail’e göç etsem seküler ve sol görüşlü bir Yahudi kadın olarak özellikle de şu anki yönetim altında İsrail devleti tarafından eşit vatandaş olarak görülecek miyim acaba? Türkiye’de yeterince “Türk” değilsem İsrail’de de yeterince Yahudi olmayabilirim. Sadece İsrail’e bağlılık üzerinden Yahudi kimliğimin değerlendirilmesini doğru bulmuyorum. Herkes aynı kalıba sığmıyor. O yüzden liberal bir ülkede azınlık olsam dahi kendimi daha güvende hissediyorum.  

Ö: Sosyal medyadaki paylaşımlarından dolayı (twitter) seni üzen eden bir deneyim yaşadın mı peki? 

D: Ben cemaatten tanıdıklarımdan gelecek tepkiden daha çok çekiniyorum. Çünkü çok küçük bir cemaat olduğu için benim yazdığımı annem babam görmese bile başka biri görüyor ve onlara iletiyor. Annemler biraz bundan da kaygılanıyor. Az çok benim ne düşündüğüm biliniyor. Bu olayın diğerlerinden farklı, daha hassas bir yerde olduğunu düşünüyorum İsrail’de yaşayanlarda korkuyu çok tetiklediği için. İsrail’de oluyordu tek tük şeyler ama bu çapta bir şey uzun zamandır olmamıştı. Çok daha duygusal bir yerdeler hem ailem hem Yahudi arkadaşlarım.  

Ö: Şu an Amerika’da yaşıyorsun, antisemitizmin yükselmesi seni geleceğe dair tedirgin ediyor mu? 

D: Yürüyüşler, protestolar oluyor. Ben bundan rahatsızlık duymuyorum. Ben Filistin bayrağına kötü bir anlam yüklemiyorum. Beni okulda yapılan İsrail karşıtı protestolar rahatsız etmiyor çünkü ben Filistin milletini düşman olarak görmüyorum. ‘Bize karşı onlar’ (“Us vs them”) dinamiğinin içinde değilim. Amerika’daki antisemitizme gelirsek eğer, bir bayrağın yakılması ile her gün evinin bombalanacağına dair yaşadığın korku karşılaştırılamaz. Anneme hiçbir zaman tedirginim diyemiyorum, oradakileri düşünürken… Kampüslerde yaşanan antisemit olaylar da çok üzücü tabii ki ama sonuçta bir günde bütün sülalenin katledilmesi bambaşka bir korku.  

‘İdeolojik olarak İsrail devletine aidiyet bende hiçbir zaman yoktu.’ 

Ben tekrar bu “kendi grubuna sadakat beklentisi” konusuna gelmek istiyorum. Orada benim kendi kimliğimi nasıl tanımladığım devreye giriyor. Çünkü ben hiçbir zaman ideolojik olarak Yahudi kimliğime bakmadım. Benim Yahudi kimliğim mekanla çok ilişkili. Ben kendimi “İstanbullu Sefarad Yahudisi” olarak tanımlıyorum.  

Ö: Tam da aidiyet ile ilgili sorumu soracaktım, iyi bir bağlantı oldu; Yahudilik ile ve İsrail ile kurduğun sembolik bağı dini, ideolojik ve diğer bağlamlarda nasıl tanımlarsın? 

D: Benim Yahudilikle kurduğum bağ temelde mekanla ve kültürle bağlantılı. İsrail ile kurduğum bağ da orada somut bir şekilde akrabalarımın, arkadaşlarımın olmasından kaynaklı. İdeolojik olarak İsrail devletine aidiyet bende hiçbir zaman yoktu. Bazı arkadaşlarım mesela 7 Ekim’den sonra daha ait hissetmeye başladılar İsrail’e.  

‘Yahudilerin ölümü kadar Filistinlilerin ölümü de beni üzdü. Yahudi öldü diye ekstra üzülmedim yani. Ama böyle hissettiğim için suçlu hissetmeli miyim diye gel-gitlerim oldu.’ 

Ö: Bir nevi saldırılan kimliğine -sen kendini onunla tanımlamasan da, geniş toplumun gözünde ekseriyetle “oralı” görüldüğün için- koruma içgüdüsüyle sahiplenmeye başlıyorsun… İnsan sosyal psikolojisi bu tam da… 

D: Aynen. Ama bende hiç öyle bir şey olmadı. O yüzden gene kendi kimliğimi sorguladım. Yahudilerin ölümü kadar Filistinlilerin ölümü de beni üzdü. Yahudi öldü diye ekstra üzülmedim yani. Ama böyle hissettiğim için suçlu hissetmeli miyim diye gel-gitlerim oldu. Ben kendi kimliğimi acaba red mi ediyorum, diye bir çatışma yaşadım kendi içimde. Geldiğim sonuç şu; reddetmiyorum, benim kimliğimi yaşayışım bu. Kendimi “kültürel olarak Yahudi” olarak tanımlıyorum, Amerika’da da bu bakış açısı çok yaygın, ama Türkiye’de maalesef pek değil. Türkiye’de Yahudi kimliği, millet kavramı ve siyonizmle bağdaşıyor eninde sonunda. 

Ö: Geniş toplum içinden arkadaşların, tanıdıkların, komşun da olabilir, olayların başlangıcından itibaren sana İsrail ile ilgili bir açıklama yapman gerektiğine dair bir algı ile yaklaştılar mı? İsrail’in politikalarından, eylemlerinden sorumlu olduğuna dair… Sözlü belirtilmiş de olabilir ya da tamamen sen nasıl hissettiysen… 

D: Bu olay özelinde gelmedi, ama daha önce Mavi Marmara olayında hatırlıyorum. Benim cevabım şu olur, “ben T.C. vatandaşıyım, ne İsrail’de oy veriyorum ne askere gidiyorum ne orada yaşıyorum, benim ülkem Türkiye” diyerek olayı kapatıyorum. Ama şunu da söylemem lazım, çevremdeki Yahudiler kendi vatanları gibi İsrail’i savunduğunda geniş toplumdan insanların da bu beklentiye girmesi ve Türkiyeli Yahudilerin Türkiye’ye aidiyetini ve sadakatini sorgulaması garip gelmiyor. Bu çok karışık bir konu gerçekten. Türkiye’yi çok seven ve yaşadığı ülkeyi, şehri benimseyen ve evi gibi gören de çok Yahudi var ama diğer taraftan artan antisemitizm İsrail’e yaklaştırıyor; “demek ki benim gerçek vatanım Türkiye değil, İsrail”, algısını üretiyor. Diğer dini azınlıklar gibi Cumhuriyet’in başından itibaren ayrımcılık gören bir toplum güvencesini başka bir ülkede buluyor. Ama ben diaspora kimliğimle çok mutluyum ve bunu da bayağı sahipleniyorum.  

‘Amerika’da gerçekleşen Filistin’i destek yürüyüşleri beni hiç rahatsız etmedi ama Türkiye’de yapılan yürüyüşlerde şeriat naraları atılması bu ülkenin geleceğine dair müthiş rahatsızlık ve korku veriyor bana.’ 

Ö: Kamusal alanda antisemit bir söylemle karşılaştığın oldu mu? Yemek yediğin lokantada, kafede yan masada oturanların konuştukları ya da taksi şoförünün haber dinlerken yaptığı yorumlar da olabilir… 

D: Olaylar başladığında Amerika’daydım, orada da çok küçük bir komünitede yaşadığım için bir sorunla karşılaşmadım. Türkiye’de de, az bir süre için buradayım, bir olay yaşamadım ama yürüyüşleri görüyorsun. Filistin’i destekleyen yürüyüşler Amerika’da beni hiç rahatsız etmezken Türkiye’de İslamcıların yaptığı yürüyüşlerde şeriat naraları atılması beni korkutuyor. Seküler bir vatandaş olarak, kadın olarak bu ülkenin geleceğine dair endişelendiriyor. 

Starbucks’ın basılması “sözde” Filistin’i destek amaçlı, ama aslında bu ülkenin gittiği yeri gösteriyor. Ben bir saldırı yaşamasam bile kendi şehrimde güvensiz hissediyorum.  

Ö: 7 Ekim’den sonra yaşanan olaylar şu anda yaşadığın ülke ve geçmişte yaşamış olduğun ülkeler açısından aidiyet hissini etkiledi mi? Kendini nerede güvenli hissediyorsun?  

D: Amerika’ya çok fazla bir aidiyet hissetmediğim için, orada okul ve iş için bulunduğumdan oraya dair hislerimi çok fazla değiştirmedi bu yaşananlar. Antisemit bir durumla da çok karşılaşmadım, güvensiz hissettiğim bir zaman olmadı. Türkiye’ye gelirsek, aslında 7 Ekim’den beri artan antisemit olayların dışında son yıllarda artan İslamcılık bu ülkeye aidiyetimi sorgulatıyor.  Ben seküler bir insan olarak bu ülkede ne kadar özgürüm ve güvendeyim? Toplum sözleşmesi dediğimiz şey ne kadar gerçek? Bütün vatandaşları birbirine bağlayan bir sosyal bir sözleşme var mı Türkiye’de gerçekten? soruları var hep kafamda. Starbucks’a McDonalds’a gidenlerin tartaklanması, şeriat yanlısı sloganlar atılması Yahudi kimliğimden bağımsız olarak seküler bir kadın olarak aidiyetimi etkiledi.  

Ö: Siyasi elitler ve hükümet temsilcileri tarafından özellikle 7 Ekim sonrası medyaya da yansıyan antisemit ifadelere birçok örnek verebiliriz, “çifte vatandaşların vatandaşlıktan çıkartılması” gibi… sen de nasıl bir karşılığı oldu bu tür haberlerin? Şunu da biliyoruz ki, dışlayıcı-ayrımcı-antisemit söylemlerin toplumsal tabanda ciddi bir karşılığı var.  

D: Aslında buradaki asıl kaygı, bununla başlayıp nereye gideceği belirsizliği. Şimdi İsrail vatandaşları hedef alınıyor, peki bundan sonra acaba sadece TC vatandaşı Yahudiler hedef alınır mı diye bir kaygı var tabii. Gene aidiyet duygusuna geliyoruz buradan. Ülkedeki sağcılar bir yandan İsrail’in varlığına karşı çıkıyor bir yandan da kendi vatandaşlarını hedef alıyor. Sen kendi vatandaşlarına eşit muamele etmezsen, onları İsrail’in politikalarından sorumlu tutarsan İsrail devletinin, ‘bütün Yahudilerin tek gerçek vatanı İsrail’dir’ propagandasına yağ sürmüş oluyorsun. Ve buna sinirleniyorum ben. Bu da sağcıların ikiyüzlülüğüne denk geliyor.  

Ö: Savaş sende, ailende, yakın çevrende -bildiğin kadarıyla tabi- son aylarda iyice tırmanan ve şiddetlenen antisemitizmden kaynaklı bir Yahudi olarak geleceğe dair kaygı yaratıyor mu? 

D: Gene aynı düşüncemi vurgulayacağım; bir Yahudi olarak değil sadece, seküler bir yaşam sürmek isteyen TC vatandaşı olarak gidilen bu muhafazakâr nokta çok tedirgin edici tabii. Türkiye’de yaşayan Yahudilerin büyük kısmı seküler bir yaşam tarzına sahip. Balat Or-Ahayim’deki gösteri veya İzmir’de sinagogun önünde yapılan çirkin protesto aslında İsraillileri değil Yahudileri hedef alıyordu. Ya da Epstein olayında ve tünellerle ilgili Türkiye’de Yahudilerin hashtag olması ve o hashtag altında yazılan yorumlar, komplo teorileri tüyler ürpertici gerçekten. Bu insanların bu kadar rahat bir şekilde kendilerine bir platform bulmaları ve hiçbir yaptırım uygulanmaması beni Türkiye’nin geleceği ile ilgili korkutuyor.