En İyi Ses ve En İyi Uluslararası Film dallarında iki Oscar kazanan The Zone Of Interest / İlgi Alanı, Auschwitz komutanı Nazi Rudolf Höss ve eşi Hedwig’in toplama kampı duvarının hemen yanı başında kurdukları “huzurlu” ve “lüks” ev hayatını beyaz perdeye aktaran bir film.
Film güneşli bir günde başlıyor. Olağanca akışıyla pastoral sahneler görüyoruz. Genç, bakımlı bir anne kucağında bebeğiyle yine en az kendisi kadar özenle çiçeklendirilmiş bir bahçede dolaşıyor. Bebeğine bir gül koklamak ister misin diye soruyor. Hitler’in idealize ettiği ari Alman kadını işte diyorum. Irkının saflığını sağlayacak çocuklar doğuran iyi bir anne, evini çekip çeviren, bahçesini çiçeklerle, güzel bir havuzla bezeyen iyi bir eş ve Nazi subayı bir eşe sahip iyi bir vatansever. Yönetmen Glazer cennet ile cehennemin içiçeliğinin modern bir tasvirini yapmış. Çünkü bu bahçenin diğer tarafında krematoryumların gökyüzüne duman ve kül püskürttüğü ölüm kampı var. Cehennemde olanların zaman zaman acı çığlıklarını, silah seslerini, krematoryumdan gelen sirenleri duyuyoruz sadece. İşkence ve ölüm Höss ailesinin bahçe duvarını aşmıyor, cehennemde olanları görmüyoruz.
Filmin akışına şiirsellik katan birkaç sahne var. Nazi subayının çocuklarına masal okuduğu anlar başladığında kamera gece karanlığında çamurun içinde bata çıka ilerleyen, heybesine elma dolduran ve dokunduğu her şeye ışık katan bir kızı çekiyor. Bu çekimler termal kamerayla yapıldığı için kızı da parlak bir şekilde görüyoruz. Yönetmen onun bir masal kahramanı olduğunu düşünmemizi istemiş olsa gerek. Ya da bu bir rüya mı diye sorgularken ilerleyen sahnelerde anlıyoruz ki kız tarlada çalıştırılan Auschwitz mahkumlarına gizlice yiyecek ulaştırmaya çalışan küçük bir direnişçi. Ve yine Jonathan Glazer’ın Oscar konuşmasından öğreniyoruz ki o kız Aleksandra Bystroń Kołodziejczyk. Sadece bir film karakteri değil, gerçekten bir direniş hikayesi var.
Glazer aldığı ödülü Aleksandra’ya ithaf ediyor ve şöyle diyor:
“Filmde olduğu gibi hayatta da parıldayan kız. Bu ödülü onun anısına ve direnişine ithaf ediyorum.”
Peki Aleksandra Bystroń Kołodziejczyk kimdir?
Aleksandra Bystroń Kołodziejczyk, Temmuz 1927’de Auschwitz II-Birkenau toplama kampına çok yakın bir kasaba olan Brzeszcze’de doğdu. Babası maden ocağında bilirkişi olarak çalışıyordu. Annesi ise kasabada bir hastane kurulmasına yardım ediyordu. Direniş ona ailesinden mirastı zira büyük büyükbabası, Rus Çarlığı’nın Polonya’yı işgaline karşı başlatılan 1863 Ocak Ayaklanması’nda savaşmıştı. Kołodziejczyk büyük dedesinden, “O bir Polonyalı vatanseverdi ve çocuklarını da bu ruhla yetiştirmeye çalıştı.” diye bahsetmiş.
Nisan 1940’ta işgalci Alman ordusu, Kołodziejczyk’in babasının çalıştığı kasabadaki madeni yağmaladı ve onu diğer Polonyalı yetkililerle birlikte yakaladı. Dachau toplama kampına nakledilmeden önce iki hafta boyunca Gestapo tarafından tutuldular. Koşullar korkunçtu: Mahkumlar ağır işlerde çalıştırılıyor, günde bir dilim ekmek, pancar yaprağı ve kabuğu çıkarılmış tane ile yapılan ince bir yulaf ezmesiyle besleniyorlardı. Açlıkları o kadar şiddetliydi ki ağaçların kabuklarını kemiriyorlardı; bir gün çorba tenceresinde bir fare buldular ve açlıktan ölmek üzere olan mahkumlar farenin hemen üzerine atlamışlar.
Kołodziejczyk’in babası geçit töreninde bir mahkumun yorgunluktan yere yığıldığını ve bir rozari düşürdüğünü hatırlıyor. Babası hemen çamurdan çıkarmış ve cebine saklamış rozari’yi. Bir gardiyan ona yaklaşmış ve ceplerini arasa da rozari’yi bulamamış. Kołodziejczyk bunun bir “mucize” olduğunu söylermiş. O karanlıktan mucize eseri çıktığını düşünüyormuş.
Sonunda Aleksandra’nın babası serbest bırakılmış. “Hayatımda ilk kez onu gördüğümde bayıldım,” diye hatırlıyor. “Hayalet gibi görünüyordu. Bir deri bir kemik kalmıştı. Kampa 89 kg ağırlığında gitmişti. Geri döndüğünde sadece 32 kiloydu.”
1941 yılına gelindiğinde Naziler Auschwitz kompleksini genişletmeye başlamıştı. Höss ailesinin yanında yaşadığı imha kampı Auschwitz II de dahil olmak üzere 40’tan fazla kamp yapılmıştı. Bu proje, yerel Polonyalı nüfusun geniş çapta yerinden edilmesini de içeriyordu.
Auschwitz-Birkenau Müzesi’nden Paweł Sawicki:
“Almanlar Oświęcim ve civar köylerden 9.000 kadar Polonyalıyı yerinden etti.” diyor. “Buna ek olarak, Oświęcim’in tüm Yahudi nüfusu toplamda yaklaşık 7.000 kişi yakındaki gettolara sürüldü. Sekiz Polonya köyü yok edildi ve Auschwitz I’in hemen yakınındaki Oświęcim şehrinde bulunan yüzden fazla bina yıkıldı.” diye aktarıyor.
Aleksandra o günleri şöyle hatırlıyor: “Evimizin üzerindeki tabelanın ne renk olacağını görmek için sabırsızlanıyorduk. Kırmızı yerinden edilme, yeşil ise kalmakta özgür olduğumuz anlamına geliyordu. Korkunç bir durumdu. Sırtınıza birkaç kilo alabiliyordunuz ve hepsi bu kadardı. Gerisi geride bırakılmak zorundaydı. Biz de alabildiğimizi aldık.”
Sürgün edilenler Yukarı Silezya ve Bielsko İlçesine götürüldü; bazı gençler zorunlu çalışma kamplarına sürüldü. Aleksandra Bystroń Kołodziejczyk henüz 14 yaşında olmasına rağmen 1941 yılında Polonya direniş hareketine katıldı. Auschwitz’i çevreleyen bölgede 1.200’den fazla Polonyalıyı kendine çekmeyi başaran bir direniş ordusu kurulmuştu. Pavel Sawicki: “Mahkumlara yardım etmek için kendi hayatlarını ve ailelerinin hayatlarını riske attılar.” diye anlatıyor hareketi. “İnsanlar yardımlarından dolayı Almanlar tarafından tutuklandı ve Auschwitz’e hapsedildi. Kołodziejczyk ve ailesi de tehlikedeydi.”
“Olena” kod adlı Aleksandra ve kız kardeşi genç oldukları için dikkat çekmiyor, mahkumlar ile dış dünya arasında daha kolay irtibat kurabiliyordu. Madende çalışıyormuş gibi görünerek yakındaki tarlalarda çalıştırılan mahkumlara yiyecek, ilaç, kışlık giysiler ve mesajlar ulaştırıyordu. Çoğunlukla geceleri çalışıyor, mahkumların malzemeleri tarlalarda kolayca bulabilecekleri yerlere saklıyordu. İlgi Alanı’nda elmaları çamura gömdüğü sahne de buradan geliyor.
Direnişçiler, her türlü materyali itina ile korudular. Malzeme parçalarına gizlenmiş gizli mesajlar savaştan sonra Nazileri yargılamak için kullanılacak önemli kanıtlardı çünkü. Direnişçiler mahkumların kaçışlarını kolaylaştırmaya ve sevdikleriyle yüz yüze görüşmelerini sağlamaya da yardımcı oldular. “Bazı gizli mesajlar çok üzücüydü” diye anlatıyor Aleksandra. “Mahkumlar evlerine asla dönemeyeceklerini hissediyorlardı.” Kamptaki tanıklığını hatırladıkça ekliyor:” Çocukluğumuzu yaşayamadık biz. Hemen yetişkin hayatına geçtik.”
Bir gün bir SS gardiyanının bir mahkuma işkence yaptığını görmüştü Aleksandra. Gardiyan parmaklarını adamın nefes borusuna sokarak onu boğmaya çalışıyordu. O büyük bir cesaretle komutana koştu ve bu vahşeti durdurması için yalvardı. Komutan merhamet edince serbest kaldı adam. Belçikalı bir Yahudi olan esir, hayatını kurtardığı için Kołodziejczyk’e teşekkür etti. “O günden sonra Juden Tante, yani Yahudi teyze diye lakap takmışlar Aleksandra’ya, “çünkü bir Yahudi’yi savunmuştum.”
Savaştan sonra Aleksandra Kołodziejczyk aynı kasabada kaldı. Teknik üniversiteden mezun oldu.
Bütün bu tanıklıklarını Glazer ile paylaşmaktan mutluluk duydu.
Jonathan Glazer: “Kullandığımız bisiklet onun bisikletiydi ve oyuncunun giydiği elbise de onun elbisesiydi. O küçük direniş eylemi, yemeği bırakmak gibi basit, neredeyse kutsal bir eylem çok önemli çünkü tek ışık noktası o. Sadece zifiri karanlığı göstermek imkansızdı, bu yüzden ışığı bir yerlerde arıyordum ve onda buldum. O iyilik için bir güçtü.”
Glazer, The Zone of Interest’in yapımına 2014 yılında başladı. Aleksandra Bystroń Kołodziejczyk Glazer’la tanıştıktan sadece birkaç hafta sonra 89 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Anısına ithaf edilen filmi hiç görmedi. Yine de Oscar ödüllü bu film sayesinde cesareti ve kahramanlığı asla unutulmayacak.
En İyi Ses ve En İyi Uluslararası Film dallarında iki Oscar kazanan The Zone Of Interest / İlgi Alanı, Auschwitz komutanı Nazi Rudolf Höss ve eşi Hedwig’in toplama kampı duvarının hemen yanı başında kurdukları “huzurlu” ve “lüks” ev hayatını beyaz perdeye aktaran bir film.
Film güneşli bir günde başlıyor. Olağanca akışıyla pastoral sahneler görüyoruz. Genç, bakımlı bir anne kucağında bebeğiyle yine en az kendisi kadar özenle çiçeklendirilmiş bir bahçede dolaşıyor. Bebeğine bir gül koklamak ister misin diye soruyor. Hitler’in idealize ettiği ari Alman kadını işte diyorum. Irkının saflığını sağlayacak çocuklar doğuran iyi bir anne, evini çekip çeviren, bahçesini çiçeklerle, güzel bir havuzla bezeyen iyi bir eş ve Nazi subayı bir eşe sahip iyi bir vatansever. Yönetmen Glazer cennet ile cehennemin içiçeliğinin modern bir tasvirini yapmış. Çünkü bu bahçenin diğer tarafında krematoryumların gökyüzüne duman ve kül püskürttüğü ölüm kampı var. Cehennemde olanların zaman zaman acı çığlıklarını, silah seslerini, krematoryumdan gelen sirenleri duyuyoruz sadece. İşkence ve ölüm Höss ailesinin bahçe duvarını aşmıyor, cehennemde olanları görmüyoruz.
Filmin akışına şiirsellik katan birkaç sahne var. Nazi subayının çocuklarına masal okuduğu anlar başladığında kamera gece karanlığında çamurun içinde bata çıka ilerleyen, heybesine elma dolduran ve dokunduğu her şeye ışık katan bir kızı çekiyor. Bu çekimler termal kamerayla yapıldığı için kızı da parlak bir şekilde görüyoruz. Yönetmen onun bir masal kahramanı olduğunu düşünmemizi istemiş olsa gerek. Ya da bu bir rüya mı diye sorgularken ilerleyen sahnelerde anlıyoruz ki kız tarlada çalıştırılan Auschwitz mahkumlarına gizlice yiyecek ulaştırmaya çalışan küçük bir direnişçi. Ve yine Jonathan Glazer’ın Oscar konuşmasından öğreniyoruz ki o kız Aleksandra Bystroń Kołodziejczyk. Sadece bir film karakteri değil, gerçekten bir direniş hikayesi var.
Glazer aldığı ödülü Aleksandra’ya ithaf ediyor ve şöyle diyor:
“Filmde olduğu gibi hayatta da parıldayan kız. Bu ödülü onun anısına ve direnişine ithaf ediyorum.”
Peki Aleksandra Bystroń Kołodziejczyk kimdir?
Aleksandra Bystroń Kołodziejczyk, Temmuz 1927’de Auschwitz II-Birkenau toplama kampına çok yakın bir kasaba olan Brzeszcze’de doğdu. Babası maden ocağında bilirkişi olarak çalışıyordu. Annesi ise kasabada bir hastane kurulmasına yardım ediyordu. Direniş ona ailesinden mirastı zira büyük büyükbabası, Rus Çarlığı’nın Polonya’yı işgaline karşı başlatılan 1863 Ocak Ayaklanması’nda savaşmıştı. Kołodziejczyk büyük dedesinden, “O bir Polonyalı vatanseverdi ve çocuklarını da bu ruhla yetiştirmeye çalıştı.” diye bahsetmiş.
Nisan 1940’ta işgalci Alman ordusu, Kołodziejczyk’in babasının çalıştığı kasabadaki madeni yağmaladı ve onu diğer Polonyalı yetkililerle birlikte yakaladı. Dachau toplama kampına nakledilmeden önce iki hafta boyunca Gestapo tarafından tutuldular. Koşullar korkunçtu: Mahkumlar ağır işlerde çalıştırılıyor, günde bir dilim ekmek, pancar yaprağı ve kabuğu çıkarılmış tane ile yapılan ince bir yulaf ezmesiyle besleniyorlardı. Açlıkları o kadar şiddetliydi ki ağaçların kabuklarını kemiriyorlardı; bir gün çorba tenceresinde bir fare buldular ve açlıktan ölmek üzere olan mahkumlar farenin hemen üzerine atlamışlar.
Kołodziejczyk’in babası geçit töreninde bir mahkumun yorgunluktan yere yığıldığını ve bir rozari düşürdüğünü hatırlıyor. Babası hemen çamurdan çıkarmış ve cebine saklamış rozari’yi. Bir gardiyan ona yaklaşmış ve ceplerini arasa da rozari’yi bulamamış. Kołodziejczyk bunun bir “mucize” olduğunu söylermiş. O karanlıktan mucize eseri çıktığını düşünüyormuş.
Sonunda Aleksandra’nın babası serbest bırakılmış. “Hayatımda ilk kez onu gördüğümde bayıldım,” diye hatırlıyor. “Hayalet gibi görünüyordu. Bir deri bir kemik kalmıştı. Kampa 89 kg ağırlığında gitmişti. Geri döndüğünde sadece 32 kiloydu.”
1941 yılına gelindiğinde Naziler Auschwitz kompleksini genişletmeye başlamıştı. Höss ailesinin yanında yaşadığı imha kampı Auschwitz II de dahil olmak üzere 40’tan fazla kamp yapılmıştı. Bu proje, yerel Polonyalı nüfusun geniş çapta yerinden edilmesini de içeriyordu.
Auschwitz-Birkenau Müzesi’nden Paweł Sawicki:
“Almanlar Oświęcim ve civar köylerden 9.000 kadar Polonyalıyı yerinden etti.” diyor. “Buna ek olarak, Oświęcim’in tüm Yahudi nüfusu toplamda yaklaşık 7.000 kişi yakındaki gettolara sürüldü. Sekiz Polonya köyü yok edildi ve Auschwitz I’in hemen yakınındaki Oświęcim şehrinde bulunan yüzden fazla bina yıkıldı.” diye aktarıyor.
Aleksandra o günleri şöyle hatırlıyor: “Evimizin üzerindeki tabelanın ne renk olacağını görmek için sabırsızlanıyorduk. Kırmızı yerinden edilme, yeşil ise kalmakta özgür olduğumuz anlamına geliyordu. Korkunç bir durumdu. Sırtınıza birkaç kilo alabiliyordunuz ve hepsi bu kadardı. Gerisi geride bırakılmak zorundaydı. Biz de alabildiğimizi aldık.”
Sürgün edilenler Yukarı Silezya ve Bielsko İlçesine götürüldü; bazı gençler zorunlu çalışma kamplarına sürüldü. Aleksandra Bystroń Kołodziejczyk henüz 14 yaşında olmasına rağmen 1941 yılında Polonya direniş hareketine katıldı. Auschwitz’i çevreleyen bölgede 1.200’den fazla Polonyalıyı kendine çekmeyi başaran bir direniş ordusu kurulmuştu. Pavel Sawicki: “Mahkumlara yardım etmek için kendi hayatlarını ve ailelerinin hayatlarını riske attılar.” diye anlatıyor hareketi. “İnsanlar yardımlarından dolayı Almanlar tarafından tutuklandı ve Auschwitz’e hapsedildi. Kołodziejczyk ve ailesi de tehlikedeydi.”
“Olena” kod adlı Aleksandra ve kız kardeşi genç oldukları için dikkat çekmiyor, mahkumlar ile dış dünya arasında daha kolay irtibat kurabiliyordu. Madende çalışıyormuş gibi görünerek yakındaki tarlalarda çalıştırılan mahkumlara yiyecek, ilaç, kışlık giysiler ve mesajlar ulaştırıyordu. Çoğunlukla geceleri çalışıyor, mahkumların malzemeleri tarlalarda kolayca bulabilecekleri yerlere saklıyordu. İlgi Alanı’nda elmaları çamura gömdüğü sahne de buradan geliyor.
Direnişçiler, her türlü materyali itina ile korudular. Malzeme parçalarına gizlenmiş gizli mesajlar savaştan sonra Nazileri yargılamak için kullanılacak önemli kanıtlardı çünkü. Direnişçiler mahkumların kaçışlarını kolaylaştırmaya ve sevdikleriyle yüz yüze görüşmelerini sağlamaya da yardımcı oldular. “Bazı gizli mesajlar çok üzücüydü” diye anlatıyor Aleksandra. “Mahkumlar evlerine asla dönemeyeceklerini hissediyorlardı.” Kamptaki tanıklığını hatırladıkça ekliyor:” Çocukluğumuzu yaşayamadık biz. Hemen yetişkin hayatına geçtik.”
Bir gün bir SS gardiyanının bir mahkuma işkence yaptığını görmüştü Aleksandra. Gardiyan parmaklarını adamın nefes borusuna sokarak onu boğmaya çalışıyordu. O büyük bir cesaretle komutana koştu ve bu vahşeti durdurması için yalvardı. Komutan merhamet edince serbest kaldı adam. Belçikalı bir Yahudi olan esir, hayatını kurtardığı için Kołodziejczyk’e teşekkür etti. “O günden sonra Juden Tante, yani Yahudi teyze diye lakap takmışlar Aleksandra’ya, “çünkü bir Yahudi’yi savunmuştum.”
Savaştan sonra Aleksandra Kołodziejczyk aynı kasabada kaldı. Teknik üniversiteden mezun oldu.
Bütün bu tanıklıklarını Glazer ile paylaşmaktan mutluluk duydu.
Jonathan Glazer: “Kullandığımız bisiklet onun bisikletiydi ve oyuncunun giydiği elbise de onun elbisesiydi. O küçük direniş eylemi, yemeği bırakmak gibi basit, neredeyse kutsal bir eylem çok önemli çünkü tek ışık noktası o. Sadece zifiri karanlığı göstermek imkansızdı, bu yüzden ışığı bir yerlerde arıyordum ve onda buldum. O iyilik için bir güçtü.”
Glazer, The Zone of Interest’in yapımına 2014 yılında başladı. Aleksandra Bystroń Kołodziejczyk Glazer’la tanıştıktan sadece birkaç hafta sonra 89 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Anısına ithaf edilen filmi hiç görmedi. Yine de Oscar ödüllü bu film sayesinde cesareti ve kahramanlığı asla unutulmayacak.
Paylaş: