Afedersin Antisemit Makaleler

Antisemitliğinizi soykırım iddialarının arkasına saklayanlardan mısınız? – Efe C. Çoban

Bu yazıyı kaleme alırken aklımda aslında Raz Segal tarafından yazılan ve orjinali Jewish Currents’ta, Türkçe tercümesi ise Avlaremoz’da ‘Ders Kitabı niteliğinde bir Soykırım Vakası’ ismiyle yayınlanan yazı ve bu yazı üzerine düşüncelerimi kamuya açmak vardı. Bu düşüncelerim aslında yazının yayınlandığı ilk günden beri mevcut. Ve fakat, Türkiye’de oluşan kamuoyu, beni bu yazının ötesinde şeyler düşünmeye itti. Bu yazıda iki aşamalı olarak düşüncelerimden bahsedeceğim. Buna Gazze’de yaşananların soykırım olup olmadığı tartışmasıyla başlayacağım. 

Algıların artık gerçeklerden daha önemli olduğu günümüzde “Savaşın Pusu’’ (Fog of War) sebebiyle gözün gözü görmediği bu ortamda, henüz derdimi anlatmaya başlamadan tarafımı açıkça belli etmem gerekiyor: herhangi bir sivilin dahi öldürülmesi, işkenceye uğraması, kaçırılması ve zarara uğratılması insanlik adına yeterince üzücüdür, savaş suçudur ve insanlık dışıdır. İsrail, Gazze, Filistin, Yemen, Irak, Suriye veya başka bir yer fark etmeksizin, sivillerin öldürülmesini meşrulaştırılmamalıdır.

Bugün soykırım tanımı yaparken, 1948 yılında imzalanan Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni (‘Soykırım Sözleşmesi’) baz alıyoruz. Bu döküman zaten soykırım suçu üzerine düzenlenmiş en kapsamlı belgelerden birisi. Sözleşmede kısaca, sıralanan beş eylemden herhangi birini, bir milletin, etnik grubun, ırk grubunun ya da dini grubun, tamamını ya da bir kısmını ortadan kaldırmaya yönelik olarak uygulamak soykırım olarak tanımlanmıştır. Söz konusu eylemler şöyle sıralanıyor:

– Öldürmek,
– Fiziki ya da mental ciddi hasarlara sebep olmak,
– Kasten grubun (tamamının ya da bir kısmının) hayat koşullarını fiziksel yıkama uğratacak kadar zorlaştırmak,
– Doğumlarını engelleyecek önlemler almak,
– Çocuklarını zorla başkalarına vermek.

Gazze’de sivillerin öldürüldüğünü, genel anlamda sivil nüfusu etkileyecek biçimde elektriğin, suyun ve diğer yaşamsal kaynaklara erişimin kısıldığını görüyoruz. Peki tüm bunlar yaşananlara soykırım dememiz için yeterli mi?

Hayır, değil. Soykırım Sözleşmesi’nin en tartışmalı noktası ise suçun unsurlarından olan,“maksat” kısmı. Soykırım suçunun işlenmiş olması için, İsrail’in Filistinlileri ortadan kaldırmaya yönelik eylem veya plan içinde olduğunun kanıtlanması gerekiyor. Yani soykırım, basitçe, savaşta, kasten veya taksirle, sivillerin öldürülmesine indirgenmemeli. Eğer indirgiyor olsaydık, Hamas’ın sadece 7 Ekim’de değil, tarihinde Yahudilere yaptığı tüm saldırılar da soykırımın bir parçası olarak değerlendirilirdi. Zira özellikle 7 Ekim’de de gördüğümüz üzere, Hamas’ın gerçekleştirdiği saldırıda askeri amacı öldürebileceği maksimum sayıda sivil öldürmekti. Soykırımın katliamlardan ayrıldığı önemli bir tarafı mevcut. Bir ırkı veya etnik, ya da dini grubu yok etmeyi amaçlamak. İsrail Savunma Kuvvetleri’nin yaptığı ise bu değil. 

Soykırım konseptini ve daha sonra suçunu literatüre kazandıran Holokost’u düşünürsek, Naziler sadece Almanya ve işgal ettikleri Avrupa topraklarındaki Yahudiler’i değil, güçlerinin yettiği tüm ülkelerdeki, bölgelerdeki Yahudileri toplatarak kamplara göndermeye çalışmış ve hepsi için ölümü garantileyecek ve Almanya’ya maddi olarak yük yaratmayacak yöntemler geliştirmişti. İsrail örneğinde gördüğümüz kimi yetkililer tarafından yapılan gerici ve sağcı popülist söylemlerin soykırım iddiasını kanıtladığını düşünmek gülünç bir iddia olmaktan öteye geçmez. Eğer bu iddiaları ciddiye alırsak, Türkiye’yi de, Rusya’yı da, Fransa’yı da ve hatta sağcı popülizmin iktidarda olduğu her ülkeyi de yapılan gerici ve popülist söylemleri sebebiyle soykırımla suçlayabiliriz.

Bu sebeple Soykırım Sözleşmesi’ni kelimesi kelimesine okumaya çalışırsak, binlerce olaya soykırım diyebileceğimizin farkında olmamız lazım. Gelin şöyle bir örnek verelim; üç hafta önce Türk Silahlı Kuvvetleri, Suriye’nin Kamışlı bölgesinde bulunan bir elektrik santralini hedef aldı. Elektrik santrali savaş dışı olarak tanımladığımız bir birim. Yani askeri bir hedef değil, çatışmanın doğrudan parçası değil, YPG kontrolünde de olsa bölgedeki sivillere elektrik hizmeti veren bir istasyon. Elektrik, su gibi temel ihtiyaçlara erişimin de temel insan haklarından olduğunu göz önünde bulundurursak, sözleşmede düzenlenen tüm unsurları beraber düşününce şu sonuca varabiliriz: Türkiye, Suriye’deki Kürtleri ortadan kaldırmaya yönelik saldırısını, etkilenecek kişilerin kim olduğunu özenle seçerek bir gerçekleştirmişti. İnsanların tamamını hedef almamak da soykırım tanımını etkilemeyeceğinden, tanım gereği, bu eylemleri de soykırım olarak niteleyebiliriz. Halbuki gerçekleşen; en ağır yorumla dahi savaş dışı sivil bir birime saldırması sebebiyle savaş suçu işlenmiş olduğudur. İsrail Savunma Kuvvetleri de, Gazze’de Hamas’ı ortadan kaldırmak için yaptığı saldırılarda Gazzeli sivillere karşı savaş suçu işliyor. Bu durum sivillerin yaşadıkları dolayısıyla zaten yeterince üzücü. Ayrıca uluslararası kamuoyunun buna engel olmak için gerekeni yapması gerekmekir, Fakat bunu soykırımla özdeşleştirmek ortalığı bulandırmaktan başka bir şey değildir. 

Peki, bu yaşananlar soykırım değilse, bir çoğumuzu soykırım olduğunu düşünmeye iten neydi? Bu kısım bence daha önemli. Bu noktada iki farklı cevap olduğuna inanıyorum. Birincisi nispeten kötü niyet barındırmayan, Gazze’de yaşanan acıların yarattığı bir hezeyanın parçası olarak en üst perdeden tepki oluşturmak için verilen duygusal bir tepki olması. İkincisi ise, her savas suçunu soykırım tanımı içine kasten sokarak, soykırımın çok sık yaşanan bir savaş olayı olduğu fikrini güçlendirerek Holokost’un vehametini azımsamak. Bir diğer tabirle, Holokost’u büyük bir savaş sırasında yaşanan, askeri düzensizlik ve plansızlığın bir parçası olarak gerçekleşmiş acı bir olaya indirgemek. Hamas’ın etki alanında kalmış çevrelerde, özellikle Türkiye’de, bunun oldukça etkili bir şekilde başarılı olduğunu söylemek mümkün. İnsanlar çok derinlerde varlığını bildikleri antisemit duyguları hasebiyle Yahudilerin soykırım yapan taraf olmasını çok kolay içselleştirerek bunu sorgulamaya gerek duymamakta, Holokost’un da zaten görüldüğü üzere savaşlarda yaşanan haksız bir öldürme eylemi olabileceğini belirterek İsrail’in meşruiyeti üzerine ontolojik bir tehdit oluşturma gayretindeler. 

Tık alma uğruna, sıkıcı bir Facebook yalanı edasıyla, aslında dünyanın en çok dikkat çeken çatışmalarından birini, ‘televizyonlar vermiyor, sosyal medya siliyor’ iddiasıyla, soykırım kelimesinin gücüne de inanarak bu paylaşımları yapmanın arkasında; Ortaçağ’dan beri Yahudiliğe ait her şeye düşmanlık besleyen, etrafında gerçekleşen her kötücül olayı Yahudilere fatura eden, çok tanıdık bir zihniyet var. Tek bir sivilin öldürülmesi bile müthiş derecede üzücüyken, Gazze’de yaşananlar soykırım olmadan da uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmesi gereken, insanlığın test edildiği bir noktaya gelmiş durumda. 

Uluslararası kamuoyunda da soykırım tartışılırken (az veya çok aynı sebeplerden de olsa) bu tartışma en azından soykırım tanımı üzerinden sürerken, esas acı verici olan şey, Türkiye’de bu tarz tartışmalara girilmeden, gönül rahatlığıyla soykırım deniyor olmasının ana sebebinin antisemitizmin baskın bir paradigmaya dönüşmesi ve insanların aksini düşünecek bir sebep görmemesi. 

Her yeri soykırım iddialarıyla inletenlerin, Gazze’de olanların sorumlusu Yahudilermiş gibi oluşturulan tepkiye sessiz kalması da; hizmet ettikleri amacın ne olduğunu açıkça ifade etmekte. Günümüzde algıların gerçeklerden daha önemli hale gelmesi de tam olarak bununla ilgili. Bize hizmet eden her kavram doğruyken, bize hizmet etmeyen her kavramı bize hizmet edene kadar esnetmek, bize hizmet ettiği sürece kavramları korumak entelektüel münakaşanın da tek noktası olmuş durumda. Halbuki Hamas’ın saldırılarına sevinmekle, İsrail’in önlemediği (ya da önleyemediği) sivil kayıplarını meşrulaştırmak arasında daha makul bir pozisyon var. Ve aslında insanlık olarak çoğumuz, bu meşru alanın parçasıyız; bu tip durumlarda sesimiz yeteri kadar çıkmıyor sadece. 

Efe C. Çoban Georgia State Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Barış Politikaları dersleri vermektedir.

Kapak fotoğrafı: The Gurdian, Ohad Zwigenberg