Editörün notu: Ada dosyamızın çağrısını yaparken, birbirinden habersiz bir hala ve yeğenin aynı evdeki anılarını yazacaklarını bilmiyorduk. Bugün sizi hem Suzi Sabaner hem de Can Sabaner’in yazılarıyla buluşturuyoruz.
“Beni merak etme anne, ailemi bir arada tutmak ve dünyayı görmek istiyorum” diyerek uzaklara yaşamaya gittim. On iki sene sonra geri döndüğümde, Büyükada’daki ev eskisi gibi değildi artık…
Martıların süzülerek uçmalarını hayranlık ve coşkuyla seyrederim. Aralarında sohbet ederlerken çıkardıkları seslerle huzur bulurum. Sanki yükseklerden büyük resmi görerek “Ya bu insanlar neleri dert ediyor” diyerek kahkaha atarlar şen, neşeli ve geveze martılar.
Yaşamımın zor bir döneminde martıların varlıklarının şifa olduklarını söylesem inanır mısınız?
Uzun bir aradan sonra yaz aylarında tekrar Büyükada’da yaşamaya başlamak, beni ülkeye kesin dönüş yapmamdan daha fazla zorladı. Her şey bıraktığım gibi değildi artık. “Beni merak etme anne, ailemi bir arada tutmak ve dünyayı görmek istiyorum“ dedim ve uzaklarda yaşamaya gittim. 12 sene sonra ülkeme geri döndüğümde Büyükada’daki ev eskisi gibi değildi artık.
Ayrı katlarda yaşamış olsak da Büyükada’daki evimizde, büyük bir aileydik. Büyükbabam ve Büyükannem daha önce aramızdan ayrılmıştı. Ben yurt dışında yaşarken annemi, döndükten sonra da babamı kaybettik. Kurduğum yuva dağıldı, çocuklarım uzaklar.
Türkiye’ye geri döndüğümde yazları Ada’daki evde kalabilmeyi çok denedim önceleri, ama en fazla bir gece dayanabildim. Yakınlarımı yanı başımda hissediyor, çocuklarımın seslerini duyuyordum. Bahçede kutladığımız doğum günlerini, mangal partilerini o anda oluyormuşçasına hissedebiliyordum. Balkonda, her zamanki yerlerinde pamuk saçlı büyükannem ile büyükbabam vardı sanki. Evin içinde olduğum zamanlar derin bir hüzün, özlem ve yalnızlık duyuyordum. Olayları mizahla değerlendirme yeteneğimi bir türlü kullanamıyor, kendimi acıklı eski bir Türk filminin içinde gibi hissediyordum. O yüzden de evde uzun zaman kalmaya dayanamayıp koşar adımlarla deniz otobüslerinin oraya, iskeleye atıyordum kendimi.
Her şeye rağmen ayakta kalmaya ve yaşam sevincimi geri almaya karar verdim. Oğullarımın ve benim çok sevdiğim Büyükada’da yaşayacaktım yaz aylarında, yeniden. Sevdiklerimin anısına ve onlarla beraber yaşayacaktım, evimizde…
Davetsiz bir şekilde devamlı ziyaretime gelen hüznün yüzüne kapıyı kapatmak yerine “hoş geldin buyur” diyerek içeri aldım, bir gün. Ardından yalnızlık, acı, suçluluk, özlem duyguları da geldiler. Bir cesaret kendimle yüzleştim. Olanları ve kendimi kabullenmeye çalıştım.
Adadaki güzelliklere gönül gözüyle bakmaya sonra da görmeye başladım. Begonvillerin pembe ile mor arası renklerini, denizin mavisini, iskelede güneşin batışını, kumsalda uçan, denize ya da yere konan martıları seyrettim. Tek başıma gezerken düşüncelere kapılmayıp çevreme iyice dikkatimi verebilmek için fotoğraf makinemi hep yanımda taşıdım. En çok da martı fotoğrafları çektim. İçimden ne geliyorsa yazdım, evde ya da kafelerde. Yazdım, fotoğraf çektim, sonra yine yazdım. Kardeşim ile ailesinin nadir de olsa üst kata gelmesi ve bir dostumun benimle aynı sokakta oturması bana dayanma gücü verdiyse de çok yalnız hissettiğim zamanlarda martılarla arkadaşlık ettim.
Adada ikimiz el ele yokuş yukarı çıkarken, “Sen doğduğun zaman Suzika, annenle hastaneden çıktığınız gün seni bir sepete koyup hep beraber Ada’ya geldik” demişti büyük babam. Sevdiklerimin seslerine martı sesleri eşlik etmişti, Büyükada’da. En masum, en ilgi gördüğüm ve belki de en mutlu zamanlarımda, henüz yara almamışken. Meğer bu yüzden tutkunmuşum martılara, bu yüzdenmiş onların seslerinin bana huzur vermesi. Eskiden çok eskiden kalan hatırladığım o sesler. Sevinçte ve hüzünde arka fonda, hep vardılar.
Düşe kalka, yuvarlanarak, değişerek, dönüşerek öğrenerek, evime, adaya döndüm. Bu süreçte -sevdiklerim alınmasın- beni sadece martılar anladılar. Dünyanın neresinde olursam olayım, ne zaman bir martı görsem neşelenir, hatta aramızda kalsın onlara göz kırparım.
Sabahın ilk saatleri henüz ve ben sıcak bir yaz günü yine martı sesleriyle uyandım Büyükada’da. Ah şu geveze Martılar…
Temmuz 2016
Not: Bu yazıyı yazdıktan sonra Israel’e göç etmiş olsam da her yaz Büyükada’da kalırım. Kalbimdeki yeri haliyle apayrı..
Kapak görseli: Melis May Sarfati
Editörün notu: Ada dosyamızın çağrısını yaparken, birbirinden habersiz bir hala ve yeğenin aynı evdeki anılarını yazacaklarını bilmiyorduk. Bugün sizi hem Suzi Sabaner hem de Can Sabaner’in yazılarıyla buluşturuyoruz.
“Beni merak etme anne, ailemi bir arada tutmak ve dünyayı görmek istiyorum” diyerek uzaklara yaşamaya gittim. On iki sene sonra geri döndüğümde, Büyükada’daki ev eskisi gibi değildi artık…
Martıların süzülerek uçmalarını hayranlık ve coşkuyla seyrederim. Aralarında sohbet ederlerken çıkardıkları seslerle huzur bulurum. Sanki yükseklerden büyük resmi görerek “Ya bu insanlar neleri dert ediyor” diyerek kahkaha atarlar şen, neşeli ve geveze martılar.
Yaşamımın zor bir döneminde martıların varlıklarının şifa olduklarını söylesem inanır mısınız?
Uzun bir aradan sonra yaz aylarında tekrar Büyükada’da yaşamaya başlamak, beni ülkeye kesin dönüş yapmamdan daha fazla zorladı. Her şey bıraktığım gibi değildi artık. “Beni merak etme anne, ailemi bir arada tutmak ve dünyayı görmek istiyorum“ dedim ve uzaklarda yaşamaya gittim. 12 sene sonra ülkeme geri döndüğümde Büyükada’daki ev eskisi gibi değildi artık.
Ayrı katlarda yaşamış olsak da Büyükada’daki evimizde, büyük bir aileydik. Büyükbabam ve Büyükannem daha önce aramızdan ayrılmıştı. Ben yurt dışında yaşarken annemi, döndükten sonra da babamı kaybettik. Kurduğum yuva dağıldı, çocuklarım uzaklar.
Türkiye’ye geri döndüğümde yazları Ada’daki evde kalabilmeyi çok denedim önceleri, ama en fazla bir gece dayanabildim. Yakınlarımı yanı başımda hissediyor, çocuklarımın seslerini duyuyordum. Bahçede kutladığımız doğum günlerini, mangal partilerini o anda oluyormuşçasına hissedebiliyordum. Balkonda, her zamanki yerlerinde pamuk saçlı büyükannem ile büyükbabam vardı sanki. Evin içinde olduğum zamanlar derin bir hüzün, özlem ve yalnızlık duyuyordum. Olayları mizahla değerlendirme yeteneğimi bir türlü kullanamıyor, kendimi acıklı eski bir Türk filminin içinde gibi hissediyordum. O yüzden de evde uzun zaman kalmaya dayanamayıp koşar adımlarla deniz otobüslerinin oraya, iskeleye atıyordum kendimi.
Her şeye rağmen ayakta kalmaya ve yaşam sevincimi geri almaya karar verdim. Oğullarımın ve benim çok sevdiğim Büyükada’da yaşayacaktım yaz aylarında, yeniden. Sevdiklerimin anısına ve onlarla beraber yaşayacaktım, evimizde…
Davetsiz bir şekilde devamlı ziyaretime gelen hüznün yüzüne kapıyı kapatmak yerine “hoş geldin buyur” diyerek içeri aldım, bir gün. Ardından yalnızlık, acı, suçluluk, özlem duyguları da geldiler. Bir cesaret kendimle yüzleştim. Olanları ve kendimi kabullenmeye çalıştım.
Adadaki güzelliklere gönül gözüyle bakmaya sonra da görmeye başladım. Begonvillerin pembe ile mor arası renklerini, denizin mavisini, iskelede güneşin batışını, kumsalda uçan, denize ya da yere konan martıları seyrettim. Tek başıma gezerken düşüncelere kapılmayıp çevreme iyice dikkatimi verebilmek için fotoğraf makinemi hep yanımda taşıdım. En çok da martı fotoğrafları çektim. İçimden ne geliyorsa yazdım, evde ya da kafelerde. Yazdım, fotoğraf çektim, sonra yine yazdım. Kardeşim ile ailesinin nadir de olsa üst kata gelmesi ve bir dostumun benimle aynı sokakta oturması bana dayanma gücü verdiyse de çok yalnız hissettiğim zamanlarda martılarla arkadaşlık ettim.
Adada ikimiz el ele yokuş yukarı çıkarken, “Sen doğduğun zaman Suzika, annenle hastaneden çıktığınız gün seni bir sepete koyup hep beraber Ada’ya geldik” demişti büyük babam. Sevdiklerimin seslerine martı sesleri eşlik etmişti, Büyükada’da. En masum, en ilgi gördüğüm ve belki de en mutlu zamanlarımda, henüz yara almamışken. Meğer bu yüzden tutkunmuşum martılara, bu yüzdenmiş onların seslerinin bana huzur vermesi. Eskiden çok eskiden kalan hatırladığım o sesler. Sevinçte ve hüzünde arka fonda, hep vardılar.
Düşe kalka, yuvarlanarak, değişerek, dönüşerek öğrenerek, evime, adaya döndüm. Bu süreçte -sevdiklerim alınmasın- beni sadece martılar anladılar. Dünyanın neresinde olursam olayım, ne zaman bir martı görsem neşelenir, hatta aramızda kalsın onlara göz kırparım.
Sabahın ilk saatleri henüz ve ben sıcak bir yaz günü yine martı sesleriyle uyandım Büyükada’da. Ah şu geveze Martılar…
Temmuz 2016
Not: Bu yazıyı yazdıktan sonra Israel’e göç etmiş olsam da her yaz Büyükada’da kalırım. Kalbimdeki yeri haliyle apayrı..
Kapak görseli: Melis May Sarfati
Paylaş: