Ada

Hatırlanamayan Ada – Can Sabaner

Editörün notu: Ada dosyamızın çağrısını yaparken, birbirinden habersiz bir hala ve yeğenin aynı evdeki anılarını yazacaklarını bilmiyorduk. Bugün sizi hem Suzi Sabaner hem de Can Sabaner’in yazılarıyla buluşturuyoruz.

Banyo yapman tüm ailede bir törendi. Şişme havuz suyla doldurulur, babaannen havuzu su ısınana kadar güneşte bekletirdi. Bak, işte tam şu duvarın köşesinde seni yıkardık.” Annemin işaret ettiği köşeye bakıyorum. Zihnimde en ufak bir şey canlanmıyor. 

Büyükada ile hikayem doğduğum yılın yazında başlamış. Yaşamımın ilk iki yazında annemler beni adaya getirmiş ve iki yazımın da tamamını adada geçirmişim. Büyükada’ya geldiğimiz dönemde annem, babam ve ben üç katlı aile evimizin en alt katında yaşamışız, muhtemelen bahçe katı bir bebek için daha uygun olduğundan. Üst katımızda, yani orta katta, halam, eşi ve yaşları benden büyük olan iki kuzenim yaşıyormuş. En üst katta ise dedem ile babaannem. O dönemi “çılgın sevildin”, diye anlatıyor annem. Fotoğraflarım tişörtlere, evdeki kupalara basılmış. Ben doğduktan sonra annem bana bakmak için çalışmaya ara vermiş. Babam ise, annemin anlatışıyla, “işe gidip geliyordu ama aklı sendeydi, içi titreye titreye giderdi”. “Babaanne de ayrı severdi. ‘Güneşim, ayçiçeğim’ derdi. Hep gülen bir çocuktun, herkes de sana geri gülerdi”. Annemin anlattıkları aslında tanıdık hikayeler, seneler içerisinde belki onlarca, yüzlerce kez bu hikayeleri dinledim. Fakat anlatılanların hiçbirini kendim hatırlayamıyorum. Büyülü duyulan bu deneyimlerin hiçbiri gözümün önüne gelmiyor. Sadece annemden dinleyebiliyorum. 

Üçüncü yaşımın yazında, kardeşimin doğumundan hemen önce, Büyükçekmece’de bir siteye taşındık. Hem Büyükçekmece’den Büyükada’ya gitmek oldukça zor olduğundan, hem de sitede büyük bir havuz ve birlikte oynayabileceğim birçok yaşıt çocuk olduğundan uzun bir süre adaya gitmedik. Tekrar adaya döndüğümüzde ben ortaokuldaydım. Halamlar yurtdışına taşınmışlardı, babaannem rahim ağzı kanserinden ölmüştü, dedem ise ender görünen bir nörodejeneratif hastalığa yakalanmıştı. Merdiven çıkamadığı için üst kattan halamlar gittikten sonra boşalan orta kata taşınmıştı. Biz de eskiden dedem ve babaannemin kaldığı üst kata taşındık. Bebekliğimin geçtiği kat ise boş kaldı. Ben ise adada yıllar içerisinde çoktan pekişmiş arkadaş gruplarına uzak kaldığım için dahil olamadım ve Büyükada’daki yazlarım oldukça yalnız geçmeye başladı. Öyle ki her yaz sonu adadan dönme vakti geldiğinde üzerimden bir yük kalkıyordu. Tüm bu değişimlerin gölgesinde bebekliğimin adası kaybolmuştu. 

Netlikle hatırlayabildiğim üzücü deneyimlerime rağmen Büyükada bugün benim için  büyülü bir yer. Hala adaya karşı kelimelerimle ifade edemediğim bir sıcaklık hissediyorum. Her yaz gitmek için heyecanlanıyorum, gidemediğimde özlüyorum, arkadaşlarımı çağırıp dolaştırmaya can atıyorum. Peki hatırladığım tüm bu olumsuzluklara rağmen bu sıcaklık nereden geliyor? Bence bu sıcaklığın sebebi bilincimde hatırladıklarım değil, bilinçdışımda yaşayan hatırlayamadıklarım. Psikanaliz bize yaşananların hiçbir zaman unutulmadığını, bilinçdışında depolandığını söyler. Bilinçdışında depolanan deneyimler gündelik farkındalığımızın ötesinde hayatımızı etkiler. Psikanalizin amacı bilinçdışındaki içeriği bilince taşımak, böylece kendi yaşantımıza dair iç görü kazanmamızı sağlamaktır. Psikanalizin temel kuralı bağlamında benim Büyükada’ya dair hatırlayamadıklarım yok olmuş değil, sadece bilinçdışımda, erişemediğim bir yerde. Ada deneyimlerim bilincimde değil fakat günlük yaşantımı, ilişkilerimi, davranışlarımı örtük bir biçimde etkiliyor.  

Psikanaliz, temelinde bir “konuşma terapisidir”. Bilinçdışını bilince taşıyan, danışanın ya da analiz çerçevesindeki ismiyle analizanın, analistiyle iletişimidir. Bilinçdışı içeriğin farkındalığa ulaşması için konuşularak ifade edilmesi gerekilir. Fakat Büyükada’ya dair bilinçdışımda yaşayan deneyimlerimin konuşarak ifade edilmesi imkansız. Bir ve iki yaşımdaki deneyimlerime kelimeler ile erişemem çünkü bu yaşlarda anıları kaydedecek dil aracına ve benlik öznesine sahip değildim. Öncelikle, deneyimlerimizin hafızamıza işleyebilmesi için dil kullanabilmemiz gerekiyor. Beynimizin Broca ve Wernicke alanları gibi dil ile ilgili bölgeleri yaklaşık iki yaşından sonra gelişmeye başlıyor. Yani, dile sahip olmadığımız yaştaki deneyimleri “babaannem beni çok severdi” cümlesi halinde kaydedemiyoruz ve hatırlayamıyoruz. Psikanalist Daniel N. Stern, “Bebeğin Kişilerarası Dünyası” kitabında bebeklerin benlik algısının gelişimini inceliyor. Stern’in araştırmalarına göre dil temelli bir benlik algısı doğumdan 15 ay sonra gelişmeye başlıyor. Çocukların deneyimlerini belli bir anlatı içerisinde kaydedip hatırlayabilmelerini sağlayacak benlik algısı ise 3-5 yaşlar arasında gelişiyor. Yani üç yaştan önce “bu benim başıma geldi” diyebilen bir benlik yok. Adayı hatırlamaya çalışırken “Büyükada’ya gitmiştim” değil, “Büyükada’ya gitmişim”, “beni şurada yıkarlardı” değil, “beni şurada yıkarlarmış” demek zorundayım. O yaşta Ada’yı deneyimleyen özne tam olarak “ben” değilim çünkü bir “ben” öznesi henüz oluşmamış. Bu deneyimlerin “ben ama tam değil” olarak nitelendirilebilecek bir “özne ama tam değil” tarafından yaşanması Büyükada ile aramda tekinsiz bir mesafe yaratıyor. Bu mesafeye rağmen Büyükada’nın varlığımın temel yapıtaşlarını oluşturduğunu biliyorum. Belki kelimelerle ifade edemiyorum ama bilinçdışımın ifadeleri olan duygularımda ve rüyalarımda yaşıyorum. 

Burada bahsettiklerim bireysel hafızama, hatırlama çabalarıma ve bilinçdışıma dairdi. Fakat bunların ötesinde, Büyükada’nın kendi mekânsal hafızasına dair söylenecek çok şey var. Bir zamanlar orada yaşayan halkın artık orada olmayışı, sokak isimlerinin değiştirilmesi ve yeni yapılanmalar Büyükada’nın zengin geçmişinin unutulmasına sebep olabilir. Ama unutturmaya teşebbüs edenler başarısız olmaya mahkumlar. Psikanaliz bize yaşananların hiçbir zaman unutulmadığını, bilinçdışında depolandığını söyler. Büyükada’da yaşananlar unutulamaz, mekanın bilinçdışında sonsuza kadar var olmaya devam edecek.