‘Sana koşuyorum bir vapur içinde
Ölmemek delirmemek için
Yaşamak bütün adetlerden uzak
Yaşamak…’
Bu satırlarla başlatmıştık dosyamıza çağrımızı. Henüz değerli destekçilerimizin bizi böylesine onurlandıracağını bilmeden… Ada dosyasında adaya, adalı/sayfiyeli olmaya dair öykü, hikâye, röportaj, fotoğraf, resim, şiir, belleği aktaran duygu yazıları ve eleştirel metinlerden oluşan işleri bir araya getirdik ve önümüzdeki bir ay (ve kim bilir belki de daha uzun bir süre) boyunca sizlerle paylaşacağız. Başlangıç noktamız kendi sosyal çevremizden ve Yahudiler için toplumsal öneminden dolayı Prens adalarıydı fakat kısa zaman içinde başka coğrafyalardaki adalara dair de yazılar elimize ulaştıkça tahmin ettiğimizden daha zengin bir içeriğe kavuştuğumuzu fark ettik. Çeşitli yaş gruplarından, farklı etnik-dinsel toplumlardan, bambaşka kültürlerden ada pratiklerine dair bize ulaşan yazılar geniş bir spektruma yayılıyor. Adaya dair: gündelik hayat, çocuk ve genç olmak, kıymetli mimarlar tarafından yapılmış ve ikonik ada evleri, farklı coğrafi mekânlardan “adalı olma halleri”, ekolojik ve kent hakkına dair eleştirel yazılar ve stratejik öneriler, ada temalı kitaplar, adalı kült yazarlar, topluma mal olmuş adalılar, tarihsel perspektiften bakış, adalarda “azınlık” olma(ma) halleri, yabancıların gözünden ada, adaların simge mekânlarına / markalarına dair ve onla özdeşleşmiş kişilerle yapılan röportajlar…
Ada merkezli bu dosyamızda çok katmanlı yazılar var. Satırlarda insanlar, hayvanlar ve bitkiler arasındaki duygudaşlık üzerine düşünürken doğa, aşk, umut, hüzün ile harmanlanıyor, kuşaklararası ada belleğinin hem nasıl değiştiğini hem de süreklilikleri takip ediyoruz.
Tüm bunlardan yola çıkarak, kendimde başta bir sır olarak sakladığım, her bir metni okuduktan sonra ise artık iyice emin olduğum bir tespitimi bu kısa giriş yazımda sizlerle paylaşmak istiyorum. Dünyanın dört bir yanına dağılmış, adaya belki de uzun yıllardır ayak basmamış, ama en önemlisi kendini “adalı” (yazlıkçı ya da kışlıkçı) olarak tanımlayan herkesin paylaştığı “adalı olma halleri”ni temsil eden bazı kimlik özellikleri var. Türlü gündelik hayat pratikleriyle adalı olmayı deneyimlemiş büyük bir kalabalığı birleştiriyor işte bu adalılık hallerine özgü özellikler. Geçmişle bugün arasında bir bağ kuruluyor ve bu bağ nostaljik bir biçimde süreklileşiyor. Satır aralarında siz de hem eleştirel hem de duygu yüklü ifadelere, hafızalardan yüzeye çıkartılan ve dünmüşçesine ince detaylarla çizilen ada siluetine farklı açılardan tanıklık edeceksiniz. Umarız mekânın hafızasında gömülü olan ve kalemlerden bize büyük bir samimiyetle akan duygular sizlere de yansıyacaktır…
Zamanın ruhu olarak da adlandırabileceğimiz toplumsal değişimlere ve dönüşümlere rağmen -ya da bunların ötesinde- adalı olma hallerini kapsayan bu özellikler nelerdir peki? Özgürlük-özgür hissetme, özgüven hissi, rahatlık, yalınlık, sosyalleşme, samimiyet-yakınlık… Birbirini tanımayan insanların sabah yürüyüşleri esnasında karşılıklı selamlaşmaları gibi bir mahallecilik ve komşuluğun halen devam ediyor olması. İsimden ya da aksandan, bedende taşınan herhangi bir simgeden dolayı ayrımcılık ve dışlanma görme ihtimalinin şehre göre çok daha düşük olması ve bunun yarattığı güven. Bir kadın olarak gene şehirde steril alanlar hariç -ki bunun da garanti olmadığını biliyoruz- yakalayamadığımız bu güvenlik duygusunu adalarda hissetmek… Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Eminim eleştirel yaklaşanlar da olacaktır bu tespitlere. Ama benim açımdan adalı olmak tüm bunları kapsayan ve aşan bir aynı dili konuşma halidir. Hatta kendi sözlüğümüz bile var! Adalı dağarcığının öne çıkan örneği “şehre inmek-adaya çıkmak” mesela. Belki bu yazının altına bizlerle diğer ada sözcüklerinizi paylaşırsanız da Eylül sonunda hep beraber bir “ada sözlüğü” yaratmış oluruz.
Adalı olma haline karşılık gelen temaları biraz daha somutlaştıralım mı? Yazılarda da sıklıkla karşılaşacaksınız: vapurlar ama özellikle uzun bir aradan sonra geçen yaz sulara inen, hasret kaldığımız Paşabahçe -nam’ı değer Express-, 90 gençliğinin bir nevi sosyalleşme (ve tabii ki dedikodu) alanı olan Kabataş iskelesi ve katamaranlar (artık olmayan deniz otobüsleri yani). Deniz otobüsleri bir anda paldır küldür kaldırıldığında, birçok anımızın gömülü olduğu iskele yalnızlığına terk edildiğinde ne kadar çok üzüldüğümü dün gibi hatırlıyorum; ilk flörtlere, kaykay denemelerine az tanıklık etmemişti o alan. Adaya sık gelmeyenlere korkutucu gelebilen ama birçoğumuz için dünyanın en güzel seslerinden birine sahip olan martılar, kirpiler (bizim bahçenin kirpisinin adı Rıfkı), eşekler. Dünyanın en lezzetli pastanesindeki -Büyükada Pastanesi- roket patlıcanlı poğaça, börekitaslar, tostçusu, turşucusu. Maalesef bu yaz kapanan Horoz’un yeşil masa örtülerinde rengarenk taşların çıkardığı seslerle çınlayan okey masaları. Herkesin kendine göre favori restoranı olan iskele sahil ama burada bahsetmeden geçemeyeceğim Façyo’nun çikolatalı suflesi, Yalovalı’nın kroketi, Yunus’un gül dondurması ki o tadın çok büyük bir hafızası vardır, Sinek. En popüler buluşma mekânı olan iskeledeki saat kulesi. Hacıbaba Kuruyemişçisi (‘80 gençliği hatırlar), Büyükada’nın biricik kitapçısı Ksidas. Eğlence ritüellerinden Anadolu Kulübü-Şamdan, Akasya, Değirmen, Su Sporları Kulübü, Seferoğlu, Lale Sineması, Kamos… Burada bir Büyükadalı olarak rol çalmış olabilirim, lütfen diğer adalardan okuyucularımız alınmasınlar, yazılarımızın altında kendi ada belleğinizi de bizlerle paylaşırsanız çok mutlu oluruz.
Bugün aradan uzun yıllar bile geçmiş olsa adalıların/ada ile bir bağ kurmuş olanların belleklerinde sadece bu saydıklarımla sınırlı olmayan detaylar derin bir yer tutuyor. Çünkü ada ile kurulan duygusal ve sembolik bağ çok kuvvetli bir yer işgal etmektedir kişinin kimliğinde. Adaya aidiyet kimliğin başat belirleyicilerinden. Adalı olmak, belirli bir yaşam kültürüne ve yaşam tarzına sahip olmak demek. Her ne kadar “Adalar çok değişti, Büyükada artık başka ellerdeki sevgili gibi, ah nerde bizim gençliğimizin adası” şeklinde, adaların son yıllarda değişen kültürel iklimine ve sosyal coğrafyasına, o yerlerin kendileri için anlamlarının değişmesine dair serzenişlerde bulunulsa da – ki bu değişimin duygusal karşılığına yazılarda farklı pencerelerden bakıyoruz- adaya karşı duyulan sevginin, bağlılığın, aidiyetin gücü azalmıyor.1
Dünyanın neresinde olunursa olunsun sıla hasreti, bir yazarımızın çok güzel ifade ettiği gibi, ada hasretiyle açıklanabilir. “Neden hala adaya gidiyorsun, çok değişti” diye sorduklarında benim şahsi cevabım şu oluyor, artık: “Neden gitmeyeyim?” Ada benim içine yerleştiğim evim. Ada, vapurdan adımımı iskeleye attığımda sebepsiz yere beni gülümseten, omzumdaki yükleri alıp hafifleten ve bana sahip çıkan, evim. Benim inanın adaya insan gibi sarılasım geliyor… Burada bir çocukluk anımı paylaşmak istiyorum sizlerle. Bebeklik arkadaşım Bengü ile şöyle bir ritüelimiz vardı: Yaz tatilinin son pazarı son vapura yetişmeden önce adaya mektup yazardık ve bahçede bir taşın altına koyardık, gelecek yaz bulabilmek umuduyla. Bisikletler evlerin içine alınıp, bahçe kapıları kitlenip vapura binildiğinde pencereden adamıza el sallardık “gelecek yaz biz gelene kadar kendine iyi bak”, diye.
Ben bu kısa giriş yazımı tamamlarken bundan 6 yıl önce doktora tezim için görüşme yaptığım, şu an hayatta olmayan çok değerli bir Rum amcanın bana bıraktığı sözleri paylaşıyorum sizlerle ve buradan da onun hatırasına bir selam gönderiyorum. Kendisine “İstanbul’da bu yaşa kadar azınlık olmak nasıldı, nasıl ifade edersiniz?” diye sorduğumda bana şunları demişti, “kızım, bu yaşa gelince anlıyorsun ki mühim olan tek bir şey var o da Büyükada, geri kalan her şey hikaye.”
Eylül ayı boyunca, herkes şehre dönme telaşındayken beraberiz. Güzel bir ay diliyoruz, görüşmek üzere….
Özgür, 28.08.23, Paşabahçe,
Heybeli-Büyükada arasında bir yerde
1 Adalar coğrafyasındaki kültürel kompozisyon iç göçler ve dış göçler sonucu değişime ve dönüşüme uğramıştır. 1950’lerden sonra Adaların toplumsal yapı ve nüfus bileşiminde önemli değişmeler görülmektedir: 6-7 Eylül Pogromu, 1974 Kıbrıs harekatı, 1980 askeri müdahalesi gibi siyasal gelişmelerin etkisiyle başta Rumlar olmak üzere yerleşik azınlık nüfusun Adaları ve Türkiye’yi terk etmesinin yarattığı nüfus gerilemesi, özellikle 80’lerden sonra hızlanan doğu illeri ağırlıklı iç göçle dengelenmiştir. Bu iç göçün sonuçları Adaların toplumsal yapısında gözle görülür bir değişme oluşturmuştur.
Kapak görseli: Melis May Sarfati, Con Paşa Köşkü, Büyükada
‘Sana koşuyorum bir vapur içinde
Ölmemek delirmemek için
Yaşamak bütün adetlerden uzak
Yaşamak…’
Bu satırlarla başlatmıştık dosyamıza çağrımızı. Henüz değerli destekçilerimizin bizi böylesine onurlandıracağını bilmeden… Ada dosyasında adaya, adalı/sayfiyeli olmaya dair öykü, hikâye, röportaj, fotoğraf, resim, şiir, belleği aktaran duygu yazıları ve eleştirel metinlerden oluşan işleri bir araya getirdik ve önümüzdeki bir ay (ve kim bilir belki de daha uzun bir süre) boyunca sizlerle paylaşacağız. Başlangıç noktamız kendi sosyal çevremizden ve Yahudiler için toplumsal öneminden dolayı Prens adalarıydı fakat kısa zaman içinde başka coğrafyalardaki adalara dair de yazılar elimize ulaştıkça tahmin ettiğimizden daha zengin bir içeriğe kavuştuğumuzu fark ettik. Çeşitli yaş gruplarından, farklı etnik-dinsel toplumlardan, bambaşka kültürlerden ada pratiklerine dair bize ulaşan yazılar geniş bir spektruma yayılıyor. Adaya dair: gündelik hayat, çocuk ve genç olmak, kıymetli mimarlar tarafından yapılmış ve ikonik ada evleri, farklı coğrafi mekânlardan “adalı olma halleri”, ekolojik ve kent hakkına dair eleştirel yazılar ve stratejik öneriler, ada temalı kitaplar, adalı kült yazarlar, topluma mal olmuş adalılar, tarihsel perspektiften bakış, adalarda “azınlık” olma(ma) halleri, yabancıların gözünden ada, adaların simge mekânlarına / markalarına dair ve onla özdeşleşmiş kişilerle yapılan röportajlar…
Ada merkezli bu dosyamızda çok katmanlı yazılar var. Satırlarda insanlar, hayvanlar ve bitkiler arasındaki duygudaşlık üzerine düşünürken doğa, aşk, umut, hüzün ile harmanlanıyor, kuşaklararası ada belleğinin hem nasıl değiştiğini hem de süreklilikleri takip ediyoruz.
Tüm bunlardan yola çıkarak, kendimde başta bir sır olarak sakladığım, her bir metni okuduktan sonra ise artık iyice emin olduğum bir tespitimi bu kısa giriş yazımda sizlerle paylaşmak istiyorum. Dünyanın dört bir yanına dağılmış, adaya belki de uzun yıllardır ayak basmamış, ama en önemlisi kendini “adalı” (yazlıkçı ya da kışlıkçı) olarak tanımlayan herkesin paylaştığı “adalı olma halleri”ni temsil eden bazı kimlik özellikleri var. Türlü gündelik hayat pratikleriyle adalı olmayı deneyimlemiş büyük bir kalabalığı birleştiriyor işte bu adalılık hallerine özgü özellikler. Geçmişle bugün arasında bir bağ kuruluyor ve bu bağ nostaljik bir biçimde süreklileşiyor. Satır aralarında siz de hem eleştirel hem de duygu yüklü ifadelere, hafızalardan yüzeye çıkartılan ve dünmüşçesine ince detaylarla çizilen ada siluetine farklı açılardan tanıklık edeceksiniz. Umarız mekânın hafızasında gömülü olan ve kalemlerden bize büyük bir samimiyetle akan duygular sizlere de yansıyacaktır…
Zamanın ruhu olarak da adlandırabileceğimiz toplumsal değişimlere ve dönüşümlere rağmen -ya da bunların ötesinde- adalı olma hallerini kapsayan bu özellikler nelerdir peki? Özgürlük-özgür hissetme, özgüven hissi, rahatlık, yalınlık, sosyalleşme, samimiyet-yakınlık… Birbirini tanımayan insanların sabah yürüyüşleri esnasında karşılıklı selamlaşmaları gibi bir mahallecilik ve komşuluğun halen devam ediyor olması. İsimden ya da aksandan, bedende taşınan herhangi bir simgeden dolayı ayrımcılık ve dışlanma görme ihtimalinin şehre göre çok daha düşük olması ve bunun yarattığı güven. Bir kadın olarak gene şehirde steril alanlar hariç -ki bunun da garanti olmadığını biliyoruz- yakalayamadığımız bu güvenlik duygusunu adalarda hissetmek… Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Eminim eleştirel yaklaşanlar da olacaktır bu tespitlere. Ama benim açımdan adalı olmak tüm bunları kapsayan ve aşan bir aynı dili konuşma halidir. Hatta kendi sözlüğümüz bile var! Adalı dağarcığının öne çıkan örneği “şehre inmek-adaya çıkmak” mesela. Belki bu yazının altına bizlerle diğer ada sözcüklerinizi paylaşırsanız da Eylül sonunda hep beraber bir “ada sözlüğü” yaratmış oluruz.
Adalı olma haline karşılık gelen temaları biraz daha somutlaştıralım mı? Yazılarda da sıklıkla karşılaşacaksınız: vapurlar ama özellikle uzun bir aradan sonra geçen yaz sulara inen, hasret kaldığımız Paşabahçe -nam’ı değer Express-, 90 gençliğinin bir nevi sosyalleşme (ve tabii ki dedikodu) alanı olan Kabataş iskelesi ve katamaranlar (artık olmayan deniz otobüsleri yani). Deniz otobüsleri bir anda paldır küldür kaldırıldığında, birçok anımızın gömülü olduğu iskele yalnızlığına terk edildiğinde ne kadar çok üzüldüğümü dün gibi hatırlıyorum; ilk flörtlere, kaykay denemelerine az tanıklık etmemişti o alan. Adaya sık gelmeyenlere korkutucu gelebilen ama birçoğumuz için dünyanın en güzel seslerinden birine sahip olan martılar, kirpiler (bizim bahçenin kirpisinin adı Rıfkı), eşekler. Dünyanın en lezzetli pastanesindeki -Büyükada Pastanesi- roket patlıcanlı poğaça, börekitaslar, tostçusu, turşucusu. Maalesef bu yaz kapanan Horoz’un yeşil masa örtülerinde rengarenk taşların çıkardığı seslerle çınlayan okey masaları. Herkesin kendine göre favori restoranı olan iskele sahil ama burada bahsetmeden geçemeyeceğim Façyo’nun çikolatalı suflesi, Yalovalı’nın kroketi, Yunus’un gül dondurması ki o tadın çok büyük bir hafızası vardır, Sinek. En popüler buluşma mekânı olan iskeledeki saat kulesi. Hacıbaba Kuruyemişçisi (‘80 gençliği hatırlar), Büyükada’nın biricik kitapçısı Ksidas. Eğlence ritüellerinden Anadolu Kulübü-Şamdan, Akasya, Değirmen, Su Sporları Kulübü, Seferoğlu, Lale Sineması, Kamos… Burada bir Büyükadalı olarak rol çalmış olabilirim, lütfen diğer adalardan okuyucularımız alınmasınlar, yazılarımızın altında kendi ada belleğinizi de bizlerle paylaşırsanız çok mutlu oluruz.
Bugün aradan uzun yıllar bile geçmiş olsa adalıların/ada ile bir bağ kurmuş olanların belleklerinde sadece bu saydıklarımla sınırlı olmayan detaylar derin bir yer tutuyor. Çünkü ada ile kurulan duygusal ve sembolik bağ çok kuvvetli bir yer işgal etmektedir kişinin kimliğinde. Adaya aidiyet kimliğin başat belirleyicilerinden. Adalı olmak, belirli bir yaşam kültürüne ve yaşam tarzına sahip olmak demek. Her ne kadar “Adalar çok değişti, Büyükada artık başka ellerdeki sevgili gibi, ah nerde bizim gençliğimizin adası” şeklinde, adaların son yıllarda değişen kültürel iklimine ve sosyal coğrafyasına, o yerlerin kendileri için anlamlarının değişmesine dair serzenişlerde bulunulsa da – ki bu değişimin duygusal karşılığına yazılarda farklı pencerelerden bakıyoruz- adaya karşı duyulan sevginin, bağlılığın, aidiyetin gücü azalmıyor.1
Dünyanın neresinde olunursa olunsun sıla hasreti, bir yazarımızın çok güzel ifade ettiği gibi, ada hasretiyle açıklanabilir. “Neden hala adaya gidiyorsun, çok değişti” diye sorduklarında benim şahsi cevabım şu oluyor, artık: “Neden gitmeyeyim?” Ada benim içine yerleştiğim evim. Ada, vapurdan adımımı iskeleye attığımda sebepsiz yere beni gülümseten, omzumdaki yükleri alıp hafifleten ve bana sahip çıkan, evim. Benim inanın adaya insan gibi sarılasım geliyor… Burada bir çocukluk anımı paylaşmak istiyorum sizlerle. Bebeklik arkadaşım Bengü ile şöyle bir ritüelimiz vardı: Yaz tatilinin son pazarı son vapura yetişmeden önce adaya mektup yazardık ve bahçede bir taşın altına koyardık, gelecek yaz bulabilmek umuduyla. Bisikletler evlerin içine alınıp, bahçe kapıları kitlenip vapura binildiğinde pencereden adamıza el sallardık “gelecek yaz biz gelene kadar kendine iyi bak”, diye.
Ben bu kısa giriş yazımı tamamlarken bundan 6 yıl önce doktora tezim için görüşme yaptığım, şu an hayatta olmayan çok değerli bir Rum amcanın bana bıraktığı sözleri paylaşıyorum sizlerle ve buradan da onun hatırasına bir selam gönderiyorum. Kendisine “İstanbul’da bu yaşa kadar azınlık olmak nasıldı, nasıl ifade edersiniz?” diye sorduğumda bana şunları demişti, “kızım, bu yaşa gelince anlıyorsun ki mühim olan tek bir şey var o da Büyükada, geri kalan her şey hikaye.”
Eylül ayı boyunca, herkes şehre dönme telaşındayken beraberiz. Güzel bir ay diliyoruz, görüşmek üzere….
Özgür, 28.08.23, Paşabahçe,
Heybeli-Büyükada arasında bir yerde
1 Adalar coğrafyasındaki kültürel kompozisyon iç göçler ve dış göçler sonucu değişime ve dönüşüme uğramıştır. 1950’lerden sonra Adaların toplumsal yapı ve nüfus bileşiminde önemli değişmeler görülmektedir: 6-7 Eylül Pogromu, 1974 Kıbrıs harekatı, 1980 askeri müdahalesi gibi siyasal gelişmelerin etkisiyle başta Rumlar olmak üzere yerleşik azınlık nüfusun Adaları ve Türkiye’yi terk etmesinin yarattığı nüfus gerilemesi, özellikle 80’lerden sonra hızlanan doğu illeri ağırlıklı iç göçle dengelenmiştir. Bu iç göçün sonuçları Adaların toplumsal yapısında gözle görülür bir değişme oluşturmuştur.
Kapak görseli: Melis May Sarfati, Con Paşa Köşkü, Büyükada
Paylaş: