Sukot: Ne olduğunu çok iyi bilseniz de hiç bilmeseniz de, hayata farklı bakmaya teşvik edecek bir yazı
Sukot Bayramı dünyanin farklı yerlerinde Yahudilerin evlerinin bahçelerine veya balkonlarına belirli kriterlere uyan Suka adı verilen geçici ”konutlar” (temporary dwelling) inşa ettikleri bayram. Bu konut, 7 gün boyunca içinde zaman geçirdikleri, çoğu zaman içinde yıldızların altında uyudukları bohem, çardakımsı yapıdır. Suka inşa etmenin kriterlerinden bazıları; gölge yapacak kadar kapalı olması, en az üç duvarı olması, rüzgardan uçmayacak kadar güçlü ama yine de bir ev kadar da dengeli olmamasıdır…
Bir de sonra içini süslüyoruz… – Ki bu aslında benim en sevdiğim kısım- madem geçici niye bu kadar emek veriliyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Acaba bunun içinde aslında benim göremediğim nasıl bir fikir var diye düşünürken, aklıma iki hikaye geldi.
Biri birkaç sene önce klinik psikolog ve yazar Beyhan Budak’ın YouTube kanalında dinlediğim bir hikaye ve ilginç bir şekilde sanki o hikayenin devamıymış gibi bir seyirde giden ve yakın zamanda ünlü Fransız masal ustası Judith Malika Liberman’dan dinlediğim bir masal. Hazırsanız birlikte bu hikayeleri bir de benim kalemimden canlandıralım.
Eski zamanların birinde bir derviş bir işi için bir köye gider. Köylülere sorarak onu Şakir’in ağırlayabilecek durumu olduğunu, diğer kişilerin gücünün yetmeyeceğini öğrenir. Gerçekten de Şakir onu en güzel şekilde ağırlar, zengin sofrasını paylaşır. Ertesi gün yola dönerken derviş Şakir’e teşekkür eder ve bu zenginliği için çok mutlu olması gerektiğini söyler. Şakir de dervişi şaşırtan bir cevap verir: ”Müteşekkirim ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir, olduğu gibi kalmaz, bu da geçer” der.
Aradan zaman geçer, dervişin tekrar o köyde işi çıkar, yine gelir. Şakir’i bıraktığı yerde bulamayınca sormaya başlar. Köylüler durumunun kötüleştiğini söyleyip yeni yerini tarif ederler. Meğer Şakir selde tüm varlığını kaybetmiştir. Yine de mütevazi sofrasında dervişi ağırlar. Derviş bu sefer de giderken Şakir’e çok üzüldüğünü söyler. Şakir yine dervişi şaşırtır ve ”Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, aldanma, bu da geçer” der.
Aradan yine bir zaman geçtikten sonra tekrar o köye dönmesi gerekir dervişin, bu dönüşünde Şakir’i kocaman bir malikanede bulur. Şakir’in çalıştığı arazinin sahibi vefat edince malikaneyi ona bırakmıştır. Artık Şakir’in cevabı dervişi şaşırtmaz. Bu da geçer…
Bir zaman sonra derviş tekrar döndüğünde Şakir vefat etmiştir ve mezar taşında ‘Bu da geçer’ yazar. Buna da artık hayret eden derviş, ”Bu nasıl geçecek?” der kendi kendine… Ama bir sonraki dönüşünde mezarın olduğu arazide toprak kayması olduğunu görünce, mezarın bile yerinde durmaması ona cevabını verir.
Bir süre sonra dervişe danışmaya gelen bir grup dervişe anlatır, ”Dönemin kralı çok özel bir yüzük istiyor ama ne götürsek beğenmiyor.” Derviş de der ki, bir yüzüğün üstüne ”Bu da geçer” yazın bunu beğenecektir. Gerçekten de öyle yaparlar ve kral bunu çok beğenir, bir sürü benzerini yaptırır…
Bu ilk dinlediğim hikayeydi. Bu cepte dursun, diğerine gelelim.
Kral Süleyman’ın (Solomon’un) döneminde çok sevdiği bir başmuhafızı varmış, aralarında çok başka bir güven ilişkisi oluşmuş. Kral zaman zaman başmuhafızından tavsiye bile almaya başlamış. Ama gün geçtikçe bu durum önceden çok mütevazı olan başmuhafızın biraz gururlu davranmasına sebep olmaya başlamış. Günlerden bir gün başmuhafız diğer muhafızlara bir konuşma yapmış ve ”Benim söylediklerimi kralın emri sayacaksınız çünkü ben kralın danışmanı…” derken diğerlerinin korku dolu yüzlerinden kralın arkasından odaya girdiğini anlamış ve utancından ölecek gibi olan muhafız kralın ayaklarına kapanıp af dilemiş.
Ama Kral Süleyman duyacağını duymuş ve baş muhafızına bir ders vermeye karar vermiş… ”Seni bir seneliğine hizmetimden azad ediyorum. Bu bir sene için sana tek bir görev veriyorum. Bir sene boyunca benim için bir yüzük arayacaksın. Bu öyle bir yüzük olacak ki, en yüksek mevkilerdeki zenginleri üzüntüye sokacak, en düşük yerlerdeki fakirleri ve zor durumda olan kişileri de sevindirecek. Eğer bunu bulursan bir sene sonra baş muhafızım olarak hizmetime dönersin, olur da bulamazsan sarayıma dönme.” demiş.
Başmuhafız çok üzgün ve endişeli, ama kralın emri çok net ne yapsın, eşyalarını hazırlayıp yüzüğü aramaya yola çıkmış. Şehirdeki bütün kuyumcuları tek tek gezip hepsine sormaya başlamış: ”Yüksek yerde olan insanı üzecek ama fakir kişinin yüzünü güldürecek bir yüzüğünüz var mı?” Aylarca gezip hiç birinde aradığı şeyi bulamayan muhafız, bilgelere ulaşmış, kütüphanelerin altını üstüne getirmiş, çalmadığı kapı bırakmamış. Ne yaparsa yapsın bu görevi yerine getirememiş. Bulduğu bütün değerli yüzüklerin fakirleri sevindireceğini görmüş ama durumu iyi olan insanları üzecek bir sebep bulamamış. 364 gün sonra sarsılmış, eski ihtişamından eser kalmamış muhafız, gidecek yeri de olmayınca, eli boş da olsa bir umut sarayın yolunu tutmuş. Sarayı dışarıdan izlemeye başlamış, eski mutlu günleri teker teker gözünün önünden geçerken az ilerisinde şarkı söyleyen bir kızı fark etmiş ve sese doğru yaklaşmış.
”Akan suyu yakalayamazsın,
Zamanı tutamazsın,
Hayatın her günü geçer, geçer.
Bazen sevinirsin,
Rüzgar döner üzülürsün,
Hayatın her anı geçer, geçer…”
Sözler muhafızın içine su serpmiş, evet şu an çok dertli de olsa, sarayda geçen çok güzel günleri olduğunu onların geçtiğini bunun da geçeceğini düşünüp rahatlamış. Ve neşe dolu bir sesle ”İşte bu!” demiş. Sonunda anlamış yükseklerdekini üzecek, alçaklardakini neşelendirecek o sihirli mesajı. ‘’Bu da geçer!’’ diye haykırmış.
Şarkı söyleyen kız durmuş ve ”Yüzüklerimdeki sözü mü beğendiniz?” demiş. Şaşkın muhafız bir de bakmış ki bu sözlerin yazdığı yüzükleri şarkıcı kız önündeki beze sermiş satıyor. Hemen bir yüzük alıp saraya koşan muhafız aslında çok uzaklarda aradığı yüzüğü Kral Süleyman’ın sarayın kapısında oturan kızda gördüğünü anlayınca haline gülmüş. Muhafızının dersini aldığını gören kral ona görevini geri vermiş yüzüğü de bu yaşadıklarını, aldığı sihirli mesajı unutmaması için hiç çıkarmamasını emretmiş.
Sukot için yapılan çok güzel, bohem çardaklar da bize bu sihirli mesajı hatırlatır mı dersiniz? Güzel günler olacak, zor günler gelecek, bize güzel günlerin değerini gösterecek günler olacak, bizim kabuğumuzu kırıp bizi zorlayarak geliştirecek anlar olacak, hepsi geçecek. Bizim de işimiz yüksek zamanlarda böbürlenmeden dengemizi koruyabilmek, üzgün zamanlarda düşmeden dengede kalabilmek olabilir mi? Tıpkı rüzgarda sarsılmayacak ama temelli de köklenmeyen suka adlı konutlar gibi…
Sukot: Ne olduğunu çok iyi bilseniz de hiç bilmeseniz de, hayata farklı bakmaya teşvik edecek bir yazı
Sukot Bayramı dünyanin farklı yerlerinde Yahudilerin evlerinin bahçelerine veya balkonlarına belirli kriterlere uyan Suka adı verilen geçici ”konutlar” (temporary dwelling) inşa ettikleri bayram. Bu konut, 7 gün boyunca içinde zaman geçirdikleri, çoğu zaman içinde yıldızların altında uyudukları bohem, çardakımsı yapıdır. Suka inşa etmenin kriterlerinden bazıları; gölge yapacak kadar kapalı olması, en az üç duvarı olması, rüzgardan uçmayacak kadar güçlü ama yine de bir ev kadar da dengeli olmamasıdır…
Bir de sonra içini süslüyoruz… – Ki bu aslında benim en sevdiğim kısım- madem geçici niye bu kadar emek veriliyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Acaba bunun içinde aslında benim göremediğim nasıl bir fikir var diye düşünürken, aklıma iki hikaye geldi.
Biri birkaç sene önce klinik psikolog ve yazar Beyhan Budak’ın YouTube kanalında dinlediğim bir hikaye ve ilginç bir şekilde sanki o hikayenin devamıymış gibi bir seyirde giden ve yakın zamanda ünlü Fransız masal ustası Judith Malika Liberman’dan dinlediğim bir masal. Hazırsanız birlikte bu hikayeleri bir de benim kalemimden canlandıralım.
Eski zamanların birinde bir derviş bir işi için bir köye gider. Köylülere sorarak onu Şakir’in ağırlayabilecek durumu olduğunu, diğer kişilerin gücünün yetmeyeceğini öğrenir. Gerçekten de Şakir onu en güzel şekilde ağırlar, zengin sofrasını paylaşır. Ertesi gün yola dönerken derviş Şakir’e teşekkür eder ve bu zenginliği için çok mutlu olması gerektiğini söyler. Şakir de dervişi şaşırtan bir cevap verir: ”Müteşekkirim ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir, olduğu gibi kalmaz, bu da geçer” der.
Aradan zaman geçer, dervişin tekrar o köyde işi çıkar, yine gelir. Şakir’i bıraktığı yerde bulamayınca sormaya başlar. Köylüler durumunun kötüleştiğini söyleyip yeni yerini tarif ederler. Meğer Şakir selde tüm varlığını kaybetmiştir. Yine de mütevazi sofrasında dervişi ağırlar. Derviş bu sefer de giderken Şakir’e çok üzüldüğünü söyler. Şakir yine dervişi şaşırtır ve ”Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, aldanma, bu da geçer” der.
Aradan yine bir zaman geçtikten sonra tekrar o köye dönmesi gerekir dervişin, bu dönüşünde Şakir’i kocaman bir malikanede bulur. Şakir’in çalıştığı arazinin sahibi vefat edince malikaneyi ona bırakmıştır. Artık Şakir’in cevabı dervişi şaşırtmaz. Bu da geçer…
Bir zaman sonra derviş tekrar döndüğünde Şakir vefat etmiştir ve mezar taşında ‘Bu da geçer’ yazar. Buna da artık hayret eden derviş, ”Bu nasıl geçecek?” der kendi kendine… Ama bir sonraki dönüşünde mezarın olduğu arazide toprak kayması olduğunu görünce, mezarın bile yerinde durmaması ona cevabını verir.
Bir süre sonra dervişe danışmaya gelen bir grup dervişe anlatır, ”Dönemin kralı çok özel bir yüzük istiyor ama ne götürsek beğenmiyor.” Derviş de der ki, bir yüzüğün üstüne ”Bu da geçer” yazın bunu beğenecektir. Gerçekten de öyle yaparlar ve kral bunu çok beğenir, bir sürü benzerini yaptırır…
Bu ilk dinlediğim hikayeydi. Bu cepte dursun, diğerine gelelim.
Kral Süleyman’ın (Solomon’un) döneminde çok sevdiği bir başmuhafızı varmış, aralarında çok başka bir güven ilişkisi oluşmuş. Kral zaman zaman başmuhafızından tavsiye bile almaya başlamış. Ama gün geçtikçe bu durum önceden çok mütevazı olan başmuhafızın biraz gururlu davranmasına sebep olmaya başlamış. Günlerden bir gün başmuhafız diğer muhafızlara bir konuşma yapmış ve ”Benim söylediklerimi kralın emri sayacaksınız çünkü ben kralın danışmanı…” derken diğerlerinin korku dolu yüzlerinden kralın arkasından odaya girdiğini anlamış ve utancından ölecek gibi olan muhafız kralın ayaklarına kapanıp af dilemiş.
Ama Kral Süleyman duyacağını duymuş ve baş muhafızına bir ders vermeye karar vermiş… ”Seni bir seneliğine hizmetimden azad ediyorum. Bu bir sene için sana tek bir görev veriyorum. Bir sene boyunca benim için bir yüzük arayacaksın. Bu öyle bir yüzük olacak ki, en yüksek mevkilerdeki zenginleri üzüntüye sokacak, en düşük yerlerdeki fakirleri ve zor durumda olan kişileri de sevindirecek. Eğer bunu bulursan bir sene sonra baş muhafızım olarak hizmetime dönersin, olur da bulamazsan sarayıma dönme.” demiş.
Başmuhafız çok üzgün ve endişeli, ama kralın emri çok net ne yapsın, eşyalarını hazırlayıp yüzüğü aramaya yola çıkmış. Şehirdeki bütün kuyumcuları tek tek gezip hepsine sormaya başlamış: ”Yüksek yerde olan insanı üzecek ama fakir kişinin yüzünü güldürecek bir yüzüğünüz var mı?” Aylarca gezip hiç birinde aradığı şeyi bulamayan muhafız, bilgelere ulaşmış, kütüphanelerin altını üstüne getirmiş, çalmadığı kapı bırakmamış. Ne yaparsa yapsın bu görevi yerine getirememiş. Bulduğu bütün değerli yüzüklerin fakirleri sevindireceğini görmüş ama durumu iyi olan insanları üzecek bir sebep bulamamış. 364 gün sonra sarsılmış, eski ihtişamından eser kalmamış muhafız, gidecek yeri de olmayınca, eli boş da olsa bir umut sarayın yolunu tutmuş. Sarayı dışarıdan izlemeye başlamış, eski mutlu günleri teker teker gözünün önünden geçerken az ilerisinde şarkı söyleyen bir kızı fark etmiş ve sese doğru yaklaşmış.
”Akan suyu yakalayamazsın,
Zamanı tutamazsın,
Hayatın her günü geçer, geçer.
Bazen sevinirsin,
Rüzgar döner üzülürsün,
Hayatın her anı geçer, geçer…”
Sözler muhafızın içine su serpmiş, evet şu an çok dertli de olsa, sarayda geçen çok güzel günleri olduğunu onların geçtiğini bunun da geçeceğini düşünüp rahatlamış. Ve neşe dolu bir sesle ”İşte bu!” demiş. Sonunda anlamış yükseklerdekini üzecek, alçaklardakini neşelendirecek o sihirli mesajı. ‘’Bu da geçer!’’ diye haykırmış.
Şarkı söyleyen kız durmuş ve ”Yüzüklerimdeki sözü mü beğendiniz?” demiş. Şaşkın muhafız bir de bakmış ki bu sözlerin yazdığı yüzükleri şarkıcı kız önündeki beze sermiş satıyor. Hemen bir yüzük alıp saraya koşan muhafız aslında çok uzaklarda aradığı yüzüğü Kral Süleyman’ın sarayın kapısında oturan kızda gördüğünü anlayınca haline gülmüş. Muhafızının dersini aldığını gören kral ona görevini geri vermiş yüzüğü de bu yaşadıklarını, aldığı sihirli mesajı unutmaması için hiç çıkarmamasını emretmiş.
Sukot için yapılan çok güzel, bohem çardaklar da bize bu sihirli mesajı hatırlatır mı dersiniz? Güzel günler olacak, zor günler gelecek, bize güzel günlerin değerini gösterecek günler olacak, bizim kabuğumuzu kırıp bizi zorlayarak geliştirecek anlar olacak, hepsi geçecek. Bizim de işimiz yüksek zamanlarda böbürlenmeden dengemizi koruyabilmek, üzgün zamanlarda düşmeden dengede kalabilmek olabilir mi? Tıpkı rüzgarda sarsılmayacak ama temelli de köklenmeyen suka adlı konutlar gibi…
Paylaş: