Kaynak: Şalom Gazetesi, 22 Ekim 2003, Sayı: 2809, Sayfa: 8, 9
SEYİR DEFTERİ
BİZ NEYMİŞİZ? – Cem Karako
Bu işe koyulurken nelerle karşılaşabileceğimizi hesaplamış; temsil ettiğimiz kurumdan görevlendirme belgesi dahil ihtiyaç duyabileceğimiz tüm evrakları yanımızda götürmüştük. Ama hesaplamadığımız tek bir şey vardı: İnsanoğlunun komplo teorisi paranoyası…
Gazetede gezinin haberini verdiğimizde sorularla karşılaştık: Bu gençler Vakıf Kanunu’nda yapılan değişiklikler üzerine Trakya’daki vakıf mallarını tespite mi gidiyorlar? Yazılı bir basın kuruluşundan gelen bu soruya gerekli cevaplar veriliyor ama ertesi günkü haberleri malum… “Onlar yalanlandı ama gençler yola çıktı bile…” Amaç bu olsa, bunun için 18-24 yaş arası tecrübesiz gençler mi gönderilir? Hadi amacımız bu olsun, neden böyle bir gizli operasyonu gazetede ilan edelim? Sessizce gezeriz Trakya’yı, veririz ertesinde raporumuzu…
Gezinin ilk günü bir paranoyak arkadaşla daha karşılaştık… Çorlu yerlilerinden biri beni kenara çekip amacımızı sordu; anlatmaya çalıştım:
– Yahudilerden geriye kalanları, Aşkenaz ve Sefarad kültürünün kalıntılarını araştırıyoruz.
Tepkisi netti:
-Bırak onu, bana gerçek amacı söyle.
-İşte bu???
-Söyle işte harita nerede?
-Ne haritası?
-Define haritası…
O amacımızı anlamışmış! Bir gecede halleder, defini paylaşabilirmişiz. Bana inanmadı, bizim gruptan başkalarına da tek tek sordu; yetinmedi, dört kişilik gruba açık açık söyledi. Son tepkimiz farklıydı artık:
-Usta merak etme, şimdi yeni aletler çıktı İstanbul’da, biz aleti bulup getireceğiz. Gelince seni ararız…
Başka bir örnek de döndükten sonra. Yazı dizisi için hummalı bir şekilde çalışırken bir gazete haberi geliyor: Kanada’yı gezen Yahudi gençleri tutuklanmışlar, Mossad ajanı olduklarından şüpheleniyormuş. Aynı haberde bizim de Trakya’yı gezdiğimiz anlatılarak, bizim de Mossad ajanı olduğumuz iması yaratılıyor. Mossad’ın işi yok, 18-24 yaşındaki tecrübesiz gençleri Trakya’ya sürecek, Şalom’a da reklam verecek.
Ne yazık ki anlamak mümkün değil. İkinci örneği anlarım, adam fazla maceraperesttir, bir türlü ikna olmamıştır… Ama bir görüş doğrultusunda tüm mantıki ilkeleri bir kenara atmak, sadece karalamak adına, yalan üretmek akıl sınırlarını zorluyor: Nedir bu düşmanlık?
Ne mutlu ki, gezimiz boyunca bu üç örnek dışında hiçbir tatsızlık yaşamadık. Her yöre halkı, bize candan davrandı, elinden geldiğince yardım etti. Hatırlanan ufak bir anı, paylaşılan bir belge, bir hatıra kırıntısını dahi bizlere anlatma isteği… Zaten onlar olmasa bu yazı dizisi oluşamazdı… Sadece taşları görüntülemek neye yarar? Taşlar konuşamaz ki…
AVRUPA’NIN EN İHTİŞAMLI SİNAGOGLARINDAN EDİRNE SİNAGOGU GÜNBEGÜN YAĞMALANIYOR – Ceni Palti
Kırklareli’den bir telaş yol alıyoruz Edirne’ye doğru. Osmanlı’dan kalan izlerini modern görüntüsüyle ustaca harmanlamış bu şehirde yapacak çok işimiz var; Yahudiliğin kalbi bir zamanlar burada atmış ne de olsa.
Elimizde fotoğraf makineleri ve kayıt cihazları, sırtımızda çantalar, aklımızda gezimizin ilk iki gününde gördüğümüz sinagog ve mezarlıkların kimsesizliği, çaresizliği… Başlıyoruz şehri arşınlamaya…
Tüm heybeti ve ihtişamıyla Selimiye Camii karşılıyor bizi. Osmanlı’ya başkentlik etmiş, birçok kültürün yollarının kesiştiği bu şehirde ilk önce araştırmacı yazar Oral Onur’un evine konuk oluyoruz.
EDİRNE’DE BİR ZAMANLAR…
Bir yandan Onur’un antika dükkânını andıran evini incelerken bir yandan da Yahudi tarihi açısından Selanik ve İstanbul kadar önemli bu kentteki Yahudi yaşamından söz ediyoruz.
Oral Onur çoğunlukla ticaretle uğraşan Cumhuriyet Caddesi, Sabuncu Mahallesi, Tunca Nehrinin yakınları ve Kaleiçi semtinde yaşayan Edirne Yahudileriyle Müslüman halk arasındaki ilişkinin genelde iyi olduğunu, birbirlerinin bayramlarını kutladıklarını, mevutlarına bile katıldıklarını söyledi. Yahudilerin kendi aralarındaki seviye farklılıklarından söz eden Onur, zenginler, orta halliler ve fakirler olarak nitelendirdiği bu üç tabakanın birbirini pek sevmediğini de ekledi.
İstanbul’da söyleştiğimiz 1926 doğumlu Hayim Behar bu durumu “O zamanlar elitizm vardı, 100 lirası olan 99 lirası olana bakmazdı. Evler, sinagoglar meslek gruplarına göre ayrılırdı. Bazı akrabalar bile bu sebeple birbirlerine selam vermezlerdi. Drahoma için çok büyük pazarlıklar yapılırdı.” diyerek anlattı. 1956 doğumlu Moiz Bayer ise seviye farklılıklarının o tarihlerden 1960lara kadar artarak devam ettiğini söyledi ve ekledi: “Yahudiler arasında çok kıskançlık olurdu, muazzam bir rekabet vardı, ‘o kumaşa pamuk kadar, onun malı kötüdür’ diyerek birbirlerini kötüledikleri bile olurdu.”
Ani ziyaretimizi hoşgörüyle karşılayarak bizi Edirne’deki muayenehanesinde ağırlayan diş hekimi Tekin Sayınbaş da Edirne Yahudileri arasındaki bu farklılığın sinagoglara yansıdığını; sinagogların kast ve lonca sistemine göre, hamallar sinagogu, peynirciler sinagogu, fırıncılar sinagogu gibi ayrıldığını ve toplam 41 tane sinagog olduğunu belirtti.
1935 tarihinde Yahudi mahallesinde doğan ve 5 yaşında Kaleiçi semtine gelen Tekin Sayınbaş gençliğini paylaştığı Yahudi arkadaşlarını ve onlarla yaşadıklarını hiç unutmamış. Aksine hikâyelerini yazarak ölümsüzleştirmiş. Gözlerimiz yaşararak dinlediğimiz ona göre mütevazı bize göre oldukça etkileyici hikâyeleri için “Edirne’de etkili olan sivrilmiş bazı kimselerden bahsettim. Bunlar makam sahibi değil, çuvalcı, yemenici, marangoz, hancıydı” diyen Sayınbaş bu arkadaşlarıyla katıldığı balolardan ve zamanın Edirne’sinden de özlemle söz ediyor: “Paris’te çıkan bir moda birinci hafta İstanbul’a gelmişse ikinci hafta Edirne’de olurdu. Balolara Mavi Tuna, İmparator Valsi ile başlanırdı. Musevi toplumunun bunda çok etkisi oldu.”
Moiz Bayer Edirne’deki Yahudilerin halk tarafından “cimri” olarak anıldığını ancak bunun Yahudilerin tavırlarından kaynaklandığını söyledi. Bir kahveye gidildiğinde ya hiçbir şey ya da mecbur kalınınca en ucuz şeyin ısmarlandığını söyleyen Bayer, bu tip davranışlardan kendisinin de rahatsız olduğunu, bunu gören halkta da bir önyargı oluşturduğunu belirtti.
EDİRNE SİNAGOGU ÇÖKÜYOR*
Kutlanılan bayramlardaki neşenin, Brit-Mila’larda Bar-Mitzva törenlerinde ve düğünlerdeki mutluluk gözyaşlarının üstüne çökmüş tüm o sahnelere tanık olan duvarlar… Bir duvar hala ayakta, moloz yığınına dönen diğer duvarların aksine inatla göğe uzanıyor ve biri eksik olan 10 Emir tabletini gururla taşıyor. Edirne’deki Yahudi tarihine bu duvar kadar sahip çıkamazsak, eğer ona yardımcı olamazsak o da çökecek, geriye kalan ise sadece anılar olacak…
1907 yılında inşası sona eren Avrupa’nın en güzel sinagoglarından Büyük Sinagog 1995’te Vakıflar Kanunu’nun on yıl süreyle cemaati olmayan kilise ve sinagog gibi gayrimenkullerin ait olduğu vakıf yönetiminin Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçmesini şart koşan maddesi gereğince Vakıflar Bölge Müdürlüğüne geçti.
YARIM KALAN RESTORASYON PROJESİ
Bir kültür merkezi olması planlanan bu tarihi mekânın restorasyonunu üstlenen ve oldukça yoğun programına rağmen bizi kabul eden Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. D. Osman İnci ile gezimiz sırasında görüştük: “Vakıflara devredilen sinagogun üniversiteye devredilmesi gerekiyordu. 1996’da rektör olduğumda ilk işim bu olay için bir proje üretmek oldu. Hahambaşılık da bir yönetim kurulu toplantısına katıldım. Orada bilgi alışverişinde bulunuldu. Bunlar sürerken 1997’de sinagog çöktü. Çökmeyi takip eden 3-4 günde Vakıflar Bölge Müdürlüğü beni arayarak sinagogu o çökmüş halde bize devretmek istediğini söyledi. Bir protokol yapıldı, o protokolde imza attım. Yalnız o protokolün bir maddesi vardır, o çok önemlidir. Aynen şöyle yazılı: ‘Enkaz kaldırma çalışmaları bitirilerek binanın mevcut hali çizilecek, bunu takiben binanın belli dönemlerde uğradığı değişiklikler belirlenip tekrar çizime dökülerek restorasyon projesi bitirilecek. Ondan sonra Vakıflar Genel Müdürlüğüne başvurulacak ve Müdürlük bu projeyi onaylarsa sinagog üniversiteye tahsis edilecek.’ Bu arada orayı koruma altına alabilmek için 24 saat mekânı bekleyecek bir bekçi bulundu. Bir telefon hattı çekildi. Birtakım kazılar ve benzeri işler yapıldı. (…) Şöyle söyleyeyim; tüm bu çalışmaların projesinin o aşamaya gelmesi için bugün harcanması gereken bedel en az 1.5 trilyon. Tahsisat yapılırsa gider oraları kaldırırız, yapacaksak kaynak buluruz.”
Nasıl bu hale geldi?
- 1960’ların başında ABD’den gelen Yahudi turistler cemaatin 300 yıllık yaşamını belgeleyen “dini mahkeme defterleri”ni kimseden izin almadan ABD’ye götürdüler.
- 1988’de Birinci İntifada sırasında sinagog yağmalandı.
- 1997’de de biriken kar yüzünden çatısı çöktü.
Oral Onur, sinagogun koltuklarının okullara verildiğini, tümü Fransızca olan kütüphanedeki kitapların açık artırmayla satıldığını söyledi. Kitapların bir kısmını satın alan, kitapların bulunduğu 100 senelik Avusturya malı dolapları da evinde bulunduran Onur, 15 yıl önce bu kitapları bir yardım kampanyasında doğuya göndermiş. Hahamın koltuğunu da hatıra için saklamış.
Sinagogu görmeye gittiğimizde orada yaşayan bir hanımdan, sinagogun zaman zaman yağmalandığını ve çalınan parçaların satıldığını öğrendik. Hatta bizim gelişimizden bir gün önce Mahazeke Tora’nın kapısı çalınmış!
Kaynakça:
Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri: Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İletişim Yayınları, 1. Baskı, 1999
Edirne Yahudileri, Edirne, Yapı Kredi Yayınları, Yeni Bilgiler ve 1934 Trakya Olayları, Tarih ve Toplum
* Büyük Edirne Sinagogu, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 2010 yılında başlattığı restorasyon çalışmaları sonucunda, 26 Mart 2015 tarihinde yeniden hizmete açıldı.
“Mozaiğin Kayıp Parçası: Trakya Yahudileri” isimli dosyanın diğer bölümlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Kaynak: Şalom Gazetesi, 22 Ekim 2003, Sayı: 2809, Sayfa: 8, 9
SEYİR DEFTERİ
BİZ NEYMİŞİZ? – Cem Karako
Bu işe koyulurken nelerle karşılaşabileceğimizi hesaplamış; temsil ettiğimiz kurumdan görevlendirme belgesi dahil ihtiyaç duyabileceğimiz tüm evrakları yanımızda götürmüştük. Ama hesaplamadığımız tek bir şey vardı: İnsanoğlunun komplo teorisi paranoyası…
Gazetede gezinin haberini verdiğimizde sorularla karşılaştık: Bu gençler Vakıf Kanunu’nda yapılan değişiklikler üzerine Trakya’daki vakıf mallarını tespite mi gidiyorlar? Yazılı bir basın kuruluşundan gelen bu soruya gerekli cevaplar veriliyor ama ertesi günkü haberleri malum… “Onlar yalanlandı ama gençler yola çıktı bile…” Amaç bu olsa, bunun için 18-24 yaş arası tecrübesiz gençler mi gönderilir? Hadi amacımız bu olsun, neden böyle bir gizli operasyonu gazetede ilan edelim? Sessizce gezeriz Trakya’yı, veririz ertesinde raporumuzu…
Gezinin ilk günü bir paranoyak arkadaşla daha karşılaştık… Çorlu yerlilerinden biri beni kenara çekip amacımızı sordu; anlatmaya çalıştım:
– Yahudilerden geriye kalanları, Aşkenaz ve Sefarad kültürünün kalıntılarını araştırıyoruz.
Tepkisi netti:
-Bırak onu, bana gerçek amacı söyle.
-İşte bu???
-Söyle işte harita nerede?
-Ne haritası?
-Define haritası…
O amacımızı anlamışmış! Bir gecede halleder, defini paylaşabilirmişiz. Bana inanmadı, bizim gruptan başkalarına da tek tek sordu; yetinmedi, dört kişilik gruba açık açık söyledi. Son tepkimiz farklıydı artık:
-Usta merak etme, şimdi yeni aletler çıktı İstanbul’da, biz aleti bulup getireceğiz. Gelince seni ararız…
Başka bir örnek de döndükten sonra. Yazı dizisi için hummalı bir şekilde çalışırken bir gazete haberi geliyor: Kanada’yı gezen Yahudi gençleri tutuklanmışlar, Mossad ajanı olduklarından şüpheleniyormuş. Aynı haberde bizim de Trakya’yı gezdiğimiz anlatılarak, bizim de Mossad ajanı olduğumuz iması yaratılıyor. Mossad’ın işi yok, 18-24 yaşındaki tecrübesiz gençleri Trakya’ya sürecek, Şalom’a da reklam verecek.
Ne yazık ki anlamak mümkün değil. İkinci örneği anlarım, adam fazla maceraperesttir, bir türlü ikna olmamıştır… Ama bir görüş doğrultusunda tüm mantıki ilkeleri bir kenara atmak, sadece karalamak adına, yalan üretmek akıl sınırlarını zorluyor: Nedir bu düşmanlık?
Ne mutlu ki, gezimiz boyunca bu üç örnek dışında hiçbir tatsızlık yaşamadık. Her yöre halkı, bize candan davrandı, elinden geldiğince yardım etti. Hatırlanan ufak bir anı, paylaşılan bir belge, bir hatıra kırıntısını dahi bizlere anlatma isteği… Zaten onlar olmasa bu yazı dizisi oluşamazdı… Sadece taşları görüntülemek neye yarar? Taşlar konuşamaz ki…
AVRUPA’NIN EN İHTİŞAMLI SİNAGOGLARINDAN EDİRNE SİNAGOGU GÜNBEGÜN YAĞMALANIYOR – Ceni Palti
Kırklareli’den bir telaş yol alıyoruz Edirne’ye doğru. Osmanlı’dan kalan izlerini modern görüntüsüyle ustaca harmanlamış bu şehirde yapacak çok işimiz var; Yahudiliğin kalbi bir zamanlar burada atmış ne de olsa.
Elimizde fotoğraf makineleri ve kayıt cihazları, sırtımızda çantalar, aklımızda gezimizin ilk iki gününde gördüğümüz sinagog ve mezarlıkların kimsesizliği, çaresizliği… Başlıyoruz şehri arşınlamaya…
Tüm heybeti ve ihtişamıyla Selimiye Camii karşılıyor bizi. Osmanlı’ya başkentlik etmiş, birçok kültürün yollarının kesiştiği bu şehirde ilk önce araştırmacı yazar Oral Onur’un evine konuk oluyoruz.
EDİRNE’DE BİR ZAMANLAR…
Bir yandan Onur’un antika dükkânını andıran evini incelerken bir yandan da Yahudi tarihi açısından Selanik ve İstanbul kadar önemli bu kentteki Yahudi yaşamından söz ediyoruz.
Oral Onur çoğunlukla ticaretle uğraşan Cumhuriyet Caddesi, Sabuncu Mahallesi, Tunca Nehrinin yakınları ve Kaleiçi semtinde yaşayan Edirne Yahudileriyle Müslüman halk arasındaki ilişkinin genelde iyi olduğunu, birbirlerinin bayramlarını kutladıklarını, mevutlarına bile katıldıklarını söyledi. Yahudilerin kendi aralarındaki seviye farklılıklarından söz eden Onur, zenginler, orta halliler ve fakirler olarak nitelendirdiği bu üç tabakanın birbirini pek sevmediğini de ekledi.
İstanbul’da söyleştiğimiz 1926 doğumlu Hayim Behar bu durumu “O zamanlar elitizm vardı, 100 lirası olan 99 lirası olana bakmazdı. Evler, sinagoglar meslek gruplarına göre ayrılırdı. Bazı akrabalar bile bu sebeple birbirlerine selam vermezlerdi. Drahoma için çok büyük pazarlıklar yapılırdı.” diyerek anlattı. 1956 doğumlu Moiz Bayer ise seviye farklılıklarının o tarihlerden 1960lara kadar artarak devam ettiğini söyledi ve ekledi: “Yahudiler arasında çok kıskançlık olurdu, muazzam bir rekabet vardı, ‘o kumaşa pamuk kadar, onun malı kötüdür’ diyerek birbirlerini kötüledikleri bile olurdu.”
Ani ziyaretimizi hoşgörüyle karşılayarak bizi Edirne’deki muayenehanesinde ağırlayan diş hekimi Tekin Sayınbaş da Edirne Yahudileri arasındaki bu farklılığın sinagoglara yansıdığını; sinagogların kast ve lonca sistemine göre, hamallar sinagogu, peynirciler sinagogu, fırıncılar sinagogu gibi ayrıldığını ve toplam 41 tane sinagog olduğunu belirtti.
1935 tarihinde Yahudi mahallesinde doğan ve 5 yaşında Kaleiçi semtine gelen Tekin Sayınbaş gençliğini paylaştığı Yahudi arkadaşlarını ve onlarla yaşadıklarını hiç unutmamış. Aksine hikâyelerini yazarak ölümsüzleştirmiş. Gözlerimiz yaşararak dinlediğimiz ona göre mütevazı bize göre oldukça etkileyici hikâyeleri için “Edirne’de etkili olan sivrilmiş bazı kimselerden bahsettim. Bunlar makam sahibi değil, çuvalcı, yemenici, marangoz, hancıydı” diyen Sayınbaş bu arkadaşlarıyla katıldığı balolardan ve zamanın Edirne’sinden de özlemle söz ediyor: “Paris’te çıkan bir moda birinci hafta İstanbul’a gelmişse ikinci hafta Edirne’de olurdu. Balolara Mavi Tuna, İmparator Valsi ile başlanırdı. Musevi toplumunun bunda çok etkisi oldu.”
Moiz Bayer Edirne’deki Yahudilerin halk tarafından “cimri” olarak anıldığını ancak bunun Yahudilerin tavırlarından kaynaklandığını söyledi. Bir kahveye gidildiğinde ya hiçbir şey ya da mecbur kalınınca en ucuz şeyin ısmarlandığını söyleyen Bayer, bu tip davranışlardan kendisinin de rahatsız olduğunu, bunu gören halkta da bir önyargı oluşturduğunu belirtti.
EDİRNE SİNAGOGU ÇÖKÜYOR*
Kutlanılan bayramlardaki neşenin, Brit-Mila’larda Bar-Mitzva törenlerinde ve düğünlerdeki mutluluk gözyaşlarının üstüne çökmüş tüm o sahnelere tanık olan duvarlar… Bir duvar hala ayakta, moloz yığınına dönen diğer duvarların aksine inatla göğe uzanıyor ve biri eksik olan 10 Emir tabletini gururla taşıyor. Edirne’deki Yahudi tarihine bu duvar kadar sahip çıkamazsak, eğer ona yardımcı olamazsak o da çökecek, geriye kalan ise sadece anılar olacak…
1907 yılında inşası sona eren Avrupa’nın en güzel sinagoglarından Büyük Sinagog 1995’te Vakıflar Kanunu’nun on yıl süreyle cemaati olmayan kilise ve sinagog gibi gayrimenkullerin ait olduğu vakıf yönetiminin Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçmesini şart koşan maddesi gereğince Vakıflar Bölge Müdürlüğüne geçti.
YARIM KALAN RESTORASYON PROJESİ
Bir kültür merkezi olması planlanan bu tarihi mekânın restorasyonunu üstlenen ve oldukça yoğun programına rağmen bizi kabul eden Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. D. Osman İnci ile gezimiz sırasında görüştük: “Vakıflara devredilen sinagogun üniversiteye devredilmesi gerekiyordu. 1996’da rektör olduğumda ilk işim bu olay için bir proje üretmek oldu. Hahambaşılık da bir yönetim kurulu toplantısına katıldım. Orada bilgi alışverişinde bulunuldu. Bunlar sürerken 1997’de sinagog çöktü. Çökmeyi takip eden 3-4 günde Vakıflar Bölge Müdürlüğü beni arayarak sinagogu o çökmüş halde bize devretmek istediğini söyledi. Bir protokol yapıldı, o protokolde imza attım. Yalnız o protokolün bir maddesi vardır, o çok önemlidir. Aynen şöyle yazılı: ‘Enkaz kaldırma çalışmaları bitirilerek binanın mevcut hali çizilecek, bunu takiben binanın belli dönemlerde uğradığı değişiklikler belirlenip tekrar çizime dökülerek restorasyon projesi bitirilecek. Ondan sonra Vakıflar Genel Müdürlüğüne başvurulacak ve Müdürlük bu projeyi onaylarsa sinagog üniversiteye tahsis edilecek.’ Bu arada orayı koruma altına alabilmek için 24 saat mekânı bekleyecek bir bekçi bulundu. Bir telefon hattı çekildi. Birtakım kazılar ve benzeri işler yapıldı. (…) Şöyle söyleyeyim; tüm bu çalışmaların projesinin o aşamaya gelmesi için bugün harcanması gereken bedel en az 1.5 trilyon. Tahsisat yapılırsa gider oraları kaldırırız, yapacaksak kaynak buluruz.”
Nasıl bu hale geldi?
Oral Onur, sinagogun koltuklarının okullara verildiğini, tümü Fransızca olan kütüphanedeki kitapların açık artırmayla satıldığını söyledi. Kitapların bir kısmını satın alan, kitapların bulunduğu 100 senelik Avusturya malı dolapları da evinde bulunduran Onur, 15 yıl önce bu kitapları bir yardım kampanyasında doğuya göndermiş. Hahamın koltuğunu da hatıra için saklamış.
Sinagogu görmeye gittiğimizde orada yaşayan bir hanımdan, sinagogun zaman zaman yağmalandığını ve çalınan parçaların satıldığını öğrendik. Hatta bizim gelişimizden bir gün önce Mahazeke Tora’nın kapısı çalınmış!
Kaynakça:
Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri: Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İletişim Yayınları, 1. Baskı, 1999
Edirne Yahudileri, Edirne, Yapı Kredi Yayınları, Yeni Bilgiler ve 1934 Trakya Olayları, Tarih ve Toplum
* Büyük Edirne Sinagogu, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 2010 yılında başlattığı restorasyon çalışmaları sonucunda, 26 Mart 2015 tarihinde yeniden hizmete açıldı.
“Mozaiğin Kayıp Parçası: Trakya Yahudileri” isimli dosyanın diğer bölümlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Paylaş: