Kaynak: Şalom Gazetesi, 22 Ekim 2003, Sayı: 2809, Sayfa: 8
EDİRNE’DE ANTİSEMİTİZM VE TRAKYA OLAYLARI
Çeşitli yayın organlarının yürüttüğü antisemit propagandalarla doldurulan Trakyalıların 1934 yılının Haziran ayının son günlerinde Yahudi evlerini yağmalaması ve Yahudilere zarar vermesiyle meydana gelen Trakya Olayları’ndan sonra bile Edirne’de Yahudi karşıtı propagandaların devam ettiği görüldü. Aynı yılın Ekim ayında okullara Yahudi öğrencilerin kaydedilmesi talimatı verildi. Yahudileri boykot kampanyası nedeniyle durumları gittikçe bozulan ve iş bulamayan Yahudilerin büyük bir çoğunluğu İstanbul’a göç etti. Bu tip olayların tekrarlanabileceği endişesini taşıyan Yahudiler akşam saat 17’den sonra sokağa çıkmamaya özen gösterdiler.
“Görüyor musunuz? Benizleri sararmış, hasta bunlar…”
“Raşel!” dedi, “Gel!”, hemen odaya soktu onu. Bakıyorum ikisi de ağlamaya başladı. Babam anneme diyor ki “Biz yaşadık yaşayacağımızı ama çocukları öldürecekler yarın!”.
Hepimizin gözlerinde yaşlar birikmişti. 1915 Edirne doğumlu İlya Beyar’ın bu sözleriyle. Çok sevdiği Edirne’den Trakya Olayları yüzünden ayrılan ve İstanbul’a yerleşen Beyar ile Burgazada’da söyleştik.
Yahudi olmayan komşuları ve arkadaşlarıyla çok iyi geçindiğini söyleyen ve yanlarındaki evde oturan imamı örnek gösteren Beyar, gayrimüslim olmanın eğitim hayatını zorlaştırdığını inkâr edemiyor. “Alliance Israelité Universalle’i bitirdim, sonra liseye almak istemediler, Alliance’ı yeterli görmediler, halbuki orta mektep derecesindeydi en azından” diyor. Bu nedenle bir sene Namık Kemal İlkokuluna devam ettikten sonra Edirne Erkek Lisesine kabul edilmiş; ancak Hitler’in iktidara gelişiyle çakışan lise hayatı da pek huzurlu geçmemiş.
“Edirne Erkek Lisesinde sınıftaydık, musiki hocası derse girdi, ‘İçinizde Musevi var mı?’ diye sordu. İki kişiydik, hemen ayağa kalktık, hoca dedi ki ‘Görüyor musunuz, benizleri sararmış, hasta bunlar, zavallılar! Bunları da dışarı çıkaralım da hava alsınlar!’ Askerlik dersine gelen yüzbaşı da bizi dersten çıkarmıştı, hem de askerlik dersinden geçemediğimiz takdirde sınıfta kalmak mecburiyetindeydik. Müdüre şikâyet ettik, müdür dedi ‘ben karışmam bu işlere’. Bunun üzerine Maarif Müdürlüğüne gittik, oradaki müdür de ‘Ben karışmam’ dedi. Hemen telgraf çektik Ankara’ya, böyle böyle, dersten çıkarıldık, sınıfta kalma korkusu var, gereğinin yapılmasını saygıyla rica ederiz, diye. Bir hafta sonra bir albay geliyor ve diyor ki ‘Musevi, Rum, Ermeni ne olursa olsun hepimiz Türküz ve bu vatanı, milleti müdafaa etmek için canımızdan da fedakârlık yaparız, aramızda hiç böyle ayrılık yoktur.’ Biz de hemen başladık askerlik dersine girmeye böylece.”
Sohbetimiz devam ederken söz, Beyar’ın cemaat hayatına atıldığı yıllarda patlak veren ve Edirne’yi terk etmelerine neden olan Trakya Olayları’na geliyor. “16-17 yaşlarındaydım ve cemaat işleriyle yakinen meşgul olmaya başlamıştım. O aralar hep baskı altında yaşıyorduk. Bir gün annem diyor ‘Baban gelmedi daha, bu kadar geç kalmazdı, bir karşılamaya gidelim.’ Gidiyoruz bakıyoruz ki babam geliyor ama sarhoş. Babam da içmez. Annemle, babama görünmeden eve döndük, bizden biraz sonra o da geldi. ‘Raşel’ dedi, ‘Gel!’.
Hemen odaya soktu onu, bakıyorum ikisi de ağlamaya başladı. Babam anneme diyor ki, ‘Biz yaşadık yaşayacağımızı; ama yarın çocukları öldürecekler!’ Daha sonra sakinleştik. Ertesi gün bütün köylerden Edirne’yi bastılar kara bir bulut gibi. Geliyorlar, evlere giriyorlar, haram olmasın diye iki, üç lira atıp ne isterlerse alıp götürüyorlar. Öğleden sonra jandarmalar geldi. Hepsini kovaladı. Biz de rahatladık.” Beyar Edirne’de üç kasap dükkânı sahibi babasının İstanbul’a yerleşince iş bulmakta zorlandığını, ailece ekonomik anlamda çok büyük zorluklara karşı karşıya kaldıklarını ve babasının bu dönemi atlatamayarak 56 yaşında vefat ettiğini de sözlerine ekledi.
“Okuldan çıkarken her gün dövüldüm”
“Yıl 1934. ‘Bu gece tüm Yahudileri çıkaracaklar’ diye söylentiler çıktı. Babam duvarlara merdiven dayadı, acil bir durumda babam ve abim kaçacaklardı. Annem de dikiş makinesini kapının arkasına koydu. Cuma gecesiydi. Noçe de Şabat ama havraya gitmedik. Heyecanla bekliyoruz. Gece olmuş annemle sokağa bakan bir odada uyuyoruz. Birden uyandım. Asker olan Müslüman bir komşumuz vardı; baktım anneme bir şeyler söylüyor: ‘Hiç korkma biz sizi kolluyoruz. Hiçbir şey olmayacak, oğluna da söyle rahat olsun’. Ertesi sabah herkes tüm mallarını sokağa koydu, hepsi satılık! 1 lira değeri olan şey 5 kuruşa! Babamın parası Yahudi komisyonculardaydı, hiçbiri parasını vermedi. Ben de bahçeden kayısı toplayıp satayım dedim. On tanesi 1 kuruşa. Bir adam çıkageldi, dedi ki: ‘Ya oğlum sen deli misin, yarın hiçbiriniz burada olmayacaksınız, bütün kayısılarınızı biz toplayacağız. Şimdi kim gelir de buna para verir, hadi ver şuradan bir kaç tane bedavaya’. Çaresiz verdim birkaç tane… Pazar akşam Yuda Romano geldi, ‘Gitmiyoruz, ne bir emir var ne de bizi etkileyen bir olay. Kalıyoruz!’ dedi. Sevindik ama mahvolmuştuk…”
Trakya Olayları hakkında sorduğumuz bir soru üzerine halk arasında “Furtuna”* diye adlandırılan bu hikâyeyi anlattı Hayim Behar. Daha sekiz yaşındaymış tüm bunlar başından geçtiğinde ama belli ki her sahne sekiz yaşındaki bir çocuğun keskin dikkatiyle kazınmış hafızasına. “İğneli fıçı hikâyesi de yayıldı bu zamanlarda.” diyerek tekrar söze başladı: “Almanya kökenliydi, bu dedikodunun korkusundan Edirneli Yahudiler kırmızı yerine beyaz şarapla dua etmeye başladılar.” Edirne’de geçen çocukluğu, antisemitizmin doruklara ulaştığı döneme rastlayan Behar, daha sonra adı Yusuf Hoca İlkokulu olarak değiştirilen Namık Kemal İlkokulu’nda okurken de tatsız olaylarla karşılaştığını söyledi ve anlatmaya koyuldu: “Okuldan çıkarken her gün dövüldüm. Eve doğru yürürken bana ‘selam al Yahudi!’ diye bağırırlardı, selam verirdim, gene de dövülürdüm.”
1956 Edirne doğumlu Moiz Bayer ise kendi çocukluğunda bu tip ciddi sorunlarla karşılaşmadığını söyledi. “Edirneli Yahudiler kendilerini izole etmişlerdi, Yahudi olmayanlarla pek ilişkileri yoktu, ancak antisemit fikirlerin var olduğu bilinirdi. Antisemitizm korkusu yüzünden her an kovulacağımız endişesi vardı. Bu yüzden evlerini asla boyatmazlardı, cam kırılırdı, gazetelerle kapatırlardı” dedi ve ekledi, “Zamanında bizi taciz edenler komşularımız değildi, orada bulunan Yahudileri bilmeyen yabancılardı.”
*Fırtına
Kaynakça:
Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri: Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İletişim Yayınları, 1. Baskı, 1999
Edirne Yahudileri, Edirne, Yapı Kredi Yayınları, Yeni Bilgiler ve 1934 Trakya Olayları, Tarih ve Toplum
“Mozaiğin Kayıp Parçası: Trakya Yahudileri” isimli dosyanın diğer bölümlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Kaynak: Şalom Gazetesi, 22 Ekim 2003, Sayı: 2809, Sayfa: 8
EDİRNE’DE ANTİSEMİTİZM VE TRAKYA OLAYLARI
Çeşitli yayın organlarının yürüttüğü antisemit propagandalarla doldurulan Trakyalıların 1934 yılının Haziran ayının son günlerinde Yahudi evlerini yağmalaması ve Yahudilere zarar vermesiyle meydana gelen Trakya Olayları’ndan sonra bile Edirne’de Yahudi karşıtı propagandaların devam ettiği görüldü. Aynı yılın Ekim ayında okullara Yahudi öğrencilerin kaydedilmesi talimatı verildi. Yahudileri boykot kampanyası nedeniyle durumları gittikçe bozulan ve iş bulamayan Yahudilerin büyük bir çoğunluğu İstanbul’a göç etti. Bu tip olayların tekrarlanabileceği endişesini taşıyan Yahudiler akşam saat 17’den sonra sokağa çıkmamaya özen gösterdiler.
“Görüyor musunuz? Benizleri sararmış, hasta bunlar…”
“Raşel!” dedi, “Gel!”, hemen odaya soktu onu. Bakıyorum ikisi de ağlamaya başladı. Babam anneme diyor ki “Biz yaşadık yaşayacağımızı ama çocukları öldürecekler yarın!”.
Hepimizin gözlerinde yaşlar birikmişti. 1915 Edirne doğumlu İlya Beyar’ın bu sözleriyle. Çok sevdiği Edirne’den Trakya Olayları yüzünden ayrılan ve İstanbul’a yerleşen Beyar ile Burgazada’da söyleştik.
Yahudi olmayan komşuları ve arkadaşlarıyla çok iyi geçindiğini söyleyen ve yanlarındaki evde oturan imamı örnek gösteren Beyar, gayrimüslim olmanın eğitim hayatını zorlaştırdığını inkâr edemiyor. “Alliance Israelité Universalle’i bitirdim, sonra liseye almak istemediler, Alliance’ı yeterli görmediler, halbuki orta mektep derecesindeydi en azından” diyor. Bu nedenle bir sene Namık Kemal İlkokuluna devam ettikten sonra Edirne Erkek Lisesine kabul edilmiş; ancak Hitler’in iktidara gelişiyle çakışan lise hayatı da pek huzurlu geçmemiş.
“Edirne Erkek Lisesinde sınıftaydık, musiki hocası derse girdi, ‘İçinizde Musevi var mı?’ diye sordu. İki kişiydik, hemen ayağa kalktık, hoca dedi ki ‘Görüyor musunuz, benizleri sararmış, hasta bunlar, zavallılar! Bunları da dışarı çıkaralım da hava alsınlar!’ Askerlik dersine gelen yüzbaşı da bizi dersten çıkarmıştı, hem de askerlik dersinden geçemediğimiz takdirde sınıfta kalmak mecburiyetindeydik. Müdüre şikâyet ettik, müdür dedi ‘ben karışmam bu işlere’. Bunun üzerine Maarif Müdürlüğüne gittik, oradaki müdür de ‘Ben karışmam’ dedi. Hemen telgraf çektik Ankara’ya, böyle böyle, dersten çıkarıldık, sınıfta kalma korkusu var, gereğinin yapılmasını saygıyla rica ederiz, diye. Bir hafta sonra bir albay geliyor ve diyor ki ‘Musevi, Rum, Ermeni ne olursa olsun hepimiz Türküz ve bu vatanı, milleti müdafaa etmek için canımızdan da fedakârlık yaparız, aramızda hiç böyle ayrılık yoktur.’ Biz de hemen başladık askerlik dersine girmeye böylece.”
Sohbetimiz devam ederken söz, Beyar’ın cemaat hayatına atıldığı yıllarda patlak veren ve Edirne’yi terk etmelerine neden olan Trakya Olayları’na geliyor. “16-17 yaşlarındaydım ve cemaat işleriyle yakinen meşgul olmaya başlamıştım. O aralar hep baskı altında yaşıyorduk. Bir gün annem diyor ‘Baban gelmedi daha, bu kadar geç kalmazdı, bir karşılamaya gidelim.’ Gidiyoruz bakıyoruz ki babam geliyor ama sarhoş. Babam da içmez. Annemle, babama görünmeden eve döndük, bizden biraz sonra o da geldi. ‘Raşel’ dedi, ‘Gel!’.
Hemen odaya soktu onu, bakıyorum ikisi de ağlamaya başladı. Babam anneme diyor ki, ‘Biz yaşadık yaşayacağımızı; ama yarın çocukları öldürecekler!’ Daha sonra sakinleştik. Ertesi gün bütün köylerden Edirne’yi bastılar kara bir bulut gibi. Geliyorlar, evlere giriyorlar, haram olmasın diye iki, üç lira atıp ne isterlerse alıp götürüyorlar. Öğleden sonra jandarmalar geldi. Hepsini kovaladı. Biz de rahatladık.” Beyar Edirne’de üç kasap dükkânı sahibi babasının İstanbul’a yerleşince iş bulmakta zorlandığını, ailece ekonomik anlamda çok büyük zorluklara karşı karşıya kaldıklarını ve babasının bu dönemi atlatamayarak 56 yaşında vefat ettiğini de sözlerine ekledi.
“Okuldan çıkarken her gün dövüldüm”
“Yıl 1934. ‘Bu gece tüm Yahudileri çıkaracaklar’ diye söylentiler çıktı. Babam duvarlara merdiven dayadı, acil bir durumda babam ve abim kaçacaklardı. Annem de dikiş makinesini kapının arkasına koydu. Cuma gecesiydi. Noçe de Şabat ama havraya gitmedik. Heyecanla bekliyoruz. Gece olmuş annemle sokağa bakan bir odada uyuyoruz. Birden uyandım. Asker olan Müslüman bir komşumuz vardı; baktım anneme bir şeyler söylüyor: ‘Hiç korkma biz sizi kolluyoruz. Hiçbir şey olmayacak, oğluna da söyle rahat olsun’. Ertesi sabah herkes tüm mallarını sokağa koydu, hepsi satılık! 1 lira değeri olan şey 5 kuruşa! Babamın parası Yahudi komisyonculardaydı, hiçbiri parasını vermedi. Ben de bahçeden kayısı toplayıp satayım dedim. On tanesi 1 kuruşa. Bir adam çıkageldi, dedi ki: ‘Ya oğlum sen deli misin, yarın hiçbiriniz burada olmayacaksınız, bütün kayısılarınızı biz toplayacağız. Şimdi kim gelir de buna para verir, hadi ver şuradan bir kaç tane bedavaya’. Çaresiz verdim birkaç tane… Pazar akşam Yuda Romano geldi, ‘Gitmiyoruz, ne bir emir var ne de bizi etkileyen bir olay. Kalıyoruz!’ dedi. Sevindik ama mahvolmuştuk…”
Trakya Olayları hakkında sorduğumuz bir soru üzerine halk arasında “Furtuna”* diye adlandırılan bu hikâyeyi anlattı Hayim Behar. Daha sekiz yaşındaymış tüm bunlar başından geçtiğinde ama belli ki her sahne sekiz yaşındaki bir çocuğun keskin dikkatiyle kazınmış hafızasına. “İğneli fıçı hikâyesi de yayıldı bu zamanlarda.” diyerek tekrar söze başladı: “Almanya kökenliydi, bu dedikodunun korkusundan Edirneli Yahudiler kırmızı yerine beyaz şarapla dua etmeye başladılar.” Edirne’de geçen çocukluğu, antisemitizmin doruklara ulaştığı döneme rastlayan Behar, daha sonra adı Yusuf Hoca İlkokulu olarak değiştirilen Namık Kemal İlkokulu’nda okurken de tatsız olaylarla karşılaştığını söyledi ve anlatmaya koyuldu: “Okuldan çıkarken her gün dövüldüm. Eve doğru yürürken bana ‘selam al Yahudi!’ diye bağırırlardı, selam verirdim, gene de dövülürdüm.”
1956 Edirne doğumlu Moiz Bayer ise kendi çocukluğunda bu tip ciddi sorunlarla karşılaşmadığını söyledi. “Edirneli Yahudiler kendilerini izole etmişlerdi, Yahudi olmayanlarla pek ilişkileri yoktu, ancak antisemit fikirlerin var olduğu bilinirdi. Antisemitizm korkusu yüzünden her an kovulacağımız endişesi vardı. Bu yüzden evlerini asla boyatmazlardı, cam kırılırdı, gazetelerle kapatırlardı” dedi ve ekledi, “Zamanında bizi taciz edenler komşularımız değildi, orada bulunan Yahudileri bilmeyen yabancılardı.”
*Fırtına
Kaynakça:
Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri: Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İletişim Yayınları, 1. Baskı, 1999
Edirne Yahudileri, Edirne, Yapı Kredi Yayınları, Yeni Bilgiler ve 1934 Trakya Olayları, Tarih ve Toplum
“Mozaiğin Kayıp Parçası: Trakya Yahudileri” isimli dosyanın diğer bölümlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Paylaş: