Ülkece birlikte yaşayabilmenin, birbirimizin yaşam biçimine saygı göstermenin toplum olabilmek için ne kadar değerli olduğunu bir kez daha gördüğümüz günlerden geçiyoruz.
Başka kültürlere, dinlere, dillere, ırk, görüş, cinsel tercihlere toplumca ne kadar toleranslı olduğumuzu kendimize sorup, özeleştiri yapmaya başlayarak düşünmek gerekli. Birlikte yaşama kültürü diyoruz… Deyip geçmekle pek olmuyor.
Bir kere, birlikte yaşama kültürü ana karnından gelen ya da bir günde “Vay böyle de bir şey varmış, çok enteresan, haydi hep birlikte yapıyoruz” diye çat diye geçiş yapılabilen bir şey değil; daha çok eğitimle olacak bir şey. Nasıl birlikte yaşamamamız gerektiği ile ilgili, ötekileştirici, kin dolu nefret söylemleriyle ilgili medyada, politikada, orada burada konuşan fazla insan enflasyonu var. Toplumu kin ve nefretle eğitmek konusunda hevesli insanlar çok.
Kaynak: Şalom
Önce aile, sonra okul, arkadaşlar, medya, biraz sözlüklerde (Türk Dil Kurumu sözlükleri de olur, mesela bkz: gavur, kafir tanımı), biraz sosyal medyada yazanlar ve tabi ki en en önemlisi politikacıların ağzından çıkanlar… Herkes toplumu ince ince eğitiyor.
Nefret söylemleriyle dikkat çekmeyi alışkanlık haline getirmiş bazı kişilerin söylediklerine ise kulaklarımızı kapasak, yazdıklarını gözümüzün önüne koyuyorlar; okumasak televizyona çıkarıyorlar. Kaçış yok gibi…
İlginç ki en çok onların sesleri çıkıyor, alkış ve reyting alıyor, sosyal medyada yazdıkları paylaşılıyor.
Hâlbuki birbirinizin hassasiyetlerini, inançlarını, kültürlerini, acılarını, bayramlarını, mutluluklarını paylaşa paylaşa daha sağlıklı bir toplum olacağımıza inanıyorum; bunu da keşfeden ve ilk söyleyen de ben değilim. Yani mühim ve hiç değinilmemiş bir noktaya ilk ben parmak basmadım.
Farklı renkleriyle, birbirine kenetlenmiş bir toplum için var gücüyle çabalayan insanlar var.
Farklı renkleriyle, birbirinden kopmuş bir toplum için de var gücüyle çabalayan insanlar da var.
Nefretin, maalesef sesi çok gür. Nefret veya ötekileştirme eğitimde damar buldukça topluma kök salıyor, toplumu kökleriyle birbirinden ayırıyor.
Ve eğitim demişken…
İlkokuldayım, serviste okul yolunu, servis arkadaşlarımla birlikte tutmuşuz.
Serviste Şima adında sevdiğim bir kız arkadaşım var, aynı mahallede oturuyoruz.
İkimiz de çocuğuz.
O sekiz yaşında, ben dokuz yaşındayım.
Serviste iki sıra önümde ayaklarını uzatmışken, dönüyor ve orada istenmediğimi belirtecek şekilde servise sesleniyor, “Offf bu servisi de Yahudiler bastı! Yeterr!”
Duyduğumda müthiş üzülüyorum. O sırada gür saçlarına hep tutturduğu beyaz kurdelesi var.
O sözleri söyleyip, cam kenarındaki yerine geçiyor.
O gün eve gidiyorum. Yüzümden düşen bin parça.
Annem hal ve hareketlerimden ve ‘artık servisle okula gitmek istemediğimi’ söylememden şüpheleniyor ve haliyle ağzımdan baklayı alması uzun sürmüyor.
Tahminen, annem annesini arıyor, telefonda duyduklarına annesi de üzülüyor ki bir plan yapılıyor.
Hemen o hafta sonu Şima’nın ev partisine davetli olarak götürülüyorum.
O partide kimseyi tanımadığımı, velilerin bana bakıp bakıp, fısıldaştıklarını hatırlıyorum. Muhtemelen o tatsız olayı birbirlerine anlatırken işaret ediliyorum.
Konuşmalarını dinliyorum…
Bir ebeveyn, diğer çocuklardan boyca uzun, irice kızından şöyle bahsediyor: “Çok büyüdü, vitaminle besledim kızımı.”
Gözüm kapıda, biraz vitaminle beslenen çocukla oynayarak annemi bekliyorum ve sonunda gelip beni alıyor.
Eve döner dönmez anneme sorduğum ilk sorulardan biri “Neden beni zorla yemek yedirmek yerine, vitaminlerle beslemediği” oluyor.
Uzunca dönem vitaminle beslenme konusundaki saçma ısrarımın sürdüğünü hatırlıyorum.
Yıllar geçiyor…
28 yıl sonra bir ortak arkadaşımız vasıtasıyla bir yemekte denk geliyoruz Şima’yla.
Tatlı mı tatlı… Güzel, nazik, eğitimli bir kadın olmuş.
Gecenin ilerleyen saatlerinde samimiyetinden yola çıkarak çocukken bana söylediği o sözleri hiç unutmadığımı söylüyorum.
“Neyi?” diyor.
“Bu servisi de bu Yahudiler bastı demeni” diyorum, “Çok üzülmüştüm.”
“Şaka yapıyorsun herhalde, ben asla böyle bir şey söylemem, çok ayıp, emin misin?” diyor.
“Eminim” diyorum.
O nasıl böyle bir şeyi söylediğine hayret ediyor.
Ben nasıl böyle bir şeyi unuttuğuna hayret ediyorum.
Karşılıklı hayretleşiyoruz.
O unutmuş, ben saçındaki beyaz kurdeleden vitaminli çocuğa kadar unutmamışım.
Aklımda hep o soru var.
O yaşta masum bir çocuk…
O sözleri nereden duydu? Nereden okudu?
Peki, o yaşta Şima’ya nefreti kim öğretti?
Ya o çocuk?
Gerçekten vitaminle mi büyütüldü?
Not: Olaylar gerçek, isimler değiştirilmiştir.
Ülkece birlikte yaşayabilmenin, birbirimizin yaşam biçimine saygı göstermenin toplum olabilmek için ne kadar değerli olduğunu bir kez daha gördüğümüz günlerden geçiyoruz. Başka kültürlere, dinlere, dillere, ırk, görüş, cinsel tercihlere toplumca ne kadar toleranslı olduğumuzu kendimize sorup, özeleştiri yapmaya başlayarak düşünmek gerekli. Birlikte yaşama kültürü diyoruz… Deyip geçmekle pek olmuyor. Bir kere, birlikte yaşama kültürü ana karnından gelen ya da bir günde “Vay böyle de bir şey varmış, çok enteresan, haydi hep birlikte yapıyoruz” diye çat diye geçiş yapılabilen bir şey değil; daha çok eğitimle olacak bir şey. Nasıl birlikte yaşamamamız gerektiği ile ilgili, ötekileştirici, kin dolu nefret söylemleriyle ilgili medyada, politikada, orada burada konuşan fazla insan enflasyonu var. Toplumu kin ve nefretle eğitmek konusunda hevesli insanlar çok.
Kaynak: Şalom
Önce aile, sonra okul, arkadaşlar, medya, biraz sözlüklerde (Türk Dil Kurumu sözlükleri de olur, mesela bkz: gavur, kafir tanımı), biraz sosyal medyada yazanlar ve tabi ki en en önemlisi politikacıların ağzından çıkanlar… Herkes toplumu ince ince eğitiyor.
Nefret söylemleriyle dikkat çekmeyi alışkanlık haline getirmiş bazı kişilerin söylediklerine ise kulaklarımızı kapasak, yazdıklarını gözümüzün önüne koyuyorlar; okumasak televizyona çıkarıyorlar. Kaçış yok gibi…
İlginç ki en çok onların sesleri çıkıyor, alkış ve reyting alıyor, sosyal medyada yazdıkları paylaşılıyor. Hâlbuki birbirinizin hassasiyetlerini, inançlarını, kültürlerini, acılarını, bayramlarını, mutluluklarını paylaşa paylaşa daha sağlıklı bir toplum olacağımıza inanıyorum; bunu da keşfeden ve ilk söyleyen de ben değilim. Yani mühim ve hiç değinilmemiş bir noktaya ilk ben parmak basmadım.
Farklı renkleriyle, birbirine kenetlenmiş bir toplum için var gücüyle çabalayan insanlar var.
Farklı renkleriyle, birbirinden kopmuş bir toplum için de var gücüyle çabalayan insanlar da var.
Nefretin, maalesef sesi çok gür. Nefret veya ötekileştirme eğitimde damar buldukça topluma kök salıyor, toplumu kökleriyle birbirinden ayırıyor.
Ve eğitim demişken… İlkokuldayım, serviste okul yolunu, servis arkadaşlarımla birlikte tutmuşuz. Serviste Şima adında sevdiğim bir kız arkadaşım var, aynı mahallede oturuyoruz. İkimiz de çocuğuz.
O sekiz yaşında, ben dokuz yaşındayım. Serviste iki sıra önümde ayaklarını uzatmışken, dönüyor ve orada istenmediğimi belirtecek şekilde servise sesleniyor, “Offf bu servisi de Yahudiler bastı! Yeterr!”
Duyduğumda müthiş üzülüyorum. O sırada gür saçlarına hep tutturduğu beyaz kurdelesi var. O sözleri söyleyip, cam kenarındaki yerine geçiyor. O gün eve gidiyorum. Yüzümden düşen bin parça.
Annem hal ve hareketlerimden ve ‘artık servisle okula gitmek istemediğimi’ söylememden şüpheleniyor ve haliyle ağzımdan baklayı alması uzun sürmüyor.
Tahminen, annem annesini arıyor, telefonda duyduklarına annesi de üzülüyor ki bir plan yapılıyor. Hemen o hafta sonu Şima’nın ev partisine davetli olarak götürülüyorum.
O partide kimseyi tanımadığımı, velilerin bana bakıp bakıp, fısıldaştıklarını hatırlıyorum. Muhtemelen o tatsız olayı birbirlerine anlatırken işaret ediliyorum.
Konuşmalarını dinliyorum…
Bir ebeveyn, diğer çocuklardan boyca uzun, irice kızından şöyle bahsediyor: “Çok büyüdü, vitaminle besledim kızımı.”
Gözüm kapıda, biraz vitaminle beslenen çocukla oynayarak annemi bekliyorum ve sonunda gelip beni alıyor.
Eve döner dönmez anneme sorduğum ilk sorulardan biri “Neden beni zorla yemek yedirmek yerine, vitaminlerle beslemediği” oluyor.
Uzunca dönem vitaminle beslenme konusundaki saçma ısrarımın sürdüğünü hatırlıyorum.
Yıllar geçiyor… 28 yıl sonra bir ortak arkadaşımız vasıtasıyla bir yemekte denk geliyoruz Şima’yla.
Tatlı mı tatlı… Güzel, nazik, eğitimli bir kadın olmuş.
Gecenin ilerleyen saatlerinde samimiyetinden yola çıkarak çocukken bana söylediği o sözleri hiç unutmadığımı söylüyorum. “Neyi?” diyor. “Bu servisi de bu Yahudiler bastı demeni” diyorum, “Çok üzülmüştüm.” “Şaka yapıyorsun herhalde, ben asla böyle bir şey söylemem, çok ayıp, emin misin?” diyor.
“Eminim” diyorum.
O nasıl böyle bir şeyi söylediğine hayret ediyor.
Ben nasıl böyle bir şeyi unuttuğuna hayret ediyorum.
Karşılıklı hayretleşiyoruz. O unutmuş, ben saçındaki beyaz kurdeleden vitaminli çocuğa kadar unutmamışım. Aklımda hep o soru var. O yaşta masum bir çocuk… O sözleri nereden duydu? Nereden okudu? Peki, o yaşta Şima’ya nefreti kim öğretti?
Ya o çocuk?
Gerçekten vitaminle mi büyütüldü?
Not: Olaylar gerçek, isimler değiştirilmiştir.
Paylaş: