Roni Margulies
Recep Tayyip Erdoğan yıllar önce, yanılmıyorsam 2009’da, bir üniversitede yaptığı konuşmada Yahudilerin “bilgiyi ve parayı iyi yönettiğini” söylemişti. Ve bu önemli bilimsel gerçeği kendisine Üzeyir Garih’in anlattığını eklemişti. Garih herhalde övünüyordu ve Erdoğan da zaten bunu söylerken Yahudileri takdir ediyor, “Bizim çocuklara da öğretelim” demeye çalışıyordu.
Dünyada yaklaşık 15 milyon Yahudi var. Bunların hepsinin “bilgiyi ve parayı iyi yönetmesi” nedendir acaba? Amerika’daki Yahudi berberden İran’daki Yahudi bakkala, Ukrayna’daki Yahudi mimardan Güney Afrika’daki Yahudi komünist parti militanına, 15 milyon insanın böyle ilginç bir özelliği paylaşmasının sebebi ne olabilir? Yedikleri yemek mi, soludukları hava mı, damarlarındaki asil kan mı, Tanrı’yla aralarındaki kişisel ve samimi ilişki mi? Ne?
Hiçbir şey değil tabii. Böyle bir özellik yok. “Siyah erkeklerin cinsel organı büyüktür” ifadesiyle “Yahudiler bilgiyi ve parayı iyi yönetir” ifadesi aynı temele dayanır. Olmayan bir temele. Ama ifadelerin ikisine de inanan çok sayıda insan olduğu da kuşkusuz. Bilgi yönetmeyi bir kenara bırakalım, para ile Yahudilik arasında bir ilişki olduğu inancı hem dünyada hem Türkiye’de müthiş yaygın. Garih o anlamsız lafı etmeseydi de, Erdoğan’ın zaten Yahudilerin zengin olduğuna inanıyor olduğundan emin olabiliriz. Niye? Nereden geliyor bu inanç?
Belçikalı Troçkist Abram Leon, 1944’te Nazilerin bir toplama kampında öldürülmeden önce yazdığı The Jewish Question – A Marxist Interpretation (Yahudi Sorunu – Marksist Bir Yorum; New York, Pathfinder, 1970) kitabında Yahudilerin niye “paradan anladıklarını”, niye “tefeci, simsar, tüccar” olduklarını anlatır. Pek çok Yahudi’nin niye para ile ilgili alanlarda iş tuttuklarını, bunun nedenlerinin ırksal değil, tarihsel, sosyoekonomik olduğunu açıklar. Avrupa’da yüzyıllar boyunca ekonominin ana alanlarından ‘yasal’ olarak dışlanan, toprak sahibi olması, tarımda çalışması yasaklanan bir insan grubunun üretim alanından dolaşım alanına ‘sürüldüğünü’, bu grubun ulusal iktisadi süreçlere dahil olmasına izin verilmediği için nasıl ulusal ekonomiler arasındaki ‘çatlaklara’, yani uluslarlararası ticarete “mahkûm” edildiğini belgeler. Günlük yaşamın ekonomisinde insanlara en önemli gelen şey paradır. Oysa, gerçekte önemli olan üretimdir. Para, üretimle tüketim arasındaki ‘arabirim’dir, üretilen malların dolaşımını kolaylaştıran ikincil bir unsurdur. Para bir anda ortadan kalksa, üretim sürdüğü müddetçe, hiçbir şey olmaz, tüm ihtiyaçlar karşılanmaya devam eder. Üretim durursa, yaşam durur. Yahudiler bu anlamda gerçek ekonominin dışına “sürülmüş”lerdir.
Tarih boyunca İngiltere’ye göç hakkında bir kitap yazmış olan Robert Winder (Bloody Foreigners: The Story of Immigration to Britain, Londra: Abacus, 2005), on ikinci yüzyılda İngiltere’nin finans sektörünü Yahudilerin yönettiğini belirtir ve bunu şöyle izah eder: “Kilise’nin tefeciliği günah sayması, sermaye-yoğun inşaat projelerine (katedraller) düşkün olduğu düşünülürse, çok elverişsiz bir ilkeydi. Dolayısıyla, bu önemli hizmeti karşılamak için Yahudiler davet edildi [aslen Fransa’dan]. Gelenler, zaten loncalar tarafından diğer ticaret ve zanaat alanlarından dışlandıkları için, gerçekte finans ile ilgilenmek dışında bir seçenekleri yoktu”.
Konuyu bir fıkrayla canlandırmaya çalışayım. Rusya’nın küçük bir kentinde haber yayılır: merkezî mağazada kışlık ayakkabı teslimatı beklenmektedir. Sabahın köründe, soğuk ve karlı bir günde, dükkanın önünde uzun bir kuyruk oluşur. Öğlene doğru, görevli çıkar ve teslimatın beklendiği kadar büyük olmayacağını, Yahudilerin boş yere beklememesini söyler. Bir grup insan homurdanarak kuyruktan çıkar, çeker gider. Öğleden sonra, ikinci bir duyuruyla, ayakkabıların iyice az olacağı, parti görevlisi olmayanlara satış yapılmayacağı söylenir. İyice kalabalık bir grup söylene söylene kuyruğu terk eder. Nihayet akşamüzeri görevli tekrar çıkar ve yeni bir haber aldıklarını, ayakkabı gelmeyeceğini bildirir. Sabahtan beri kuyrukta bekleyen bir partili yanındakine döner, “Bak, görüyor musun” der, “yine Yahudiler kârlı çıktı!” Gerçek ekonomiden dışlanmak da böyle bir şey: ırkçılık nedeniyle dışlanan toplumun büyük çoğunluğu yoksulluğa mahkûm olmuş, ama para ekonomisinde çok büyük servetler kazanmak mümkün olduğuna göre toplumun küçücük bir kesimi çok zengin olmuş, “Yahudiler yine kârlı çıkmıştır”!
Yaygın önyargıların “tümünün” demeye dilim varmıyor, ama hemen hepsinin maddî bir temeli vardır. Bu maddî temel önyargının önyargı olduğu ve doğru olmadığı gerçeğini değiştirmez, ama niye yaygın olduğunu, çok sayıda insanın bu önyargıyı niye inanılır bulduğunu açıklar. Tefeci Yahudi tiplemesinin maddî temeli de budur. Üstelik, parası olan ama bu parayı tarım veya sanayi alanlarına yatırmasına izin verilmeyen insanlar parayı ancak para olarak kullanmak, yani ya bankerlik/tefecilik ya da ticaret yapmak zorunda kalmışlardır. Özellikle Doğu Avrupa’da Yahudilerin krallarla soylulara bankerlik, yoksullara da tefecilik yapmaları Yahudi düşmanlığının gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Yoksulların tefeciler hakkında ne düşüneceği açık. Tefecilerin çoğunun Yahudi olması karşısında Yahudiler hakkında ne düşünecekleri, ne tür genel sonuçlar çıkaracakları da belli. Dahası, Yahudi bankerlere borcu biriken, ödemekte güçlük çekmeye başlayan bir prens, soylu veya yerel polis şefinin Yahudilerden kurtulursa borcundan da kurtulacağına uyanmasının uzun sürmeyeceği ve ikisinden de kurtulmak için neler yapabileceği de açık.
Ve işte sihirli formül böylece çıkar ortaya: bütün Yahudiler tefeci-tüccardır, herkesin kanını emerler, görüldükleri yerlerde öldürülmeleri, köylerinin basılması caizdir. Bu formülü zaman içinde maddî temelinden giderek daha uzak, daha afakî unsurlarla süslemek ve zenginleştirmek, dinsel farklılıklardan yola çıkarak bezemek kolaydır artık: Yahudiler ayinlerinde Hıristiyan bebek kanı içerler, zaten İsa’yı da çarmıha gerenler onlardır ve saire, ve saire.
Basılan köylerde büyük çoğunluğun tefecilikle, parayla ilişkisiz olması; muslukçu ve marangoz, camcı ve haham, ev kadını ve dilenci olması sihirli formülün inandırıcılığını etkilemez. Çeşitli ülkelerde, çeşitli tarihsel kesitlerde, basılan köyün nüfusunun zaten o köyden veya bölgeden dışarı bile çıkmasının yasak olması, tefecilik yapmak bir yana, karınlarını doyurmak için bile para bulamayan bu insanların, para bulsalar bile borç verecek Hıristiyan bulamayacak olmaları da formülü etkilemez. Bu tür formüllerin, örneğin siyahların akılsız ama iyi sporcu oldukları, Yakın Doğuluların tembel, vahşi ve ahlâksız oldukları formüllerinin temel özelliğidir zaten bu: bir kez yerleştikten, yaygınlık kazandıktan sonra, gerçeklik karşısında bağışıklık kazanırlar, hiçbir bilimsel, istatistik veri, mantıksızlıklarının hiçbir kanıtı dal budak salmalarını, kafaların bir köşesinde varlıklarını sürdürmelerini engelleyemez.
Ve böylece hem Üzeyir Garih hem Tayyip Erdoğan, hiç sorgulamadan, hiç düşünmeden, Yahudilerin parayla yakın ve özel bir ilişkisi olduğuna inanır.
[…] kaçanlar bile buraya geldiler saklandılar denirdi. O kadar barış vardı burada. Yahudiler hep zengindi hem. Zengine kim bir şey yapabilir? Onlar bizi kovalasalar biz gitmek zorunda kalırdık da […]
[…] inceliyor. Ona göre “Yahudi’den hırsı yüzünden korkulur. ‘Onlar’ her yerdedirler. Bankalar, borsalar, devlet hep ‘onlarla’ doludur. ‘Onlar’ her şeyi kontrol eder. Yakında tüm […]
[…] Bütün Yahudilerin zengin olduğunu göstermek isteyen Reyhan ortaya üç isim atar: Vitali Hakko’lar, İshak Alaton’lar, Jak Kamhi’ler. Bu örnekler maalesef kendisinin istediği gibi Yahudilerin 1942’de zengin olduğunu değil tam tersini gösterir. Otobiyografisinde anlattığı gibi Hakko Varlık Vergisi sırasında parasız kalmış, borcunu ödemek için Varlık Vergisi’ne çarptırılmayan bir Türk tüccardan yardım alarak Aşkale’ye gitmekten kurtulmuştur. Vakko’yu kurup bu sayede zenginleşmesi ise bundan çok sonraydı. Alaton’un babası da onun anlattığı üzere her şeyini kaybetmiş, Alaton facianın ardından sıfırdan bir iş kurmuştu. Jak Kamhi’nin adının zikredilmesi ise alenen küfürdür zira Kamhi’nin amcası Bensiyon Aşkale’ye sürülmüş ve orada tifüsten ölmüştür. Ödenmeyen borç ailenin her şeyine mal olmuş. Kamhi 1960larda yeni bir iş kurmuştu. Bu kişiler 1970lerde zenginleşmiş, genel Yahudi toplumunun ekonomik refahı ise ancak 1980lerde normale dönmüştür. Yani 30-40 sene kadar, iki nesillik bir refah kayboldu. Bu esnada Yahudi toplumunun yarısından çoğu – özellikle Hasköy ve Balat’taki daha fakir Yahudiler – Türkiye’den göç etmişti. […]
[…] Bütün Yahudilerin zengin olduğunu göstermek isteyen Reyhan ortaya üç isim atar: Vitali Hakko’lar, İshak Alaton’lar, Jak Kamhi’ler. Bu örnekler maalesef kendisinin istediği gibi Yahudilerin 1942’de zengin olduğunu değil tam tersini gösterir. Otobiyografisinde anlattığı gibi Hakko Varlık Vergisi sırasında parasız kalmış, borcunu ödemek için Varlık Vergisi’ne çarptırılmayan bir Türk tüccardan yardım alarak Aşkale’ye gitmekten kurtulmuştur. Vakko’yu kurup bu sayede zenginleşmesi ise bundan çok sonraydı. Alaton’un babası da onun anlattığı üzere her şeyini kaybetmiş, Alaton facianın ardından sıfırdan bir iş kurmuştu. Jak Kamhi’nin adının zikredilmesi ise alenen küfürdür zira Kamhi’nin amcası Bensiyon Aşkale’ye sürülmüş ve orada tifüsten ölmüştür. Ödenmeyen borç ailenin her şeyine mal olmuş. Kamhi 1960larda yeni bir iş kurmuştu. Bu kişiler 1970lerde zenginleşmiş, genel Yahudi toplumunun ekonomik refahı ise ancak 1980lerde normale dönmüştür. Yani 30-40 sene kadar, iki nesillik bir refah kayboldu. Bu esnada Yahudi toplumunun yarısından çoğu – özellikle Hasköy ve Balat’taki daha fakir Yahudiler – Türkiye’den göç etmişti. […]