Göze Çarpanlar

Depremin 1. Yılında Antakya’ya dair bir değerlendirme

Kaynak: Nehna

Yaşadığımız felaketin üzerinden tam bir yıl geçti. On binlerce insanımızı yitirdik, evlerimiz, işyerlerimiz, ibadethanelerimiz, şehirlerimiz yıkıldı. Artık anılarımızda kalan şehrimiz, çocukluğumuz, yaşadığımız her an hala molozlar altında. Geçen bir yıl içinde depremin en ağır tahribata yol açtığı Hatay’da bazı enkazların kaldırılması dışında hiçbir ciddi iş yapılmadı. Antakya hala enkaz halinde ve bu gidişle daha uzun süre öyle kalacak. Sanki bütün bunlar hala kaybettiklerinin yasını tutan Antakya ve çevresine daha fazla acı çektirmek için planlandı adeta. Hala temiz suyumuz yok, hala çadır-barakadan bozma konteynerlerde yaşıyoruz. Çocuklarımız hala yıkıntıların arasından okullarına gidiyor, hala tehlike saçan yüzlerce yapı bölgenin sokaklarında yıkılmayı bekliyor. Hala ciğerlerimiz asbest soluyor. Depremin yaşandığı ilk günlerde yetersiz arama-kurtarma faaliyetlerinden ulaştırılamayan yardımlara kadar nereden tutsak elimizde kalıyor. Koca felaketin sorumluları olarak birkaç müteahhit dışında kimseye soruşturma dahi açılmadı. Her geçen büyüyen sorunlara dair hiç kimse sorumluluk alarak istifa etmedi. avl

Depremin yaşandığı günden bu yana her türlü acıyı yaşayan bölge halkı yaşanan belirsizliklerden artık çok yoruldu. Hala evini nasıl, kimin yapacağını bilmeyen halka net bir açıklama bile yapılmadı. Özellikle Antakya’da ve Samandağ’da ilan edilen rezerv alanlarıyla mağduriyetleri artan bölge halkı on yıllardır yaşadığı mahallelerini terk etmeye zorlanıyor. Zira insanların hayatını kurduğu, kültürünü yaşattığı mahallelerin rezerv alan ilan edilmesi bölgenin kozmopolit yapısı için de büyük tehlike yaratıyor.

Antakya ve çevresindeki Ortodokslar kırılma noktasında!

11 ili etkileyen depremin bilançosu herkes için gerçekten çok ağırdı. Peki bu ağırlık toplumu oluşturan herkes için aynı değil elbette. Alt sınıfların yanı sıra, birçok açıdan daha kırılgan olan azınlık toplumları bu tür felaketlerden çok daha fazla etkilendiler. Depremde 57 insanını kaybeden Antakyalı Ortodokslar şu anda çok zor şartlar altında bölgede kalma mücadelesi yürütüyor. Antakya’da nüfusu 20 aileye düşen Ortodoksların büyük çoğunluğu artık çevre ilçelerde ve şehirlerde yaşıyor. Samandağ’da da yıkımın ve ekonomik zorlukların etkisiyle birçok aile göç etmek zorunda kaldı. İskenderun, Arsuz ve Altınözü’nde de özellikle Ortodoks gençler için aynı sorun söz konusu.

Bin yıllardır bu bölgede yaşayan Ortodoks toplumu artık bir kırılmanın eşiğinde. Deprem öncesinde de yaşanan ekonomik ve siyasi nedenlerle büyükşehirlere ve yurt dışına sürekli göç veren Ortodokslar depremde yaşanan ağır yıkımdan sonra hayatta kalma mücadelesi veriyor. Bu toprakların her parçasında etkisi olan bu toplumu, gerekli önlemler alınmazsa bu topraklardan bir süre sonra silinecek.

Bu bahiste, vakıflarımızın artık toplumumuzla ilgili çok daha etkin bir şekilde çalışması gerektiğini düşünüyoruz. Deprem döneminde süreci çok doğru yönetemeyen vakıfların öncelikle göç edenlerin geri dönüşünü hızlandıracak çalışmalar yapması gerekiyor. İnsanların depremden önce yaşadıkları şehirlere geri dönmesi için dayanışma etkinlikleri düzenlenmesi, iş ihtiyaçlarıyla ilgili gerekli adımların alınması, tarım ve gıda üretim alanları için kooperatif tarzı çalışmaların yapılması toplumumuzun geri dönüşünü ve bölgede kalmasına yardımcı olacaktır. Ayrıca kiliselerimizin yeniden yapılması ve onarılması için gerekli kaynağın sağlanması için de hem yurt içinden hem yurt dışından gerekli fonların sağlanması gerekiyor.

Tüm bu sorunlar üst üste yığılırken bu sorunları tek başına toplumumuzun aşma şansı yoktur. Antakya ve çevresindeki Ortodoks ve tüm diğer azınlık gruplarının geleceği için dayanışmayı artırmalıyız. Kaybolacak olan sadece insanlar değil aynı zamanda bin yıllara sığmayan kültürlerdir. On binlerce insanımızı kaybettiğimiz bu felaket hafızalarımızdan uzun süre silinmeyecek. Hafızamızdaki bu yaranın kültürlerimizin kaybolmasıyla büyümesine izin vermeyelim.