Göze Çarpanlar

Cumhuriyet’in 100 yıllık azınlık politikaları tartışıldı

Kaynak: Agos, Ebru Karşın-İşhan Erdinç-Miran Manukyan

Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği “Cumhuriyet’in 100. Yılında Azınlık Hakları” konferansı 17-18 Kasım tarihlerinde Anarad Hığutyun Binası Havak salonunda gerçekleşti. Konferansta, 11 ülkeden 25 tebliğ sunuldu. Etnik, dinî ve dilsel azınlıklara mensup kişilerin sahip oldukları haklar, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki azınlıkların yaşadıkları sorunlar ve bu sorunlara dair çözüm önerileri kapsamlı bir şekilde ele alındı. Konferansa katılan izleyiciler oturumları yüz yüze izlerken vakfın Youtube hesabından yapılan canlı yayınla dinleyiciler oturumları uzaktan da izleme fırsatı buldu. Konferansın açılış konuşmasını Rakel Dink yaparken açılış tebliğini BM Azınlık Konuları Eski Özel Raportörü Fernand de Varennes sundu. Her iki konuşmayı geçen hafta Agos’ta yayınlamıştık. Bu hafta konferansa katılan akademisyenlerin konuşmalarından bir özet sunuyoruz.

Konferansın açılışında AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Nikolaus Meyer- Landrut da bir konuşma yaptı ve dinleyicileri selamladı. 

Turgut Tarhanlı’nın oturum başkanlığını yaptığı ilk panel “Kavramsal Çerçeve ve Azınlıkların Korunması” başlığını taşıyordu. Panelde ilk sunumu “Azınlık Kavramının Tarihsel Evrimi” çalışmasıyla Olgun Akbulut yaptı. Akbulut, I. ve II. Dünya Savaşları sonrasında kullanılan ‘azınlık’ tanımlarını ve bu tanımlarda kullanılan (ırk, vatandaşlık, ikâmet, din, dil, etnik/kültür gibi) objektif ve sübjektif unsurları anlattı. Diğer konuşmacı Yeşim Bayar ise “Uluslararası Aktörler, Azınlık Rejimleri ve Osmanlı Sonrası Yeniden Yapılanma” başlıklı sunumunda, Milletler Cemiyeti’nin azınlık hakları konusundaki işleyişinden söz etti. El konan mallarının iadesi ya da tazminatı talebiyle Milletler Cemiyeti’ne ilk başvuruyu yapan Madam Nektar Duz’u ve benzer hak arayışlarının örneklerini anlattı. Bayar, alınan kararların, daha çok, homojen politikalar benimseyen ulus devletlerin lehinde olduğunu belirtti.

Sunumlardan sonra kısa bir değerlendirme yapan Turgut Tarhanlı, Lozan Barış Antlaşması’nın kapsadığı azınlıklar meselesi, akdedildiği tarih ve uygulandığı tarih arasındaki zaman dikkate alındığında, bugün, bu hakların insan hakları hukuku ve uluslararası hukuk dikkate alınarak uygulanması gerektiğini vurguladı.

Lozan sonrası azınlıklar

Günün ikinci oturumu “Lozan Sonrası Azınlıklar” başlığını taşıyordu. Ayhan Aktar’ın moderatörlük yaptığı bu oturumda  Baskın Oran, Derya Bayır ve David Gaunt sunumlar yaptı. Baskın Oran “Lozan, Azınlık  Hakları, Kürtler” başlıklı sunumunda Lozan Konferansı ile Türkiye’deki Kürt toplulukların ilişkisine değindi. Oran, “Lozan 1. Büyük Savaşı bitirenler arasında şu anda uygulanmakta olan tek barış antlaşması. Bunu da iki taraf açısından da Lozan’ın ne zafer ne de hezimet oluşuna borçluyuz” dedi. Oran, “Kürtlerin Kurtuluş Savaşına katkıları, Sevr’deki Büyük Ermenistan projesi sayesinde oldu. Çünkü Doğu Anadolu’nun kuzeyinde planlanan ve Artvin’den batıda Giresun’a uzanan, oradan güneye inerek Erzincan, Erzurum, Muş ve Van’ı içine alan Büyük Ermenistan projesinin sınırları ABD Başkanı Wilson tarafından kesinleştirilecekti ve bu sınır ne kadar güneye inerse Özerk Kürdistan o kadar küçülecekti. Yani, Kürtleri rahatsız eden Büyük Ermenistan projesi bu halkı Ankara’nın yanına itmiştir” dedi. Baskın Oran Lozan Anlaşması’nın azınlıklara verdiği hakları Türkiye’nin uygulamayışına dair örnekler de sundu ve “Hakları uluslararası garanti altındaki gayrimüslim hakları böyle olunca, Kürtlerin dil hakları hiç tanınmadı. Mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanma hakları tanınmadı” dedi. 

Kürt Ligi’nden Milletler Cemiyeti’ne mektup

Derya Bayır, “Kürtlere Lozan’da Hak Tanındı mı?” başlıklı sunumunda Lozan’ın Kürtler açısından  bir hayal kırıklığı olduğunu söyledi. Bayır, Halil Berdirhan gibi isimlerin ve o dönem faal olan Kürt Ligi’nin Milletler Cemiyeti’ne mektup yazarak Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nın tanınmamasına ve diğer azınlıklara verilen haklardan mahrum bırakılmalarına itiraz ettiklerini hatırlattı. Bayır “Kürtler bugün ‘Biz azınlık değiliz’ diyorlar ancak 1925’te  azınlık statüsünün verilmeyişini eleştirmişlerdir” dedi. Bayır Hoybun Cemiyeti’nin de Milletler Cemiyeti’ne mektup yazdığını ve Türkiye’yi taahhütlerine sadık kalmadığı için eleştirdiğini vurguladı. Mektupta beyanlarının arkasında durmayan devletlerin de Türkiye kadar sorumlu olduğu vurgulanmış.

Süryani Kilisesi’nin boyun eğmesi
Bu oturumda ayrıca David Gaunt “Süryani Ortodoks Kilisesi’nin  Siyaseten Boyun Eğmesi” başlıklı bir sunum yaptı. Gaunt Süryani Ortodoks Kilisesi’nin 1. Dünya Savaşı öncesinde Kürdistan bölgesinde iken bir anda Türkiye’nin parçası olduğunu hatırlatarak sunumuna başladı. Gaunt, “Hükümetler bu topluluğu her zaman önemsiz bulmuş, yatırım bile yapmamışlardır” dedi. Gaunt “Hiçbir zaman saygı görmeyen azınlıklar var, Süryanilere en sınırlı haklar dahi sunulmadı, İstanbul’daki Rumlar, Ermeniler, Yahudiler gibi temsil gücüne sahip olmadılar, çünkü Mardin’de yaşıyorlardı” diye konuştu. Gaunt “1. Dünya Savaşı sonrası özerklik talebini gündeme getirdiler, Paris barış görüşmelerine bir piskopos katıldı, kendilerine ‘Süryani-Keldani Heyeti ‘ diyorlardı ama elleri boş döndüler, sonra özerklikten vazgeçtiler” dedi.

Gaunt “Bu dönemde Ankara’daki milliyetçiler güç ve toprak elde etmeye başladılar, bu durumda yeni siyaset belirlendi. ‘Hayatta kalan Süryaniler yeni devletle çatışma içinde olmamalı’ görüşü ağır bastı, ancak bu tutum eleştirilere de neden oldu” dedi. Gaunt bu yeni siyaseti “Biz azınlık olmak istemiyoruz, vatandaş olmak istiyoruz deniyordu” sözleriyle özetledi. Gaunt Süryani toplumunda büyük can kayıpları yaşanmasına rağmen bu süreçte olup bitenlerin de inkar  edildiğini kaydetti. Gaunt bu politikaya rağmen Süryani patriğinin 1924’te sürgün edildiğini, vatandaşlığının elinden alındığını hatırlattı. David Gaunt bu politikanın bir sonucu olarak inkarcılığın yaygın olduğunu ifade etti. 

Arapça konuşan Ortodokslar
Hülya Adak’ın oturum başkanlığını yaptığı günün üçüncü panelinin başlığı “Kimlik ve Tanınma” idi. Emre Can Dağlıoğlu ‘Cumhuriyet Tarihinde Antakyalı Arapça Konuşan Ortodoksları Sınırdalığı’ sunumunu, Arap Ortodoksların standartlaşmamış kimlikleri, İstanbul ve kentli üst sınıf odaklı azınlık çalışmaları ve karmaşık kilise hiyerarşisi alt başlıkları üzerinden yaptı. Anadil eksikliğinin getirdiği kurumsallaşamama, mülksüzleştirme, “Kim bunlar?” sorularının göç, mübadele, sürgün dönemlerini nasıl etkilediğini anlattı. Emre Can Dağlıoğlu “Ne olduğu anlaşılamayan bir topluluk. Hayatım boyunca bu soruyla uğraştım. İsmim Türkçe ama Müslüman değilim, Ana dilim Arapça ama Maruni değilim, ” diyerek kendi hayatından da örnekler verdi.

Dağlıoğlu “Toplum, devlet ya da kilise gibi merkezi bir iktidar tarafından tanımlanmamış, esnek ve sınırları yok. Akademik çalışma çok az” dedi ve Cumhuriyet tarihi boyunca toplumun kimliğinin tanımının nasıl değiştiğini belgelerle, örneklerle anlattı. Dağlıoğlu Arap Dilli Ortodoksların 6 Şubat 2023 depremiyle her anlamıyla büyük yıkım yaşadıklarını, göç ve mülksüzleştirme tehdidiyle karşı karşıya olduklarını belirtti.

Yunanistan’daki Ermeniler
Levon Leonidas Ntilsizian, ‘Yunan Devleti’nin Azınlık Politikaları ve Uygulamaları Çerçevesinde Yunanistan’daki Ermeni Toplumunun Tarihsel Gelişimi’ başlıklı sunumunda 19.yüzyıl ve öncesinden beri Yunanistan’da varlığını sürdüren Ermeniler’in tarihsel hak arayışlarını, başta vatandaşlık talepleri ve eğitim olmak üzere karşılaştıkları zorlukları anlattı. Sunuma göre, Ermeni okulları 18.-19.yüzyıldan itibaren açılabiliyor, ancak okul müdürü Yunan vatandaşı olmalı. Ntilsizian 1920’lerde binlerce Ermenin göçüyle ülkede yeni bir durum oluştuğunu, Yunanistan’ın ise soya dayalı bir vatandaşlık politikası benimsediğini, Ermenilerin de “Yunan asıllı olmayanlar” sınıfına girdiğini kaydetti. Ntilsizian 1920 sonrasında Ermenilerin bir kısmının yerinden de edildiğini ve buralara Türkiye’den gelenlerin yerleştirildiğini hatırlattı. Ermenilerin vatandaşlık konusunda yaşadıkları sorunlar yüzünden  kimi Ermeniler 1940’larda Bulgaristan ve SSCB’ye göç etmiş. Gidenler ellerindeki vatandaşlık haklarını da kaybetmiş.

Ntilsizian 1960’ların sonlarından itibaren bazı azınlık grupları lehine değişiklikler olduğunu kaydetti. Araştırmacı, ancak 2018 yılında ayrımların ortadan kalktığını vurguladı. 

Oturumun son sunumunu ‘Sürgün Edilen ve İstenmeyen Bir Azınlık: Hakkâri Süryanileri’ çalışmasıyla Nicholas Al-Jeloo, çevrimiçi yaptı. Al- Jeloo, Hakkari’de yaklaşık 250 köyde yaşayan kalabalık Süryani nüfusunun Sarıkamış sonrası 10.000’den fazlasının Rusya’ya kaçtığını, Nasturi İsyanı’nın neden ve sonuçlarını, yer isimlerinin değişikliği nedeniyle geri dönmek isteyenlerin çoğunun da köylerini bulamadığını, köklerine ulaşamadığını anlattı. 

“Apelasis’i dün gibi hatırlıyorum”
İlk günün son paneli “Sürgün, Geri Dönüş ve Mülksüzleştirme”, Mehmet Polatel’in oturum başkanlığında yapıldı. Elif Kevser Özer’in, ‘Apelasis’i Dün Gibi Hatırlıyorum’ başlıklı sunumu, gerek paylaştığı görseller gerekse yaptığı sözlü tarih çalışmasından verdiği örneklerle konferansın en çarpıcı çalışmalarındandı. 1964’te Yunanistan’a ‘20 kilo, 20 dolar’la gidişleri, geride bırakılanları, isminin listelerde olup olmadığını takip etmenin gerilimini, bilinmeyene gitmenin tüm ağırlığını vurucu biçimde anlattı Özer. İyi eğitimleri olmasına rağmen, uzamaması gereken misafirlikler nedeniyle, bulduğu ilk işe girenler olduğu gibi, sayıları az da olsa çabuk ve iyi iş bulabilenlerden de söz etti. ‘O Politis’ gazetesine verilen ilanlar,  iki gümüş çay kaşığı ve bir şeker maşasını ayakkabısına saklayarak götüren bir anlatıcının tanıklıkları, izleyicileri derinden sarstı. 

Pelin Tan ‘Dicle Nehri Ekolojisi ve Peyzajda Ekstraktivist Olmayan Pratikler’ başlıklı sunumunu, çevrimiçi yaptı. Tan sunumunda Ekokırım ve mekankırım tanımlamaları üzerinden yerel halkın doğa/ peyzaj ile ilişkilerinin kopartılması ve dolayısıyla mülksüzleştirme politikalarına ve çözümlerine değindi. 

Urla ve Rumlar

Konferansın ikinci günü, ‘Kültürel Miras, Hafıza ve Mülkiyet’ başlıklı panelle başladı. Oturum başkanlığını Ayfer Bartu Candan’ın yaptığı panelde Mimarlık ve Mimarlık Tarihçisi Melis Cankara ‘İzmir-Urla Yarımadası’ndan Fragmanlar: Rum Emvâl-i Metrûkesi’nin Yeniden kullanımı’ başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Cankara, Türkiye Yunanistan arasında imzalanan Lozan Anlaşması ile yer değiştirilmeye zorlanan nüfusun ayrıldıkları topraklarda bıraktığı yapı stoklarına ilişkin bilgiler paylaştı. Urla Güzelbahçe’de bulunan Agios Dimitros Rum Kilisesi’yle ilgili tarihi süreci vurgulayan Ayfer Bartu Candan, sunumunda kilisenin yapımı aşamasında yaşanılan zorlukları anlattı.  


Hizan ve Ermeniler

Oturum Özge Kurban’ın 1915 öncesinde Ermenilerin, günümüzde ise Kürtlerin yaşadığı Bitlis Hizan köyünün mimari yapısına odaklandığı ‘Hizan Bitlis’de Ermenilerin Kırsal Mirasını Kolektif Bellek Üzerinde Okumak ‘ başlıklı sunumuyla devam etti. Kurban, geçtiğimiz yıl ziyaretinde keşfettiği şehir tabelalarında köy isimlerinin değiştirildiğini ve resmi isimleriyle yazıldığını aktardı. Kurban, “Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu’nda çok önemli bir cemaatti ve doğu vilayetlerinde bir çok Ermeninin yaşadığı kayıtlarda yer alıyordu, fakat 1915’deki tehcir ve katliamlarla sistematik olarak yok edildiler” dedi Özge Kurban “Köyde rastladığım mezar taşları köyün ne kadar eskiye dayandığımı anlamamı sağladı” diye konuştu. 1990’larda Hükümet güçleri tarafından yakılan evlerin kullanılmaz hale geldiğini vurgulayan Kurban, köy nüfuslarının gün geçtikçe azaldığına değindi.

Ümit Kılınç ‘Türkiye’deki Dini Azınlıklara ait Mülklerin İadesi ile İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Tatmin Edici (Olmayan) Tutumu’ adlı bir sunum yaptı. Strasbourg’da içtihat çalışması yakan Kılınç, azınlıkların mallarına 1974’den sonra el konmasının oldukça çoğaldığına vurgu yaptı. Kılınç, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin azınlık mülklerinde uyguladığı  hukuksal süreçlerin aşamalarına değindi ve  bu çerçevede 1936 Beyannamesi’ne vurgu yaptı. 

Miray Çakıroğlu ‘Türkiye’deki Gayrimüslim Mülkiyetinin Zamansallığı Felaket Sonrası Antakya Bölgesi ve İstanbul’ başlıklı bir sunun yaptı. Araştırmacı, gayrımüslim mallarını yalnızca tarihsel değil etnografik bir bakış açısı ile ele aldığı konuşmasında azınlık mülkiyetinde “zamansallık” faktörünün önemine değindi. Çakıroğlu mülkiyet sorununun her zaman geçmişte yaşanmış bir sorun olarak göründüğünü belirtirken günümüz Türkiye siyasetinde önemli bir yer tutan “helalleşme” gibi siyasi söylemlerin yansımalarına da değindi. 

Konuşmasında, Hrant Dink Vakfı’nın “2012 Beyannamesi”ne ve incelediği kaynaklara değinen Çakıroğlu, mülksüzleştirmenin zaman içerisinde kademe kademe gerçekleştiğinin, özel alanların yanı sıra ortak ve kamusal alanları kapsadığının altını çizdi. Çalışmalarını İstanbul ve Antakya kentlerinde gerçekleştiren Çakıroğlu Antakya’nın kimlik yapısından ileri gelen bir yaklaşımla kimlik ve mülkiyet kavramlarının yeniden ele alınması gerektiğini vurguladı.

Ermeni okulları

Nesrin Uçarlar moderatörlüğündeki “Kimlik, Aidiyet ve Dışlanma” başlıklı panelde bağımsız araştırmacı Hülya Delihüseynoğlu ‘Ermeni Okullarının Müphemlikle Yönetimi’ çalışmasını sundu. Kasım 2018- 2019 tarihleri arasında 6 okul ve yaklaşık 120 görüşme, gazete, makale, kanuni bilgileri baz aldığı araştırma,15.yüzyılda keşiş öğretmenlikle başlayan günümüzdeki Ermeni okullarına kadar gelen eğitim sisteminin statü, müfredat, yönetim şekillerini kapsıyordu. 

Aynı panelde Hrag Papazian ‘Gâvur’dan ‘Gâvuroğlu’na: Türkiye’de Dinî ve Irksal Dışlama Paralel Rejimleri’ sunumunda ırkçı ifadeler üzerinden örnekler, nüfus kayıtları ve tanıklıklardan yola çıkan çalışmasını anlattı. Din ve ırk temelli dışlanma üzerine durdu. 

Roman politikaları
Samim Akgönül moderatörlüğündeki “Azınlıkta Kalan Toplumlar” başlıklı panel, Pınar Sayan ve Elmas Köçkün’ün ‘Türkiye’nin Roman Politikalarını Anlamak’ ortak sunumuyla başladı. Sayan ve Köçkün, Avrupa’da yaşayan yaklaşık 15 milyon, Türkiye’de yaklaşık 5 milyon Roman’ın 2.Dünya Savaşı sonrası başlayan hak arayışlarına, sosyo-ekonomik sorunlara, azınlık kabul edilmemelerine, linç girişimlerine, Roman mahallelerinde kentsel dönüşüme, alt yapı, eğitim sorunlarına değindiler. 

İrfan Çağatay, ‘Cumhuriyetin 100. Yılında Lazlar’ sunumuyla 1800’lerin sonundan günümüze Lazların tarihi ve Lazcaya ilginin dönemsel  süreçlerinden söz etti. Çağatay 1929’da Sovyet Rusya’da yayınlanan ilk Lazca gazeteden, 1984’te Almanya’da yayınlanan alfabeden, Laz Rönesansı diye nitelendirilen, 1993’te çıkarılan yayınlardan söz etti. Ancak Lazca devlet tarafından 2012- 2013 yıllarında seçmeli dersler kapsamına girinceye kadar tanınmıyor. Çağatay, kadınların özellikle sosyal medya sayesinde dili etkin kullandığını, ancak devamlılığı sağlayacak insan sayısının da azaldığını belirtti. 

Panelin son konuşmacısı Victoria Arakelova, ‘Türkiye’de Ezidi Meselesi’ başlıklı  sunumuna ‘haklarında en az araştırma yapılan etnik dinsel grup’ nitelendirmesiyle başladı. Yok edilmiş köyleri, farklı gruplarla birlikte sayılmaları nedeniyle sayılarının tam olarak bilinmediğini, haklarındaki yaygın klişeler (şeytana tapma) nedeniyle gördükleri şiddetli zulüm ve göçleri anlattı.

Ayşe Kadıoğlu moderatörlüğündeki son panel “Din, İnanç ve Azınlıklar” başlığını taşıyordu. Christopher Sheklian’ın ‘Ayin (Liturji), Kilise Bilimi (Eklesiyoloji), ve Azınlık Hakları’ çalışması Diyarbakır Surp Giragos Kilisesi’nde 2013 ve 2014 yıllarında yapılan Paskalya ayinleri ve Lozan Antlaşması odağından din, din haklarıydı. 

AKP ve  azınlıklar

Howard Eissenstat, ‘Çeşitlilik’, ‘Hoşgörülülük’ ve AK Parti Üzerine: Cumhuriyet’in 100. Yılında Yakınlaşma ve Ayrışmalarını Ele Almak’ sunumunda süreci AKP’nin iki on yıllık dönemine ayırarak anlattı. Söze hoşgörü kelimesini her kullandığında tırnak içinde düşünülmesi gerektiğini belirterek başladı. İlk dönemde alınan destek, dış politika, liberalleşmenin Erdoğan’ın tam hakimiyet sağlamasıyla uğradığı değişimden bahsetti. Eissenstat azınlıklar konusunda atılan geri adımlar ve 24 Nisan Anmalarının engellenmesini hatırlattı.

Angelo Francesco Carlucci,‘Türkiye’de Alevilerin Dinî Hakları İçin Mücadelesi’ başlıklı sunumunu çevrimiçi yaptı. Din özgürlüğü, uluslararası haklar ve uygulamalar arasındaki farklara değindi. Alevilik din mi, inanç mı, kültür mü sorularına yanıt arayan sosyal araştırmalardan, cem evlerinin bir dernek ya da vakfa bağlı olması zorunluluğundan, ibadethane statüsüne sahip olmamalarından söz etti. Sadece yerel yönetimlerin desteğinin çözüm olmadığını, ısınma, elektrik gibi giderlerin, ekonomik sorunların da cem evi kurma ve sürdürebilme hakkını zorlayıcı etkenler olduğuna dikkat çekti.

(Not: Konferansın tüm oturumlarının video kayıtlarına şu adresten ulaşılabilir)