Göze Çarpanlar

Anti-Semitizm ve Faşist Propaganda – Theodor W. Adorno

Kaynak: Kürd Araştırmaları, Çeviri: Muaz Doğan, Redaksiyon: Oğuz Karayemiş

Bu yazıda yer alan gözlemler, Columbia Üniversitesi Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nün himayesindeki Anti-Semitizm Araştırma Projesi (1) tarafından yapılan üç araştırmaya dayanmaktadır. Bu çalışmalar, esas olarak bazı West Coast ajitatörlerinin radyo konuşmalarının stenografi transkripsiyonlarından, broşürlerden ve haftalık yayınlardan oluşan kapsamlı bir anti demokratik ve anti Semitik propaganda bütününü analiz ediyor. Bunlar, sıklıkla ekonomik, politik ve sosyolojik sorunlara değinmelerine rağmen, öncelikle psikolojik bir doğadadırlar. Sonuç olarak burada dikkate alınan bu propagandanın nesnel içeriğinden ziyade propaganda analizinin psikolojik yönüdür. Ne kullanılan yöntemlerin kapsamlı bir şekilde ele alınması ne de tam teşekküllü bir psikanalitik anti-demokratik propaganda teorisinin ileri sürülmesi amaçlandı. Ayrıca, genellikle psikanalize aşina olanların bildiği olgular ve yorumlar dâhil edilmedi. Amaç daha ziyade, ne kadar başlangıç niteliğinde ve fragmenter olursa olsun, daha fazla psikanalitik değerlendirme önerebilecek bazı bulgulara işaret etmek olmuştur.

İncelenen materyalin kendisi psikolojik bir yaklaşım sergiliyor. Nesnel terimlerden ziyade psikolojik terimler dâhilinde tasavvur ediliyor. Fikir ve argümanlar sunmak yerine bilinçdışı istismar ederek insanları kazanmayı amaçlıyor. Faşist demagogların hitabet tekniği kurnazca mantıksız, sözde-duygusal bir yapıya sahip olmakla kalmıyor; bundan daha fazlası, pozitif politik programlar, varsayımlar, hatta herhangi bir somut politik fikir, dinleyiciye uygulanan psikolojik uyaranlarla kıyaslandığında küçük bir rol oynar. Onları faşist olarak tanımlayabilmemiz, konuşmaların muğlak, karışık siyasi programlarından ziyade bu uyaranlardan ve diğer bilgilerden kaynaklanmaktadır.

Mevcut Amerikan faşist propagandasının ağırlıklı olarak psikolojik yaklaşım sergileyen üç özelliğini ele alalım.

(1) Kişiselleştirilmiş  propagandadır, özünde nesnel değildir. Ajitatörler, zamanlarının büyük bir bölümünü ya kendileri ya da dinleyicileri hakkında konuşarak geçirirler. Kendilerini yalnız kurtlar, güçlü içgüdüleri olan sağlıklı, aklı başında Amerikan vatandaşları, bencil olmayan ve yorulmak bilmeyen kişiler olarak sunarlar ve sürekli olarak kendi hayatları ve ailelerinin hayatları hakkında gerçek veya hayali mahrem bilgileri ifşa ederler. Dahası, yoksul ama dürüst, sağduyulu ama entelektüel olmayan yerli Hristiyanlar olarak tasvir ettikleri dinleyicilerinin küçük günlük endişelerine sıcak bir insani ilgi duyuyor gibi görünürler. Kendilerini dinleyicileriyle özdeşleştirirler ve aynı anda hem mütevazı küçük insanlar hem de büyük kalibreli liderler olmaya özel önem verirler. Sık sık kendilerinden gelecek olanın habercileri olarak söz ederler ki bu, Hitler’in konuşmalarında zaten tanıdık bir numaradır. Bu teknik muhtemelen baba imgesinin yerine kolektif bir egonun geçirilmesiyle yakından ilişkilidir (2). Bir başka favori kişiselleştirme dalaveresi, küçük finansal ihtiyaçlar üzerinde durmak ve küçük miktarlarda para için yalvarmaktır. Ajitatörler, gelecek liderin kardeşleri kadar zayıf olan, ancak zayıflığını çekinmeden itiraf etmeye cesaret eden ve sonuç olarak güçlü adama dönüşecek biri olduğunu ima ederek üstünlük iddiasını reddederler.

(2) Bütün bu demagoglar amaçların yerine araçları koyarlar. Bu büyük hareket hakkında, kendi örgütleri hakkında, getirmeyi umdukları genel bir Amerikan dirilişi hakkında gevezelik ederler, ancak böyle bir hareketin neye yol açacağı, örgütün ne için iyi olduğu veya gizemli dirilişin olumlu bir şekilde neyi başarmayı amaçladığı hakkında nadiren bir şey söylerler. Burada diriliş fikrinin en başarılı Batı Yakası ajitatörlerinden biri tarafından ağdalı bir şekilde betimlenişinin tipik bir örneği var:

“Arkadaş, bir diriliş elde etmenin tek bir yolu var ve bütün Amerika’nın, bütün kiliselerin bu dirilişi elde etmesi gerekiyor. Büyük Galler dirilişinin hikayesi basitçe budur. İnsanlar dünyada Tanrı’nın kutsallığına muhtaç kaldılar, dua etmeye ve bir diriliş göndermesini istemeye başladılar. Erkekler ve kadınlar nereye giderse gitsinler diriliş devam ediyordu”.

Eylemin, olup biten bir şeyin yüceltilmesi, sözde hareketin amacını hem yok eder hem de onun yerine geçer. Burada amaç şudur: “sonunda Tanrı, aile ocağı ve anavatan davasına canlarını vermeye hâlâ istekli olan, vatansever, Tanrı’dan korkan Hristiyan erkeklerin ve kadınların var olduğunu dünyaya gösterebiliriz.”(3)

(3) Bu propagandanın bütün ağırlığı araçları desteklemek olduğundan, propagandanın kendisi nihai içerik haline gelir. Başka bir deyişle, propaganda bir tür istek gerçekleştirme işlevi görür. Bu onun en önemli örüntülerinden biridir. İnsanlar “kabul ediliyorlar”, güya içeriden bilgi alıyorlar, onlara güven duyuluyor, dışarıdakilerden gizlenen korkunç gizemleri bilmeyi hak eden seçkinler muamelesi görüyorlar.  Gözetleme şehveti hem teşvik edilir hem de tatmin edilir. Çoğunlukla hayali olan, özellikle cinsel aşırılıklar ve vahşet içeren skandal hikayeler sürekli anlatılır; pisliğe ve zulme duyulan öfke, bu hikayelerin dinleyiciye ilettiği zevkin çok ince, kasıtlı olarak şeffaf bir rasyonalizasyonundan başka bir şey değildir. Ara sıra, skandal tellallığının kendi başına bir amaç olduğunun kolayca tanımlanabileceği bir dil sürçmesi meydana gelir. Bu nedenle, bir West Coast demagogu bir keresinde bir sonraki konuşmasında Sovyet Hükümeti’nin Rus kadınlarının fahişeliğini organize eden düzmece bir kararnamesi hakkında bütün ayrıntıları vereceğine söz verdi. Konuşmacı bu hikayeyi duyururken bu gerçekleri duyunca omurgası ürpermeyecek gerçek bir hiçbir gerçek güçlü adamın var olmadığını söyledi. Bu karıncalanan omurga cihazında imâ edilen müphemlik aşikârdır.

Bir dereceye kadar bütün bu örüntüler rasyonel olarak açıklanabilir. Çok az Amerikalı ajitatör, faşist ve anti-demokratik hedefleri açıkça ilan etmeye cesaret edecektir. Almanya’nın aksine, bu ülkedeki demokratik ideoloji, ihlal edilmesi yıkıcı faaliyetlerde bulunan insanları tehlikeye atabilecek belirli tabular geliştirdi. Dolayısıyla burada faşist demagog hem siyasi sansür hem de psikolojik taktikler nedeniyle söyleyebilecekleri konusunda çok daha kısıtlıdır. Dahası siyasi amaçlarla ilgili belirli bir muğlaklık, Faşizmin kendi doğasında bulunur. Bunun nedeni, kısmen onun özü gereği teorik olmayan doğası, kısmen de takipçilerinin eninde sonunda aldatılacak olması ve bu nedenle liderlerin daha sonra bağlı kalabilecekleri herhangi bir formülasyondan kaçınmak zorunda kalmalarıdır . Şunu da belirtmek gerekir ki terör ve baskıcı tedbirler konusunda Faşizm, adet olduğu üzere ilan ettiğinin ötesine geçer. Totaliteryanizm, sınır tanımamak, durup düşünmeye izin vermemek, mutlak hâkimiyetle fetih ve seçilmiş düşmanı tamamen yok etmek demektir. Faşist dinamizmin bu anlamına istinaden, herhangi bir açık seçik program, bir sınırlama düşman için bile bir tür garanti işlevi görecektir. Hiçbir şeyin garanti edilmemesi, acımasız keyfiliğe hiçbir sınır getirilmemesi totaliter yönetim için esastır.

Son olarak, totalitarizmin kitleleri kendi kaderini tayin eden, kendi kaderlerine rasyonel olarak karar veren ve bu nedenle rasyonel özneler olarak ele alınması gereken insanlar olarak görmediğini, fakat onlara, idari önlemlerin her şeyden önce kendilerini geri planda tutması ve emirlere itaat etmesi öğretilen salt nesneleri olarak muamele ettiğini aklımızda tutmalıyız.

Lâkin, sadece bu son nokta, Faşizmin altında kitlesel hipnoz hakkındaki basmakalıp ifadeden daha fazlasını ifade edecekse, biraz daha yakından incelenmeyi gerektirir. Gerçek kitle hipnozunun Faşizmde yer alıp almadığı veya gözlemcinin daha fazla analizden vazgeçmesine izin veren kullanışlı bir metafor olup olmadığı oldukça şüphelidir. Sinik ayıklık, muhtemelen faşist zihniyetin psikolojik sarhoşluktan daha karakteristik bir özelliğidir. Dahası, şimdiye dek hiç kimsenin, kitle hipnozu teriminin atıfta bulunduğu kolektif coşku aşamalarının bile, salt edilgen bulaşın bir sonucu olarak kabul edilemeyecek olan, lider ve hatta birey tarafından bilinçli bir manipülasyon unsuruna sahip olduğu gerçeğini görmezden gelebilecek faşist tavırlar gözlemleme fırsatı olmamıştır.  Psikoloji açısından konuşacak olursak, ego faşist irrasyonalitede, sözde esrimenin salt bilinçdışının bir tezahürü olarak yorumlanmasına izin vermeyecek kadar büyük bir rol oynar. Faşist histeriye dair daima kendine özgü, kendi başına buyruk ve sahte bir şeyler vardır ki; Faşizm hakkındaki psikolojik teori Faşizmin bizzat teşvik ettiği irrasyonel sloganlara teslim olmayacaksa eleştirel bir dikkat talep eder.

Şimdi, faşist ve özellikle anti-Semitik propaganda söylemi neyi başarmak istiyor? Elbette amacı rasyonel değildir, çünkü insanları ikna etmeye çalışmaz ve her zaman argümantatif olmayan bir seviyede kalır. Bu bağlamda iki olgu ayrıntılı bir araştırmayı hak ediyor:

(1) Faşist propaganda gerçek rakiplerden çok öcülere saldırır, yani, bir Yahudi ya da Komünist imgesi kurar ve bu imgenin gerçekle ne kadar ilişkili olduğunu pek umursamadan onu paramparça eder.

(2) Söylemsel mantık kullanmaz, tam aksine, özellikle hitabet gösterilerinde, ona örgütlü bir fikir uçuşu denebilir. Öncüller ve çıkarımlar arasındaki ilişkinin yerini, genellikle aynı karakteristik kelimeyi mantıksal olarak epey ilgisiz olan iki önermede kullanarak çağrışım yoluyla salt benzerliğe dayanan fikirlerin bağlanması alır. Bu yöntem sadece rasyonel incelemenin kontrol mekanizmalarından kaçınmakla kalmaz, aynı zamanda dinleyicinin takip etmesini psikolojik olarak kolaylaştırır. Dinleyicinin yapması gereken titiz bir düşünme işi yoktur, fakat kendini içinde yüzdüğü kelime akışına edilgen bir şekilde bırakabilir.

Bu gerileme örüntülerine rağmen, yine de, anti-Semitik propaganda hiçbir şekilde tamamen irrasyonel değildir. İrrasyonalite terimi, son derece karmaşık bir psikolojik fenomeni yeterince tanımlamak için fazla belirsizdir. Her şeyden önce, bütün çarpık mantığı ve fantastik çarpıtmalarıyla faşist propagandanın bilinçli olarak planlandığını ve örgütlendiğini biliyoruz. İrrasyonel olarak adlandırılacaksa, o halde kendiliğinden irrasyonellikten ziyade, filmlerde ve radyo yayınlarında olduğu gibi günümüzün kitle kültürünün çoğu temsilinde göze çarpan hesaplanmış etkiyi anımsatan bir tür psiko-teknik uygulanır. Bununla birlikte, faşist ajitatörün zihniyetinin, müstakbel takipçilerinin şaşkınlığına bir şekilde benzediği ve liderlerin kendilerinin “histerik ve hatta paranoyak tipler olduğu” doğru olsa bile, engin deneyimlerden ve Hitler örneği gibi çarpıcı olaylardan gerçeklik ilkesine tamamen uyarlanmış amaçlar için kendi nevrotik ve psikotik eğilimlerini nasıl kullanacaklarını öğrenmişlerdir. Toplumumuzda hüküm süren koşullar, nevrozları ve hatta hafif deliliği bile, hasta kişinin kendi hastalığına yakınlığı bulunan birçok kişi olduğunu keşfettikten sonra kolayca satabileceği bir metaya dönüştürme eğilimindedir. Faşist ajitatör genellikle kendi psikolojik kusurlarının usta bir satıcısıdır. Bu ancak takipçiler ve lider arasındaki genel yapısal benzerlik nedeniyle mümkündür ve propagandanın amacı, dinleyicilere en başından beri kendilerine ait olmayan herhangi bir fikir veya duyguyu iletmek yerine onlar arasında bir uyum sağlamaktır. Buradan, faşist propagandanın hakiki psikolojik doğası sorunu formüle edilebilir: Propaganda  durumunda lider ve takipçileri arasındaki bu ahengin içeriği neyden ibarettir?

Bu tür bir propagandanın tatmin işlevi gördüğüne dair gözlemimiz, ilk ipucunu sunuyor. Bunu pembe dizi toplumsal fenomeni ile karşılaştırabiliriz. Tıpkı en sevdiği kadın kahramanın çektiği acılardan ve yaptığı iyiliklerden çeyrek saatlik yayın boyunca keyif alan ev hanımının sponsorun sattığı sabunu satın almak zorunda hissetmesi gibi faşist propaganda eyleminin dinleyicisi de bundan zevk aldıktan sonra, gösteriye [show] olan minnettarlığıyla konuşmacının temsil ettiği ideolojiyi kabul eder. “Gösteri”, gerçekten doğru kelimedir. Kendinden menkul liderin başarısı, tiyatroyu, sporu ve sözde dini canlanmaları anımsatan bir performanstır. Gençliklerinde atletik kahramanlar olmakla övünmeleri faşist demagogların özelliğidir. Böyle davranırlar. Bağırırlar ve haykırırlar, şeytanla pandomim yaparak dövüşürler ve “o uğursuz güçlere” saldırırken ceketlerini çıkarırlar.

Faşist lider tipleri genellikle histerik olarak adlandırılır. Tavırlarına nasıl ulaştıkları fark etmeksizin histerik davranışları belli bir işlevi yerine getirir. Aslında çoğu bakımdan dinleyicilerine benzeseler de önemli bir konuda onlardan ayrılırlar: Kendilerini ifade etmede engel tanımazlar. Konuşamayan dinleyicilerinin isteyip de yapamadığı ya da cesaret edemediği şeyleri yaparak ve söyleyerek onlar adına vekaleten işlev görürler. Orta sınıf toplumunun normal, sıradan yurttaşının tarafındaki herhangi bir ifade etme davranışına koyduğu tabuları çiğnerler. Faşist propagandanın başarısının bir kısmının bu buluşla sağlandığı söylenebilir. Faşist ajitatörler, kendilerini aptal yerine koyma riskine girdikleri için ciddiye alınırlar.

Genel olarak eğitimli insanlar, Hitler’in konuşmalarının etkisini anlamakta zorlandılar çünkü kulağa çok samimiyetsiz, hileli ya da Almanca bir kelimeyle söylendiği gibi  [“sahte”] geldi. Ama sözüm ona sıradan insanların sahicilik ve içtenlik konusunda şaşmaz bir yeteneğe sahip oldukları ve sahtekarlığı hor gördükleri aldatıcı bir fikirdir. Hitler, ucuz maskaralıklarına rağmen değil, sırf onlar yüzünden, sahte üslubu ve soytarılığıyla seviliyordu. Bunlar, oldukları haliyle gözlemlenip takdir edilirler. Fiakerlied’yle Girardi gibi gibi gerçek halk sanatçıları, izleyicileriyle gerçekten temas halindeydiler ve her zaman bize sahte gibi gelen tonlar kullandılar. Çekingenliklerini kaybetmiş sarhoşlarda düzenli olarak benzer tezahürler buluruz. Sıradan insanların hisliliği [sentimentality] hiçbir şekilde ilkel, düşüncesiz duygu değildir. Aksine, gerçek duygunun hayali, perişan bir taklidi, genellikle utangaç ve kendini biraz hor gören bir numaradır. Bu hayalilik, faşist propagandacı performanslarının hayati bir öğesidir.

Bu gösteri tarafından yaratılan duruma bir ritüel denebilir. Propagandacı hitabın hayaliliği, konuşmacının kişiliği ile dile getirdiklerinin içeriği ve karakteri arasındaki boşluk, onun üstlendiği ve ondan beklenen törensel role atfedilebilir. Fakat bu tören, söze döktüğü kimliğin, dinleyicilerin hissettiği ve düşündüğü ama ifade edemediği kimliğin simgesel bir açığa çıkışıdır. Ne ikna olarak ne de esasen çılgına dönerek, ama kendi fikirlerini onlara ifade ettirerek, aslında ondan yapmasını istedikleri şey budur. Propagandadan aldıkları tatmin, gerçekte ne kadar ileri giderse gitsin, büyük olasılıkla bu kimliğin gösterilmesinden ibarettir, çünkü bu, kendilerini ifade edememelerinin konuşmacının laf kalabalığı yoluyla kurumsallaşmış bir tür kefaretidir. Bu ifşa edimi ve sorumlu, müstakil ciddiyetin geçici olarak terk edilmesi, propagandacı ritüelin belirleyici örüntüsüdür. Bu özdeşleşme eylemine toplu gerileme fenomeni adını verebiliriz kuşkusuz. Bu daha eski, ilkel duygulara öylece bir geri dönüş değildir, daha çok duyguların ifadesinin bir toplumsal denetim aracı tarafından onaylandığı ritüelistik bir tavra doğru bir geri dönüştür.  Bu bağlamda, Batı Yakası’nın en başarılı ve tehlikeli ajitatörlerinden birinin, dinleyicilerini her türlü duyguya kapılmaya, duygularına teslim olmaya, bağırmaya ve gözyaşı dökmeye defalarca teşvik etmesi, ısrarla yerleşik dini mezhepler ve tüm Püriten geleneği tarafından getirilen katı öz-denetim davranış modeline saldırması ilginçtir.

Öz-denetimdeki bu gevşeme, kişinin dürtülerinin bir ritüel şemayla birleşmesi, müstakil bireyin evrensel psikolojik zayıflamasıyla yakından ilişkilidir.

Kapsamlı bir faşist propaganda teorisi, her bir faşist hitapta gerçekleştirilen az çok katı ritüelin psikanalitik deşifresiyle eşdeğer olacaktır. Bu yazının kapsamı, bu ritüelin bazı özelliklerine yalnızca kısa bir gönderme yapılmasına izin vermektedir.

(1) Her şeyden önce, bildiğimiz bütün faşist propaganda materyallerinin şaşırtıcı stereotipliği bulunmaktadır. Sadece her bir konuşmacı aynı kalıpları defalarca tekrarlamakla kalmaz, aynı zamanda farklı konuşmacılar aynı klişeleri kullanır. En önemlisi, elbette,  siyah beyaz, dost düşman ikili karşıtlığıdır. Stereotipleştirme yalnızca Yahudilerin karalanması ya da komünizmin veya banka sermayesinin kınanması gibi siyasi fikirler için değil, aynı zamanda görünüşte çok uzak meseleler ve tutumlar için de geçerlidir. Neredeyse bütün faşist ajitatörler tarafından kullanılan ve hepi topu otuz formüle indirgenebilen tipik psikolojik hilelerin bir listesini özetledik. Yalnız kurt hilesi, yorulmazlık, zulüm gören masumiyet, büyük küçük adam fikri, hareket olarak hareketin övülmesi vb. gibi birçoğundan daha önce bahsedilmişti. Tabii ki bu hilelerin tekdüzeliği, kısmen, Hitler’in Kavgam’ı gibi ortak bir kaynağa atıfta bulunarak veya hatta Batı Kıyısı’nda açık olduğu gibi, bütün ajitatörlerin örgütsel bağıyla açıklanabilir. Ancak ülkenin birçok farklı yerindeki ajitatörler aynı spesifik iddiaları kullanıyorsa, örneğin yaşamları tehdit edildiyse ve dinleyicileri, tehdit gerçekleşirse kimin sorumlu olduğunu bilecekse -bu asla gerçekleşmeyen bir olaydır- bunun nedeni başka bir yerde aranmalıdır. Bu örüntüler psikolojik sebeplerle standartlaştırılır. Müstakbel faşist takipçi, tıpkı swing delisinin popüler şarkıların standart kalıbını arzulaması ve oyunun kurallarına sıkı sıkıya uyulmadığı takdirde öfkelenmesi gibi, bu katı tekrarı arzular. Bu kalıpların mekanik olarak uygulanması, ritüelin temellerinden biridir.

(2) Faşist ajitatörler arasında sahte bir dinsel tutuma sahip birçok kişinin bulunması tesadüf değidir.  Bunun elbette daha sonra tartışılacak olan sosyolojik bir yönü vardır. Bununla birlikte, psikolojik olarak, etkisiz hale getirilmiş ve belirli herhangi bir dogmatik içerikten yoksun bırakılmış geçmiş dinin taşıyıcıları, faşist ritüelist  tavrın hizmetine sunulur. Bazı “topluluklar” tarafından tekrar tekrar icra edilen onaylanmış bir ritüel izlenimi vermek için dinsel dil ve dinsel biçimler kullanılır.

(3) Politik olanın yanı sıra özgül dinsel içeriğin yerini, kısaca varoluş kültü olarak adlandırılabilecek bir şey alır. Else Brunswik’in “statüko ile özdeşleşme” olarak adlandırdığı tutum, bu kültle yakından ilişkilidir. McClung Lee’nin Peder Coughlin hakkındaki kitabında işaret edilen, bando vagonu fikri ya da tanıklık hilesi gibi, ünlü ya da başarılı insanların desteğini ima eden araçlar, çok daha geniş kapsamlı bir davranış örüntüsünün yalnızca öğeleridir.  Açıkça ifade eder ki, olan ve böylece gücünü tesis eden her şey aynı zamanda doğrudur – takip edilmesi gereken sağlam ilke. Batı Yakası ajitatörlerinden biri ara sıra dinleyicilerini, ne tür liderlerden bahsettiğini belirtmeden, liderlerinin tavsiyelerine uymaya yönlendirmiştir. Görünür herhangi bir fikirden veya amaçtan yoksun olan liderlik olarak liderlik yüceltilir. Gerçekliği ve kurulu güç ilişkisini bir fetiş haline getirmek, her şeyden çok, bireyi kendinden vazgeçmeye ve geleceğin sözde dalgasına katılmaya sevk eden şeydir.

(4) Faşist ritüelin içsel özelliklerinden biri imâdır, bazen bunu ima edilen gerçeklerin ifşası izler, ancak çoğu zaman değil. Yine bu eğilimin rasyonel bir sebebi kolayca verilebilir: Ya yasa ya da en azından yürürlükteki gelenekler, pro-Nazi veya Yahudi karşıtı nitelikteki açık ifadeleri engelliyor ve bu tür fikirleri iletmek isteyen hatip ise daha dolaylı yöntemlere başvurmak zorundadır. Bununla birlikte, imânın kendi başına bir tatmin olarak kullanılması ve bundan zevk alınması muhtemel görünüyor. Örneğin, ajitatörler  “o karanlık güçler, kimi kastettiğimi biliyorsunuz” derler ve seyirci onun sözlerinin Yahudilere yönelik olduğunu hemen anlar. Böylece dinleyiciler, hatibin onlara söylemek istediği her şeyi zaten bilen ve herhangi bir açıklama yapılmadan önce onunla aynı fikirde olan bir iç-grup muamelesi görür. Konuşan ve dinleyen arasındaki daha önce de değinilen duygu ve düşünce uyumu ima yoluyla kurulur. Lider ve takipçiler arasındaki temel kimliğin teyidi olarak hizmet eder. Elbette, imaların psikanalitik içerimleri bu yüzeysel gözlemlerin çok ötesine geçer. Burada Freud’un bilinç ve bilinçdışı arasındaki etkileşimde anıştırmalara atfettiği role gönderme yapılmaktadır. Faşist ima bu rolden beslenir.

(5) Bu tür bir ritüelin icrası, çok büyük ölçüde faşist propagandanın nihai içeriği olarak işlev görür. Psikanaliz, ritüel davranışın zorlanım nevrozuyla ilişkisini göstermiştir ve tipik faşist ifşa ritüelinin cinsel tatminin yerine geçtiği açıktır. Ancak bunun ötesinde, faşist ritüelin spesifik simgesel anlamı ile ilgili olarak biraz spekülasyona izin verilebilir. Bunu bir kurban sunusu olarak yorumlamak yanlış değildir. Faşist propaganda konuşmalarında çokça bulunan suçlamaların ve vahşet hikayelerinin ezici çoğunluğunun hatiplerin ve onların takipçilerinin isteklerinin izdüşümü olduğu varsayımı doğruysa, her propaganda konuşmasında yüceltilen bütün simgesel ifşa eylemi ne kadar gizli olursa olsun bu eylem, seçilmiş düşmanın kutsal bir şekilde öldürülmesini ifade eder. Faşist, anti-Semitik propaganda ritüelinin merkezinde cinayet ritüeli arzusu yatar. Bu, faşist propagandanın gündelik psikopatolojisinden elde edilen bir parça kanıtla desteklenebilir. Amerikan faşist ve anti-Semitik propagandada dinsel unsurun oynadığı önemli rolden daha önce söz edilmişti. Faşist Batı Yakası radyo rahiplerinden biri bir yayında şunları söyledi:

Tanrımızın kutsallığını yüceltmedikçe, Tanrı’nın adaletini bu dünyamızda ilan etmedikçe, cennet ve cehennem gerçeğini ilan etmedikçe, bağışlama olmadan, kan dökülmeden günahın bağışlanmayacağını göremiyor musun? Sadece Mesih ve Tanrı’nın egemen olduğunu ve devrimin sonunda bu ulusumuzu ele geçireceğini göremiyor musunuz?

Hristiyan öğretisinin siyasi şiddet sloganlarına dönüşmesi bu pasajdakinden daha kaba olamaz. Bir ayinin, Mesih’in “kanının dökülmesinin” fikri, siyasi bir ayaklanma göz önünde bulundurularak doğrudan genel olarak ”kan dökülmesi”  şeklinde yorumlanır. Gerçek kan dökülmesinin gerekli olduğu savunulmaktadır, çünkü sözde dünya, Mesih’in kanının dökülmesiyle kurtarılmıştır. Cinayet bir ayin halesiyle kuşatılır. Böylece faşist propagandada kurban edilen Mesih’in nihai hatırlatıcısı, ”Judenblut mu file en”, yani “Yahudi kanı dökülmelidir” olur.  Çarmıha gerilme, pogromun bir simgesine dönüştürülür. Psikolojik olarak, tüm faşist propaganda bu tür simgelerden oluşan bir sistemden ibarettir.

Bu noktada faşist ruhun psikolojik temeli olarak yıkıcılığa dikkat edilmelidir. Programlar soyut ve belirsiz, onun yerine getirilişleri düzmece ve yanıltıcıdır çünkü faşist hitabet tarafından ifade edilen vaat, yıkımın ta kendisinden başka bir şey değildir. Bütün faşist ajitatörlerin bir tür felaketin eli kulağında olduğu üzerinde durmaları tesadüf değidir. Yaklaşan tehlike konusunda uyarıda bulunurken, kendilerinin ve düşmanlarının yok edilmesi arasında net bir ayrım bile yapmadan onlar ve dinleyicileri kaçınılmaz kıyamet fikrinden heyecan duyarlar. Bu arada, bu zihinsel davranış, Almanya’da Hitlerizmin ilk yılında açıkça gözlemlenebilir ve derin bir arkaik temele sahiptir. Batı Yakası demagoglarından biri bir keresinde şöyle demişti: “Siz erkek ve kadınlar, siz ve ben dünya tarihin en korkunç döneminde yaşıyoruz demek istiyorum. Aynı zamanda en zarif ve en harika zamanda yaşıyoruz.” Bu, ajitatörün rüyasıdır, korkunçla harikanın birleşmesi, kurtuluş olarak maskelenmiş bir yok oluş hezeyanı. Bütün bu propagandaya etkin bir şekilde karşı koymak için en güçlü umut, onun kendi kendini yok eden sonuçlarına işaret etmektir. Kendini yok etmeye yönelik bilinçdışı psikolojik arzu, takipçilerini nihayetinde kurbanlara dönüştüren bir siyasi hareketin yapısını sadakatle yeniden üretir.

Kaynakça

Yazarlar: T. W. Adorno, Leo Lowenthal, Paul W. Massing.
Max Horkheimer, ‘Psikanalitik Yaklaşımın Sosyolojik Arka Planı’, Anti-Semitizm: Sosyal Bir Hastalık, ed. Ernest Simmel (New York, 1964), s. 8f.
Tüm sorular, kelimenin tam anlamıyla, herhangi bir değişiklik yapılmadan, kısaltılmış transkripsiyonlardan alınmıştır.