Yahudi/Edebiyat

Ceza Sömürgesinde kapanış, imalar ve iktidar

Franz Kafka’nın “Cezalılar Kolonisi” öyküsü bir konuğun, ceza sömürgesini ziyaretini anlatır. Öykü, işte bu kolonide işkence ve infaz için kullanılan bir aygıtı, bir makineyi merkezine alır. Öykü, üçüncü tekil kişi anlatıcı tarafından nakledilir ve bu anlatıcı -karakterlerin duygu ve düşünceleriyle birlikte- “çoğunlukla” kendi gördüklerini ve işittiklerini aktaran bir gözlemci pozisyonundadır. Anlatı, inceleme gezisi için Cezalılar Kolonisi’ne gelen konukla burada infaz aygıtından sorumlu subay arasındaki iletişimle açılır. “Konuk, itaatsizlik ve üstlerine hakaret suçundan ölüme mahkûm edilmiş bir erin idamında hazır bulunması için kumandan tarafından yapılan çağrı…” (Kafka, s. 123) üzerine bu ceza sömürgesine gelmiştir. Metin boyunca subay tarafından bu girift, görkemli infaz aygıtı ayrıntılı biçimde, hayranlıkla betimlenir, konuğa anlatılır ve adım adım infaza yaklaşılır. Bu makine yalnızca bir “araç” değil; âdeta iktidarın, disiplinin mücessem hâlidir. Lakin öykünün sonu beklenmedik, farklı ve vurucudur. Ben de bu yazıda “Cezalılar Kolonisi” öyküsünün kapanışından hareketle metin boyunca ima edilenleri sorgulayıp anlatının kapanışını anlamlandırmaya çalışacağım. İktidarın halefleriyle baskı ve cezanın suret değiştirmesini, iktidarın kendini görünmez ama daima ve daha güçlü şekilde muktedir kılmasını tartışacağım. 

“Cezalılar Kolonisi”nin anlatısal özelliklerine, metnin imalarına ve açtığı sorulara odaklanmadan önce “ending” (son/bitiş) ve “closure” (kapanış) kavramlarını birbirinden ayırmalıyız. H. Porter Abbott, The Cambridge Introduction to Narrative eserinin “Closure” bölümünde bu konu üzerinde durur. Anlatı, bir çatışmayı çözdüğünde kapanışa ulaşır ve bu da genellikle anlatının sonunda gerçekleşir. Fakat “closure” (kapanış), anlatının sonunda gelmek zorunda değildir ve aslında anlatıda bir “closure” gerçekleşmek zorunda da değildir. Abbott, bu sebeple iki kavramı birbirinden ayrı tutmamız gerektiğini söyler (s. 52). “Kapanış” kavramı, öyküdeki ana çatışmanın çözümünden daha fazlasına işaret edebilir. Kapanışın, bir anlatı boyunca ortaya çıkan ve bir kısım okurların çözmeyi veya sonlandırmayı umduğu geniş bir yelpazedeki beklentilerle, belirsizliklerle ilgisi vardır (Abbott, s. 53). Abbott, anlatının neredeyse her yerde “kapanışındaki eksiklik”le bilindiğini ifade eder; ardından “suspense” ve “surprise” kavramlarından bahseder. “Suspense” (askıya alma, muallakta bırakma) bir anlatıya hayat veren iki şeyden biridir, diğeri ise “sürpriz”dir. Buna göre herhangi bir uzunluktaki tüm başarılı anlatılar bir belirsizlik ve sürpriz zincirinden oluşur ve bunlar da bizleri devamlı dalgalı bir sabırsızlık, merak ve kısmi bir haz hâlinde tutarlar (Abbott 53). Ancak kapanışın bir anlatıda gerçekleşmesinin zorunlu olmadığı gerçeği, kapanışı biçimsel bir son kavramından ayrı tutmayı özellikle önemli kılar; Abbott bu noktada Franz Kafka’nın “A Common Confusion” kısa öyküsünden bahsederek burada Kafka’nın oldukça vurucu bir şekilde sona eren ancak ortaya çıkardığı soruları kapatmayan kısa, büyüleyici bir anlatı oluşturduğunu ifade eder (s. 57). Dolayısıyla anlatılardaki kapanış okurların aramaya ve ulaşmaya meyilli oldukları bir nokta olsa da bazı metinler kapanışlarıyla da -çatışmaları çözmek, müphemiyeti ortadan kaldırmak, anlatıyı “kapatmak” yerine- yeni sorular, boşluklar, yorumlar doğururlar. 

Kaynak: Kafka Museum

Kafka’nın “Cezalılar Kolonisi” öyküsü için de kapanışın anlatıya bir “tamamlanmışlık” getirmediğini, bu kapanışın sorular yarattığını ve anlatı boyunca yer alan imalarla düşünülmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Öyküye dönecek olursak subay tarafından infaz aygıtının ayrıntılı ve hevesli anlatımından sonra sıra, erin infazına gelir. Üstlerine saygısızlık suçundan infaz edilecek olan erin suçundan haberi yoktur, hüküm giydiğini dahi bilmemektedir, kendini savunma hakkı yoktur. Çünkü cezalılar kolonisinde yargılama yöntemi budur! Subay artık bu eski infaz yönteminin yeni komutan tarafından desteklenmediğini ve ortadan kaldırılacağını belirtir; konuğun da komutan karşısında kendisine yardım etmesini talep eder. Çünkü bu yargılama ve idam sisteminin kalan tek varisi subaydır. Lakin subay, gezginden beklediği desteği ve yaklaşımı göremez. Bunun üzerine mahkûmu infaz aygıtından kaldırır ve beklenmedik biçimde hazırlanmaya başlayarak infaz aygıtına bizzat kendisi geçer. Fakat artık köhnemiş aygıtın parçaları ve tüm bir işleyiş süreci yıkıma uğrayacaktır. Subay tek varisi ve savunucusu olduğu aygıta kendini kurban eder. Subay, öykünün başlangıcında konuğa aygıtın tüm mekanizmalarını, idamın gerçekleştirilme biçimini ve sırasını nasıl ayrıntılı, titiz bir şekilde anlattıysa şimdi de aynı aygıtın parçalarının dağılması, işlevini kaybedişi, hepten alt üst oluşu betimlenir. Çarklar düşer, suçu bedene yazan tırmık bozulur…  

“Tırmık yazmıyor, uçlarını cilt içine batırmakla yetiniyordu, yatak ise vücudu bir yerden bir yere yuvarlamıyor, onu sadece kaldırıp iğnelerin ağzına veriyordu. Konuk işe al atmayı, başarabilirse aygıtın çalışmasını tümüyle durdurmayı düşündü; çünkü olay, subayın amaçladığı gibi işkence niteliği taşımaktan çıkmış, doğrudan cinayete dönüşmüştü. Konuk, ellerini ileri uzattı; ama o anda tırmık, yan tarafında subayın iğnelere geçirilmiş vücuduyla havaya kalktı; oysa bu, normal olarak on ikinci saatte yapacağı şeydi. Sanki yüz ayrı oluktan boşanırcasına akmaya başlamıştı kan; ancak, suyla karışık değildi, su akıtan borucuklar da bu kez görevlerini yapmamıştı. Ve nihayet son işlevini de yerine getirmeye yanaşmadı aygıt: Vücut, tırmığın uzun iğnelerinden bir türlü çözülüp ayrılamadı; kanı akıyor, ne var ki vücudun kendisi çukurun içine düşmeden kalıyordu” (Kafka, s. 155).  

Böylelikle düzen kaosa, makine bir hurdaya, subay bir maktule, işkence ise cinayete dönüşür. Okur bu vurucu, beklenmedik kapanış karşısında afallar. Lakin bu kapanış metni nihayete erdirmez, anlam ve soru zincirini çözmez, aynı zamanda iktidar ve onun şiddetine de son vermez. Bilakis bu kapanış, metnin öncesinde ve sonundaki işaretlerle, imalarla birlikte düşünüldüğünde iktidarın ve şiddetin biçim değiştirdiğine, bu sefer kendini görünmez ama daha muhkem ve muktedir kılacağına işaret eder. 

“Cezalılar Kolonisi”nde eski komutanın icadı olan aygıt ve bu sorgusuz sualsiz, şedit yargılama ve işkence düzeniyle; mevcut iktidarın bu ceza yöntemine bakışı çatışmaktadır. Bu çatışmayı metin boyunca görür ve sezeriz. Daha metnin başında bu yargılamadan sorumlu olan subay, gezgine aygıtı açıklarken “Sizin gibi böyle değerli bir konuğa, bizim buradaki infaz usulü üzerinde bilgi verilmeyişi, yeni uygulamalardan bir diğeri ki … Doğrusu benim bundan haberim yoktu” (Kafka, s. 128) diyerek ceza sömürgesinde iktidarın selef ve halefleri arasındaki çatışmayı, dönüşümü okura sezdirir. Suç ve ceza düzeni değişmekte, “yeni uygulamalar” baş göstermektedir, “bilgi” paylaşımı da kısıtlanmaktadır. Bu on iki saat süren idam halka açıktır, komutanın katılıp katılmayacağı ise “kesin değil”dir. Mahkûmun ağzına tıkaç takılır fakat mahkûm kusmaya başlar. Subay kabahatin yeni kumandanda olduğunu söyler: “Saatlerce dil döktüm, infazdan önce mahkûma yiyecek verilmemesi gerektiğini açıklamaya çalıştım. Gel gelelim, kumandanın yeni yumuşak düzeninde başka görüşler savunuluyor; mahkûm infaza götürülmeden, kumandanın çevresindeki hanımefendiler onu tatlılarla tıka basa doyuruyorlar” (Kafka, s. 138). Subay, “yumuşak” bir düzene geçildiğinden, kumandanın kadınların etkisi altında kaldığından, artık infazların insanla dolup taşmadığından, aygıtın parçalarının yenilenmediğinden yakınır. Konuktan yardım diler, bu sırada kumandan ve yapılacak toplantıya yönelik subayın farazi yorumları dikkat çekicidir: “Gündemdeki ilgisiz, gülünç, yalnızca salondaki seyirciler düşünülerek saptanmış konuların -ki çokluk limandaki inşaat konusudur, limandaki inşaat konusu hep- görüşülmesinden sonra, infaz yöntemi de ele alınacaktır” (Kafka, s. 146). Subayın yorumlarından yeni düzene ve yeni komutana ilişkin şiddetten uzak, halim bir iktidar portresi çizilir. (Bu cümlede iki kez tekrarlanan “liman inşaatı” vurgusuna birazdan değineceğim.) Fakat “gerçek” hakikaten de öyle midir, subayın anlattığı gibi midir? Aygıtın tarumar olup eski infaz yönteminin tek varisi olan subayın intiharıyla şiddet ve ceza bitmiş midir? Öykünün kapanışı aynı zamanda şiddetin de sona ermesine mi işaret eder? Çatışma sona ermiş, tüm sorular ve belirsizlikler çözüme kavuşmuş mudur? Tüm bu soruların yanıtı “Hayır!” olacaktır. Metnin “son”una geldiğimizde buradaki minör ve önemsiz gibi görünen işaretler oldukça dikkat çekicidir. Konuk, eski komutanın mezarını ziyaret ettikten sonra kayığa binip koloniden ayrılır. İşte bu ziyaret sırasındaki ayrıntılar, “yeni iktidar”ı yorumlamamız için elzemdir. Eski komutanın gömüldüğü yer, bu yere giderken konuğun gördükleri dikkat çeker: “Bir binanın zemin katında mağarayı andıran duvarlarıyla tavanı dumandan kararmış alçacık bir yerdi burası. Yola bakan cephesi tümüyle açıktı. Gerek kumandanın saray biçimindeki konutları, gerek kolonideki tümü pek harap öbür binalarla arasında pek ayrım seçilmemesine karşın, konuğun üzerinde tarihi bir yapı izlenimi uyandırmıştı” (Kafka, s. 156). Yeni kumandan “saray” biçiminde yapılarda otururken koloni halkı harap binalarda yaşamaktadır. Ceza kolonisinin eski komutanının mezarı ise bir çayevinin arka duvarında, masaların altında yer almaktadır. Vaktinde subayın bu mezarı çıkarmasına da mâni olunmuştur. Eski iktidar, eski komutan böyle alelade, önemsiz, bilinmeyen bir yere gömülerek sembolik ve tarihsel olarak da değersizleştirilmiştir. Burada değinmek istediğim son nokta çayevindeki işaretler ve metnin imaları… Konuk çayevine götürülürken anlatıcının gözlemleri mühimdir: “Masaların birkaçında müşteriler oturuyordu. Limanda çalışan işçilerdi belki, kısa ve kara top sakalları ışıl ışıl parıldayan güçlü kuvvetli adamlardı. Hiçbirinin üzerinde giysi yoktu, gömlekleri yırtık yırtıktı, yoksul, aşağılanmış insanlardı hepsi” (Kafka 156). Subay, komutanın yapacağı toplantıya yönelik varsayımlarını aktarırken bu toplantıda çoğunlukla limandaki inşaattan bahsedileceğini söylemişti. [“… ki çokluk limandaki inşaat konusudur, limandaki inşaat konusu hep” (Kafka, s. 146)] işte bu vurguyu anlatıcının çayevindeki işçileri betimleyişinden sonra tekrar düşünürüz. Giysileri olmayan, “gömlekleri yırtık pırtık” olan, “yoksul, aşağılanmış insanlar”… Yeni komutan ve onun iktidarıyla şiddetin, eski idam aygıtının, çırılçıplak soyulup on iki saat işkence gören, suçundan bihaber olan “hükümlü”nün yerini ne almıştır? Harap binalar, yoksullaştırılmış, aşağılanmış, giysileri olmayan işçiler… Beri yanda bitmek bilmeyen “liman inşaatı” konusu, saray biçiminde yapılar, yeni komutan ve çevresindeki hanımefendiler… İşte sayıp döktüğüm tüm bu detaylar, imalar ve koyduğum üç noktalar bize aygıtın yıkımıyla, subayın ölümüyle şiddetin ve tahakkümün son bulmadığını gösterir. İktidar, şiddet, baskı unsurları, bedeni cezalandırma ancak şekil değiştirmiştir ve belki de daha acımasız hâle gelmiştir. Öykü boyunca komutanın yalnızca “sözde” yer alıp karşımıza bizzat çıkmaması da anlamlıdır, nitekim iktidar kendi araçlarıyla ve sistemiyle aslında her yerdedir. 

İllüstrasyon: Robert Crumb

Bu sonuç paragrafında Kafka’nın metnine dair eleştirilerimi bir çerçeveye yerleştirip yazımı sonlandıracağım. “Cezalılar Kolonisi”ne dair tüm bu tartışma ve gözlemler, akla ister istemez Michel Foucault’yu getiriyor. Frédéric Gros, Foucault’nun belirttiği dört tip cezalandırma toplumundan birinin “damgalayan toplum” olduğunu söyler; bu toplumlarda “ceza, suçlunun bedeninde damga şeklinde somutlaşır” (s. 63). Tıpkı “Cezalılar Kolonisi”nde suçun bedene yazılması gibi. Tabii bu eski işkence törenleri değişir ve yerini 19. yüzyılda bir başka “cezalandırma mekanizması” olan “hapishaneler” alır (Gros, s. 67). Gros; suç ve suçun cezalandırılmasına, bedene yönelik tüm bu önemlerin “Batı toplumlarımızda adım adım yayılan ve yoğunlaşan iktidarın geniş bir taktik [programının] parçası” (s. 68) olduğunu ifade eder. Öykü elbette bize doğrudan böyle bir dönüşümü anlatmaz fakat Foucault’nun iktidar mekanizmalarına yönelik ifadeleri bu yazı boyunca tartıştığım ve işaret ettiğim noktaları aydınlatıyor. Gros, Foucault’ya göre disiplinin “her şeyden önce, bedenlerle ilgili politik bir teknik” (s. 68) olduğunu söyler; “Bir fabrika, bir okul veya bir kışla söz konusu olsun Foucault orada bedenleri belli bir şekilde dağıtma, belli çerçevelere yerleştirme çabası fark eder” (s. 68). Dolayısıyla öyküdeki yoksul, aşağılanmış, giysileri olmayan liman işçileri de iktidar mekanizmalarıyla, iktidarın bedeni disipline edişiyle doğrudan bağlantılıdır. Ritchie Robertson da bu noktada Kafka’nın ceza kolonisinde baskının ve zulmün karakterini değiştirebildiğini ama yok olmasının pek mümkün görünmediğini ifade eder (s. 89). Robertson geçmişte cezaların halka açık bir gösteri olduğunu, şimdi ise uzak bir vadide utançla yürütüldüğünü söyleyerek yazım boyunca bahsettiğim dönüşüme dikkat çeker (89). Eski komutan -subay her ne kadar onun otoriter mirasına bağlı ve onun varisi olsa da- ölmüştür, komutanın halefi ise bu insanlık dışı cezaları ortadan kaldırma cesaretinden yoksundur, bunun yerine limana uzantılar inşa ederek teknik ilerlemeyle meşguldür (Robertson, s. 89). İktidarın kullandığı baskı ve şiddet araçları değişmiş; beden, iş yoluyla disipline edilmeye başlanmıştır. “Zira, ne de olsa, disiplinin imal ettiği o uysal beden, üretim makinesine bağlı işçinin yararlı bedenidir” (Gros, s. 76-77). Bu yüzden başında bir gardiyan olmasa da liman inşaatı sürecek, “yoksul” ve “aşağılanmış” liman işçileri yırtık pırtık giysileriyle o inşaata devam edecektir.  

Kaynakça: 
Abbott, H. Porter. The Cambridge Introduction to Narrative. Cambridge University Press, 2002. 
Gros, Frédéric. Michel Foucault. Çev. İsmet Birkan. İletişim Yayınları, 2021. 
Kafka, Franz. “Cezalılar Kolonisi”. Hikâyeler. Çev. Kâmuran Şipal. Cem Yayınevi, 2020. 
Robertson, Ritchie. Kafka: A Very Short Introduction. Oxford University Press, 2004. 

Zeynep Hazal Sevinç, Boğaziçi Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı ile Tarih bölümlerinden mezun. Aynı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı’nda yüksek lisansını yaptı. Mütemadiyen okuyor, düşünüyor, keşfediyor ve yazıyor…