Depremden sonra Hatay’ı anlatan Cemaat Vakıfları I. ve II. dönem temsilcisi Laki Vingas “Antakya’nın merkezi büyük bir mezarlık gibiydi. O yıkıntılar arasında tek gördüğüm canlı bir kediydi,” dedi.
Maraş merkezli 6 Şubat depremlerinden sonra, depremden etkilenen 10 kentte büyük hasarlar meydana geldi.
Bu kentlerden birisi, bir arada yaşamanın önemli örneklerinden biri olan Hatay’dı.
Hatay’da depremde zarar gören kadim yapıların yanı sıra kültürün korunması ve yaşatılması da üzerine tartışılan gündemlerden biri oldu. Binlerce yıllık kilise, sinagog ve camilerin büyük hasar gördüğü, bazılarının yıkıldığı Hatay’da, bu kültürel varlıkların insanlık mirasına yeniden nasıl kazandırılacağı ise merak konusu.
Cemaat Vakıfları I. ve II. dönem temsilcisi Laki Vingas, Hatay’da yıkıma maruz kalan kültürel varlıklar ve kadim topluluklar hakkındaki gözlemlerini ve izlenimlerini bianet’e anlattı.
Yeni bir yaşam borcu
Depremlerden sonra Hatay’ın özellikle eski Antakya bölgesinin neredeyse yok olduğu dile getirildi. Bunu siz nasıl yorumluyorsunuz?
Benim Antakya ve çevresiyle 14-15 yıllık bir ilişkim var. Bölgeye sıkça gittim ve şahsi ilişkilerim, dostluklarım gelişti. Depremin üçüncü günü oradaki dostlarımın acılarını paylaşmak üzere yine bölgeye gittim ve büyük bir faciayla karşılaştım.
Tabii ki bu facia yalnız Antakya merkezli değil, 10 ilimizde yaşanan bir faciaydı. İskenderun, Mersin, Adana’dan başladık ve Samandağ, Tokatlı gibi yerlere gittik. Her yerde çok ciddi sorunlar tespit ettik ama özellikle insanların korkusu, endişesi, kaygısı ve geleceğe dair umutsuzlukları beni ziyadesiyle üzdü.
Antakya’nın merkezi büyük bir mezarlık gibiydi. İnanamadım. Bazı sokaklarda tek başıma bütün o taşların, yıkıntıların üzerinden yürüyerek bildiğim yerlere ulaşmak istedim. Ulaşamadım. O yıkıntılar arasında tek gördüğüm canlı bir kediydi.
Önemli olan kültürel dokuyu korumak
Hatay’daki cemaatler depremlerden nasıl etkilendi? Bu konudaki izlenimleriniz neler?
Tabii ki küçük toplumlarda böyle bir süreçte çok fazla göç yaşanıyor. Demografik yapımızın zayıf olduğu bir bölgede göçü hızlandıracak oluşumlardan bir tanesi depremdi. Göçün ilk günlerinde, ilk haftalarında korku ve küskünlük hakimdi, bir de tabii çaresizlik.
Bunlar zaman içinde tahmin ediyorum ki düzene girecek; fakat tabii ki bu vesileyle göç etmeye devam edenler olacak. Yahudi toplumundan çok küçük bir grup kalmıştı orada. 10 küsur kişi… Bu toplumun önemli temsilcileri de enkaz altında kaldılar. Kurtulanlar İstanbul’a geldi ve 2400 yıllık bir tarihi noktaladık diye bir tweet attılar.
Dayanışmayı güçlendireceğiz
Türkiye’nin mozaiğine, çok kültürlülüğüne, tarihine inanan, güvenen ve gelecek nesillere örnek olacak şekilde çalışmalar yürütmeye gayret eden bir insan olarak böyle bir kararı okurken çok üzüldüm.
Fakat şimdi birlikte çalışarak önce insanları koruyacağız. Onların hayatlarını ve geleceğe dair umutlarıyla ilgili teminatları yaratacağız. Dayanışma kültürümüzü daha da güçlendireceğiz. Ve insanlarımızı öncelikle gençleri, çocukları, bu büyük korkuyu yaşayanları tekrar hayata bağlayacağız. İkinci olarak ise oradaki yapıları düzene sokarak yeni bir hayat yaratacağız. Bu bizim onlara borcumuz.
Uzun bir yolculuk
Yıkıntılar arasında Hatay kültürü nasıl eski haline dönebilir, bu mümkün mü?
Hem devlet hem özel sektör hem de sivil toplum kuruluşları, günümüzde bütün ülkelerin hayli benimsediği, önemsediği ve birlikte çalıştığı bir üçgen. Antakya’yı insanlarıyla, kültürel mirasıyla ve dokusuyla birlikte tekrar yaşatmak ve yeniden hayata kazandırmak gibi bir mesuliyetimiz var. Hem tarihe hem de oradaki insanlara karşı sorumluluğumuz bu. Elbette kolay olmayacak, uzun bir yolculuk bu.
Güçlü olmamız ve yardımlarımızın, desteklerimizin, hassasiyetlerimizin uzun soluklu olması gerektiği kesin. Tabii ki hasar gören bir tarihi eser eskisi gibi olmayabilir; ama eskisine yakın bir şekilde restore edilebilir. Önemli olan oradaki hafızayı, kültürel dokuyu korumak. Tarihi yapıları tekrar eski haline getirmek kısa vadede olacak bir iş değil. Tarihi yapıların adı üstünde, çok yavaş ve dikkatli bir şekilde restore edilmesi gerekiyor.
Yıkılan kiliseler
6 Şubat depremlerinde Hatay’da pek çok kadim yapı zarar gördü, örneğin Meryem Ana Rum Ortodoks Kilisesi hakkında yıkım kararı çıktı. Bu yapıların yıkımı ve yeniden inşa süreçleri hakkındaki görüşleriniz neler?
Pek çok kilise yıkıldı. Antakya’da, İskenderun’da, Sarılar’da… Sosyal medyada gördüğüm yıkım kararları var ama sonra edindiğimiz bilgiler bunun Kültür Bakanlığı tarafından onaylanmadığı yönünde. Toplumun hasar gören kültürel yapılarının tekrar o toplumun kültürel yapısı haline gelmesi için toplumun duyguları, hissiyatı, yadigârları çok önemli.
Şimdilerde Notre Dame Paris, yangın sonrası özenli bir şekilde restore ediliyor ve 2024’ün sonuna doğru ancak bitmiş olacak. İşte bu ihtimamın gösterilmesi gerekiyor ki kültürel yapılar özelliklerini koruyabilsin.
Antakya yalnız yapılarıyla değil insanlar arası ilişkileri ile, yıllar içinde oluşmuş etnik, din, dil farklarına rağmen bir arada yaşamanın en güzel örneklerinden biriydi. Şimdi bunu yeniden kurmak için yeni bir yola girdik ve inşallah hep birlikte başaracağız. Dayanışma evet değerli, ama yalnızca duygusal bir bağ yetmiyor. Rasyonel bir yönetim de gerekiyor. Her şekilde bir kriz yönetimi gerekiyor.
Mirasın korunması
Kültürel mirasların korunması için nasıl girişimler oluşturulabilir? Türkiye neler yapılabilir?
Türkiye’nin kültürel mirası koruma konusunda son yıllarda kendini fazlasıyla geliştirmiş yapıları, kurumları, dernekleri ve gönüllüleri var. Çok büyük bir deneyim kazanmış, eski ve yakın dönemde yapılan hataları gören, onların bedelini ödeyen nesiller hâlâ hayatta. Dolayısıyla ciddi bir kültürel birikimi olan bir çalışma grubu da var. Burada önemli olan yalnız bilgi değil, yönetişim de. Bilgi ve yönetişim yan yana gelince başarılı olursunuz. Çünkü yönetmek de bir maharet ve marifettir.
Türkiye’de bu konuda büyük deneyimi olan kurumların, üniversitelerin, yurt içi ve yurt dışından değerli hocaların desteğiyle hep birlikte çalışarak ayağa kalkmayı başarmamız gerekecek…
Kaynak: Bianet, Nur Kaya
Depremden sonra Hatay’ı anlatan Cemaat Vakıfları I. ve II. dönem temsilcisi Laki Vingas “Antakya’nın merkezi büyük bir mezarlık gibiydi. O yıkıntılar arasında tek gördüğüm canlı bir kediydi,” dedi.
Maraş merkezli 6 Şubat depremlerinden sonra, depremden etkilenen 10 kentte büyük hasarlar meydana geldi.
Bu kentlerden birisi, bir arada yaşamanın önemli örneklerinden biri olan Hatay’dı.
Hatay’da depremde zarar gören kadim yapıların yanı sıra kültürün korunması ve yaşatılması da üzerine tartışılan gündemlerden biri oldu. Binlerce yıllık kilise, sinagog ve camilerin büyük hasar gördüğü, bazılarının yıkıldığı Hatay’da, bu kültürel varlıkların insanlık mirasına yeniden nasıl kazandırılacağı ise merak konusu.
Cemaat Vakıfları I. ve II. dönem temsilcisi Laki Vingas, Hatay’da yıkıma maruz kalan kültürel varlıklar ve kadim topluluklar hakkındaki gözlemlerini ve izlenimlerini bianet’e anlattı.
Yeni bir yaşam borcu
Depremlerden sonra Hatay’ın özellikle eski Antakya bölgesinin neredeyse yok olduğu dile getirildi. Bunu siz nasıl yorumluyorsunuz?
Benim Antakya ve çevresiyle 14-15 yıllık bir ilişkim var. Bölgeye sıkça gittim ve şahsi ilişkilerim, dostluklarım gelişti. Depremin üçüncü günü oradaki dostlarımın acılarını paylaşmak üzere yine bölgeye gittim ve büyük bir faciayla karşılaştım.
Tabii ki bu facia yalnız Antakya merkezli değil, 10 ilimizde yaşanan bir faciaydı. İskenderun, Mersin, Adana’dan başladık ve Samandağ, Tokatlı gibi yerlere gittik. Her yerde çok ciddi sorunlar tespit ettik ama özellikle insanların korkusu, endişesi, kaygısı ve geleceğe dair umutsuzlukları beni ziyadesiyle üzdü.
Antakya’nın merkezi büyük bir mezarlık gibiydi. İnanamadım. Bazı sokaklarda tek başıma bütün o taşların, yıkıntıların üzerinden yürüyerek bildiğim yerlere ulaşmak istedim. Ulaşamadım. O yıkıntılar arasında tek gördüğüm canlı bir kediydi.
Önemli olan kültürel dokuyu korumak
Hatay’daki cemaatler depremlerden nasıl etkilendi? Bu konudaki izlenimleriniz neler?
Tabii ki küçük toplumlarda böyle bir süreçte çok fazla göç yaşanıyor. Demografik yapımızın zayıf olduğu bir bölgede göçü hızlandıracak oluşumlardan bir tanesi depremdi. Göçün ilk günlerinde, ilk haftalarında korku ve küskünlük hakimdi, bir de tabii çaresizlik.
Bunlar zaman içinde tahmin ediyorum ki düzene girecek; fakat tabii ki bu vesileyle göç etmeye devam edenler olacak. Yahudi toplumundan çok küçük bir grup kalmıştı orada. 10 küsur kişi… Bu toplumun önemli temsilcileri de enkaz altında kaldılar. Kurtulanlar İstanbul’a geldi ve 2400 yıllık bir tarihi noktaladık diye bir tweet attılar.
Dayanışmayı güçlendireceğiz
Türkiye’nin mozaiğine, çok kültürlülüğüne, tarihine inanan, güvenen ve gelecek nesillere örnek olacak şekilde çalışmalar yürütmeye gayret eden bir insan olarak böyle bir kararı okurken çok üzüldüm.
Fakat şimdi birlikte çalışarak önce insanları koruyacağız. Onların hayatlarını ve geleceğe dair umutlarıyla ilgili teminatları yaratacağız. Dayanışma kültürümüzü daha da güçlendireceğiz. Ve insanlarımızı öncelikle gençleri, çocukları, bu büyük korkuyu yaşayanları tekrar hayata bağlayacağız. İkinci olarak ise oradaki yapıları düzene sokarak yeni bir hayat yaratacağız. Bu bizim onlara borcumuz.
Uzun bir yolculuk
Yıkıntılar arasında Hatay kültürü nasıl eski haline dönebilir, bu mümkün mü?
Hem devlet hem özel sektör hem de sivil toplum kuruluşları, günümüzde bütün ülkelerin hayli benimsediği, önemsediği ve birlikte çalıştığı bir üçgen. Antakya’yı insanlarıyla, kültürel mirasıyla ve dokusuyla birlikte tekrar yaşatmak ve yeniden hayata kazandırmak gibi bir mesuliyetimiz var. Hem tarihe hem de oradaki insanlara karşı sorumluluğumuz bu. Elbette kolay olmayacak, uzun bir yolculuk bu.
Güçlü olmamız ve yardımlarımızın, desteklerimizin, hassasiyetlerimizin uzun soluklu olması gerektiği kesin. Tabii ki hasar gören bir tarihi eser eskisi gibi olmayabilir; ama eskisine yakın bir şekilde restore edilebilir. Önemli olan oradaki hafızayı, kültürel dokuyu korumak. Tarihi yapıları tekrar eski haline getirmek kısa vadede olacak bir iş değil. Tarihi yapıların adı üstünde, çok yavaş ve dikkatli bir şekilde restore edilmesi gerekiyor.
Yıkılan kiliseler
6 Şubat depremlerinde Hatay’da pek çok kadim yapı zarar gördü, örneğin Meryem Ana Rum Ortodoks Kilisesi hakkında yıkım kararı çıktı. Bu yapıların yıkımı ve yeniden inşa süreçleri hakkındaki görüşleriniz neler?
Pek çok kilise yıkıldı. Antakya’da, İskenderun’da, Sarılar’da… Sosyal medyada gördüğüm yıkım kararları var ama sonra edindiğimiz bilgiler bunun Kültür Bakanlığı tarafından onaylanmadığı yönünde. Toplumun hasar gören kültürel yapılarının tekrar o toplumun kültürel yapısı haline gelmesi için toplumun duyguları, hissiyatı, yadigârları çok önemli.
Şimdilerde Notre Dame Paris, yangın sonrası özenli bir şekilde restore ediliyor ve 2024’ün sonuna doğru ancak bitmiş olacak. İşte bu ihtimamın gösterilmesi gerekiyor ki kültürel yapılar özelliklerini koruyabilsin.
Antakya yalnız yapılarıyla değil insanlar arası ilişkileri ile, yıllar içinde oluşmuş etnik, din, dil farklarına rağmen bir arada yaşamanın en güzel örneklerinden biriydi. Şimdi bunu yeniden kurmak için yeni bir yola girdik ve inşallah hep birlikte başaracağız. Dayanışma evet değerli, ama yalnızca duygusal bir bağ yetmiyor. Rasyonel bir yönetim de gerekiyor. Her şekilde bir kriz yönetimi gerekiyor.
Mirasın korunması
Kültürel mirasların korunması için nasıl girişimler oluşturulabilir? Türkiye neler yapılabilir?
Türkiye’nin kültürel mirası koruma konusunda son yıllarda kendini fazlasıyla geliştirmiş yapıları, kurumları, dernekleri ve gönüllüleri var. Çok büyük bir deneyim kazanmış, eski ve yakın dönemde yapılan hataları gören, onların bedelini ödeyen nesiller hâlâ hayatta. Dolayısıyla ciddi bir kültürel birikimi olan bir çalışma grubu da var. Burada önemli olan yalnız bilgi değil, yönetişim de. Bilgi ve yönetişim yan yana gelince başarılı olursunuz. Çünkü yönetmek de bir maharet ve marifettir.
Türkiye’de bu konuda büyük deneyimi olan kurumların, üniversitelerin, yurt içi ve yurt dışından değerli hocaların desteğiyle hep birlikte çalışarak ayağa kalkmayı başarmamız gerekecek…
Paylaş: