Fırtınalar kopuyordu genç ruhunda. Aklı karmakarışıktı. Sağlıklı düşünmeye devam edebilmek için yoğun çaba harcıyordu. Onlarca soru zihninde şimşekler gibi çakıp çakıp sönüyordu. En çok da “Koskoca bir ülke 3-5 yıl içinde bu hale nasıl geldi” sorusu meşgul ediyordu kafasını.
Bir süre sonra içerisinde bulunduğu kamyonun yavaşladığını fark etti. Kamyondan ineli kısa bir süre olmuştu. Kendisiyle birlikte gelen onlarca insanı toplama kamplarına götürecek trenin beklediği istasyona doğru yürüyorlardı şimdi. Geceye parlak bir ay ışığı eşlik ediyordu. Trenin kazanından çıkan buharın sıcaklığını hissetmeye başlamıştı. İndikleri yerle istasyon arasındaki o kısacık yolu yürürken ayaklarının altında ezilen toprağın burnuna gelen kokusunu hiç unutmayacaktı. Durmaksızın düşünüyordu, “Koskoca bir ülke 3-5 yıl içinde bu hale nasıl geldi”…
10 Temmuz 1914… Frankfurtlu bir tüccar olan Moritz Carlebach, eşi Sophie’nin doğum yapmakta olduğu odanın kapısında sabırsızlıkla bekliyordu. Moritz, ebenin getirdiği bebeği kollarına alırken “Hoşgeldin Nathan Emil” diye fısıldadı minik kulaklarına.
Yahudi bir ailede dünyaya gelen Emil’in babası diğer kardeşlerine göre daha az dindar bir adamdı. Morizt, laik yaşam ve eğitim tarzını savunan yapısıyla haham olan diğer kardeşlerinden ayrılıyordu. Emil’in gelecek yıllarda özgürlük aşığı karakterini belirleyecek ilk eskizler babasının fırçasından damlayacaktı.
Ailesinin ileri gelenlerinin uyguladığı basınca dayanamayan babası Emil’i, Yahudi cemaatinin okulu Samson-Raffael-Hirsch’e göndermeyi kabul etti. Okulda laikliği öven konuşmalarıyla sivrilmeye başlayan Emil, o yıllara ilişkin yaşlılık döneminde verdiği bir röportajda, “Ailemiz siyasetten uzak dururdu. Öyle ki 1920’lerde gelişip serpilmeye başlayan işçi hareketlerinden bile habersizlerdi” demişti.
Ağustos 1927… Bu tarih Emil’in yaşamında bir kırılmaya işaret ediyor. 23 Ağustos’ta ABD’de işçi hareketi önderleri Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti’nin, emniyet güçleri ve yargı tarafından ortaklaşa hazırlanan bir kumpasla işlemedikleri suçlardan ötürü idam edilmeleri tüm dünyada infiale neden oldu. Bizzat hukuk tarafında işlenen bu iki cinayetin vicdanlarda açtığı yaralardan akan acılardan oluşan tsunami Almanya’ya ulaştığında Emil henüz 14 yaşındaydı. Devamını Emil’den dinleyelim, “1920’lerin sonuna doğru ABD’de iki devrimci işçi Sacco ve Vanzetti’nin yargı tarafından katledilmesiyle birlikte artık benim için susma dönemi sona ermişti. Adalet duygum isyan etti. Bütün bu olanlar beni önce Sosyalist Öğrenci Birliği’ne ardından Almanya Komünist Gençlik Derneği’ne ve 18 yaşıma geldiğimde ise Almanya Komünist Partisi’ne katılmaya yöneltti”.
Okuldan mezun olduktan sonra babasının yanında işe başlayan Emil, bir yandan da yeni üye olduğu İşçiler Merkez Birliği’nin çalışmalarına katılıyordu. Emil, bu süreçte Weimar Cumhuriyeti’nin son yıllarında ortaya çıkan gelişmeleri çok yakından takip etti. Nazi eşkıyası, küresel katil Adolf Hitler ile şürekasının iktidarı ve insanların beyinlerini adım adım nasıl zaptettiklerine dair yaşananları sonradan kaleme alacağı “Hitler war kein Betriebsunfall / Hitler Bir İş Kazası Değildi” adlı kitabında detaylı bir şekilde anlatacaktı.
TOPLAMA KAMPI ZAMANLARI
Ocak 1933… Emil, faşist rejime karşı broşür dağıtmaktan tutuklandı ve 4 hafta hapis cezasına çarptırıldı. Bu, Emil’in uzun sürecek mahpusluk hayatının başlangıç noktasıydı. Serbest bırakıldıktan sonra devrimci yazılar yazmaya ve dağıtmaya devam eden Emil, 1934’te tekrar tutuklandı. Bu kez 3 yıl hapis cezası aldı. Burada, toplama kampında da yoldaşlık edeceği devrimci arkadaşı Walter Kramer ile tanışacaktı. 1935’te Hannover Hapishanesi’ne sevk edilen Emil, 2 yıl burada yattıktan sonra önce Dachau toplama kampına oradan da 1 yıl sonra da Buchenwald toplama kampına gönderildi.
Buchenwald’te atak ve gözü pek yapısıyla öne çıkan Emil, bir süre sonra kader arkadaşları tarafından lider seçildi. Kampa yeni gelen masumlar, ilk olarak Emil’e götürülüyordu. Emil, onlara kampta hayatta kalmalarını sağlayacak önemli ipuçları veriyordu. Bunu, o dönem kampta kalan ve Emil sayesinde yaşama tutunabilen yüzlerce insan yıllar sonra verdikleri röportajlarda doğrulamışlardı. O nedenle, Emil’in kampta Nazilerle işbirliği içerisinde olduğu iftirasını atanlar sonsuza dek susmak zorunda kaldılar.
6 Nisan 1945 sabahı kampa müttefik askerlerinin yaklaştığı haberini alan Nazi askerleri masumları katletmeye başladılar. Emil’in de aralarında olduğu 46 insan bu katliamdan gizlenerek kurtulmayı başardı. Kamp 11 Nisan 1945’te faşist katillerden kurtarıldı.
Emil, üzerinde lime lime dökülen “mahkum” kıyafetleriyle kampın kapısından özgürlüğe doğru attığı ilk adım için yıllar sonra “O an benim ikinci doğum günümdü” diyecekti.
FRANKFURT’A DÖNÜŞ
Emil, toplama kamplarında geçen acı, keder ve mücadele dolu onca yıla rağmen ana vatanı Almanya’dan ayrılmayı hiç düşünmedi. O nedenle kamptan kurtulur kurtulmaz doğruca annesinin sütünün dudaklarına ilk değdiği topraklara, Frankfurt’a döndü.
Yüreğinde 14 yaşında iken tutuşturduğu devrimci ateş, alev alev yanmaya devam ediyordu. Hiç sönmemişti… Emil burada ilk olarak Almanya Komünist Partisi’ne (KDP) katıldı. Aralık 1946’da KDP’den eyalet meclisine seçildi. Ancak kısa süre sonra Almanya için antifaşist yeni bir başlangıç yapmanın Amerikan askeri yetkililerin planları arasında olmadığını anladı. Emil, bu arada Frankfurt’a döndükten sonra günümüzde halen okuyucuyla buluşan “Frankfurter Rundschau” adlı gazetenin kurucu ortağı ve eş editörü oldu. Ancak ABD askeri yetkililerinin “bu komünisti burada çalıştırmayın” baskısı sonucu görevinden ayrılmak zorunda kaldı.
Nazi Rejimi Tarafından Zulme Uğrayanlar Derneği’nin kurucuları arasında da yer alan Carlebach, faşizme karşı mücadelesine durmaksızın devam etti.
Ağustos 1950… Frankfurter Rundschau’daki girişiminin yarıda kalması Emil’i yıldırmadı. Yöneticisi olduğu Sosyalist Halk Gazetesi de yine “müteffiklerin itibarına saldırdığı” gerekçesiyle kapatıldı. Carlebach, “hakaret” suçlamasıyla 4 ay hapis ve 500 mark para cezasına çarptırıldı. Yazgısı parmaklıklarla eşleşmişti adeta.
Carlebach, 1950’lilerin ilk yıllarında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni (SSCB) gezdi. Alman faşizminin bıraktığı enkazın kaldırılması ve SSCB halklarının sosyalizmi inşa etme çabalarına ilişkin geniş bir rapor hazırladı. Rapor 1955’te yayımladı. Bunu 1980’lerde hazırladığı “Bolşevizme Yolculuk” adlı rapor izleyecekti.
Bir süre sosyalist Doğu Almanya’da da bulunan Carlebach, Federal Almanya’ya döndükten sonra devrimci mücadelesine Alman Gazeteciler Sendikası ve Komünist Parti’de devam etti. Uluslararası Buchenwald Komitesi’nde başkan yardımcısı olarak görev yaptı.
ANLATMAYI HİÇ BIRAKMADI
Emil Carlebach’ın yaşamı dünya halkları için adil, eşit bir yaşam talep eden diğer devrimcilerden farklı değildi. Yaşamı boyunca sermaye tarafından beslenen faşistlerin fiziksel ve psikolojik saldırılarına maruz kaldı. O hiç korkmadı ve geri çekilmedi hep yazdı, hep anlattı. Arkasında faşizme ilişkin yüzlerce makale ve çok sayıda kitap bıraktı.
Carlebach, gençlerle bir araya geldiği zamanları özellikle çok önemsiyordu. Alman gençlere dedelerinin ve ninelerinin Nazi rejiminin gelişi sırasında nerelerde hata yaptıklarını ince ince anlatıyordu. O, bir devrimciydi. Onun görevi umudu taşımak ve kendisinden sonrakilere devretmekti. Son nefesi vücudunu terk edene kadar fikirlerinden hiç vazgeçmedi. 1993 yılında verdiği bir röportajda, “Bugün artık komünist olmadığımı tasavvur etsem, o zaman tamamen boş bir hayat sürerdim. Bir insan enerjisini, bilincinden ve amaçlarından alır. Masum oldukları halde işkenceden ve açlıktan fiziksel olarak tükenen ama tekinsiz bir enerjiyle inançlarına ve amaçlarına tutunan insanlar gördüm” diye ifade edecekti duygularını.
SON…
Carlebach, 2000 yılında son kez yoldaşlarıyla bir araya geldi. Burada yaptığı konuşmada, 1938’te Buchenwald toplama kampında ettikleri yemini hatırlatarak, “Bu yemin bizim sloganımızdı ve hep öyle kalacak. Yarım yüz yıl önce kampın meydanında 21 bin kişi hep bir ağızdan ettik bu yemini ama hedefimize henüz ulaşamadık. Birçok ülkede yeni savaşlar başlıyor ve faşist demagoglar başlarını kaldırıyor. Biz antifaşist mücadelenin neferleri olarak halklarımızı, özellikle de gençlerimizi uyarıyoruz, süslü sözlere inanmayın. Bizler söz ve eylemlerimizle yaklaşan tehlikeye karşı durmalıyız. Mücadele azmimizi bugün aramızda olmayan yoldaşlarımıza borçluyuz” demişti.
Emil, henüz 20’li yaşlarında bir genç iken kendisini toplama kampına götürecek olan yolda ayaklarının altında ezilen o toprağın kokusunu hiç unutmadı. Ben 87 yıl sonra son nefesi bedenini terk ederken dahi o kokuyu hissettiğine inanıyorum. Bir gün Buchenwald’te kendisiyle birlikte mücadele eden yoldaşlarıyla sohbet ederken, “Dikkatinizi dağıtmayın. Yeminimiz 50 yıl önce olduğu gibi bugün de geçerlidir. Barış ve özgürlük dolu bir dünya için…” demişti.
Carlebach’ın uzun yıllar boyunca nice acıya, kedere ve sıkıntıya direnen bedeni 9 Nisan 2001’de yaşamdan ayrıldı. Dünyada 1930’lardan itibaren yaşanan siyasi paradigma kırılmalarına bizzat tanıklık eden Carlebach, faşizm karşıtı mücadeleyi eylemleri ve fikirleriyle aktif olarak şekillendiren devrimciler arasına adını yazdırdı. Yürüdüğümüz yolun taşlarını döşeyen bu antifaşist kahramanlara şükran borçluyuz. İsimlerini sonsuz bir saygı ve sevgiyle anmak boynumuzun borcudur. Barış ve özgürlük dolu bir dünya için var olsun Emil Carlebach…
Holokost kurtulanları hakkında Özgür Çoban’ın yazı dizisinin ikinci parçası olan bu makale önce Politikyol adlı sitede yayınlamıştı.
Bu serinin önceki makalesi: Esther Bejarano
Fırtınalar kopuyordu genç ruhunda. Aklı karmakarışıktı. Sağlıklı düşünmeye devam edebilmek için yoğun çaba harcıyordu. Onlarca soru zihninde şimşekler gibi çakıp çakıp sönüyordu. En çok da “Koskoca bir ülke 3-5 yıl içinde bu hale nasıl geldi” sorusu meşgul ediyordu kafasını.
Bir süre sonra içerisinde bulunduğu kamyonun yavaşladığını fark etti. Kamyondan ineli kısa bir süre olmuştu. Kendisiyle birlikte gelen onlarca insanı toplama kamplarına götürecek trenin beklediği istasyona doğru yürüyorlardı şimdi. Geceye parlak bir ay ışığı eşlik ediyordu. Trenin kazanından çıkan buharın sıcaklığını hissetmeye başlamıştı. İndikleri yerle istasyon arasındaki o kısacık yolu yürürken ayaklarının altında ezilen toprağın burnuna gelen kokusunu hiç unutmayacaktı. Durmaksızın düşünüyordu, “Koskoca bir ülke 3-5 yıl içinde bu hale nasıl geldi”…
10 Temmuz 1914… Frankfurtlu bir tüccar olan Moritz Carlebach, eşi Sophie’nin doğum yapmakta olduğu odanın kapısında sabırsızlıkla bekliyordu. Moritz, ebenin getirdiği bebeği kollarına alırken “Hoşgeldin Nathan Emil” diye fısıldadı minik kulaklarına.
Yahudi bir ailede dünyaya gelen Emil’in babası diğer kardeşlerine göre daha az dindar bir adamdı. Morizt, laik yaşam ve eğitim tarzını savunan yapısıyla haham olan diğer kardeşlerinden ayrılıyordu. Emil’in gelecek yıllarda özgürlük aşığı karakterini belirleyecek ilk eskizler babasının fırçasından damlayacaktı.
Ailesinin ileri gelenlerinin uyguladığı basınca dayanamayan babası Emil’i, Yahudi cemaatinin okulu Samson-Raffael-Hirsch’e göndermeyi kabul etti. Okulda laikliği öven konuşmalarıyla sivrilmeye başlayan Emil, o yıllara ilişkin yaşlılık döneminde verdiği bir röportajda, “Ailemiz siyasetten uzak dururdu. Öyle ki 1920’lerde gelişip serpilmeye başlayan işçi hareketlerinden bile habersizlerdi” demişti.
Ağustos 1927… Bu tarih Emil’in yaşamında bir kırılmaya işaret ediyor. 23 Ağustos’ta ABD’de işçi hareketi önderleri Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti’nin, emniyet güçleri ve yargı tarafından ortaklaşa hazırlanan bir kumpasla işlemedikleri suçlardan ötürü idam edilmeleri tüm dünyada infiale neden oldu. Bizzat hukuk tarafında işlenen bu iki cinayetin vicdanlarda açtığı yaralardan akan acılardan oluşan tsunami Almanya’ya ulaştığında Emil henüz 14 yaşındaydı. Devamını Emil’den dinleyelim, “1920’lerin sonuna doğru ABD’de iki devrimci işçi Sacco ve Vanzetti’nin yargı tarafından katledilmesiyle birlikte artık benim için susma dönemi sona ermişti. Adalet duygum isyan etti. Bütün bu olanlar beni önce Sosyalist Öğrenci Birliği’ne ardından Almanya Komünist Gençlik Derneği’ne ve 18 yaşıma geldiğimde ise Almanya Komünist Partisi’ne katılmaya yöneltti”.
Okuldan mezun olduktan sonra babasının yanında işe başlayan Emil, bir yandan da yeni üye olduğu İşçiler Merkez Birliği’nin çalışmalarına katılıyordu. Emil, bu süreçte Weimar Cumhuriyeti’nin son yıllarında ortaya çıkan gelişmeleri çok yakından takip etti. Nazi eşkıyası, küresel katil Adolf Hitler ile şürekasının iktidarı ve insanların beyinlerini adım adım nasıl zaptettiklerine dair yaşananları sonradan kaleme alacağı “Hitler war kein Betriebsunfall / Hitler Bir İş Kazası Değildi” adlı kitabında detaylı bir şekilde anlatacaktı.
TOPLAMA KAMPI ZAMANLARI
Ocak 1933… Emil, faşist rejime karşı broşür dağıtmaktan tutuklandı ve 4 hafta hapis cezasına çarptırıldı. Bu, Emil’in uzun sürecek mahpusluk hayatının başlangıç noktasıydı. Serbest bırakıldıktan sonra devrimci yazılar yazmaya ve dağıtmaya devam eden Emil, 1934’te tekrar tutuklandı. Bu kez 3 yıl hapis cezası aldı. Burada, toplama kampında da yoldaşlık edeceği devrimci arkadaşı Walter Kramer ile tanışacaktı. 1935’te Hannover Hapishanesi’ne sevk edilen Emil, 2 yıl burada yattıktan sonra önce Dachau toplama kampına oradan da 1 yıl sonra da Buchenwald toplama kampına gönderildi.
Buchenwald’te atak ve gözü pek yapısıyla öne çıkan Emil, bir süre sonra kader arkadaşları tarafından lider seçildi. Kampa yeni gelen masumlar, ilk olarak Emil’e götürülüyordu. Emil, onlara kampta hayatta kalmalarını sağlayacak önemli ipuçları veriyordu. Bunu, o dönem kampta kalan ve Emil sayesinde yaşama tutunabilen yüzlerce insan yıllar sonra verdikleri röportajlarda doğrulamışlardı. O nedenle, Emil’in kampta Nazilerle işbirliği içerisinde olduğu iftirasını atanlar sonsuza dek susmak zorunda kaldılar.
6 Nisan 1945 sabahı kampa müttefik askerlerinin yaklaştığı haberini alan Nazi askerleri masumları katletmeye başladılar. Emil’in de aralarında olduğu 46 insan bu katliamdan gizlenerek kurtulmayı başardı. Kamp 11 Nisan 1945’te faşist katillerden kurtarıldı.
Emil, üzerinde lime lime dökülen “mahkum” kıyafetleriyle kampın kapısından özgürlüğe doğru attığı ilk adım için yıllar sonra “O an benim ikinci doğum günümdü” diyecekti.
FRANKFURT’A DÖNÜŞ
Emil, toplama kamplarında geçen acı, keder ve mücadele dolu onca yıla rağmen ana vatanı Almanya’dan ayrılmayı hiç düşünmedi. O nedenle kamptan kurtulur kurtulmaz doğruca annesinin sütünün dudaklarına ilk değdiği topraklara, Frankfurt’a döndü.
Yüreğinde 14 yaşında iken tutuşturduğu devrimci ateş, alev alev yanmaya devam ediyordu. Hiç sönmemişti… Emil burada ilk olarak Almanya Komünist Partisi’ne (KDP) katıldı. Aralık 1946’da KDP’den eyalet meclisine seçildi. Ancak kısa süre sonra Almanya için antifaşist yeni bir başlangıç yapmanın Amerikan askeri yetkililerin planları arasında olmadığını anladı. Emil, bu arada Frankfurt’a döndükten sonra günümüzde halen okuyucuyla buluşan “Frankfurter Rundschau” adlı gazetenin kurucu ortağı ve eş editörü oldu. Ancak ABD askeri yetkililerinin “bu komünisti burada çalıştırmayın” baskısı sonucu görevinden ayrılmak zorunda kaldı.
Nazi Rejimi Tarafından Zulme Uğrayanlar Derneği’nin kurucuları arasında da yer alan Carlebach, faşizme karşı mücadelesine durmaksızın devam etti.
Ağustos 1950… Frankfurter Rundschau’daki girişiminin yarıda kalması Emil’i yıldırmadı. Yöneticisi olduğu Sosyalist Halk Gazetesi de yine “müteffiklerin itibarına saldırdığı” gerekçesiyle kapatıldı. Carlebach, “hakaret” suçlamasıyla 4 ay hapis ve 500 mark para cezasına çarptırıldı. Yazgısı parmaklıklarla eşleşmişti adeta.
Carlebach, 1950’lilerin ilk yıllarında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni (SSCB) gezdi. Alman faşizminin bıraktığı enkazın kaldırılması ve SSCB halklarının sosyalizmi inşa etme çabalarına ilişkin geniş bir rapor hazırladı. Rapor 1955’te yayımladı. Bunu 1980’lerde hazırladığı “Bolşevizme Yolculuk” adlı rapor izleyecekti.
Bir süre sosyalist Doğu Almanya’da da bulunan Carlebach, Federal Almanya’ya döndükten sonra devrimci mücadelesine Alman Gazeteciler Sendikası ve Komünist Parti’de devam etti. Uluslararası Buchenwald Komitesi’nde başkan yardımcısı olarak görev yaptı.
ANLATMAYI HİÇ BIRAKMADI
Emil Carlebach’ın yaşamı dünya halkları için adil, eşit bir yaşam talep eden diğer devrimcilerden farklı değildi. Yaşamı boyunca sermaye tarafından beslenen faşistlerin fiziksel ve psikolojik saldırılarına maruz kaldı. O hiç korkmadı ve geri çekilmedi hep yazdı, hep anlattı. Arkasında faşizme ilişkin yüzlerce makale ve çok sayıda kitap bıraktı.
Carlebach, gençlerle bir araya geldiği zamanları özellikle çok önemsiyordu. Alman gençlere dedelerinin ve ninelerinin Nazi rejiminin gelişi sırasında nerelerde hata yaptıklarını ince ince anlatıyordu. O, bir devrimciydi. Onun görevi umudu taşımak ve kendisinden sonrakilere devretmekti. Son nefesi vücudunu terk edene kadar fikirlerinden hiç vazgeçmedi. 1993 yılında verdiği bir röportajda, “Bugün artık komünist olmadığımı tasavvur etsem, o zaman tamamen boş bir hayat sürerdim. Bir insan enerjisini, bilincinden ve amaçlarından alır. Masum oldukları halde işkenceden ve açlıktan fiziksel olarak tükenen ama tekinsiz bir enerjiyle inançlarına ve amaçlarına tutunan insanlar gördüm” diye ifade edecekti duygularını.
SON…
Carlebach, 2000 yılında son kez yoldaşlarıyla bir araya geldi. Burada yaptığı konuşmada, 1938’te Buchenwald toplama kampında ettikleri yemini hatırlatarak, “Bu yemin bizim sloganımızdı ve hep öyle kalacak. Yarım yüz yıl önce kampın meydanında 21 bin kişi hep bir ağızdan ettik bu yemini ama hedefimize henüz ulaşamadık. Birçok ülkede yeni savaşlar başlıyor ve faşist demagoglar başlarını kaldırıyor. Biz antifaşist mücadelenin neferleri olarak halklarımızı, özellikle de gençlerimizi uyarıyoruz, süslü sözlere inanmayın. Bizler söz ve eylemlerimizle yaklaşan tehlikeye karşı durmalıyız. Mücadele azmimizi bugün aramızda olmayan yoldaşlarımıza borçluyuz” demişti.
Emil, henüz 20’li yaşlarında bir genç iken kendisini toplama kampına götürecek olan yolda ayaklarının altında ezilen o toprağın kokusunu hiç unutmadı. Ben 87 yıl sonra son nefesi bedenini terk ederken dahi o kokuyu hissettiğine inanıyorum. Bir gün Buchenwald’te kendisiyle birlikte mücadele eden yoldaşlarıyla sohbet ederken, “Dikkatinizi dağıtmayın. Yeminimiz 50 yıl önce olduğu gibi bugün de geçerlidir. Barış ve özgürlük dolu bir dünya için…” demişti.
Carlebach’ın uzun yıllar boyunca nice acıya, kedere ve sıkıntıya direnen bedeni 9 Nisan 2001’de yaşamdan ayrıldı. Dünyada 1930’lardan itibaren yaşanan siyasi paradigma kırılmalarına bizzat tanıklık eden Carlebach, faşizm karşıtı mücadeleyi eylemleri ve fikirleriyle aktif olarak şekillendiren devrimciler arasına adını yazdırdı. Yürüdüğümüz yolun taşlarını döşeyen bu antifaşist kahramanlara şükran borçluyuz. İsimlerini sonsuz bir saygı ve sevgiyle anmak boynumuzun borcudur. Barış ve özgürlük dolu bir dünya için var olsun Emil Carlebach…
Holokost kurtulanları hakkında Özgür Çoban’ın yazı dizisinin ikinci parçası olan bu makale önce Politikyol adlı sitede yayınlamıştı.
Bu serinin önceki makalesi: Esther Bejarano
Paylaş: