Geçtiğimiz haftasonu Philadelphia’nın Kensington şehrinde yapılması planlanan bir yemek festivali, festivale İsrail yemek kültürünü temsilen davet edilen Moshava Philly adlı yemek kamyonunun tepki çekmesi sonucu iptal edildi. Festival yönetiminin İsrail-Filistin arasında yakın zamanda tekrar alevlenen kanlı çatışmaların ardından İsrail kökenli festival katılımcısına karşı oluşan antisemit tepkileri iyi yönetememesi ve Moshava Philly’i programdan çıkarmasının ardından oluşan protestolar karşısında organizatör Eat Up the Borders festivalin başlamasına saatler kala etkinliği tamamen iptal etme kararı aldı. Süreç boyunca yaşananlar yemek ve milliyetçilik ilişkisinin ve yemeğin toplumu ve siyaseti okumamızda ne kadar önemli bir rolü olduğunu bize hatırlatıyor.
Gastro-milliyetçilik
Philadelphia’da yaşanan ve antisemitizm öğeleri içeren bu tatsız olayın detaylarına girmeden kısaca yemek ve kimlik ilişkisinden ve gastro-milliyetçilikten ne kastettiğimizi anlatmaya çalışayım. Günümüzde yemeğin toplum ve siyasetteki yer yer merkezileşen rolüne ve toplumun değerlerinin, en önemlisi de kimliğin ve güncel siyasetin yansıtıldığı bir araç olmasına her geçen gün artan oranda şahit oluyoruz. Bugün toplum ve siyaset ilişkisi üzerine düşünen insanların katkı sunduğu külliyat, bize yemeğin bir besin olmanın ötesinde kimliğimizi yansıttığımız bir araç haline geldiğini bazen de kimliklerimizi yaratma sürecinde yemek gibi kültürel öğelerin önemli bir yeri olduğunu anlatmaktadır. Sıkça tükettiğimiz gıdalar ve onlar üzerinden oluşturduğumuz ritüeller bir anlamda yerel olarak ait olduğumuz ya da hissettiğimiz coğrafyanın tarih ve kültürünü yansıtır. Tabii dün ve bugün kimlikle yakından ilişkilendirdiğimiz yemekler etrafında şekillenen pratikler bizi ortaklaştırabildiği kadar ayrıştırmaktadır da. Bunun en büyük sebebi kültürel değerlerin bir ürünü olan yemeğin biz ve onlar ayrımını yaptığımız zeminlerden biri olmasıdır. İşte bu sebeplerle milliyetçiliğin kendini gösterdiği bir alan olarak yemek sık sık karşımıza çıkmaktadır. Bu çerçevede, aslında o coğrafyada üretilen ürünlerin ve yaşayan insanların birikimlerinin yansıması olan yemekler farklı milli kimlikler tarafından sahiplenilmeye çalışılır. Ya da siyasette yaşanan anlaşmazlıklar milli anlamlar yüklenen yemekler üzerinden yankı bulur. Bunu günümüzde gastro-milliyetçilik ya da yemek milliyetçiliği olarak adlandırıyoruz.
Gastro-milliyetçiliğin örneklerine dünyada sıkça rastlamak mümkün. Yunanistan ile siyasi anlaşmazlık zamanlarında gündeme sık sık gelen baklavanın kime ait olduğu meselesi; ya da günlük konuşmalara da yansıyan cacık-cacıki karşılaştırması gibi örnekler üzerinden “aslında bu yemek bizim, bizden alıp sonuna bir ek eklemişler” söylemleri yemeğin millileştirilmeye çalışılan haline en basit örnek olur sanıyorum. Oysa ortak geçmişi olan ya da aynı coğrafyayı paylaşan halkların benzer yemek pratiklerini zaman içinde geliştirmeleri ya da sahiplenmeleri etkileşim sürecinin bir parçasıdır. Humusun İsrail, Filistin ya da Lübnan arasında paylaşılamaması, ısrarla en büyük humus tabağı hazırlama konusunda Guinness rekorları kırılmaya çalışılması da bu yüzden. Daha birçok örnek verilebilir ancak geçenlerde üzerine düşünüp üzerine yazma fırsatı bulduğum Kıbrıs barış görüşmelerinde hellim peynirinin gündeme gelmesi ve hellimin Menşei İsmi Korumalı Ürün (PDO) olarak tescilinin yarattığı tartışmalar da bu bağlamda değerlendirilebilir.
Philadelphia’da gastro-antisemitizm
20 Haziran Pazar günü Philadelphia’da gerçekleşmesi planlanan “Taste of Home” adlı yemek festivali öncesi yaşananları gastro-milliyetçiliğin kendini hissettirdiği en yakın örneklerden biri olarak düşünebiliriz. Antisemitizmi merkezine alan olay, başta da belirttiğim gibi, bir yemek festivali organizasyonu sırasında gerçekleşiyor. Eat Up the Borders ve Sunflower Philly adlı iki kar amacı gütmeyen topluluk farklı kültürlerin yemekleriyle temsil edildiği küçük, aile ve göçmen yemek işletmelerini desteklemeyi ve farklı kültürler arasında yakınlaşmayı sağlamayı amaçlayan bir “Taste of Home” festivalini belli aralıklarla düzenliyorlar. Moshava Philly’nin kurucusu Nir Sheynfeld de 2015 yılında ABD’ye yemek okuluna katılmak için İsrail’den gelip bir süre sonra burada “İsrail sokak yemeği” olarak falafel ve sabih sandviçini sattığı bir işletme kuruyor. 16 Mayıs’ta da gerçekleşen festivale katılma fırsatı buluyor ancak İsrail-Filistin arasında yaşanan kanlı çatışmanın sonrasında festivale bulunmaları yoğun bir şekilde eleştiriliyor; geçtiğimiz pazar günü gerçekleşmesi planlanan festivale katılımları da instagram hesaplarından duyurulduğunda antisemit tepki mesajları almaya başlıyorlar. “Filistin yemeğine kültürel yakınlaşma çabasını mide bulandırıcı buluyorum. Katılmayacağım ve arkadaşlarıma da bunu söyleyeceğim” şeklinde oluyor gelen yorumlardan bir tanesi. Bunun üzerine festival yöneticileri “amaçların göçmenlerin sesini ortaya çıkarmak” olduğunu “nerden geldiklerinin önemi olmadığını” söyleyen bir mesajla karşılık veriyorlar ancak ertesi gün bu açıklamayla çatışan yeni bir açıklama yapıyorlar. “herkese en iyi tecrübeyi yaşatabilmek için bir yemek kamyonunu Pazar günü olan etkinlikten çıkartma kararını aldıklarını” “bu karara her zaman sevdikleri ve hizmet ettikleri yerli halkın kaygılarını dinleyerek vardıklarını” “bundan sonra daha çok bilgi sahibi olup böyle olayların yaşanmasını engelleyeceklerini söyleyen” sosyal medya paylaşımları ise Moshova Philly’nin etkinlik programından çıkartılmasına dair tepkilerin büyümesine yol açıyor.
Organizasyondan sorumlu Eat Up the Borders bu açıklamaları içeren paylaşımları sildiği ve hatta olaydan kısa süre sonra instagram hesaplarını kapattıkları için neler olduğunu basına yansıyan haberlerden ve Moshova Philly’nin paylaşımlarından okuyabiliyoruz. Buna göre, İsrail kültürüne dair yemekleri servis eden yemek kamyonunun festivale katılımı özellikle İsrail ve Filistin arasında yaşanan çatışmalar nedeni ile protesto edilmiş ve protestolar organizasyon firmasının İsrailli katılımcıya aktardığına göre tehditler içermeye başlamış ve bu nedenle organizatör çözüm olarak İsrail’i temsil edecek katılımcıyı festivalden çıkarma kararı almış. Ancak antisemit tepkiler karşısında alınan bu dışlayıcı karar da sosyal medyada tepki çekmiş ve Moshova Philly’ye destek mesajları yağmış. Moshova Philly’nin paylaşımı üzerine ise organizasyonu yöneten Eat Up the Borders hesaplarını tekrar aktive edip bir özür mesajı yayınlayarak antisemitizmi desteklemediklerini ancak gelen tepkiler üzerine durumu yönetemediklerini olayın tüm detayları ile anlatan bir paylaşım yapıyorlar.
Bu paylaşımlar gösteriyor ki, bölgede yaşayan Filistinliler kendi kültürlerini temsil edecek katılımcının zaman kısıtlaması sebebiyle yer alamadığı bir etkinlikte İsrail’in temsil edilmesinden rahatsızlık duyuyorlar. Organizasyonu yapan grubun sosyal medya paylaşımlarını silmesi sebebi ile okuyamadığımız ama haberlere ve Moshova Philly’nin paylaşımlarına yansıyan antisemitizm öğeleri içeren olayın arkasında özellikle yakın zamanda tekrar alevlenen İsrail-Filistin çatışması sonrası iki tarafın da bölgedeki yemek ritüelleri üzerinden yansıttıkları bir milli egemenlik tartışması olduğu açıkça görülüyor.
Aslında yemeğin kimlik oluşumundaki rolüne farklı bir açıdan bakıldığında ortaklaştırıcı bir potansiyele sahip olduğunu görmek hiç de zor değil. Hatta günümüzde sıkca karşımıza çıkan bu gastro-milliyetçilik sarmalından yıllar önce Hrant Dink Vakfı’nda gerçekleştirilen bir etkinlikte katılımcıların altını çizdiği “Yemeğin milliyeti yok coğrafyası var” ifadesini kendimize hatırlatarak çıkmak mümkün. Bu gerçeği birey ve toplum olarak hatırlamadığımız ve öğrenmediğimiz her an milli kimliklerin oluşmasında ve altının çizilmesinde sık sık başvurulan yemeğin, geçtiğimiz pazar günü yaşanan bu tatsız olayda olduğu gibi, ayrıştırıcı ve dışlayıcı söylemin bir parçası haline gelmesine kapı aralamış oluyoruz.
Geçtiğimiz haftasonu Philadelphia’nın Kensington şehrinde yapılması planlanan bir yemek festivali, festivale İsrail yemek kültürünü temsilen davet edilen Moshava Philly adlı yemek kamyonunun tepki çekmesi sonucu iptal edildi. Festival yönetiminin İsrail-Filistin arasında yakın zamanda tekrar alevlenen kanlı çatışmaların ardından İsrail kökenli festival katılımcısına karşı oluşan antisemit tepkileri iyi yönetememesi ve Moshava Philly’i programdan çıkarmasının ardından oluşan protestolar karşısında organizatör Eat Up the Borders festivalin başlamasına saatler kala etkinliği tamamen iptal etme kararı aldı. Süreç boyunca yaşananlar yemek ve milliyetçilik ilişkisinin ve yemeğin toplumu ve siyaseti okumamızda ne kadar önemli bir rolü olduğunu bize hatırlatıyor.
Gastro-milliyetçilik
Philadelphia’da yaşanan ve antisemitizm öğeleri içeren bu tatsız olayın detaylarına girmeden kısaca yemek ve kimlik ilişkisinden ve gastro-milliyetçilikten ne kastettiğimizi anlatmaya çalışayım. Günümüzde yemeğin toplum ve siyasetteki yer yer merkezileşen rolüne ve toplumun değerlerinin, en önemlisi de kimliğin ve güncel siyasetin yansıtıldığı bir araç olmasına her geçen gün artan oranda şahit oluyoruz. Bugün toplum ve siyaset ilişkisi üzerine düşünen insanların katkı sunduğu külliyat, bize yemeğin bir besin olmanın ötesinde kimliğimizi yansıttığımız bir araç haline geldiğini bazen de kimliklerimizi yaratma sürecinde yemek gibi kültürel öğelerin önemli bir yeri olduğunu anlatmaktadır. Sıkça tükettiğimiz gıdalar ve onlar üzerinden oluşturduğumuz ritüeller bir anlamda yerel olarak ait olduğumuz ya da hissettiğimiz coğrafyanın tarih ve kültürünü yansıtır. Tabii dün ve bugün kimlikle yakından ilişkilendirdiğimiz yemekler etrafında şekillenen pratikler bizi ortaklaştırabildiği kadar ayrıştırmaktadır da. Bunun en büyük sebebi kültürel değerlerin bir ürünü olan yemeğin biz ve onlar ayrımını yaptığımız zeminlerden biri olmasıdır. İşte bu sebeplerle milliyetçiliğin kendini gösterdiği bir alan olarak yemek sık sık karşımıza çıkmaktadır. Bu çerçevede, aslında o coğrafyada üretilen ürünlerin ve yaşayan insanların birikimlerinin yansıması olan yemekler farklı milli kimlikler tarafından sahiplenilmeye çalışılır. Ya da siyasette yaşanan anlaşmazlıklar milli anlamlar yüklenen yemekler üzerinden yankı bulur. Bunu günümüzde gastro-milliyetçilik ya da yemek milliyetçiliği olarak adlandırıyoruz.
Gastro-milliyetçiliğin örneklerine dünyada sıkça rastlamak mümkün. Yunanistan ile siyasi anlaşmazlık zamanlarında gündeme sık sık gelen baklavanın kime ait olduğu meselesi; ya da günlük konuşmalara da yansıyan cacık-cacıki karşılaştırması gibi örnekler üzerinden “aslında bu yemek bizim, bizden alıp sonuna bir ek eklemişler” söylemleri yemeğin millileştirilmeye çalışılan haline en basit örnek olur sanıyorum. Oysa ortak geçmişi olan ya da aynı coğrafyayı paylaşan halkların benzer yemek pratiklerini zaman içinde geliştirmeleri ya da sahiplenmeleri etkileşim sürecinin bir parçasıdır. Humusun İsrail, Filistin ya da Lübnan arasında paylaşılamaması, ısrarla en büyük humus tabağı hazırlama konusunda Guinness rekorları kırılmaya çalışılması da bu yüzden. Daha birçok örnek verilebilir ancak geçenlerde üzerine düşünüp üzerine yazma fırsatı bulduğum Kıbrıs barış görüşmelerinde hellim peynirinin gündeme gelmesi ve hellimin Menşei İsmi Korumalı Ürün (PDO) olarak tescilinin yarattığı tartışmalar da bu bağlamda değerlendirilebilir.
Philadelphia’da gastro-antisemitizm
20 Haziran Pazar günü Philadelphia’da gerçekleşmesi planlanan “Taste of Home” adlı yemek festivali öncesi yaşananları gastro-milliyetçiliğin kendini hissettirdiği en yakın örneklerden biri olarak düşünebiliriz. Antisemitizmi merkezine alan olay, başta da belirttiğim gibi, bir yemek festivali organizasyonu sırasında gerçekleşiyor. Eat Up the Borders ve Sunflower Philly adlı iki kar amacı gütmeyen topluluk farklı kültürlerin yemekleriyle temsil edildiği küçük, aile ve göçmen yemek işletmelerini desteklemeyi ve farklı kültürler arasında yakınlaşmayı sağlamayı amaçlayan bir “Taste of Home” festivalini belli aralıklarla düzenliyorlar. Moshava Philly’nin kurucusu Nir Sheynfeld de 2015 yılında ABD’ye yemek okuluna katılmak için İsrail’den gelip bir süre sonra burada “İsrail sokak yemeği” olarak falafel ve sabih sandviçini sattığı bir işletme kuruyor. 16 Mayıs’ta da gerçekleşen festivale katılma fırsatı buluyor ancak İsrail-Filistin arasında yaşanan kanlı çatışmanın sonrasında festivale bulunmaları yoğun bir şekilde eleştiriliyor; geçtiğimiz pazar günü gerçekleşmesi planlanan festivale katılımları da instagram hesaplarından duyurulduğunda antisemit tepki mesajları almaya başlıyorlar. “Filistin yemeğine kültürel yakınlaşma çabasını mide bulandırıcı buluyorum. Katılmayacağım ve arkadaşlarıma da bunu söyleyeceğim” şeklinde oluyor gelen yorumlardan bir tanesi. Bunun üzerine festival yöneticileri “amaçların göçmenlerin sesini ortaya çıkarmak” olduğunu “nerden geldiklerinin önemi olmadığını” söyleyen bir mesajla karşılık veriyorlar ancak ertesi gün bu açıklamayla çatışan yeni bir açıklama yapıyorlar. “herkese en iyi tecrübeyi yaşatabilmek için bir yemek kamyonunu Pazar günü olan etkinlikten çıkartma kararını aldıklarını” “bu karara her zaman sevdikleri ve hizmet ettikleri yerli halkın kaygılarını dinleyerek vardıklarını” “bundan sonra daha çok bilgi sahibi olup böyle olayların yaşanmasını engelleyeceklerini söyleyen” sosyal medya paylaşımları ise Moshova Philly’nin etkinlik programından çıkartılmasına dair tepkilerin büyümesine yol açıyor.
Organizasyondan sorumlu Eat Up the Borders bu açıklamaları içeren paylaşımları sildiği ve hatta olaydan kısa süre sonra instagram hesaplarını kapattıkları için neler olduğunu basına yansıyan haberlerden ve Moshova Philly’nin paylaşımlarından okuyabiliyoruz. Buna göre, İsrail kültürüne dair yemekleri servis eden yemek kamyonunun festivale katılımı özellikle İsrail ve Filistin arasında yaşanan çatışmalar nedeni ile protesto edilmiş ve protestolar organizasyon firmasının İsrailli katılımcıya aktardığına göre tehditler içermeye başlamış ve bu nedenle organizatör çözüm olarak İsrail’i temsil edecek katılımcıyı festivalden çıkarma kararı almış. Ancak antisemit tepkiler karşısında alınan bu dışlayıcı karar da sosyal medyada tepki çekmiş ve Moshova Philly’ye destek mesajları yağmış. Moshova Philly’nin paylaşımı üzerine ise organizasyonu yöneten Eat Up the Borders hesaplarını tekrar aktive edip bir özür mesajı yayınlayarak antisemitizmi desteklemediklerini ancak gelen tepkiler üzerine durumu yönetemediklerini olayın tüm detayları ile anlatan bir paylaşım yapıyorlar.
Bu paylaşımlar gösteriyor ki, bölgede yaşayan Filistinliler kendi kültürlerini temsil edecek katılımcının zaman kısıtlaması sebebiyle yer alamadığı bir etkinlikte İsrail’in temsil edilmesinden rahatsızlık duyuyorlar. Organizasyonu yapan grubun sosyal medya paylaşımlarını silmesi sebebi ile okuyamadığımız ama haberlere ve Moshova Philly’nin paylaşımlarına yansıyan antisemitizm öğeleri içeren olayın arkasında özellikle yakın zamanda tekrar alevlenen İsrail-Filistin çatışması sonrası iki tarafın da bölgedeki yemek ritüelleri üzerinden yansıttıkları bir milli egemenlik tartışması olduğu açıkça görülüyor.
Aslında yemeğin kimlik oluşumundaki rolüne farklı bir açıdan bakıldığında ortaklaştırıcı bir potansiyele sahip olduğunu görmek hiç de zor değil. Hatta günümüzde sıkca karşımıza çıkan bu gastro-milliyetçilik sarmalından yıllar önce Hrant Dink Vakfı’nda gerçekleştirilen bir etkinlikte katılımcıların altını çizdiği “Yemeğin milliyeti yok coğrafyası var” ifadesini kendimize hatırlatarak çıkmak mümkün. Bu gerçeği birey ve toplum olarak hatırlamadığımız ve öğrenmediğimiz her an milli kimliklerin oluşmasında ve altının çizilmesinde sık sık başvurulan yemeğin, geçtiğimiz pazar günü yaşanan bu tatsız olayda olduğu gibi, ayrıştırıcı ve dışlayıcı söylemin bir parçası haline gelmesine kapı aralamış oluyoruz.
Paylaş: