Son zamanlarda Judeo-Espanyol (Ladino) hakkında okuduğum yazıların çoğunda bu dilin ölüm döşeğinde olduğu ve bizim bu dili son nesil konuşabilenler olduğumuzdan bahsediliyor. Kötü haber sansasyonel olur çabuk yayılır, iyi habere pek kulak asan olmaz yönündeki medya düşüncesi maalesef burada da hakim diye düşünüyorum.
1994-95 yılları arasında İstanbul’da Yaşamı Tehlikede Diller üzerine yaptığım toplumdilbilim (sosiolinguistics) alanında çalışmalarıma Ladino’yu örnek vaka olarak almış, Batı’da üretilen bu konudaki teorilere uyup uymadığına bakmak istemiştim. Şansıma, bundan bir yıl önce tatile İsrail’e gittiğimde M. Shaul ile tanışma imkanım oldu. 1954 yılında Kol İsrael Ladino Programı, 1979 yılında da Aki Yerushalayim dergisi yayın sorumlusu olan Shaul’un bir cümlesi hep aklıma takılı kaldı. Ne yapmak istediğimi dinledikten sonra şöyle dedi: “40 yıldır bu işteyim, bana her gelen aynı şeyi söyler ama gel gör ki hala konuşuluyor”.
İstanbul’da çalışmalarımın ortasına doğru benim neslimin (60-70’lerin gençleri) dediklerine baktım: bu dili konuşamıyoruz, sadece dalga geçmek veya Yahudi olmayan kimselerin ya da çocukların yanında gizli bir şey söylemek istersek yarım yamalak kullanıyoruz, çocuklarımız artık bu dili bilmiyorlar. Bunları duyunca Shaul’un gözlemini hatırladım ve didiklemeye başladım. Sonuçlar beni hayal kırıklığına uğratmadı. Shaul haklı idi. Genç yaşlarda çoğu zaman bu dili konuşmayan, konuşsa bile inkar eden neslimin insanları her ne kadar çarpık konuştuğunu iddia etse de konuşuyorlardı.
Hatta bir kaç kere aynı cümle içinde “Hayır ben Ladino bilmiyorum ama geçen yaz İspanya’ya gittiğimizde gayet rahat anlaşıyorduk” diyip çelişkiye düştüklerinin farkına bile varmıyorlardı. Altı aylık saha çalışmamın sonuna doğru daha da ilginç başka bir akımın farkına vardım. Gerek Karen Gerşon Sarhon ve Los Paşaroz Sefaradi, Janet ve Jak Esim’in bu dilde geleneksel halk şarkılarını ortaya çıkartmaları, Sarhon’un tiyatro alanında gösterdiği gayret boşa gitmemişti.
Hakim Dilden Sonra Kendi Dilini Öğrenmek
Bazı gençler de bu dile ilgi göstermeye başladı. Son görüşmemde, 20 yaşlarında genç bir hanımla konuşurken büyük bir gururla “konuşuyorum tabii, hatta şiir bile yazıyorum” dediğinde doğrusunu söylemek gerekirse yazdığı şiirleri getirip gösterinceye kadar pek de ciddiye almamıştım. Ne kadar yanılmışım meğerse. Benim çalışmamdan önce bazı araştırmacıların “ilk olarak ikinci dili öğrenme” (learning second language first- Hill & Hill 1984) adlandıkları durumun çok güzel bir örneği karşımda idi. Başka bir deyişle, sosyal alanda hakim dili öğrendikten sonra değişik sebepler dolayısıyla kendi küçük grubunun dilini öğrenme süreci.
Bu dilin gerileme ve tekrar canlanma sebeplerine burada girmek imkansız ama şunu göz aradı etmemek gerekir: Şahsi çalışmamdan bu yana aradan 25 yıl geçti, Türkiye’de Sarhon’un inanılmaz çabaları ve müziği, Ladino dilinde diğer yazarların azmi, sosyal ağlar aracılığı ile uluslararası iletişimin kolaylaşması, İsrail ve başka ülke üniversitelerinin ilgi alanlarına girmesi bu dile yeni bir hayat bağışladı sanki. Gün yok ki email kutumda veya Facebook sayfamda Judeo-Espanyol ile ilgili bir yazı, bu dilde yorum veya etkinlik haberi okumayayım.
Bana öyle geliyor ki Ladino’nun pek de ölmeye niyeti filan yok. Belki 70-80 sene öncesi Türkiye’sinde olduğu gibi Yahudilerin arasında gündelik dil olmaktan çıktı ama sandıkta yeni bulunmuş, tozu alınmış, parlatılmış eski bir ziynet eşyası ya da aile fotoğrafı gibi kıymetlendi. Daha önemlisi, her yaşayan dil gibi ek kelimeler aldı, gelişti ve özellikle coğrafi konumuna göre değişti. Bu değişimi dilde kural ve gelenek yanlısı düşünceye karşı da ne kadar çabuk kabul edersek o kadar çok az veya düzgün konuşan kimseler cesaretlenip daha çok kullanacak ve dilimize yeni bir güç katacaklar.
Mary Altabev 2003 yılında yayınlanan Judeo-Spanish in the Turkish Social Context: Language Death, Swan Song, Revival or New Arrival adlı kitabın yazarıdır.
[…] çıkıp insanlara sahip oldukları Solitreo malzemeleri sorsam ne olacağını düşündüm ve bu bizi, bir cemaatin Purim kutlamaları için […]