Kaynak: Birgün, Ümit Alan
“Bir ürün arızalı olduğunda, diğer tüm sektörlerde bir şirket sorumlu tutulabilir. Motor patladığında veya emniyet kemeri arızalandığında, otomobil şirketleri milyarlarca dolar karşılığında on binlerce aracı geri çağırıyor.” diyor Sacha Baron Cohen ve ekliyor: “Öyleyse Facebook, Youtube, Twitter’a ‘Ürününüz arızalı, maliyeti ne olursa olsun, ne kadar moderatör kullanmak gerekirse gereksin düzeltmek zorundasınız’ dememizden doğal bir şey yok.” Borat ve Ali G karakterleriyle tanınan komedyenin geçen cuma yaptığı bir konuşmada geçen bu ifadeler önemli. Cohen özellikle belirtmemiş ama bu platformlara ‘ürününüz arızalı’ diyemememizin asıl nedeni, maddi bir bedel ödemiyor oluşumuz. Üstelik bu platformlara girmek zorunda da değiliz. Öyleyse ne hakla ‘ürününü tamir et’ diyeceğiz. İşte bu akıl yürütmenin hatalı olduğu gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda ödediğimiz bedele, bir de Cohen’in konuşmasından örneklerle bakmak istiyorum.
HİTLER’İN FACEBOOK REKLAMI
“Facebook 1930’larda olsaydı, Hitler’in ‘Yahudi sorununun’ ‘çözümü’ üzerine 30 saniyelik reklamlar yayınlamasına izin verirdi.” Cohen’in verdiği örneklerden biri bu. Birkaç hafta önce yine bu köşede Facebook’un özellikle politik reklamlardaki yalana müdahale etmeme kararına zaten değinmiştik. Cohen’in örneği çarpıcı. Hitler’in böyle bir reklamı mikro hedeflemeyle yaptığını düşünebiliyor musunuz? Herkese kendi hassasiyetine özel bir ‘Yahudi nefreti’ gerekçesi yaratabilirdi. Çünkü mikro hedefleme dediğimiz şey, iyi yapıldığında en temel içgüdülerimize hitap eder. Böylece korku ve nefretimizi tetikler. Bu bilinç düzeyinde ‘sahte haberler’ yani yalanlar, gerçeklere karşı her zaman kat kat güçlüdür. Sonuçta parayı basıp reklamı yapan ve yayınlayanın yalanla ilgili bir derdi yok. Ne yani, “Hitler’in ‘ifade özgürlüğü’ yok mu?” denilebilir.
HAKİKAT OLMAZSA KOMEDİ BİLE OLMAZ
Mizah bir gerçeğe dayanarak onu abartarak ya da terse çevirerek yapılır. Yani bir espri yapmak için bile hakikate tutunuyor olmanız gerek. Cohen’in bu konuda da bir örneği var. Diyor ki “Ben Buzz Aldrin’e (Neil Armstrong ile birlikte Ay’a çıkan astronot) Ali G karakteriyle “Güneşin altında yürümek nasıl bir şey?” diye espri yaptığımda herkes Ay yürüyüşünü referans aldığımı bilir.” Ancak, Ay yürüyüşünün bir aldatmaca olduğuna inanıyorsanız bu şaka hiçbir işe yaramaz. Çünkü Amerika’nın Ay’a gitmediği şeklindeki sahte haber veya komplo teorisi de gerçek kadar itibar görüyorsa, işler mizah bile yapılmayacak noktaya gidebilir. İronik ama her komedyen, tıpkı Cohen gibi bir noktada ciddiyet talep etmek zorunda.
HAKİKAT YOKSA FELAKET VAR
Google’da birkaç tıkla her türlü bilimsel ya da tarihsel gerçekliğin tersine ilişkin deliller bulabilirsiniz. Cohen, “Google’da basit bir tıklamayla Yahudi soykırımını inkâr eden sitelere ulaşabiliyorsunuz” örneğini veriyor. Peki, o meşhur algoritma, insanlığın ders çıkarıp tekrar yaşamaması gereken bu büyük insanlık suçunu inkâr eden siteleri neden yok edemiyor? İfade özgürlüğünün sınırları nerede? Auschwitz’in ne olduğunu bile bilmeyen bir milenyal (ki çoğu bilmiyor) neyin güvenilir olduğunu nasıl anlayacak? Twitter’da anket yaparak mı?
Cohen ayrıca diyor ki, “Yayıncıları iftira için dava edebilirim, insanları hakaret için dava edebilirim, ancak içerik ne kadar uygunsuz olursa olsun sosyal medya platformları çoğu kez sorumluluktan azade, bu saçma değil mi?” Cohen’e eklemek istediğim iki şey var. Birincisi; eğer yalan çok popülerse, o müthiş algoritmalar onu pekala daha görünür hale getirebilir. Çünkü önemli olan aldığı etkileşim. İkincisi; mikro hedeflemeyle, para ödeyerek yayılan bir yalanı çoğu kez iş işten geçtikten sonra fark edersiniz. Örneğin; seçimi kaybettikten sonra ya da itibarınız beş paralık olup işinizi kaybettikten sonra. Yani mikro hedefleme televizyon yayını gibi değildir. Çünkü iş televizyondan yapılırsa televizyon kanalına dahi dava açabilirsiniz, sorumluluğu vardır ama sosyal medya platformlarının böyle bir derdi yok. Onlar için ‘ifade özgürlüğü’ diye bir muğlak çizgi var ve bu hepimizi tehdit ediyor. Yerli ve milli gündemlerimizden fırsat kalırsa bunları da tartışmamız gerek. O yüzden tekrar tekrar yazma ihtiyacı duyuyorum.
Kaynak: Birgün, Ümit Alan
“Bir ürün arızalı olduğunda, diğer tüm sektörlerde bir şirket sorumlu tutulabilir. Motor patladığında veya emniyet kemeri arızalandığında, otomobil şirketleri milyarlarca dolar karşılığında on binlerce aracı geri çağırıyor.” diyor Sacha Baron Cohen ve ekliyor: “Öyleyse Facebook, Youtube, Twitter’a ‘Ürününüz arızalı, maliyeti ne olursa olsun, ne kadar moderatör kullanmak gerekirse gereksin düzeltmek zorundasınız’ dememizden doğal bir şey yok.” Borat ve Ali G karakterleriyle tanınan komedyenin geçen cuma yaptığı bir konuşmada geçen bu ifadeler önemli. Cohen özellikle belirtmemiş ama bu platformlara ‘ürününüz arızalı’ diyemememizin asıl nedeni, maddi bir bedel ödemiyor oluşumuz. Üstelik bu platformlara girmek zorunda da değiliz. Öyleyse ne hakla ‘ürününü tamir et’ diyeceğiz. İşte bu akıl yürütmenin hatalı olduğu gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda ödediğimiz bedele, bir de Cohen’in konuşmasından örneklerle bakmak istiyorum.
HİTLER’İN FACEBOOK REKLAMI
“Facebook 1930’larda olsaydı, Hitler’in ‘Yahudi sorununun’ ‘çözümü’ üzerine 30 saniyelik reklamlar yayınlamasına izin verirdi.” Cohen’in verdiği örneklerden biri bu. Birkaç hafta önce yine bu köşede Facebook’un özellikle politik reklamlardaki yalana müdahale etmeme kararına zaten değinmiştik. Cohen’in örneği çarpıcı. Hitler’in böyle bir reklamı mikro hedeflemeyle yaptığını düşünebiliyor musunuz? Herkese kendi hassasiyetine özel bir ‘Yahudi nefreti’ gerekçesi yaratabilirdi. Çünkü mikro hedefleme dediğimiz şey, iyi yapıldığında en temel içgüdülerimize hitap eder. Böylece korku ve nefretimizi tetikler. Bu bilinç düzeyinde ‘sahte haberler’ yani yalanlar, gerçeklere karşı her zaman kat kat güçlüdür. Sonuçta parayı basıp reklamı yapan ve yayınlayanın yalanla ilgili bir derdi yok. Ne yani, “Hitler’in ‘ifade özgürlüğü’ yok mu?” denilebilir.
HAKİKAT OLMAZSA KOMEDİ BİLE OLMAZ
Mizah bir gerçeğe dayanarak onu abartarak ya da terse çevirerek yapılır. Yani bir espri yapmak için bile hakikate tutunuyor olmanız gerek. Cohen’in bu konuda da bir örneği var. Diyor ki “Ben Buzz Aldrin’e (Neil Armstrong ile birlikte Ay’a çıkan astronot) Ali G karakteriyle “Güneşin altında yürümek nasıl bir şey?” diye espri yaptığımda herkes Ay yürüyüşünü referans aldığımı bilir.” Ancak, Ay yürüyüşünün bir aldatmaca olduğuna inanıyorsanız bu şaka hiçbir işe yaramaz. Çünkü Amerika’nın Ay’a gitmediği şeklindeki sahte haber veya komplo teorisi de gerçek kadar itibar görüyorsa, işler mizah bile yapılmayacak noktaya gidebilir. İronik ama her komedyen, tıpkı Cohen gibi bir noktada ciddiyet talep etmek zorunda.
HAKİKAT YOKSA FELAKET VAR
Google’da birkaç tıkla her türlü bilimsel ya da tarihsel gerçekliğin tersine ilişkin deliller bulabilirsiniz. Cohen, “Google’da basit bir tıklamayla Yahudi soykırımını inkâr eden sitelere ulaşabiliyorsunuz” örneğini veriyor. Peki, o meşhur algoritma, insanlığın ders çıkarıp tekrar yaşamaması gereken bu büyük insanlık suçunu inkâr eden siteleri neden yok edemiyor? İfade özgürlüğünün sınırları nerede? Auschwitz’in ne olduğunu bile bilmeyen bir milenyal (ki çoğu bilmiyor) neyin güvenilir olduğunu nasıl anlayacak? Twitter’da anket yaparak mı?
Cohen ayrıca diyor ki, “Yayıncıları iftira için dava edebilirim, insanları hakaret için dava edebilirim, ancak içerik ne kadar uygunsuz olursa olsun sosyal medya platformları çoğu kez sorumluluktan azade, bu saçma değil mi?” Cohen’e eklemek istediğim iki şey var. Birincisi; eğer yalan çok popülerse, o müthiş algoritmalar onu pekala daha görünür hale getirebilir. Çünkü önemli olan aldığı etkileşim. İkincisi; mikro hedeflemeyle, para ödeyerek yayılan bir yalanı çoğu kez iş işten geçtikten sonra fark edersiniz. Örneğin; seçimi kaybettikten sonra ya da itibarınız beş paralık olup işinizi kaybettikten sonra. Yani mikro hedefleme televizyon yayını gibi değildir. Çünkü iş televizyondan yapılırsa televizyon kanalına dahi dava açabilirsiniz, sorumluluğu vardır ama sosyal medya platformlarının böyle bir derdi yok. Onlar için ‘ifade özgürlüğü’ diye bir muğlak çizgi var ve bu hepimizi tehdit ediyor. Yerli ve milli gündemlerimizden fırsat kalırsa bunları da tartışmamız gerek. O yüzden tekrar tekrar yazma ihtiyacı duyuyorum.
Paylaş: