Şangay tek seçenekti. Ailem Hitler Almanyasını terk ederken bunu fark etti. Ayrı ayrı kaçtıklarında ikisi de Çin’in uluslararası şehrine vardı. Bu şehir Yahudi mülteciler için dünyadaki son yerdi. Babam hep dünyanın sonuna yelken açmak gibi hissettiğini söylerdi.
Annem ve babam Şangay’a 18,000 Avrupa Yahudisi ile birlikte geldi. Bu
toplum kışlalarda, kalabalık odalarda yaşamayı, kova tuvalet kullanmayı, toplu
bir mutfaktan bazen günde bir sıcak yemek yemeyi öğrendi. Kalabalık sokaklarda şahincilerle
yürümeyi ve sabaha karşı ceset toplayan kamyonları tanıdı. Ama okulları,
kültürel kurumları ve canlı sosyal hayatları da vardı. Viyana tarzı kafeleri
bile vardı. Ve hayatta kaldılar.
Bu şaşırtıcı ve az bilinen tarih kırıntısı bugünlerde daha çok ilgi çekiyor. Şubat ayında ‘Merhaba Altın Dağ’ adlı bir oda kompozisyonu Nashville’de sahnelendi ve New York’ta da izleyiciyle buluşmayı umuyor. Bir de Brooklyn Halk Kütüphanesi’nin projesi ‘Şangay’da Yahudi Mülteciler’ var. Proje kapsamında bir sergi, filmler ve başka programlar Mayıs boyunca dört kütüphanede olacak.
Kütüphane yöneticisi Frank Xu Şangay’ın Hongkou bölgesinde büyüdü. Burada Yahudiler ve Çinliler yanyana yaşadı. Bu hikayeleri Xu ailesinden dinledi. Bundan çok az Amerikalının haberi olduğunu düşündü ve bu içten hikayenin, beklenmedik Çinli-Yahudi bağlantısının bugün mültecilere olan bakışı etkileyeceğini düşündü. ‘Başkaları kapıları kapatırken Şangay kapısını açtı.’
Annem
İlse Ludomer adıyla Şangay’a 1939’da 18 yaşında ailesiyle geldi. Önceki sene Kristallnacht
(Kasım Pogromu) ile gelen yıkımda küçük bir Alman kasabası olan Koenigs
Wusterhusen’de işlettikleri kıyafet mağazasından ve evlerinden olmuşlardı.
Yakındaki Berlin’de akrabalarıyla kaldıktan sonra Hitler yönetiminden kaçmanın
yollarını aradılar.
Babam
Erich Jacobsohn 1939’da hukuk diplomasını almıştı ancak Nazi yasaları yüzünden
avukatlık yapamıyordu. Kuzey Almanya’da baba evi olan küçük Stavenhagen kasabasına
döndü. Oradan babasıyla beraber Kasım Pogromu sonrası çalışma kampına
yollandılar. Diğer tutuklular Auschwitz’e yollanırken Erich’in annesi eşi ve
oğlunun kurtuluşunu satın almayı başardı. Aile Erich’e bir yere göndermeye karar
verdi.
Böylece İlse ve Erich sadece izin verilen çatal bıçak, kıyafet, fotoğraf ve 10 Deutschemark’tan az parayla İtalya’ya doğru yola koyuldular. Oradan da Çin’e giden bir gemiye bindiler. Şangay’da vize ihtiyacı yoktu ve onları destekleyecek bir altyapı vardı. Oraya yüzyıllar önce gelen İngiliz vatandaşı Iraklı Yahudiler desteğe hazırdı. Muhtaç olanlara barınak ve yemek sağlamak için yollar vardı. Bu roller sonradan HIAS ve JDC gibi Amerikalı Yahudi kurumlara devredildi. Annem de babam da zaman zaman yemekhaneden yararlandı.
İlse ve
adındaki h’leri çıkartan Eric şanslılar arasındaydı. İkisi de gençliklerinden
zevk almak istiyordu. Annem hızlıca arkadaş edindi ve ailesinin gelir kaynağı
oldu. Bar ve restoranlarda garsonluk yaptı. İngilizce bilen babam çevirmenlik
ve İngilizce öğretmenliği yaptı. Bir de İngiliz bir doktorun oğluna 1943’e
kadar öğretmenlik yaptı. 1943’ten sonra Japon işgalciler yabancıları ve
çoğunlukla Yahudileri topladı ve Hongkou’ya sıkıştırdı. Orada annem çocuk bakıcılığı
yaptı. Babam da sosis kaçaklığı yaptı.
Garip bir yaşantıydı, bazıları için zordu. ‘Önceden önemli olan bazı insanlar çöktü.’ dedi W. Michael Blumenthal. Blumenthal Carter döneminde ABD Maliye Bakanlığı yapmıştı ve Berlin Yahudi Müzesi’nin kurucu müdürüydü. Şangay’a ailesiyle 1939’da geldiğinde 13 yaşındaydı ve 1947’de ayrıldı – benim annemlerle aynı zaman. ‘Diğerleri, eğitimsiz olanlar, iç kuvvetlerine güvendi ve didindiler.’ diyor Blumenthal telefon konuşmamızda.
‘Ben zorlandım tabii, gençtim ve kuvvetsizdim, kimse bu üzücü yeri umursamayacak diye düşündüm.’ Bu onu kendini kanıtlamak ve başarılı olmak için daha da kamçıladı. ‘İkinci olarak siyasi fikirlerimi şekillendirdi. Hiçbir şeyi olmayanları umursamayı, kimsesizlerin kimsesi olmayı öğretti.’
Harvard Hukuk Fakültesi profesörü, ileri gelen anayasa uzmanı ve Obama Adalet Bakanlığı görevlisi Laurance H. Tribe da hayatının yönünün Şangay’da geçirdiği yıllarla ilgisi olduğunu düşünüyor. Bunlar hayatının çok erken yıllardı – orada 1941’de doğmuştu ve 6 yaşında ayrılmıştı. Babası genç yaşta Amerikan vatandaşı olmuş ve toplama kampına alınmıştı. Larry adaletsizliği böyle tanıdı. ‘Düşündüm, babam yanlış bir şey yapmadı – neden burada tutulsun?’
Çin’deki hayat birçok çocuğa normal göründü. Orada mülteci okuluna gittiler diyor kütüphane programında konuşan 83 yaşındaki Lisa Brandwein. 3 yaşından 12 yaşına kadar Şangay’da yaşadı. ‘Okula gittik, oynadık. Ama ailelerimizin çaresizliğini sezdik.’ Çinli komşuları genelde mültecilerden de fakirdi ancak hep sıcaktılar dedi.
Şangay Yahudilerinin hikayesini anlatmak ‘kesinlikle bugünkü mülteci konusuna dair bir beyan’ diyor Rabi Sholom Friedmann, Brooklyn’deki Amud Aish Hatıra Müzesi’nin yöneticisi. Orada da kütüphaneyle ve Şangay’daki Yahudi Mülteciler Müzesi ile ortak bir Şangay sergisi açıldı. Yahudiler ‘orada kurulup bir toplum olmayı başardı. Kuvvet, cesaret ve sebat gösterdiler. Çinliler Yahudilere kucak açtı. Başka mülteci durumlarında olduğu gibi gerginlikler yaşanmadı.’
Benimkiler sonunda Hongkou’da bir hava saldırısı tatbikatında 1945’te, savaş bitmeye yakın tanıştılar. Babam annemin yakınında bir apartmana taşınmıştı ve onu zaten fark etmişti. Bir sonraki toplu tatbikatta özellikle yanında durdu ve kendini tanıttı. Aşkları öyle başladı ve bir sene sonra evlendiler. Sonraki sene ben doğdum. Üç ay sonra Amerika’ya giden bir gemiye bindik.
Nazilerden kaçan küçük ama önemli bir grup Çin’den geçti. Brooklyn’de açılan bir sergi bu yolculuğu anlatıyor.
Kaynak: New York Times, Aileen Jacobson, 25 Nisan 2019
Çeviri: Nesi Altaras
Şangay tek seçenekti. Ailem Hitler Almanyasını terk ederken bunu fark etti. Ayrı ayrı kaçtıklarında ikisi de Çin’in uluslararası şehrine vardı. Bu şehir Yahudi mülteciler için dünyadaki son yerdi. Babam hep dünyanın sonuna yelken açmak gibi hissettiğini söylerdi.
Annem ve babam Şangay’a 18,000 Avrupa Yahudisi ile birlikte geldi. Bu toplum kışlalarda, kalabalık odalarda yaşamayı, kova tuvalet kullanmayı, toplu bir mutfaktan bazen günde bir sıcak yemek yemeyi öğrendi. Kalabalık sokaklarda şahincilerle yürümeyi ve sabaha karşı ceset toplayan kamyonları tanıdı. Ama okulları, kültürel kurumları ve canlı sosyal hayatları da vardı. Viyana tarzı kafeleri bile vardı. Ve hayatta kaldılar.
Bu şaşırtıcı ve az bilinen tarih kırıntısı bugünlerde daha çok ilgi çekiyor. Şubat ayında ‘Merhaba Altın Dağ’ adlı bir oda kompozisyonu Nashville’de sahnelendi ve New York’ta da izleyiciyle buluşmayı umuyor. Bir de Brooklyn Halk Kütüphanesi’nin projesi ‘Şangay’da Yahudi Mülteciler’ var. Proje kapsamında bir sergi, filmler ve başka programlar Mayıs boyunca dört kütüphanede olacak.
Kütüphane yöneticisi Frank Xu Şangay’ın Hongkou bölgesinde büyüdü. Burada Yahudiler ve Çinliler yanyana yaşadı. Bu hikayeleri Xu ailesinden dinledi. Bundan çok az Amerikalının haberi olduğunu düşündü ve bu içten hikayenin, beklenmedik Çinli-Yahudi bağlantısının bugün mültecilere olan bakışı etkileyeceğini düşündü. ‘Başkaları kapıları kapatırken Şangay kapısını açtı.’
Annem İlse Ludomer adıyla Şangay’a 1939’da 18 yaşında ailesiyle geldi. Önceki sene Kristallnacht (Kasım Pogromu) ile gelen yıkımda küçük bir Alman kasabası olan Koenigs Wusterhusen’de işlettikleri kıyafet mağazasından ve evlerinden olmuşlardı. Yakındaki Berlin’de akrabalarıyla kaldıktan sonra Hitler yönetiminden kaçmanın yollarını aradılar.
Babam Erich Jacobsohn 1939’da hukuk diplomasını almıştı ancak Nazi yasaları yüzünden avukatlık yapamıyordu. Kuzey Almanya’da baba evi olan küçük Stavenhagen kasabasına döndü. Oradan babasıyla beraber Kasım Pogromu sonrası çalışma kampına yollandılar. Diğer tutuklular Auschwitz’e yollanırken Erich’in annesi eşi ve oğlunun kurtuluşunu satın almayı başardı. Aile Erich’e bir yere göndermeye karar verdi.
Böylece İlse ve Erich sadece izin verilen çatal bıçak, kıyafet, fotoğraf ve 10 Deutschemark’tan az parayla İtalya’ya doğru yola koyuldular. Oradan da Çin’e giden bir gemiye bindiler. Şangay’da vize ihtiyacı yoktu ve onları destekleyecek bir altyapı vardı. Oraya yüzyıllar önce gelen İngiliz vatandaşı Iraklı Yahudiler desteğe hazırdı. Muhtaç olanlara barınak ve yemek sağlamak için yollar vardı. Bu roller sonradan HIAS ve JDC gibi Amerikalı Yahudi kurumlara devredildi. Annem de babam da zaman zaman yemekhaneden yararlandı.
İlse ve adındaki h’leri çıkartan Eric şanslılar arasındaydı. İkisi de gençliklerinden zevk almak istiyordu. Annem hızlıca arkadaş edindi ve ailesinin gelir kaynağı oldu. Bar ve restoranlarda garsonluk yaptı. İngilizce bilen babam çevirmenlik ve İngilizce öğretmenliği yaptı. Bir de İngiliz bir doktorun oğluna 1943’e kadar öğretmenlik yaptı. 1943’ten sonra Japon işgalciler yabancıları ve çoğunlukla Yahudileri topladı ve Hongkou’ya sıkıştırdı. Orada annem çocuk bakıcılığı yaptı. Babam da sosis kaçaklığı yaptı.
Garip bir yaşantıydı, bazıları için zordu. ‘Önceden önemli olan bazı insanlar çöktü.’ dedi W. Michael Blumenthal. Blumenthal Carter döneminde ABD Maliye Bakanlığı yapmıştı ve Berlin Yahudi Müzesi’nin kurucu müdürüydü. Şangay’a ailesiyle 1939’da geldiğinde 13 yaşındaydı ve 1947’de ayrıldı – benim annemlerle aynı zaman. ‘Diğerleri, eğitimsiz olanlar, iç kuvvetlerine güvendi ve didindiler.’ diyor Blumenthal telefon konuşmamızda.
‘Ben zorlandım tabii, gençtim ve kuvvetsizdim, kimse bu üzücü yeri umursamayacak diye düşündüm.’ Bu onu kendini kanıtlamak ve başarılı olmak için daha da kamçıladı. ‘İkinci olarak siyasi fikirlerimi şekillendirdi. Hiçbir şeyi olmayanları umursamayı, kimsesizlerin kimsesi olmayı öğretti.’
Harvard Hukuk Fakültesi profesörü, ileri gelen anayasa uzmanı ve Obama Adalet Bakanlığı görevlisi Laurance H. Tribe da hayatının yönünün Şangay’da geçirdiği yıllarla ilgisi olduğunu düşünüyor. Bunlar hayatının çok erken yıllardı – orada 1941’de doğmuştu ve 6 yaşında ayrılmıştı. Babası genç yaşta Amerikan vatandaşı olmuş ve toplama kampına alınmıştı. Larry adaletsizliği böyle tanıdı. ‘Düşündüm, babam yanlış bir şey yapmadı – neden burada tutulsun?’
Çin’deki hayat birçok çocuğa normal göründü. Orada mülteci okuluna gittiler diyor kütüphane programında konuşan 83 yaşındaki Lisa Brandwein. 3 yaşından 12 yaşına kadar Şangay’da yaşadı. ‘Okula gittik, oynadık. Ama ailelerimizin çaresizliğini sezdik.’ Çinli komşuları genelde mültecilerden de fakirdi ancak hep sıcaktılar dedi.
Şangay Yahudilerinin hikayesini anlatmak ‘kesinlikle bugünkü mülteci konusuna dair bir beyan’ diyor Rabi Sholom Friedmann, Brooklyn’deki Amud Aish Hatıra Müzesi’nin yöneticisi. Orada da kütüphaneyle ve Şangay’daki Yahudi Mülteciler Müzesi ile ortak bir Şangay sergisi açıldı. Yahudiler ‘orada kurulup bir toplum olmayı başardı. Kuvvet, cesaret ve sebat gösterdiler. Çinliler Yahudilere kucak açtı. Başka mülteci durumlarında olduğu gibi gerginlikler yaşanmadı.’
Benimkiler sonunda Hongkou’da bir hava saldırısı tatbikatında 1945’te, savaş bitmeye yakın tanıştılar. Babam annemin yakınında bir apartmana taşınmıştı ve onu zaten fark etmişti. Bir sonraki toplu tatbikatta özellikle yanında durdu ve kendini tanıttı. Aşkları öyle başladı ve bir sene sonra evlendiler. Sonraki sene ben doğdum. Üç ay sonra Amerika’ya giden bir gemiye bindik.
Paylaş: