Pera Müzesi’nde Yeruşalayim’in Eski Şehir’ini yeniden tasarlamayı hayal eden Louis Kahn’ın işlerinin fotoğrafları sergileniyor.
Cumartesi günleri İstanbul için her zaman bir gösteri yürüyüşü günü olmuştur. Son günlerde gittikçe azalmış olsa da alışkanlığın gücü durup uzaktaki kargaşaya kulak vermemi sağlıyor – ta ki duyduklarımın gösteri yürüyüşlerinin boğuk sesi değil de sporseverlerin bir kafede maç izlerken çıkardıkları neşeli sesler olduğunu anlayana kadar.
Denk geldiğim tek gerçek gösteri yürüyüşü canlı Beşiktaş’ın merkezindeki meydanda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü gri renkli heykelinin dibinde gerçekleşen Yeruşalayim Festivali oldu.
Hafta sonu eğlenmeye çıkanların ve bu civarın gururu olan gıda pazarına gidenlerin gürültüsü arasında küçük ve görece üzücü bir gösteri yürüyüşü.
Diğerleriyse Boğaz’ın batıdaki Avrupa kıyısı boyunca uzanan popüler kafelere gidiyorlar. Diğer tarafta Asya’nın yeşil tepelerini, balıkçıların mavi suya yansıyan ve sık sık köpük şeritleri atan motorlu teknelerle kesilen uzun silüetlerini izliyor, yumuşak yünlü battaniyelere sarılıp kış güneşinin tadını çıkarıyorlar.
Diğer bir yandan, İstanbul her zamankinden daha fazla festivalle ve çağdaş sanat etkinliklerinin en çağdaşları ile dolu. Giriş kapısından Beşiktaş meydanındaki Deniz Müzesi’ne dek uzanan geniş afişleriyle sahaf festivali devam ederken, kentten ayrılmamızın hemen ardından bağımsız belgesel festivali başladı.
Sahaf festivali müzenin tüm orta katını dolduruyor ve çok geniş kitlelerin ilgisini çekiyor. Bunların çoğu dergilerin, karikatür ve fantastik edebiyat kitaplarının hayranı gençler, ama antika gazetelerin ve kitapların nostaljisinin balına kapılan arılara benzeyen benim gibi yaşlılar da var.
Bazı parçalar Türkçenin Arap alfabesiyle yazıldığı zamanlardan, diğer bir deyişle 1928 öncesinden, bazılarıysa bir zamanın levant dilleri olan Aramice, Yunanca ve Fransızca dillerinde baskılar.
Ama ben daha çok Türk kültürü ve Yahudilik arasındaki güçlü bağdan bahsetmek istiyorum. Niyetim, Atatürk’e ilişkin yaygın bir takıntı olan Yahudi Sabetay kökenli olduğu meselesi değil, ki bu saplantı birçok kişiyi laik cumhuriyetin daha en baştan bir Yahudi komplosu olduğunu düşünmeye sevk etti.
Bu sefer Yahudi bağlantısını ziyaretçilerle dolu bir sergide buldum. Şans eseri mimarlık üzerine uzmanlaşmış Türk fotoğrafçısı Cemal Emden tarafından fotoğraflanmış müteveffa Amerikan Yahudisi mimar Louis Kahn’ın Pera Müzesi’ndeki işlerinin sergisininaçılışına denk geldik. Doğduğunda ismi Itze-Leib Schmuilowsky olan Kahn, Brütalist mimaridenetkilenmişti. Açık beton işlemelere düşkünlüğü, 1960’ların ve 1970’lerin İsrail’indeki yuvarlak pencereli kale formundaki beton canavarların yapımına ilham oldu.
Kahn’ın en büyük arzusu anıtsal Yahudi yapısı inşa etmekti. Yıllarca Philadelphia’daki Sefarad Ahavath İsrail Sinagogu için muhteşem bir plan üzerine çalıştı, ki bu sadece kağıt üzerinde kaldı.
1967’deki 6 Gün Savaşı’nın ardından Yeruşalayim’in o dönemki belediye başkanı Teddy Kollek, Kahn’a Eski Şehir’in Yahudi bölgesindeki, 1948’deki bağımsızlık savaşında Ürdünlülerin tahrip ettiği Hurva Sinagogu’nu restore etmesini teklif etti.
Kahn, Yeruşalayim’i kendi ruhuyla çizdi -sergide birkaç çizim taslağı da yer alıyor-, görkemli Haham Yehudah Hehasid’in sinagogunun inşaatı tüm Eski Şehir’e hakimdi.
Hurva’dan Ağlama Duvarı’na uzanan acımasız beton kol Tapınak Tepesi’ndeki Kubbet-üs-Sahra’yı kuşatıyor. Tasarım hiçbir zaman hayata geçmedi. Kahn’ın İsrail’de tasarladığı tek bina Tel Aviv Üniversitesi’nin Wolsdon Mühendislik Binası oldu.
Kahn 1974’te New York’taki Penn İstasyonu’nda esrarengiz koşullar altında ölü bulundu. Kahn’ın 60’lı yaşlarının başında doğan, Harriot Pattison’dan olan oğlu Nathaniel Kahn (Kahn’ın eşi Esther ile Sue Ann isimki bir kızı, Kahn’ın “ortağım ve ilham perim” diye nitelediği bir mimar olan Anne Tyng’den de Alexandra isimli ikinci bir kızı vardı) babası hakkında 2003 yılında acı dolu, mükemmel bir belgesel çekti. Belgesel, çekimlerin bir kısmının gerçekleştiği İsrail’de gösterildi.
Nathaniel Kahn, “My Architect: A Son’s Journey” (Benim Mimarım: Bir Oğlun Yolculuğu) belgeselinde, kendisi henüz 12 yaşındayken ölen babasının şifrelerini çözmeye çalışıyor.
Belgeselde röportaj yapılan herkes Kahn’ın karizmatik, çekici, dahi ve mükemmeliyetçi olduğu konusunda hemfikir, bir de çalışması çok zor biri, ki tasarladığı projelerinin çok küçük bir kısmı inşa edilebildi. Ama inşa edilenler nefesinizi kesmeye yeter.
Filmi izlerken Louis Kahn’ın gerçek bir Yahudi mistiği olduğunu fark ediyoruz. Sanırım bu tamamen unutulmuş.
Ve bugün, burada, fil hafızasına sahip şehir İstanbul’da, Yeruşalayim’i inşa edenlerden biri olmak isteyen ama hiçbir zaman bunu hayata geçiremeyen bu ölmüş Yahudi yeniden hatırlanıyor. Tıpkı şu Yahudi yemininde olduğu gibi: “Ey Yeruşalayim, seni unutursam, sağ elim kurnazlığını unutsun.”
Başka bir önemsiz ayrıntı: Kısa süre önce Pera Müzesi kolonyal bir otel olan Hotel Bristol idi ve 19. yüzyılın sonunda İstanbul’da Avrupalı turistler için ilk inşa edilen oteldi. Binanın cephesi bir anı olarak, olduğu gibi bırakıldı. İç mekan sofistike bir müze alanına dönüştü.
Müzeden ayrılıp, sağdaki pasajdan geçip sola dönünce İstiklal Caddesi’ne çıkıyorsunuz. Köşedeki binaların sadece bir kısmı duruyor, sadece birkaç ay öncesinde kadar 256 numara, sol tarafı Rus konsolosluğunun kapısının hemen yanında bulunan bina ailemizin antikacısıydı. Ve sağda bir Karay Yahudisi olan İlya Avramoğlu’nun sahibi olduğu Kelebek Korse, sütyen ve korse mağazası vardı.
Dükkan üç sene önce kapandığında Türk gazeteleri bu devrin ardından yas dolu haberler yapıldı.
Buna rağmen binanın korunabilmesi için gerekli tarihi değeri yoktu. Yıkıldı. Binanın eski yerinde bulunan yeni kazılmış delik, Asaf Avidan’ın yaklaşan performansına ait afişlerle çevrelenmiş durumda. Asad Avidan İsrailli bir müzisyen. Yeruşalayim’den.
Kaynak: Haaretz
Yazar: Benny Ziffer
Pera Müzesi’nde Yeruşalayim’in Eski Şehir’ini yeniden tasarlamayı hayal eden Louis Kahn’ın işlerinin fotoğrafları sergileniyor.
Cumartesi günleri İstanbul için her zaman bir gösteri yürüyüşü günü olmuştur. Son günlerde gittikçe azalmış olsa da alışkanlığın gücü durup uzaktaki kargaşaya kulak vermemi sağlıyor – ta ki duyduklarımın gösteri yürüyüşlerinin boğuk sesi değil de sporseverlerin bir kafede maç izlerken çıkardıkları neşeli sesler olduğunu anlayana kadar.
Denk geldiğim tek gerçek gösteri yürüyüşü canlı Beşiktaş’ın merkezindeki meydanda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü gri renkli heykelinin dibinde gerçekleşen Yeruşalayim Festivali oldu.
Hafta sonu eğlenmeye çıkanların ve bu civarın gururu olan gıda pazarına gidenlerin gürültüsü arasında küçük ve görece üzücü bir gösteri yürüyüşü.
Diğerleriyse Boğaz’ın batıdaki Avrupa kıyısı boyunca uzanan popüler kafelere gidiyorlar. Diğer tarafta Asya’nın yeşil tepelerini, balıkçıların mavi suya yansıyan ve sık sık köpük şeritleri atan motorlu teknelerle kesilen uzun silüetlerini izliyor, yumuşak yünlü battaniyelere sarılıp kış güneşinin tadını çıkarıyorlar.
Diğer bir yandan, İstanbul her zamankinden daha fazla festivalle ve çağdaş sanat etkinliklerinin en çağdaşları ile dolu. Giriş kapısından Beşiktaş meydanındaki Deniz Müzesi’ne dek uzanan geniş afişleriyle sahaf festivali devam ederken, kentten ayrılmamızın hemen ardından bağımsız belgesel festivali başladı.
Sahaf festivali müzenin tüm orta katını dolduruyor ve çok geniş kitlelerin ilgisini çekiyor. Bunların çoğu dergilerin, karikatür ve fantastik edebiyat kitaplarının hayranı gençler, ama antika gazetelerin ve kitapların nostaljisinin balına kapılan arılara benzeyen benim gibi yaşlılar da var.
Bazı parçalar Türkçenin Arap alfabesiyle yazıldığı zamanlardan, diğer bir deyişle 1928 öncesinden, bazılarıysa bir zamanın levant dilleri olan Aramice, Yunanca ve Fransızca dillerinde baskılar.
Ama ben daha çok Türk kültürü ve Yahudilik arasındaki güçlü bağdan bahsetmek istiyorum. Niyetim, Atatürk’e ilişkin yaygın bir takıntı olan Yahudi Sabetay kökenli olduğu meselesi değil, ki bu saplantı birçok kişiyi laik cumhuriyetin daha en baştan bir Yahudi komplosu olduğunu düşünmeye sevk etti.
Bu sefer Yahudi bağlantısını ziyaretçilerle dolu bir sergide buldum. Şans eseri mimarlık üzerine uzmanlaşmış Türk fotoğrafçısı Cemal Emden tarafından fotoğraflanmış müteveffa Amerikan Yahudisi mimar Louis Kahn’ın Pera Müzesi’ndeki işlerinin sergisinin açılışına denk geldik. Doğduğunda ismi Itze-Leib Schmuilowsky olan Kahn, Brütalist mimariden etkilenmişti. Açık beton işlemelere düşkünlüğü, 1960’ların ve 1970’lerin İsrail’indeki yuvarlak pencereli kale formundaki beton canavarların yapımına ilham oldu.
Kahn’ın en büyük arzusu anıtsal Yahudi yapısı inşa etmekti. Yıllarca Philadelphia’daki Sefarad Ahavath İsrail Sinagogu için muhteşem bir plan üzerine çalıştı, ki bu sadece kağıt üzerinde kaldı.
1967’deki 6 Gün Savaşı’nın ardından Yeruşalayim’in o dönemki belediye başkanı Teddy Kollek, Kahn’a Eski Şehir’in Yahudi bölgesindeki, 1948’deki bağımsızlık savaşında Ürdünlülerin tahrip ettiği Hurva Sinagogu’nu restore etmesini teklif etti.
Kahn, Yeruşalayim’i kendi ruhuyla çizdi -sergide birkaç çizim taslağı da yer alıyor-, görkemli Haham Yehudah Hehasid’in sinagogunun inşaatı tüm Eski Şehir’e hakimdi.
Hurva’dan Ağlama Duvarı’na uzanan acımasız beton kol Tapınak Tepesi’ndeki Kubbet-üs-Sahra’yı kuşatıyor. Tasarım hiçbir zaman hayata geçmedi. Kahn’ın İsrail’de tasarladığı tek bina Tel Aviv Üniversitesi’nin Wolsdon Mühendislik Binası oldu.
Kahn 1974’te New York’taki Penn İstasyonu’nda esrarengiz koşullar altında ölü bulundu. Kahn’ın 60’lı yaşlarının başında doğan, Harriot Pattison’dan olan oğlu Nathaniel Kahn (Kahn’ın eşi Esther ile Sue Ann isimki bir kızı, Kahn’ın “ortağım ve ilham perim” diye nitelediği bir mimar olan Anne Tyng’den de Alexandra isimli ikinci bir kızı vardı) babası hakkında 2003 yılında acı dolu, mükemmel bir belgesel çekti. Belgesel, çekimlerin bir kısmının gerçekleştiği İsrail’de gösterildi.
Nathaniel Kahn, “My Architect: A Son’s Journey” (Benim Mimarım: Bir Oğlun Yolculuğu) belgeselinde, kendisi henüz 12 yaşındayken ölen babasının şifrelerini çözmeye çalışıyor.
Belgeselde röportaj yapılan herkes Kahn’ın karizmatik, çekici, dahi ve mükemmeliyetçi olduğu konusunda hemfikir, bir de çalışması çok zor biri, ki tasarladığı projelerinin çok küçük bir kısmı inşa edilebildi. Ama inşa edilenler nefesinizi kesmeye yeter.
Filmi izlerken Louis Kahn’ın gerçek bir Yahudi mistiği olduğunu fark ediyoruz. Sanırım bu tamamen unutulmuş.
Ve bugün, burada, fil hafızasına sahip şehir İstanbul’da, Yeruşalayim’i inşa edenlerden biri olmak isteyen ama hiçbir zaman bunu hayata geçiremeyen bu ölmüş Yahudi yeniden hatırlanıyor. Tıpkı şu Yahudi yemininde olduğu gibi: “Ey Yeruşalayim, seni unutursam, sağ elim kurnazlığını unutsun.”
Başka bir önemsiz ayrıntı: Kısa süre önce Pera Müzesi kolonyal bir otel olan Hotel Bristol idi ve 19. yüzyılın sonunda İstanbul’da Avrupalı turistler için ilk inşa edilen oteldi. Binanın cephesi bir anı olarak, olduğu gibi bırakıldı. İç mekan sofistike bir müze alanına dönüştü.
Müzeden ayrılıp, sağdaki pasajdan geçip sola dönünce İstiklal Caddesi’ne çıkıyorsunuz. Köşedeki binaların sadece bir kısmı duruyor, sadece birkaç ay öncesinde kadar 256 numara, sol tarafı Rus konsolosluğunun kapısının hemen yanında bulunan bina ailemizin antikacısıydı. Ve sağda bir Karay Yahudisi olan İlya Avramoğlu’nun sahibi olduğu Kelebek Korse, sütyen ve korse mağazası vardı.
Dükkan üç sene önce kapandığında Türk gazeteleri bu devrin ardından yas dolu haberler yapıldı.
Buna rağmen binanın korunabilmesi için gerekli tarihi değeri yoktu. Yıkıldı. Binanın eski yerinde bulunan yeni kazılmış delik, Asaf Avidan’ın yaklaşan performansına ait afişlerle çevrelenmiş durumda. Asad Avidan İsrailli bir müzisyen. Yeruşalayim’den.
Paylaş: