6 Eylül sabahı, Neve Şalom Sinagogu’na düzenlenen ilk terör saldırısı, 22 kişinin ölümüne yol açmış ve Türkiye Yahudilerinin kolektif hafızasında yer alacak derin bir yaraya sebep olmuştu.
Kaynak: Emre Can Dağlıoğlu / [email protected] / Agos
6 Eylül 1986 bir Cumartesi sabahı, Galata Büyük Hendek Caddesi’ndeki Neve Şalom Sinagogu’nda, 1,5 ay sonra ilk kez Şabat ayini düzenleniyordu. Saat 8’de başlayan ayinin üzerinden bir saati aşkın zaman geçmişti. Saat tam 09.17’de, Tefilla duasına geçildiği sırada, ayini yöneten Hahambaşı Yardımcısı Aşer Ergün’ün üzerinde patlayan bomba herkesi şoke etmişti. Telaşla kaçmaya çalışan kalabalığın üzerine açılan makineli tüfek ateşiyle, sinagogda bulunan insanlar birer birer hayatlarını kaybettiler. Saldırganlar, bununla da yetinmeyip ölen insanların üzerine benzin döküp yaktılar. Bilanço ağırdı, 21 kişi hayatını kaybetmiş, biri Kasım ayında hayatını kaybedecek olan beş kişi ağır yaralanmıştı. Katliam kurbanları, 10 Eylül 1986’da Neve Şalom Sinagogu’nda düzenlenen hazin bir cenaze töreninden sonra, Arnavutköy Aşkenaz Mezarlığı’nda son yolculuklarına uğurlandılar.
İki saldırgan
İki kişi olduğu tahmin edilen saldırganlar da bombaların ellerinde patlaması veya intihar sonucunda hayatlarını kaybetmişlerdi. Kim oldukları ve hangi grup adına böyle bir katliam yaptığı hiçbir zaman aydınlatılamadı. Fakat yine de böylesi bir saldırının sadece iki saldırgan tarafından düzenlenmiş olması pek ihtimal dahilinde değildi. Polis ve MİT’in ortaklaşa yürüttüğü soruşturmaya dair haberlerin medyada aylarca yer bulmasına rağmen, hiçbir sonuç alınamadı. Hürriyet gazetesinde, katliamdan bir yıl sonra yer alan habere göre, katliama yardım eden teröristler, Türkiye’den kaçtıktan sonra İtalya istihbaratı tarafından yakalanıp MİT’e teslim edilmişlerdi, fakat bu bilgi hiçbir zaman kesinlik kazanmadı.
Hem İsrail-Filistin ilişkileri, hem İsrail-Türkiye ilişkilerinin hassasiyeti dolayısıyla katliamın ardından ortaya çıkan tablo biraz farklıydı. Uluslararası kamuoyunun dikkatini bir anda Türkiye’nin üzerine çekmesine neden olan katliam, Türkiye siyaseti ve medyasının meseleyle emsallerinden çok daha farklı bir şekilde ilgilenmesine yol açtı. Araştırmacı Rıfat Bali’nin belirttiğine göre, İsrail, ABD ve Avrupa’daki Yahudi örgütlerinin yoğun ilgisi, hem Türkiye devletini, hem de Yahudi toplumunu rahatsız etmişti. Türkiye Hahambaşılığı, sadece Yahudi liderlerin ve temsilcilerin katılacağı bir törene karşı çıkacağını bildirmiş, Cismani Meclisi de ‘Bu olayda İsrail kanatlarına sığınmayacaklarını’ açıklamıştı. İsrail’in cenazeye üst düzey bir temsilci gönderme isteğine de dönemin Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu, ‘İsrail ve Yunanistan bu olaylarda hep fırsatçılık yapmak isterler. Ölenler Türk vatandaşlarıdır. İsrail’den hiçbir hükümet yetkilisi gelmeyecek’ açıklamasıyla karşı çıktı. Türkiye’de azınlıklara karşı olumsuz hiçbir tavrın olmadığının dünyaya gösterilmesi için gösterilen yoğun çabanın sonucu olarak haftalarca gazete sayfalarında kalan haberler, bir süre sonra, bu katliamın arkasında Mossad’ın olabileceği ve İsrail’in ‘siyonist emeller’ uğruna Yahudileri bile öldürebileceği komplolarına evrilerek, Türkiye medyasının olağan seyrine dönüldü.
Saat 09.17
Katliam, Türkiye’de Yahudi toplumunun kolektif hafızasında derin bir iz bıraktı. Böylesi bir dehşetle kendilerini en güvende hissettikleri yerde karşı karşıya kalmalarının yarattığı güvensizlik, Türkiye Yahudileri üzerine çalışan Marcy Brink-Danan’ın belirttiği gibi, Yahudilerin nerede yaşadıklarını sorgulamalarına yol açtı. Sinagogdaki tarihi saatin, hep saldırı ânı olan 09.17’yi göstermesi, katliamın yarattığı etkinin sonucu. Ayrıca bomba ve kurşun izlerini gösteren iki köşe de, yaşanan acı günün anısına aynen bırakılarak sarı çerçeve içine alındı. Bu katliam sonrasında, sinagogda güvenlik önlemlerinin arttırılması, sinagogu, 1 Mart 1992’de bir bombalı saldırının ve 15 Kasım 2003’te bomba yüklü kamyonlarla gerçekleştirilen intihar saldırısının hedefi olmaktan kurtaramadı.
Katliamı kim gerçekleştirdi?
Katliamı kimlerin gerçekleştirdiği halen bilinmezken, olaydan sonra çeşitli senaryolar üretildi. Katliamın esas faili olarak çoğunlukla Filistinli Ebu Nidal grubu üzerinden duruldu. Yaser Arafat’ın liderliğindeki El Fetih’ten 80’lerde İsrail’le ilişkilerin yumuşamaya başlamasıyla ayrılan Ebu Nidal kod adlı Sabri Halil el-Banna’nın kurduğu örgüt, Aralık 1985’te Roma ve Viyana havaalanlarındaki İsrail havayolu şirketi El-Al bilet satış ofislerine eş zamanlı saldırı düzenlenmiş ve 18 kişinin ölümüne sebep olmuştu. İki yıl sonra da örgüt, yine İsrail’e karşı ses getirmek amacıyla, Frankfurt-New York seferini yapan uçağa İskoçya’nın Lockerbie kasabası üzerinde saldırı düzenleyecek ve uçak mürettebatı ile kasabadaki 11 kişi yaşamını yitirecekti.
6 Eylül sabahı, Neve Şalom Sinagogu’na düzenlenen ilk terör saldırısı, 22 kişinin ölümüne yol açmış ve Türkiye Yahudilerinin kolektif hafızasında yer alacak derin bir yaraya sebep olmuştu.
Kaynak: Emre Can Dağlıoğlu / [email protected] / Agos
6 Eylül 1986 bir Cumartesi sabahı, Galata Büyük Hendek Caddesi’ndeki Neve Şalom Sinagogu’nda, 1,5 ay sonra ilk kez Şabat ayini düzenleniyordu. Saat 8’de başlayan ayinin üzerinden bir saati aşkın zaman geçmişti. Saat tam 09.17’de, Tefilla duasına geçildiği sırada, ayini yöneten Hahambaşı Yardımcısı Aşer Ergün’ün üzerinde patlayan bomba herkesi şoke etmişti. Telaşla kaçmaya çalışan kalabalığın üzerine açılan makineli tüfek ateşiyle, sinagogda bulunan insanlar birer birer hayatlarını kaybettiler. Saldırganlar, bununla da yetinmeyip ölen insanların üzerine benzin döküp yaktılar. Bilanço ağırdı, 21 kişi hayatını kaybetmiş, biri Kasım ayında hayatını kaybedecek olan beş kişi ağır yaralanmıştı. Katliam kurbanları, 10 Eylül 1986’da Neve Şalom Sinagogu’nda düzenlenen hazin bir cenaze töreninden sonra, Arnavutköy Aşkenaz Mezarlığı’nda son yolculuklarına uğurlandılar.
İki saldırgan
İki kişi olduğu tahmin edilen saldırganlar da bombaların ellerinde patlaması veya intihar sonucunda hayatlarını kaybetmişlerdi. Kim oldukları ve hangi grup adına böyle bir katliam yaptığı hiçbir zaman aydınlatılamadı. Fakat yine de böylesi bir saldırının sadece iki saldırgan tarafından düzenlenmiş olması pek ihtimal dahilinde değildi. Polis ve MİT’in ortaklaşa yürüttüğü soruşturmaya dair haberlerin medyada aylarca yer bulmasına rağmen, hiçbir sonuç alınamadı. Hürriyet gazetesinde, katliamdan bir yıl sonra yer alan habere göre, katliama yardım eden teröristler, Türkiye’den kaçtıktan sonra İtalya istihbaratı tarafından yakalanıp MİT’e teslim edilmişlerdi, fakat bu bilgi hiçbir zaman kesinlik kazanmadı.
Hem İsrail-Filistin ilişkileri, hem İsrail-Türkiye ilişkilerinin hassasiyeti dolayısıyla katliamın ardından ortaya çıkan tablo biraz farklıydı. Uluslararası kamuoyunun dikkatini bir anda Türkiye’nin üzerine çekmesine neden olan katliam, Türkiye siyaseti ve medyasının meseleyle emsallerinden çok daha farklı bir şekilde ilgilenmesine yol açtı. Araştırmacı Rıfat Bali’nin belirttiğine göre, İsrail, ABD ve Avrupa’daki Yahudi örgütlerinin yoğun ilgisi, hem Türkiye devletini, hem de Yahudi toplumunu rahatsız etmişti. Türkiye Hahambaşılığı, sadece Yahudi liderlerin ve temsilcilerin katılacağı bir törene karşı çıkacağını bildirmiş, Cismani Meclisi de ‘Bu olayda İsrail kanatlarına sığınmayacaklarını’ açıklamıştı. İsrail’in cenazeye üst düzey bir temsilci gönderme isteğine de dönemin Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu, ‘İsrail ve Yunanistan bu olaylarda hep fırsatçılık yapmak isterler. Ölenler Türk vatandaşlarıdır. İsrail’den hiçbir hükümet yetkilisi gelmeyecek’ açıklamasıyla karşı çıktı. Türkiye’de azınlıklara karşı olumsuz hiçbir tavrın olmadığının dünyaya gösterilmesi için gösterilen yoğun çabanın sonucu olarak haftalarca gazete sayfalarında kalan haberler, bir süre sonra, bu katliamın arkasında Mossad’ın olabileceği ve İsrail’in ‘siyonist emeller’ uğruna Yahudileri bile öldürebileceği komplolarına evrilerek, Türkiye medyasının olağan seyrine dönüldü.
Saat 09.17
Katliam, Türkiye’de Yahudi toplumunun kolektif hafızasında derin bir iz bıraktı. Böylesi bir dehşetle kendilerini en güvende hissettikleri yerde karşı karşıya kalmalarının yarattığı güvensizlik, Türkiye Yahudileri üzerine çalışan Marcy Brink-Danan’ın belirttiği gibi, Yahudilerin nerede yaşadıklarını sorgulamalarına yol açtı. Sinagogdaki tarihi saatin, hep saldırı ânı olan 09.17’yi göstermesi, katliamın yarattığı etkinin sonucu. Ayrıca bomba ve kurşun izlerini gösteren iki köşe de, yaşanan acı günün anısına aynen bırakılarak sarı çerçeve içine alındı. Bu katliam sonrasında, sinagogda güvenlik önlemlerinin arttırılması, sinagogu, 1 Mart 1992’de bir bombalı saldırının ve 15 Kasım 2003’te bomba yüklü kamyonlarla gerçekleştirilen intihar saldırısının hedefi olmaktan kurtaramadı.
Katliamı kim gerçekleştirdi?
Katliamı kimlerin gerçekleştirdiği halen bilinmezken, olaydan sonra çeşitli senaryolar üretildi. Katliamın esas faili olarak çoğunlukla Filistinli Ebu Nidal grubu üzerinden duruldu. Yaser Arafat’ın liderliğindeki El Fetih’ten 80’lerde İsrail’le ilişkilerin yumuşamaya başlamasıyla ayrılan Ebu Nidal kod adlı Sabri Halil el-Banna’nın kurduğu örgüt, Aralık 1985’te Roma ve Viyana havaalanlarındaki İsrail havayolu şirketi El-Al bilet satış ofislerine eş zamanlı saldırı düzenlenmiş ve 18 kişinin ölümüne sebep olmuştu. İki yıl sonra da örgüt, yine İsrail’e karşı ses getirmek amacıyla, Frankfurt-New York seferini yapan uçağa İskoçya’nın Lockerbie kasabası üzerinde saldırı düzenleyecek ve uçak mürettebatı ile kasabadaki 11 kişi yaşamını yitirecekti.
Paylaş: