6 Eylül 1986’da Neve Şalom Sinagogu’na yapılan saldırıdan canlı olarak kurtulan iki kişiden biri olan ve orada babası Dr. Moiz Şaul’u kaybeden Gabi Şaul’un katliamın 30. senesi olan bugünkü anma töreninde konuştu.
“Bundan tam 30 sene önce 6 Eylül 1986 sabahı, Şişhane semalarına güneşli bir Sonbahar günü yeniden doğmuştu. O sabah saat 8’de Neve Şalom sinagogundaki Şabat duasında bulunmak üzere evden çıkıp yola koyulduğumda, kısa bir süre sonra tüm hayatının bir anda değişeceğinden, bir katliamın tam ortasında Babası ile beraber tutsak kalacağından habersiz, gelecek planları kuran, umut dolu bir gençtim. Neve Şalomun hepimizin birçok vesile ile aşina olduğu o bildik kapısından içeri girdiğimde, attığım adım, masumiyetin kollarında, barışın beşiğinde, hiçbir güvenlik önlemi olmadan, özgürce, kurum ve ibadethanelerimize girmek için attığım son adımdı. Bu son adım, ben ve ait olduğum toplum için daha zorlu ve eskisi gibi bir daha hiç olamayacak yeni bir dönemin ilk adımı olacaktı.
Yeni restore edilmiş ve uzun bir aradan sonra, o Şabat sabahı tekrardan ibadete açılmış bu kutsal barış vahasında hazanlarımız, gabaylarımız ve bir avuç kalender insanla beraber büyük bir haz ve neşe içinde, dualara eşlik ederken, dışarıdan gelen ses ile irkildim. Aşina değildim. Seslerin geldiği yöne baktım gayri ihtiyari. Elinde otomatik silahlar bulunan 2 kişi sadece birkaç metre ötemde ayakta durmuşlar, üzerimize mermi ve el bombaları yağdırıyorlardı. Ondan sonrası sadece bir can pazarı. Bombalar ve mermiler arasında, canımı kurtarmak için yerde bir bölgede uzanmış, kendimi gizlemeye çalışırken, arkamda ve önümde canilerin gölgelerini gördüğüm, konuşmalarına tanık olduğum ve hepimizin yaşamına sebepsizce son vermek için soluyan o alçak nefeslerini başucumda hissettiğim, ne kadar sürdüğünü bilemediğim dakikalar. Ölüm ile yaşam bir yumak olmuş, birbirine karışmış. Hangisine elveda, hangisine merhaba diyeceğin meçhul. Bir sırat köprüsü ki üzerinde bir o yana bir bu yana savruluyorsun. Fakat inanın, o anlarda Yüce Tanrımız büyük bir güç ile, yanı başımızda düşmanlarınıza karşı bizimle birlikte savaşıyordu.
O sabah orada kurban olarak bulunan herkesin Tanrı sevgisi ve inancı en üst seviyede idi. Herkes, Şabat gününün neşesi ve kutsiyeti sayesinde, yüce Tanrı ile tek bir yürek olmuş, birbirleri ile kardeşçe bütünleşmişti. Bu inanç ve kutsiyetin olduğu mekanda, , korku ve kaybetme düşüncelerinin barınması mümkün değildi. Sadece olası yokluğumuzda sevdiklerimizi zamansız ayrılığımız ile üzecek olmanın burukluğu ve endişesi. Gerisi orada yaşanan bir inanç ve cesaret destanıdır. Tarihimizde defalarca yazdığımız destanlarından da sadece bir tanesidir. Talmud Tora’da büyüklerimizden ve öğretmenlerimizden, zaman zaman öğretici hikayeler dinlerdik.
Bu hikayelerde inançlı Hasid kişiliklerin, bu dünyadan ’’Şema Yisrael Aşem Elokenu Aşem Ehad diyerek ayrıldı’’ cümlesine aşinaydım. İşte, ben o dakikalarda yaşam ve ölüm arasında büyük bir mücadele verirken, Neve Şalom da ruhunu teslim etmek üzere olan diğer dindaşlarımızın, o alçak canilerin yüzlerine, her yerde ve her koşulda Tanrıya olan inancımızı ve bağlılığımızı, bir kez daha aynı bildik cümle ile büyük bir cesaretle ile haykırdığını duydum. İşte biz o an hala ayakta idik. Yıkılmamıştık. O caniler bizi o gün devirememişlerdi. Çok zor şartlarda ruhumuzu teslim ederken bile, Tanrı ve millet inancımızı, bizi yok etmeye çalışanların yüzlerine haykırarak o gün ayakta kalabilmiştik. Tıpkı 2000 yıldır, sebepsiz yere bizi yok etmeye çalışan düşmanlarımıza karşı ayakta kaldığımız gibi.
Dostlarım, ben büyük bir mucize eseri hayatta kaldım o gün. Fakat sevgili Babam ile beraber her birini ayrı ayrı tanıdığım, genci ve yaşlısı 22 cesur ve Tanrı sevgisi dolu kardeşimizi sonsuzluğa uğurladık. Onların cesaretleri ve inancı bizlere ve gelecek nesillere her zaman yol gösterecek ve ışık tutacaktır. Hepsinin hatıraları mübarek olsun.
Evet, O günden bugüne aradan tam 30 yıl geçti. Kaybettiğimiz sevgili varlıklarımızın aileleri, dönem cemaat yöneticileri ve fertleri ile her yıl burada bir araya gelerek onları anıyoruz. Zaman tabi ki akıp geçiyor. Uzun yıllardır aşina bildiğim yüzler, her yıl biraz daha yaşlanıyor. Fakat arkamızdan güvencemiz olan çocuklarımız ve yeni nesiller geliyor. Bayrağı onlara güvenle teslim ettiğimizi görüyorum. Diliyorum ve dua ediyorum ki; çocuklarımız ve gelecek nesiller, burada her yıl, bizlerle ve bizlerden sonra, 6 Eylül 1986 ve tabi ki 15 Kasım 2003 tarihlerinde kaybettiğimiz kardeşlerimizi anmak üzere, hikayelerine ve destanlarına ürpererek bizzat tanık olduğum, Neve Şalom da kaybettiğimiz dindaşlarımız gibi dimdik ayakta, korkusuzca, tarihleri ve milletleri ile onur duyarak, şeref duyarak, Tanrı inancı ve sevgisi ile hazır bulunacaklar. Gelecek nesillere cemaatimizin bu zor ve kederli günlerini anlatacaklar ve unutturmayacaklar. Bir daha ne cemaatimizin içinde, ne ülkemizde nede dünyanın başka bir yerinde yüce Tanrı benzeri kederli günleri bizlere yaşatmasın. Sözlerime Teilim kitabından hepimize umut veren bir cümle ile son vermek istiyorum.
ELO-İM NİTSAV BAADAT EL – TANRI HALKININ ARASINDADIR”
6 Eylül 1986’da Neve Şalom Sinagogu’na yapılan saldırıdan canlı olarak kurtulan iki kişiden biri olan ve orada babası Dr. Moiz Şaul’u kaybeden Gabi Şaul’un katliamın 30. senesi olan bugünkü anma töreninde konuştu.
“Bundan tam 30 sene önce 6 Eylül 1986 sabahı, Şişhane semalarına güneşli bir Sonbahar günü yeniden doğmuştu. O sabah saat 8’de Neve Şalom sinagogundaki Şabat duasında bulunmak üzere evden çıkıp yola koyulduğumda, kısa bir süre sonra tüm hayatının bir anda değişeceğinden, bir katliamın tam ortasında Babası ile beraber tutsak kalacağından habersiz, gelecek planları kuran, umut dolu bir gençtim. Neve Şalomun hepimizin birçok vesile ile aşina olduğu o bildik kapısından içeri girdiğimde, attığım adım, masumiyetin kollarında, barışın beşiğinde, hiçbir güvenlik önlemi olmadan, özgürce, kurum ve ibadethanelerimize girmek için attığım son adımdı. Bu son adım, ben ve ait olduğum toplum için daha zorlu ve eskisi gibi bir daha hiç olamayacak yeni bir dönemin ilk adımı olacaktı.
Yeni restore edilmiş ve uzun bir aradan sonra, o Şabat sabahı tekrardan ibadete açılmış bu kutsal barış vahasında hazanlarımız, gabaylarımız ve bir avuç kalender insanla beraber büyük bir haz ve neşe içinde, dualara eşlik ederken, dışarıdan gelen ses ile irkildim. Aşina değildim. Seslerin geldiği yöne baktım gayri ihtiyari. Elinde otomatik silahlar bulunan 2 kişi sadece birkaç metre ötemde ayakta durmuşlar, üzerimize mermi ve el bombaları yağdırıyorlardı. Ondan sonrası sadece bir can pazarı. Bombalar ve mermiler arasında, canımı kurtarmak için yerde bir bölgede uzanmış, kendimi gizlemeye çalışırken, arkamda ve önümde canilerin gölgelerini gördüğüm, konuşmalarına tanık olduğum ve hepimizin yaşamına sebepsizce son vermek için soluyan o alçak nefeslerini başucumda hissettiğim, ne kadar sürdüğünü bilemediğim dakikalar. Ölüm ile yaşam bir yumak olmuş, birbirine karışmış. Hangisine elveda, hangisine merhaba diyeceğin meçhul. Bir sırat köprüsü ki üzerinde bir o yana bir bu yana savruluyorsun. Fakat inanın, o anlarda Yüce Tanrımız büyük bir güç ile, yanı başımızda düşmanlarınıza karşı bizimle birlikte savaşıyordu.
O sabah orada kurban olarak bulunan herkesin Tanrı sevgisi ve inancı en üst seviyede idi. Herkes, Şabat gününün neşesi ve kutsiyeti sayesinde, yüce Tanrı ile tek bir yürek olmuş, birbirleri ile kardeşçe bütünleşmişti. Bu inanç ve kutsiyetin olduğu mekanda, , korku ve kaybetme düşüncelerinin barınması mümkün değildi. Sadece olası yokluğumuzda sevdiklerimizi zamansız ayrılığımız ile üzecek olmanın burukluğu ve endişesi. Gerisi orada yaşanan bir inanç ve cesaret destanıdır. Tarihimizde defalarca yazdığımız destanlarından da sadece bir tanesidir. Talmud Tora’da büyüklerimizden ve öğretmenlerimizden, zaman zaman öğretici hikayeler dinlerdik.
Bu hikayelerde inançlı Hasid kişiliklerin, bu dünyadan ’’Şema Yisrael Aşem Elokenu Aşem Ehad diyerek ayrıldı’’ cümlesine aşinaydım. İşte, ben o dakikalarda yaşam ve ölüm arasında büyük bir mücadele verirken, Neve Şalom da ruhunu teslim etmek üzere olan diğer dindaşlarımızın, o alçak canilerin yüzlerine, her yerde ve her koşulda Tanrıya olan inancımızı ve bağlılığımızı, bir kez daha aynı bildik cümle ile büyük bir cesaretle ile haykırdığını duydum. İşte biz o an hala ayakta idik. Yıkılmamıştık. O caniler bizi o gün devirememişlerdi. Çok zor şartlarda ruhumuzu teslim ederken bile, Tanrı ve millet inancımızı, bizi yok etmeye çalışanların yüzlerine haykırarak o gün ayakta kalabilmiştik. Tıpkı 2000 yıldır, sebepsiz yere bizi yok etmeye çalışan düşmanlarımıza karşı ayakta kaldığımız gibi.
Dostlarım, ben büyük bir mucize eseri hayatta kaldım o gün. Fakat sevgili Babam ile beraber her birini ayrı ayrı tanıdığım, genci ve yaşlısı 22 cesur ve Tanrı sevgisi dolu kardeşimizi sonsuzluğa uğurladık. Onların cesaretleri ve inancı bizlere ve gelecek nesillere her zaman yol gösterecek ve ışık tutacaktır. Hepsinin hatıraları mübarek olsun.
Evet, O günden bugüne aradan tam 30 yıl geçti. Kaybettiğimiz sevgili varlıklarımızın aileleri, dönem cemaat yöneticileri ve fertleri ile her yıl burada bir araya gelerek onları anıyoruz. Zaman tabi ki akıp geçiyor. Uzun yıllardır aşina bildiğim yüzler, her yıl biraz daha yaşlanıyor. Fakat arkamızdan güvencemiz olan çocuklarımız ve yeni nesiller geliyor. Bayrağı onlara güvenle teslim ettiğimizi görüyorum. Diliyorum ve dua ediyorum ki; çocuklarımız ve gelecek nesiller, burada her yıl, bizlerle ve bizlerden sonra, 6 Eylül 1986 ve tabi ki 15 Kasım 2003 tarihlerinde kaybettiğimiz kardeşlerimizi anmak üzere, hikayelerine ve destanlarına ürpererek bizzat tanık olduğum, Neve Şalom da kaybettiğimiz dindaşlarımız gibi dimdik ayakta, korkusuzca, tarihleri ve milletleri ile onur duyarak, şeref duyarak, Tanrı inancı ve sevgisi ile hazır bulunacaklar. Gelecek nesillere cemaatimizin bu zor ve kederli günlerini anlatacaklar ve unutturmayacaklar. Bir daha ne cemaatimizin içinde, ne ülkemizde nede dünyanın başka bir yerinde yüce Tanrı benzeri kederli günleri bizlere yaşatmasın. Sözlerime Teilim kitabından hepimize umut veren bir cümle ile son vermek istiyorum.
ELO-İM NİTSAV BAADAT EL – TANRI HALKININ ARASINDADIR”
Paylaş: