1492 yılının Temmuz ayının son günleriydi. İspanya’nın bütün limanlarında büyük bir kargaşa yaşanıyordu. Kargaşanın nedeni, Kastilya Kraliçesi İsabella ve Aragon kralı II. Ferdinand’ın Hıristiyan inancı uyarınca vaftiz olmayı kabul etmeyen Yahudilerinin İspanya’dan ayrılması için tanıdığı sürenin sonuna gelinmiş olmasıydı. 31 Mart 1492’de yayınlanan ‘Kovma Fermanı’nda, “Krallık sınırları içinde yaşayan Yahudilerin, karılarının, çocuklarının ve hizmetkarlarının, yaşları ne olursa olsun Katolikliği kabul etmeleri” isteniyor, aksi takdirde “iyice düşündükten, salim kafa ile mütalaa ettikten sonra emrediyoruz ki Krallığımızda yaşayan tüm Yahudiler kovulsun ve bir daha hiç dönmesinler …” deniyordu.
İspanyol Yahudilerinin bir kısmı kerhen de olsa din değiştirdi, bir kısmı sığınabilecekleri bir yurt aramaya başladı. Sadece yurt bulmak değil, İspanya’dan güven içinde çıkmak da sorundu. Çünkü karadan gitseler, Engizisyonun emirlerini uygulamak için fırsat kollayan fanatiklerin, denizi tercih etseler Cezayir korsanlarına ya da Malta Şövalyeleri’ne esir düşeceklerdi.
Yahudi göçmenleri Cadiz Limanından alan gemilerden ikisini Osmanlı İmparatoru II. Bayezit göndermişti. (O dönemin kaynakları, İsabella ile Ferdinand’ın himayesinde dünyayı keşfetmek üzere yola çıkmayı bekleyen Kristof Kolomb’un gemilerinin Yahudi göçmenler yüzünden İspanya’nın güney sahillerindeki küçük Palos de la Frontera limanından ayrılmakta büyük zorluk çektiğini kaydeder.) Yüzyıllar boyu sürecek göçler sonunda bazı kaynaklara göre 150 bin, bazılarına göre ise 800 bin kadar İspanyol Yahudi’sinin 60 bini Osmanlı ülkesine, 23 bini Portekiz’e, geri kalanların ise Hollanda, İtalya, Fransa, Kuzey Afrika ve Yeni Dünya’ya gitmek zorunda kalmıştı.
Kovma Fermanı
Aslında 15.yüzyıl başından sonuna kadar İspanyol Yahudileri için çok zor bir yüzyıldı. Fanatik Hıristiyan topluluklarının Yahudilere karşı baskıları giderek artıyor, ‘kan iftiraları’nı kitlesel kıyımlar izliyor, Yahudilerin toplumsal yaşamdan dışlanmaları, mahallelerinde tecrid edilmeleri olağan hal alıyordu. Bu saldırılarından korunmak amacıyla bir bölüm Yahudi Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kalmıştı. İspanyollar tarafından Converso (=dönme) diye adlandırılan bu ‘Yeni Hıristiyanlar’ tehlikeyi savuşturmuş görünüyorlardı ancak Hıristiyanlığı kabul etmiş gibi görünüp gizlice Yahudiliğin gereklerini yerine getirmeye devam eden marrano’ların (=Gizli Yahudiler) durumu kötüydü.
Orta İspanyolca’daki ‘kirli’ ya da ‘pespaye’ sözcüklerinden veya Portekizce’deki marrar =zorlamak fiilinden gelme marrano kelimesi hem Yahudilerin hem de Hıristiyanların dilinde aşağılama içeriyordu. Bu gruba karşı saldırılar 1473 yılında Toledo’da ‘dönme’ bir kızın pencereden attığı pis suyun Hıristiyan bir kadının üstüne sıçramasıyla çığrından çıkmış, olaylar şehirden şehire yayılmış, katliamları yağmalar izlemişti. Ardından Engizisyon’un emriyle 18 bine yakın marrano yakılmış ve malları müsadere edilmişti. İşte ‘Kovma Fermanı’, bu sürecin zirvesini oluşturuyordu.
Portekiz’deki Zor Yıllar
1492’de Portekiz’e göç eden Yahudi ailelerden birinin oğlu olan João Miguez ve halası Beatriz’in hikayesi o dönemin tarihine ışık tutacak çok özel bir hikayedir. 1497’de Portekiz Engizisyonu’nun da İspanya’dakine benzer bir karar alması yüzünden ‘dönme’ olmak zorunda kalan bir ailenin oğlu olan João Miguez 1524’te doğmuştu. Ailenin Yahudi soyadı Nasi, Hıristiyan soyadı la Luna idi. João Miguez’in aile içinde kullandığı Yahudi adı Jozef idi. Portekiz Sarayı’nda sevilen bir doktor olan babası o daha üç yaşındayken öldüğü için Jozef’in bakımı, 16 yaşındaki halası Beatriz’e kalmıştı.
Yahudi adı Gracia Hannah olan genç kız, 18 yaşında kıymetli taş ticareti yapan ve kendisi gibi marrano olan Fransisco Mendes’le evlendi. Ancak kocası 1536’da (veya 1538’de) ölünce, giderek Yahudiler için zor bir ülke haline gelen Portekiz’den ayrılmaya karar verdi. O günlerde Yahudilerin sadece kuzey ülkelerine gitmelerine izin verildiğinden, aile Mendes şirketinin bir şubesinin bulunduğu Hollanda’nın Antwerp (Anvers) şehrine göçetti. Flanders kontluğuna bağlı olan Antwerp o yıllarda önemli bir ticaret ve finans merkeziydi ve Doña Gracia’nın ölen kocasının kardeşi Diego burada baharat, kıymetli taş, kumaş ticareti ve bankerlikle uğraşmaktaydı.
La Señora
Doña Gracia, kızı Reyna ve yeğeni Jozef Nasi ile 1537 yılında Antwerp’e geldi. Hem Diego’nun şirketinin yönetimine katıldı hem de şehirdeki Yahudi cemaatinin hamiliğine soyundu. Aslında muhafazakar bir topluluk olan Yahudilerin bir kadına böylesine saygı göstermeleri ve böyle öne çıkmasına göz yummaları pek alışılageldik bir olay değildi ama, Doña Gracia sıra dışı bir kadındı.
Yahudiler arasında kısaca La Señora olarak anılan Doña Gracia, 1542’de (veya 1544’te) kayınbiraderi Diego’nun ölümü üzerine 100 bin duka kefalet bedeli ödedikten sonra daha güvenli olduğuna inandığı Venedik şehrine göç etti. Bu arada yeğeni Jozef Nasi hukuk tahsili görmüş ve Avrupa’nın kraliyet aileleri ile ilişkilerini pekiştirmişti. Dostları arasında İngiltere Kralı VIII. Henry, Portekiz Kralı Manoel, Fransa Kralı II. François, Habsburg kralı V. Charles ve müstakbel Alman kralı Maximillan vardı.
Yeniden Göç Yollarında
La Señora ile Kanuni Sultan Süleyman’ın yolları tam sırada kesişti. Rivayete göre Yahudi doktoru Jozef Hamon’dan Mendes ailesinin hikayesini dinleyen Kanuni, ailenin İstanbul’a göçüne izin vermişti. Bazılarına göre bu izin tamamıyla humanist nedenlerle, bazılarına göre ise dönemin en etkili ve zengin ailesi olan Mendes’lerin İstanbul’da olmalarının Osmanlı imparatorluğuna güç katacağı öngörülerek verilmişti. Ancak, Mendes’lerin İstanbul’a gelmesi kolay olmadı. Kanuni, Venedik Dükü’nden Doña Gracia’nın serbest bırakılmasını talep etti. Dük Mendeslerin aile servetini Venedik’te bırakması koşuluyla bu teklifi kabul etti. Ancak Doña Gracia’nın bunu kabul etmeye niyeti yoktu. 1550’de Yahudilere karşı daha hoşgörülü olduğu bilinen bir başka İtalyan şehrine, Ferrera’ya göç etti. Burada yine Yahudi cemaatinin koruyuculuğunu üstlendi, hatta ünlü Sefarad (Ferrera) Tevrat’ının basımını finanse etti. Ancak bu tarihlerde İtalya’da politik ve dinsel iklim hızla değişmekte ve gizli Yahudi cemaatine karşı baskılar giderek artmaktaydı. Sonuçta La Señora inadı bıraktı ve yeğeni Jozef ve kızı Reyna’yı Ferrera’da bırakarak 1553’te İstanbul’a göçetti.
Ankona Boykotu
1555’de Yahudi düşmanı Cardinal Giovanni Caraffa, IV. Paul adıyla Papa olduğunda, İtalya Yahudiler için bir cehenneme döndü. Bir yıl sonra Jozef Nasi yanında Doña Gracia’nın kızı Reyna ve 800 kadar Portekiz marrano’su ile İstanbul’a geldi, burada sünnet oldu ve Reyna ile evlendi. Aynı yıl, Papa IV. Paul Papalık Şehir Devletlerinde yaşayan Gizli Yahudileri şehirlerin dışına sürmeye karar verince, Doña Gracia bir boykot eylemine girişti.
Planına göre Osmanlı İmparatorluğu’ndan İtalya’ya giden ticari mallar Yahudi düşmanı Ankona limanı yerine Yahudileri korumaya söz veren Urbino Dükalığının limanı olan Pesaro’ya indirilecekti. İlk başta boykotun sekiz ay sürmesi planlanmıştı ancak Selanik Rabbi’si Joshua Soncino, Avrupa ülkelerinde yaşayan diğer Yahudi cemaatlerinin cezalandırılmalarından korktuğu için boykota karşı çıktı. Urbino Dükü de ayak sürüyünce boykot başarısızlıkla sonuçlandı. Cezayı çeken de şehrin Yahudi halkı oldu. Ankona’dan ayrılmak zorunda kalanların bir kısmı korsanlar ve Malta Şövalyeleri’nin eline düştü ve köle olarak satıldı.
Taberiye’de Yahudi Yurdu
Doña Gracia ve Jozef Nasi’nin bu yıllardaki en büyük projesi ise Filistin’deki Tiberias (Taberiye) şehrinde bağımsız bir Yahudi yerleşimi kurma girişimiydi. Bu hayali uzun yıllardır kurduğu anlaşılan aile aslında daha II.Selim’in şehzadeliği sırasında, kan davalı oldukları Venediklilerin kontrolündeki Kıbrıs’ın fethedilmesi ve Kıbrıs Krallığının Jozef Nasi’ye verilmesi için girişimlerde bulunmuşlardı. Ancak bunun gerçekleşmeme ihtimalini de düşünerek 1558-1560 arasında Kanuni’nin izniyle Tiberias bölgesinde toprak satın almaya da başladılar.
Kudüs, Hebron ve Safed’le birlikte Yahudilerin dört kutsal kentinden biri olan antik Tiberias (Taberiye) yerleşimi o zamanlar tamamen harabe halindeydi. Saraydan 1561’de yılda 1000 cruzados karşılığında Tiberias ve civardaki sekiz köyün Jozef Nasi’nin yönetimine verilmesi kararı çıktığında hayal gerçeğe dönüşmeye başladı.1564-65 kışında şehrin duvarları yenilendi.
Tiberias’ı ekonomik açıdan bağımsız kılmak için koyun besiciliği ve ipek böçekçiliği ile uğraşan bir vakıf kurulduktan sonra sıra İtalya’daki marrano’lara, Tiberias’a gelip yerleşmeleri için bir davet mektubu gönderilmesine geldi. 1492’de İspanya’dan Ankona’ya göçetmek zorunda kalan Don Isaac Abravanel adlı Yahudi düşünür, Yahudilerin kurtuluşunun yakında ortaya çıkacak mesih sayesinde olacağını söyleyerek İtalya’daki Yahudi cemaatinin kafası karıştırmıştı ama yine de pek çok ailenin Tiberias’a gelmesi ihtimali güçlüydü. Ancak 1569’da, bir süredir hasta olan Dona Gracia öldü ve Yahudilerin Tiberias hayali 19. yüzyıla kadar ertelenmek zorunda kaldı.
Naksos ve Kiklad Adaları Dükü
Avrupa kraliyet aileleri ile gerekse İstanbul’da saray çevreleriyle kurduğu ilişkiler sayesinde Kanuni tarafından ‘Frenk Bey Oğlu’ diye onurlandırılan Josef Nasi, II. Selim ile II. Beyazid arasındaki taht kavgasında Selim’i desteklemiş ve Selim tahta çıktıktan (1566) sonra Ege Denizi’ndeki ‘Naksos ve Kiklad Adaları’nın Dükü’ (‘Kiklad Adaları’ Andros, Paris, Antiaros, Milo, Sira ve Santorini’den oluşuyordu) ilan edilmişti. Ancak düklüğünü İstanbul’dan, Kuruçeşme’deki sarayından yönetti ve esas olarak politika, ticaret ve bankerlikle uğraştı.
1569’da halası Doña Gracia ölünce Jozef Nasi’nin kolunu kanadını kırdı. Bir yandan Venedik ve Osmanlı gerginliği yüzünden giderek ısınan Akdeniz’de sefer yapan gemilerinin güvenliğini sağlamaya çalışıyor, bir yandan da İstanbul ve Avrupa’daki muhalifleriyle uğraşıyordu. Bu arada Venediklilerin elindeki son mevzi olan Kıbrıs 1570-1571’de Osmanlıların eline geçmiş, bunun intikamını almaya yemin eden Kutsal İttifak donanması Osmanlı donanmasını 4 Ekim 1571’de İnebahtı denilen yerde denize gömmüştü.
1573’de Venedik ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan barış antlaşması ile iki ülke arasındaki ilişkiler tekrar iyileşince Nasi’nin Venedik düşmanlığı göze batmaya başladı. Üstüne üstlük 1574’de hamisi II. Selim de ölünce Jozef Nasi’ye Kuruçeşme’deki sarayına çekilmekten başka yol kalmadı. Bu arada Nasi’nin sarayda üstlendiği görevler Venedik’le iyi ilişkilerden yana olan Sokollu Mehmed Paşa tarafından bir başka Yahudi’ye, ‘Allaman Oğlu’ diye tanınan Solomon ben Nathan Eşkenazi’ye devredilmişti bile.
İlk Feministlerden Doña Reyna Nasi
Gücü giderek azalan Jozef Nasi’nin 1579’da ölmesi üzerine o sırada tahtta olan III. Murad eski dönemin bu hatırlı ailesine pek yüz vermemiş ve Reyna’nın drahoması olan 90 bin dinar dışında kalan tüm servetine el koymuştu. Anlaşılır nedenlerle uzun süre sessiz kalan Reyna, 1590’larda servetinin bir kısmı ile Kuruçeşme’deki evinde bir matbaa kurdu. Bu matbaa İstanbul’da kurulan ilk matbaalardan biri olmasının yanı sıra çok önemli Yahudi eserlerine de hayat vermesiyle ünlenecekti. Bu kitaplardan biri olan Iggeret Shmuel Yahudiliği kabul eden Ruth adlı bir kadının hikayesiydi ve kitap Reyna’nın kadın meselesine duyduğu ilgiye işaret ediyordu. Ancak onun da ölümünden sonra Mendes ve Nasi ailelerinin görkemli tarihi tam anlamıyla sona erdi…
Özet Kaynakça: Cecil Roth, Doña Gracia of the House of Nasi, Jewish Publication Society of America 1988; Norman Stillman, The Jews of Arab Lands, Jewish Publications Society, 1979; Catherine Clement, Muhteşem Senyora, Everest Yayınları, 2001 (Roman).
[…] davetiyle İstanbul’a gelen Doña Gracia Mendes ve yeğeni Joseph Nasi’nin hikayesini bu sayfalarda […]
[…] de Senyora. Portekiz Yahudisi olan ve 1553’te İstanbul’a yerleşen ‘La Senyora’ lakaplı Dona Gracia Nasi adlı kadın tarafından yaptırılmış. Nasi, 1569’da Tiberya’da vefat etmiş. Bazı […]