Avi Haligua
2015 öyle karanlık öyle karanlık bir yıl oldu ki 2016’dan iyi bir şeyler beklememek insanın umudunu tüketebilir. Tüm diğer sorunlar bir yana, Suriye ve Irak’ta tüm vahşiliğiyle devam eden savaş sonucu dünyanın yoksul savaş bölgelerinden yürüyen milyonlarca insana eklenen yeni on binlerin göç hattı üstünde oturmak “dibe vurmak” değilse nedir bilmiyorum. Böyle zamanlarda umut daha kolay tazeleniyor. Benim açımdan yılın ilk iyi haberi ABD’de derinleşen ekonomik ve sosyal krizin sonucunda, halkın sistem dışı adaylara teveccüh göstermeye başladığı haberleriydi. Duyduğum ikinci iyi haber de, bu yazıyı okumakta olduğunuz sitenin kuruluşu. Türkçe konuşan Yahudilerin resmi filtreden geçmeden söz söyleyebilecekleri, kendilerini diledikleri gibi ifade edebilecekleri yeni bir mecranın yaşaması ihtimali bile güzel. Sesi her gün daha da kısılan bir toplumun en sessiz cemaatinden ses çıkmaya başlaması da umut değilse başka nedir bilmiyorum.
Eminim bir yerlerde siz de rastlamışsınızdır. “Herkes aynı yöne çekseydi dünya ters yüz olurdu” diye bir Aşkenaz atasözü olduğu rivayet ediliyor. Gerçekten bu sözü ilk söyleyen Aşkenazlar mı bilmiyorum ama cümlenin işaret ettiği yöne bakmak kökenine bakmaktan daha anlamlı. Sanırım meali; herkes aynı fikirde olup, hayata aynı pencereden baktığında denge mekanizmaları ve arayış ortadan kalkacağı için işin sonu kötüdür gibi bir şey olur. Bugünlerde Türkiye’ye bakıp bu sözü duymuş bir yöneticinin olduğunu düşünmek bile gerçekten güç. Türkiye, son beş yıl içinde herkesin aynı fikirde olduğu, olmayanların ise var olmalarının dahi zora girdiği bir ülke haline geldi. Öteden beri tekçi bir kafa devlete hakimdi ama şimdi olan kategorik olarak başka bir şey. Bu acınası halle ilgili atasözü olarak herhalde “şahken şahbaz olmak” uygun düşer. Yani bir yandan bizim bu hallerimiz epey eski, öte yandan bugünlerde olan rezalet daha önce görülmüş değil.
Bazen hayatlarımızı fasit bir dairenin içinde dönerek tüketiyoruz gibi geliyor. Dünyanın neresinde olursak olalım, canlı olmanın bir sonucu olarak gerçekleşen tükenmeden, cansız olma haline geçişten bahsetmiyorum. Türkiye’de dünyanın başka yerlerine göre çok daha keskin bıçakları olan bir cendere içinde ölmeden –ama aynı zamanda yaşamadan- devam ettiğimiz hayatlarımızdan bahsediyorum. Evden dışarı fazla çıkmayarak, sokakta insanlarla tartışmayarak, otobüste göz teması kurmadan, birinin nedensiz düşmanlığına maruz kalmadan “kazasız belasız” yaşayıp gidiyoruz. Ama öte yandan, bir şeyleri fena halde ıskaladığımızı bilip, hissederek nefes almanın yakıcı sıkıntısı hep sırtımızda. Görülmeden, duyulamadan yaşadığımız her günü “başarılı” saydığımız bu hayatta kalma stratejisine nelerimizi feda ederek uyum sağladığımızı görmek can yakıyor.
Her Türkiye vatandaşı bilir ki; devletin resmi görüşlerini açıktan sorgulamanın ya da farklı bir bakış açısı sunmanın sonu hayır değildir. Yukarıdan aşağıya örgütlenmiş bir toplumun yukarıdan aşağıya “tek ses” olması istenir yukarıdakiler tarafından. Aradan çıkan “farklı” ses bu algı silsilesi içinde bozguncudur. Devlet ve devletin resmi görüşleriyle “itişmek” bazen yasak değilse de her zaman ve fena halde tehlikelidir. Buna dair örnekler saymakla bitmez. Gerisi; polis, mahkeme, gazete falan derken gelir. Biz de televizyonda izleriz. Hayat birilerine dar edilirken, diğerleri de bunu izleyip sesini çıkarmamayı ya da “doğru sesi” çıkarmayı öğrenir. Bizim toplumumuz çokça böyle şekillenmiştir.
Benim nazarımda -Türkiye’de hayatta kalmayı becerebilmiş her kurum gibi- Yahudi Cemaati, tek ses çıkarılınca iyi olacağına, farklı görüşleri açıkça ifade etmenin faydadan çok zarar getireceğine inanmak durumunda kalan yapılara bir örnektir. Devletin gözü her daim olağan şüphelilerin üzerinde olduğundan, sınıfın ön sırasında oturan çocuk gibi özenle şekillenmiştir. Yoksa göze çarpacağını bilir. En azından ilk gençlik yıllarına kadar cemaatin içinde büyümüş bir Türkiye Yahudisi olarak olan biteni ben böyle yorumluyorum.
Ben “Yahudilerin” bireyler değil de bir bütün-yekün olarak yapılandırıldığı bu oyun kurulumunun ister istemez herkesin görüşlerini kendine sakladığı, bir süre sonra da görüşlerini kendinden bile sakladığı sorunlu bir durumun ortaya çıkmasına yol açtığına inanıyorum. Aslında her toplulukta olduğu gibi Türkçe konuşan Yahudilerin de düşünce dünyası alabildiğine çeşitli. Sadece konu İsrail-Filistin ilişkileri olduğunda farklı düşünmüyoruz. Sokak köpeklerinden, işsizlik sigortasına, dövme yaptırmaktan, evlilik öncesi cinselliğe binbir konuda farklı düşünüyoruz. Üstelik sadece günlük hayatla ilgili değil, dine bakış açımız ve hatta uygulamalarımız bile yer yer birbirinden farklı. Din alimi değilim ama “Pesah’ta pilav yenir mi?” sorusuna tüm Türkçe konuşan Yahudilerin aynı cevabı vermeyeceğini söyleyebilirim. Pek çok Yahudi tarafından temel olarak kabul edilen Torah, Ravların uzlaşmaz tartışmalarıyla doluyken bugün herkes aynı görüşteymiş gibi davranarak kendimizi garip bir pozisyona sokmuyor muyuz?
Avlaremoz.com ile Türkiyeli Yahudiler tartışma geleneğini sürdürmek ile ilgili bir adım atıyorlar. Türkçe konuşan, anlatacak hikayesi, söyleyecek sözü olan herkese açık, cemaat içi iletişim kanallarının çoğalmasını destekleyen bir platformun sürdürülebilmesi ihtimali, herkes için faydalı bir değişimin adımlarından biri olarak çok değerli olabilir. Kendi adıma, açık bir platformu okumanın, hiç hoşlanmayacağım, seviye ve kalitesiyle ilgili homurdanacağım pek çok yazı ile karşılaşmak olduğunu biliyorum. Öte yandan tartışmadan, uzlaşmadığım fikirlerle aynı platformun üzerinde birlikte durmayı becermeden bu tek seslilik cenderesinden de çıkış yok. Avlaremoz’un bu işlevi yerine getirip getiremeyeceğini zaman gösterecek olsa da, şimdilik varlığı bile yeter! Hoş geldin Avlaremoz…
Avi Haligua
2015 öyle karanlık öyle karanlık bir yıl oldu ki 2016’dan iyi bir şeyler beklememek insanın umudunu tüketebilir. Tüm diğer sorunlar bir yana, Suriye ve Irak’ta tüm vahşiliğiyle devam eden savaş sonucu dünyanın yoksul savaş bölgelerinden yürüyen milyonlarca insana eklenen yeni on binlerin göç hattı üstünde oturmak “dibe vurmak” değilse nedir bilmiyorum. Böyle zamanlarda umut daha kolay tazeleniyor. Benim açımdan yılın ilk iyi haberi ABD’de derinleşen ekonomik ve sosyal krizin sonucunda, halkın sistem dışı adaylara teveccüh göstermeye başladığı haberleriydi. Duyduğum ikinci iyi haber de, bu yazıyı okumakta olduğunuz sitenin kuruluşu. Türkçe konuşan Yahudilerin resmi filtreden geçmeden söz söyleyebilecekleri, kendilerini diledikleri gibi ifade edebilecekleri yeni bir mecranın yaşaması ihtimali bile güzel. Sesi her gün daha da kısılan bir toplumun en sessiz cemaatinden ses çıkmaya başlaması da umut değilse başka nedir bilmiyorum.
Eminim bir yerlerde siz de rastlamışsınızdır. “Herkes aynı yöne çekseydi dünya ters yüz olurdu” diye bir Aşkenaz atasözü olduğu rivayet ediliyor. Gerçekten bu sözü ilk söyleyen Aşkenazlar mı bilmiyorum ama cümlenin işaret ettiği yöne bakmak kökenine bakmaktan daha anlamlı. Sanırım meali; herkes aynı fikirde olup, hayata aynı pencereden baktığında denge mekanizmaları ve arayış ortadan kalkacağı için işin sonu kötüdür gibi bir şey olur. Bugünlerde Türkiye’ye bakıp bu sözü duymuş bir yöneticinin olduğunu düşünmek bile gerçekten güç. Türkiye, son beş yıl içinde herkesin aynı fikirde olduğu, olmayanların ise var olmalarının dahi zora girdiği bir ülke haline geldi. Öteden beri tekçi bir kafa devlete hakimdi ama şimdi olan kategorik olarak başka bir şey. Bu acınası halle ilgili atasözü olarak herhalde “şahken şahbaz olmak” uygun düşer. Yani bir yandan bizim bu hallerimiz epey eski, öte yandan bugünlerde olan rezalet daha önce görülmüş değil.
Bazen hayatlarımızı fasit bir dairenin içinde dönerek tüketiyoruz gibi geliyor. Dünyanın neresinde olursak olalım, canlı olmanın bir sonucu olarak gerçekleşen tükenmeden, cansız olma haline geçişten bahsetmiyorum. Türkiye’de dünyanın başka yerlerine göre çok daha keskin bıçakları olan bir cendere içinde ölmeden –ama aynı zamanda yaşamadan- devam ettiğimiz hayatlarımızdan bahsediyorum. Evden dışarı fazla çıkmayarak, sokakta insanlarla tartışmayarak, otobüste göz teması kurmadan, birinin nedensiz düşmanlığına maruz kalmadan “kazasız belasız” yaşayıp gidiyoruz. Ama öte yandan, bir şeyleri fena halde ıskaladığımızı bilip, hissederek nefes almanın yakıcı sıkıntısı hep sırtımızda. Görülmeden, duyulamadan yaşadığımız her günü “başarılı” saydığımız bu hayatta kalma stratejisine nelerimizi feda ederek uyum sağladığımızı görmek can yakıyor.
Her Türkiye vatandaşı bilir ki; devletin resmi görüşlerini açıktan sorgulamanın ya da farklı bir bakış açısı sunmanın sonu hayır değildir. Yukarıdan aşağıya örgütlenmiş bir toplumun yukarıdan aşağıya “tek ses” olması istenir yukarıdakiler tarafından. Aradan çıkan “farklı” ses bu algı silsilesi içinde bozguncudur. Devlet ve devletin resmi görüşleriyle “itişmek” bazen yasak değilse de her zaman ve fena halde tehlikelidir. Buna dair örnekler saymakla bitmez. Gerisi; polis, mahkeme, gazete falan derken gelir. Biz de televizyonda izleriz. Hayat birilerine dar edilirken, diğerleri de bunu izleyip sesini çıkarmamayı ya da “doğru sesi” çıkarmayı öğrenir. Bizim toplumumuz çokça böyle şekillenmiştir.
Benim nazarımda -Türkiye’de hayatta kalmayı becerebilmiş her kurum gibi- Yahudi Cemaati, tek ses çıkarılınca iyi olacağına, farklı görüşleri açıkça ifade etmenin faydadan çok zarar getireceğine inanmak durumunda kalan yapılara bir örnektir. Devletin gözü her daim olağan şüphelilerin üzerinde olduğundan, sınıfın ön sırasında oturan çocuk gibi özenle şekillenmiştir. Yoksa göze çarpacağını bilir. En azından ilk gençlik yıllarına kadar cemaatin içinde büyümüş bir Türkiye Yahudisi olarak olan biteni ben böyle yorumluyorum.
Ben “Yahudilerin” bireyler değil de bir bütün-yekün olarak yapılandırıldığı bu oyun kurulumunun ister istemez herkesin görüşlerini kendine sakladığı, bir süre sonra da görüşlerini kendinden bile sakladığı sorunlu bir durumun ortaya çıkmasına yol açtığına inanıyorum. Aslında her toplulukta olduğu gibi Türkçe konuşan Yahudilerin de düşünce dünyası alabildiğine çeşitli. Sadece konu İsrail-Filistin ilişkileri olduğunda farklı düşünmüyoruz. Sokak köpeklerinden, işsizlik sigortasına, dövme yaptırmaktan, evlilik öncesi cinselliğe binbir konuda farklı düşünüyoruz. Üstelik sadece günlük hayatla ilgili değil, dine bakış açımız ve hatta uygulamalarımız bile yer yer birbirinden farklı. Din alimi değilim ama “Pesah’ta pilav yenir mi?” sorusuna tüm Türkçe konuşan Yahudilerin aynı cevabı vermeyeceğini söyleyebilirim. Pek çok Yahudi tarafından temel olarak kabul edilen Torah, Ravların uzlaşmaz tartışmalarıyla doluyken bugün herkes aynı görüşteymiş gibi davranarak kendimizi garip bir pozisyona sokmuyor muyuz?
Avlaremoz.com ile Türkiyeli Yahudiler tartışma geleneğini sürdürmek ile ilgili bir adım atıyorlar. Türkçe konuşan, anlatacak hikayesi, söyleyecek sözü olan herkese açık, cemaat içi iletişim kanallarının çoğalmasını destekleyen bir platformun sürdürülebilmesi ihtimali, herkes için faydalı bir değişimin adımlarından biri olarak çok değerli olabilir. Kendi adıma, açık bir platformu okumanın, hiç hoşlanmayacağım, seviye ve kalitesiyle ilgili homurdanacağım pek çok yazı ile karşılaşmak olduğunu biliyorum. Öte yandan tartışmadan, uzlaşmadığım fikirlerle aynı platformun üzerinde birlikte durmayı becermeden bu tek seslilik cenderesinden de çıkış yok. Avlaremoz’un bu işlevi yerine getirip getiremeyeceğini zaman gösterecek olsa da, şimdilik varlığı bile yeter! Hoş geldin Avlaremoz…
Paylaş: