Nuray Mert
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir basın toplantısında, “Başkanlık sistemi ile üniter yapı bir arada olur mu” sorusuna, Hitler Almanyası’nı hiç de olumsuz anlamda olmayacak şekilde örnek verdiğini kulaklarımızla duyduk, tevil edilecek yanı yok. Tabii büyük bir gaf olduğu için, ardından düzeltme geldi, ama o kadarla kalmadı, Cumhurbaşkanı’nın sözlerini çarpıtmak ithamı ile birlikte geldi. İşte otoriter rejim tam da budur, gerçeğin yerini, kulaklarınızla duyduğunuza karşın, otoritenin buyurduğunun alması, bunu kabul etmek zorunda kalmak demektir.
Durumu kurtarmaz
Tabii ki, bu Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisinin kafalarında tıpkı Hitler Almanyası gibi bir düzen kurmak, soykırıma girişmek olduğu anlamına gelmiyor. Her şeyden önce, tarih kendini hiçbir zaman aynı şekilde tekrar etmez, AK Partisi Nazi partisi ile kıyaslanamaz, ama o kadar. Bundan sonrası fevkalade sorunlu, bir kere Cumhurbaşkanı’nın siyasi sistem açısından tek kriterin “adaletli olmak ve toplumsalkabul” olduğunu hatırlatması durumu kurtarmıyor. Tam tersine, “adaletli olmak” son derece tartışmalı bir kavramdır, hiçbir otoriter düzen veya lider adaletsiz olmak üzere yola çıkmaz, aksine kendi kafasındaki adaleti uygulamak için her yolu mubah görür. En aşırı örnekler olarak, Hitler “Almanya’ya yapılan adaletsizliği onarmak”, Stalinsınıfsal adaletsizliği yok etmek adına yola çıkmıştı. “Toplumsal kabul” ise daha da tartışmalı bir konudur, en kestirme örnek yine Hitler Almanyası’dır.
Demokrasinin önemi ve lüzumu, “adalet” kavramının kendisinin de tartışılabilir ve üzerinde farklı kanaatlerin olabileceğinin kabulü, özgür tartışma ve “adaletdağıtacağım” diye yola çıkanın denetlenebilirliği anlayışına dayanmasıdır. Doğu dünyasında siyasetin merkezinde “adalet”in olduğu ve o nedenle Batı siyasetinden ayrıştığı anlamsız bir iddiadır. Ona bakarsanız, Ortaçağ Batı’sında da siyaset, Hıristiyan adaletini tesis etmek üzerine kurulmuştu, zaten başka türlü hiçbir siyasal otorite kendini meşrulaştıramaz. Batı feodalitesi ile Osmanlı arasındaki fark, Osmanlı’nın vaz ettiği adaleti uygulama gücüne sahip olmasına karşın, Batı’da otorite dağınıklığının yaygın ölçüde keyfiliğe ön açması idi, bu ayrı bir konudur.
Asıl konumuza dönersek, diğer bir sorun alanı, Hitler Almanyası’nın aslında, sağmuhafazakâr- İslamcı-milliyetçi çevre için tam anlamıyla “lanetli” bir rejim olmamasıdır. Her şeyden önce ve en başta, “Yeni Türkiye”nin “üstat” kabul ettiğiNecip Fazıl azılı bir antisemit ve demokrasi karşıtıdır. Bu konuda en aşırı örnek,Cevat Rıfat Atilhan, Büyük Doğu dergisi yazarıydı ve Batı Ortaçağı’nın antisemitizminin ana temalarından biri olan “kan iftirası”nı (blood libel) “İğneli Fıçı”adı altında ilk kez 1937’de (Akşam Matbaası) neşretmişti. En şedit yazarlarından biri birkaç gün önce vefat eden Vakit gazetesi bu çizginin en iyi takipçilerindendi ve bu iktidar çevresinin bu gazeteye gösterdiği itibar, Türkiye’yi yöneten ve Başkanlık sistemi ile gücü pekiştirilmeye çalışılan düşünce çizgisi açısından önemli bir göstergedir. Daha dün, Yeni Şafak gazetesinde bir hahamın söylediklerine dayanılarak “Yahudi Soykırımı abartıldı” haberi yapılması da bu açıdan şaşırtıcı değil.
Hitler ile ittifak
Diğer taraftan, Ortadoğu ve genel olarak Müslüman dünyada antisemitizmin İsrail’in kuruluş sürecinde yaygınlaştığı doğrudur, ama bu süreç aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı öncesi ve esnasında Hitler’e sempati bağının kurulduğu bir köprü niteliği taşır. Kudüs Müftüsü Hacı Emin Hüseyni’nin soluğu Hitler’in yanında aldığını unutmayalım. Dahası, Türkiye’de sağ milliyetçiliğin “dış Türkler” dediği Rus ve daha sonra Sovyetler yönetiminde yaşayan Müslüman nüfuslar arasında yükselen milliyetçilik de, Hitler ile ittifak içindeydi. Bu çevrenin organize ettiği “Türkistanlejyonları” Hitler yanında Kızıl Ordu ile savaşıyordu. Hitler hayranlığı ve antisemitizm, savaş yıllarında Türkiye’de sol Cumhuriyetçi çevrelerde de sempatizan bulmuştu, ama düşünsel mirası esas olarak sağ-milliyetçi-İslamcı cenahta beslenme alanı buldu. Bu konu uzun ve derin bir konudur, sadece tehlikenin büyüklüğü, konunun ciddiyeti açısından dikkatinizi çekmek istedim. Konu hakkıyla tartışma mevzusu olursa yazacak daha çok şey var.
Kaynak: Cumhuriyet, 04.01.2016
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/457952/Hitler_meselesi.html
Nuray Mert
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir basın toplantısında, “Başkanlık sistemi ile üniter yapı bir arada olur mu” sorusuna, Hitler Almanyası’nı hiç de olumsuz anlamda olmayacak şekilde örnek verdiğini kulaklarımızla duyduk, tevil edilecek yanı yok. Tabii büyük bir gaf olduğu için, ardından düzeltme geldi, ama o kadarla kalmadı, Cumhurbaşkanı’nın sözlerini çarpıtmak ithamı ile birlikte geldi. İşte otoriter rejim tam da budur, gerçeğin yerini, kulaklarınızla duyduğunuza karşın, otoritenin buyurduğunun alması, bunu kabul etmek zorunda kalmak demektir.
Durumu kurtarmaz
Tabii ki, bu Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisinin kafalarında tıpkı Hitler Almanyası gibi bir düzen kurmak, soykırıma girişmek olduğu anlamına gelmiyor. Her şeyden önce, tarih kendini hiçbir zaman aynı şekilde tekrar etmez, AK Partisi Nazi partisi ile kıyaslanamaz, ama o kadar. Bundan sonrası fevkalade sorunlu, bir kere Cumhurbaşkanı’nın siyasi sistem açısından tek kriterin “adaletli olmak ve toplumsalkabul” olduğunu hatırlatması durumu kurtarmıyor. Tam tersine, “adaletli olmak” son derece tartışmalı bir kavramdır, hiçbir otoriter düzen veya lider adaletsiz olmak üzere yola çıkmaz, aksine kendi kafasındaki adaleti uygulamak için her yolu mubah görür. En aşırı örnekler olarak, Hitler “Almanya’ya yapılan adaletsizliği onarmak”, Stalinsınıfsal adaletsizliği yok etmek adına yola çıkmıştı. “Toplumsal kabul” ise daha da tartışmalı bir konudur, en kestirme örnek yine Hitler Almanyası’dır.
Demokrasinin önemi ve lüzumu, “adalet” kavramının kendisinin de tartışılabilir ve üzerinde farklı kanaatlerin olabileceğinin kabulü, özgür tartışma ve “adaletdağıtacağım” diye yola çıkanın denetlenebilirliği anlayışına dayanmasıdır. Doğu dünyasında siyasetin merkezinde “adalet”in olduğu ve o nedenle Batı siyasetinden ayrıştığı anlamsız bir iddiadır. Ona bakarsanız, Ortaçağ Batı’sında da siyaset, Hıristiyan adaletini tesis etmek üzerine kurulmuştu, zaten başka türlü hiçbir siyasal otorite kendini meşrulaştıramaz. Batı feodalitesi ile Osmanlı arasındaki fark, Osmanlı’nın vaz ettiği adaleti uygulama gücüne sahip olmasına karşın, Batı’da otorite dağınıklığının yaygın ölçüde keyfiliğe ön açması idi, bu ayrı bir konudur.
Asıl konumuza dönersek, diğer bir sorun alanı, Hitler Almanyası’nın aslında, sağmuhafazakâr- İslamcı-milliyetçi çevre için tam anlamıyla “lanetli” bir rejim olmamasıdır. Her şeyden önce ve en başta, “Yeni Türkiye”nin “üstat” kabul ettiğiNecip Fazıl azılı bir antisemit ve demokrasi karşıtıdır. Bu konuda en aşırı örnek,Cevat Rıfat Atilhan, Büyük Doğu dergisi yazarıydı ve Batı Ortaçağı’nın antisemitizminin ana temalarından biri olan “kan iftirası”nı (blood libel) “İğneli Fıçı”adı altında ilk kez 1937’de (Akşam Matbaası) neşretmişti. En şedit yazarlarından biri birkaç gün önce vefat eden Vakit gazetesi bu çizginin en iyi takipçilerindendi ve bu iktidar çevresinin bu gazeteye gösterdiği itibar, Türkiye’yi yöneten ve Başkanlık sistemi ile gücü pekiştirilmeye çalışılan düşünce çizgisi açısından önemli bir göstergedir. Daha dün, Yeni Şafak gazetesinde bir hahamın söylediklerine dayanılarak “Yahudi Soykırımı abartıldı” haberi yapılması da bu açıdan şaşırtıcı değil.
Hitler ile ittifak
Diğer taraftan, Ortadoğu ve genel olarak Müslüman dünyada antisemitizmin İsrail’in kuruluş sürecinde yaygınlaştığı doğrudur, ama bu süreç aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı öncesi ve esnasında Hitler’e sempati bağının kurulduğu bir köprü niteliği taşır. Kudüs Müftüsü Hacı Emin Hüseyni’nin soluğu Hitler’in yanında aldığını unutmayalım. Dahası, Türkiye’de sağ milliyetçiliğin “dış Türkler” dediği Rus ve daha sonra Sovyetler yönetiminde yaşayan Müslüman nüfuslar arasında yükselen milliyetçilik de, Hitler ile ittifak içindeydi. Bu çevrenin organize ettiği “Türkistanlejyonları” Hitler yanında Kızıl Ordu ile savaşıyordu. Hitler hayranlığı ve antisemitizm, savaş yıllarında Türkiye’de sol Cumhuriyetçi çevrelerde de sempatizan bulmuştu, ama düşünsel mirası esas olarak sağ-milliyetçi-İslamcı cenahta beslenme alanı buldu. Bu konu uzun ve derin bir konudur, sadece tehlikenin büyüklüğü, konunun ciddiyeti açısından dikkatinizi çekmek istedim. Konu hakkıyla tartışma mevzusu olursa yazacak daha çok şey var.
Kaynak: Cumhuriyet, 04.01.2016
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/457952/Hitler_meselesi.html
Paylaş: