7 Ekim ve Sonrasına Dair: Türkiyeli Yahudiler Anlatıyor Röportajlar

Riella anlatıyor: “Barış gelirse bir sonraki kuşaktan gelecek. Beraber yaşamış, birbirinin dilini, kültürünü öğrenmiş bu çocuklar. Onlar getiremezse kimse getiremez.” 

Sadece bazı toplumların uğradığı haksızlıkların, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin karşısında durmak, konforlu alanlarda yaşarken diğerlerini görmemeyi tercih etmek artık dünyamızı daha güvenli, yaşanılır, nefes alınır bir yer haline getirmeyecek belli ki. Ancak, tüm ezilen, mağduriyete uğrayan halklar için aynı empatiyi ve mücadeleyi göstererek, beraber yanyana yaşamayı içselleştirerek ve bunun için adımlar atarak, en azından çabalayarak, birbirimizin geçmişini silmeden, sessizleştirmeden okuyarak, acılarını tanıyarak gerçek olabilecek. Bu bir ihtimal de olsa belki bizim kuşak göremeyecek ama mücadele etmeye kesinlikle değecek. Riella da İsrail’in Yafo şehrinde oturmayı seçmesinin arkasındaki en önemli faktör olarak, “ev”leri olan topraklara barışın gelebilmesinin ancak Araplarla yanyana yaşayarak, birbirlerinin dilini, kültürünü, bugüne kadar birbirine karşıt olarak inşa edilen tarihlerini öğrenerek ve de bir sonraki kuşaklara aktararak olabileceğinin altını, aylardır yaşadığı hüzün ve yasa rağmen umuda tutunarak aktarıyor.  

Özgür: 7 Ekim sabahına gelmeden istersen biraz başa saralım; o günden bugüne tüm bu süreçte yaşananların senin -ve yakınlarının- hayatını nasıl etkilediğine yakından bakalım. Bahar aylarında müthiş protestolar oluyordu hükümet karşıtı ve sen küçük oğlunla o protestolara katılmıştın. Neden sokağa çıkmıştın? 

Riella: 7 Ekim öncesi son 6 aydır ülke tamamen ikiye bölünmüştü. Bunları zaten biliyorsunuz, Netanyahu geri gelmek için, inanılmaz ekstremist, Kahana diye bir rabbinin eğitisi altında yetişmiş, faşist, “Messianic Zionist” isimli bir gruptan iki tane bakanla koalisyon yaptı. En dindar insanların oyunu alabilmek için. Çünkü en dindar insanlar Netanyahu’ya oy vermez. Netanyahu kariyerine en başta orta-sol olarak başladı ve sonra giderek en sağa kaydı. Hani bizim gibilere bakıp, “siz Yahudi değilsiniz” diyecek insanlar bunlar. “Solcular ölmeli” şeklinde yaklaşan insanlar. Bir şekilde hapse girmek üzereyken, aynı Trump gibi, halk adamı yolsuzluktan hapse atmaya çalışırkenadam gene başa geliyor, inanılır gibi değil.  

Sonuç itibari ile ülke ikiye ayrıldı, sol ve sağ olarak. Küçücük bir ülke zaten ve bir noktadan sonra sokaklara yarım milyondan fazla insan dökülmüştü. Bütün ana caddeler bloke oldu; işler, okullar iptal edildi. Ve şöyle bir şey söylenmeye başlandı, “7 Ekim; solun yarattığı destabilizasyon ve ülkenin dikkatini dağıtmak sebebiyle gerçekleşti, çünkü solcularla uğraşmaktan bu tip güvenlik zaafiyetleri gözlerinden kaçtı”. Çünkü o sırada biz solcularla uğraşıyorlardı!  

Takip edilmedi mi? Ciddiye alınmadı mı? Bugüne kadar yapılanlar hep “operasyon” adı altında geçiyordu, şimdiye kadar hiç savaş ilan etmemişlerdi. Çünkü savaş demek daha fazla para demek, daha fazla vergi demek, daha fazla vesaire demek, o yüzden hep “operasyon” diyorlardı. Tüm bunlar Netanyahu’nun işine geldi. Her seçimde bir yükselme yaşanıyordu Hamas ile. Ve millet paranoya yaşayıp korkuyor ve, Netanyahu’ya yaklaşıyordu. 

Ama bilmiyoruz, olacakları önceden duydu mu veya bilgi aldı mı? Şimdiye kadar bu “operasyonlar” hep işine yaradı çünkü. Belki dedi ki, “birkaç tane füze atacaklar sonra biz de gidip bombalayacağız, ben de oyları toplayacağım gene”. Kısacası bu kadar büyük bir olay olacağını düşünemedi. Sonuç itibari ile bilmiyoruz ama bizim gibi “acabacılar” konuşuyor tabii.  

‘Türkiye’de de Kürtlerin yaşadıklarına hep açıktım. Etrafımızda yaşananlardan kendimizi yalıtma lüksümüz yok.’ 

Ö: Elbet bir gün o “acabalar”ın cevabını öğreneceğiz. Peki, o sabaha gidersek… Sanırım sabah 06:30 civarında sirenler çalmaya başlamıştı. O gün ilk anlardan itibaren neler yaşandı ev içinde, evinizde sığınak var mı mesela… O günkü ruh halinizi bize biraz çizer misin? Tekrar hatırlatıp çok zorlamak da istemem seni… 

R: Biz zaten seninle neredeyse her gün konuştuk, şimdi daha bir mesafeli bakabiliyorum hatta, o yüzden hiç sorun değil.  

Şöyle bir hikayemiz var, ben Yafo’da oturuyorum. Biz 6 Ekim gecesi Arap komşularımızı barbeküye çağırmıştık ilk defa. Eşleriyle geldiler, et yaptık güzel şarap içtik filan. Arap Ortodokslar bu arada. Burada herkes yan yana yaşıyor ve kimse kimseye karışmıyor. Yahudiysen Ermeni arkadaşın da var, Müslüman arkadaşın da var, herkes karışık yaşıyor. Herkes birbirinin komşusu Yafo’da ve beraber geziliyor, çocuklarla beraber vakit geçiriliyor. Ada’daki gibi “beraberiz ama ayrı takılırız” değil yani. O yüzden 6 Ekim gecesi bizim için güzel bir geceydi, geldiler, çok güzel geçti. Yafo önemli, o yüzden anlatmak istiyorum. 

Ö: Tabii tabii, özellikle coğrafyaya çok fazla hakim olmayan okuyucular için bu bilgiler çok değerli. Bir İstanbullu Yahudinin alışılagelmiş çemberinden çıktın sen İsrail’de. Neden Yafo’yu seçtiniz? Neden son göçlerle gidenlerin tercih ettiği Raa’anna’yı seçmediniz mesela? 

R: Benim için çok bilinçli bir seçimdi. Ben direk Yafo’ya gelmek istedim çünkü İstanbul’da yaşadıktan sonra Rana’ana veya başka bir yer… homojen bir yerde yaşamak çok garip geliyor. Azınlık olarak yaşamışken bir anda etrafında bırak geniş toplumu, hiçbir Müslüman yok hiçbir Hıristiyan yok. Bu bana çok ilginç geldi hep. Ve kafamızın arka planında hep şu bilgi var: biliyorsun ki Gazze’de bir problem var, işgal var. Türkiye’de de Kürtlerin yaşadıklarına hep açıktım. Etrafımızda yaşananlardan kendimizi yalıtma lüksümüz yok. Ben yapamıyorum en azından. Ve biliyorum ki bu insanlarla ben bir gün “beraberce var olmak” istiyorum. Ve çocuklarım bu insanların kültürüyle büyüsün istiyorum. Nakba mesela hiç dile getirilmeyen bir şey, çocuklarım bilsinler istiyorum.  

‘Ben kalbimde taşla yürüyorum şu an her yere. Ama İsrailliler bütün depresyonlarıyla yaşamayı biliyorlar.’ 

Benim çocuğumu verdiğim okul yarı Filistinli yarı İsrailli bir oluşum. Ebeveynlerin oluşturduğu bir nevi bir sosyal deney. Orada ülkenin kuruluş yıldönümünde hem “iyi ki doğdun İsrail” diyorlar hem de Nakba’yı öğreniyorlar. Bu eşimle beraber attığımız çok bilinçli bir adımdı. Çocuklar burada okusun, burada büyüsün, Arapça öğrensinler…  

Tel Aviv’de bir cennetin içinde sanıyorsun kendini, ama arka bahçen de cehennem! Bir yandan evet, İsraillilerin bu yaşama bağlılıkları, her şeye rağmen hayata tutunmalarını seviyorum. Bunu yapabilmeleri müthiş. Ben kalbimde taşla yürüyorum şu an her yere. Ama bu insanlar bütün depresyonlarıyla yaşamayı biliyorlar.  

Ö: Biraz o güne gelirsek… Sonuçta küçük bir ülke ve herkes ya kaçırılan ya hayatını kaybedenlerle bir bağlantı içinde bir şekilde. Bu da yaşadığınız travmayı çok etkiledi değil mi? Bir de ilk gün, yaşananların boyutu netleşene kadar “daha önceki füzeler gibidir” deyip fazla ciddiye alınmadı sanırım. 

R: Tabii ki, herkes birini illaki tanıyordu. Ve kesinlikle, bu söylediğin çok önemli bir şey. İnsanların anlamadığı bir şey var burada, “İsrail nasıl bu kadar acımasız olabilir?” Evet, Israil kolektif bir cezalandırma uyguluyor. Fakat, Israil aynı zamanda her gün misil saldırılarıyla yaşıyor. Bana başka bir ülke söyle, her gün, düzenli olarak, belirli şehirlerine – mesela Aşdod’da – 1-2 tane de olsa füze atılan? Ki bazı günler 50 tane. Hangi hükümet cevap vermez buna? Bence bu önemli bir soru.  

Ama ben aynı şekilde yaklaşmazdım çünkü ben sol eğilimli bir insanım. Ben terörizmin vurarak, kırarak yok edileceğine inanmıyorum. Hamas o insanlara para veriyor, o bir iş o insanlar için. Başka çareleri yok, nasıl hayatlarını kazanacaklar? Mecbur ediyorsun. Bence terörün karşıtı öldürmek değil; eğitmek, iş fırsatları, para… böyle şeyler. Ama bir yandan da hangi hükümet cevap vermez? Çok karışık bir denklem. 

Benim bu dediğime en yakın Oslo Barış Anlaşması dönemi idi. Ama o da yarım yamalak bir şey oldu. Yitzhak Rabin öldürüldü. Bir yandan da Arafat barış anlaşmasını “ben imzalıyorum” dedi ama diğer taraftan da halkına “imzalıyorum ama İntifada’yı başlatacağız hiç merak etmeyin” demişti. Tam üzerine konuşulup anlaşılmış bir şey değildi.  

7 Ekim solun ölümü burada biraz, bence.  

Ö: Bu konuyu biraz daha deşeceğiz, ondan önce tekrar 7 Ekim ve sonrası günlere gidelim mi? Neler yaşandı sizin evde? 

R: Saat 06:30’da belli belirsiz bir sesle uyandım. Bende acayip bir anne kulağı var, her şeyi duyuyorum. Kalktım, camlar da acıktı, “ah siren mi?” dedim kendi kendime. Gittim eşimi uyandırdım, telefonunda bir uygulama var, “girip baksana bunlar siren mi” dedim. Bir baktık meğer ben başka bir şehrin sirenini duymuşum! Tam bunu dedim, bizdeki sirenler çalmaya başladı. O sırada kardeşime ulaşmaya çalışıyorum, o uyuyordu duymamış bir şekilde. Çocuklar babaannedeydi. Ne olduğu daha belli değildi, sabah o saatte anlayamıyorsun da. Bir de burada gerçeğin bir parçası sirenler, alışıksın.  

Sonra gün ilerledikçe, haberler çıkmaya başladıkça, eşim bana “şu an çok garip bir şeyler oluyor” dedi. O gün yavaş yavaş öğrendik biz. Kibbutzları yaktılar, insanlar öldürülüyor, bir anda Whatsapp’lar dolmaya başladı haberlerle… Eşimde Telegram uygulaması var, o baktıkça şoka girmeye başladı ve çocukları almak için hazırlandı. Bilmem ne kadar terörist sızdı ülkene ve evlere girip insanları öldürüyorlar, evden dışarı çıkmayın, bu insanlar Yafo’da saklanacak deniyor tüm haber gruplarında. Sonuçta yakalandılar o gün içinde ya da 3 gün içerisinde. O 3 gün “ya gelirlerse” diye bekleyerek geçti. Gazze’den Yafo’ya gelmeleri en fazla 2 saat sürer. Böyle bir ruh halinde geçirdik o 3 günü. Kocam ailesinin evinden çocukları almaya gitmişti, arabayla yarım saat mesafe ve başka bir şehir.  

Ben korkmadım ama dondum kaldım. O birkaç gün şoktaydık. Benim yakın bir arkadaşımın evinde sığınak yoktu. Onlar apar topar çocuklarla bize geldiler. Bizde demir kapı, evin içinde sığınak, eşim ve 6 tane silahı var. Donanımlı bir ev anlayacağın, bir de tabii üst katta yani giriş katında değil. Bir şekilde sekizimiz, böyle bir hafta geçirdik.  

‘Oğlum sormaya başladı, “ne oluyor, niye misil geliyor, niye sığınağa gidiyoruz, niye bizi öldürmek istiyorlar? Biz kötü insanlar değiliz ki…”’ 

Ö: Çocuklara nasıl anlattınız, daha doğrusu ne anlattınız? Nasıl eylediniz evin içinde o süreçte? 

R: Özellikle büyük olan savaş konseptini anlıyor. Bununla büyüyorlar zaten. 2 sene evvelki olayı çok iyi hatırlıyor, o zaman bu bilinci oluşmaya başlamıştı zaten. “Ne oluyor, niye misil geliyor, niye odaya gidiyoruz? Niye bizi öldürmek istiyorlar? Biz kötü insanlar değiliz ki?” Ah canım oğlum, ben sana nasıl anlatayım biz bu insanlarla uzun süredir savaştayız, biz onlara kötülük yaptık, onlar bize kötülük yaptı. Ama çocuğa bunu anlatamıyorsun, en sonunda diyorsun ki “bizde demir kubbe var, bu bizi koruyacak.” 

En sevdiği öğretmeni Gazzeli, Filistinli. Bilmiyorum nerden duymuş çünkü bizim evde duyması mümkün değil, gidip öğretmenlerine “kimi tutuyorsun, Gazze’yi mi bizi mi?” demiş. Başımdan aşağı kaynar sular boşaldı. Karışık bir okul ama herkesin eğitimi bizimki gibi değil. Bazısı diyor ki “Gazze’yi otoparka çevirin!”. Böyle şeyler de çok konuşuluyor. Retorik soykırıma doğru evrilmeye başlamış durumda.  

Öğretmen de sonuç olarak “Gazze’yi” demiş, e kadın oralı sonuçta. Eve geldi sinirli bir şekilde, “nasıl bizi tutmaz,” dedi. “Bak oğlum, Gazze’de masum insanlar yaşıyor. Bizim derdimiz Gazze ile ilgili değil, Hamas ile ilgili. Orda da senin benim gibi insan var.” dedim. Böyle taraf tutarak hiçbir yere gelemezsin. Sonrasında okuldan almak istemedik, sonuçta tüm bunları bilerek buraya taşındık. Filistinli nüfusun yoğun olduğu her yerde açılmış vakıf okulları bunlar.  

Bir yandan anlıyorum, insanlara illallah gelmiş durumda hem İsraillilere hem Filistinlilere, çünkü bitmek bilmeyen bir çatışma var. Ama farkında değiller ki bu çatışma bir tarafın yok edilmesiyle bitmeyecek. Söylemin değişmesi lazım, kimse kendi söylemini değiştirmedi.  

Yeterince insanın yaşayabileceği toprak var burada. Problem şu ki, İsrail’in doğuşuyla Nakba taban tabana zıt 2 anlatı / hikaye. Ve ikisi de diyor ki, “ben %100 haklıyım”. Kimse %100 haklı değil. Bir adım geri attığın an bu çatışmanın çözülmeye başlaması demektir.  

Biz getiremediysek bu barışı bizim çocukların jenerasyonu getirecek. Barış için önümü göremiyorum şu anda, bilemiyorum… ama gelirse bir sonraki kuşaktan gelecek, inanıyorum buna. Beraber yaşamış, birbirinin dilini kültürünü öğrenmiş bu çocuklar. Onlar getiremezse kimse getiremez. 

‘Batı’da yenilikçiler İsrail’in yanında gitmemek amacıyla “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” noktasına geldiler.’ 

Ö: Süreci başından itibaren hem sosyal medyadan hem alternatif kanallardan gelişmeleri takip edip, üzerine düşünüyor, tartışıyorsun. Geriye dönüp baktığında sen de en fazla kalp kırıklığını, üzüntüyü yaratan ne oldu bu süreçte? 

R: Olmaz mı… Ben kendimi politik, ideolojik olarak “yenilikçi” olarak tanımlıyordum. Bence yenilikçiler ve ekstrem sol şu an bir çöküş modunda. Şöyle anlatayım; Batı karşıtlığı o kadar merkeze gelmiş durumda ki Batı’ya karşı olan her şeyi “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” şeklinde görüyorlar, bence. Batı’daki adam İran’ın ne olduğunu bilmiyor ama biz biliyoruz -ki 1980’lerden sonra tüm Ortadoğu’nun dinamiğini destabilize etmiş bir ülke İran. Postmarkiszm, postkomünizm dünyası getirmeye çalışıyorlar ama… Bak, mesela benim annem Romanyalı. Doğruya doğru konuşmak lazım, komünizm ve Marksizm 120 milyon kişinin öldürülmesine sebep oldu, faşizmden daha fazla insan öldürülmüş iki tane rejimdir. Sosyal medyada sürekli İsrail aleyhine yorum yapan solculara bu söylediklerim. Yahu bu insanlar hiç mi okumuyor? Çoğu da akademik, baya entelektüel. Bu benim yorumum tabii, benim sosyal medyada hafif takıştığım sol eğilimli arkadaşlarım oldu tabii ki. Solcu Türk Yahudisi birkaç tane arkadaşımla bu süreçte kanlı bıçaklı olduk.  

Sürekli Holokost’a vurgu yapılması beni çok rahatsız ediyor çünkü ben kendimi “Orta Doğulu” olarak tanımlıyorum. Ben Mizrahiyim ve bu tarihin silinmesi beni çok rahatsız ediyor.

Benim takıştıklarım daha çok sanat dünyasından, film dünyasından insanlar. Süreci objektif analiz ettiklerini hiç sanmıyorum. Noam Chomsky’nin bir tane videosunu izlemiş, gelip onu tekrarlıyor sürekli. Eğer neler olduğunu gerçekten içselleştirmek istiyorsak okumak zorundayız. Ben Noam’dan en sağa kadar okumaya çalışıyorum. Ve tüm bu yelpazeyi incelediğimde ben sol spektruma düşen bir insanım. Ama Noam Chomsky’de de inanılmaz problemler görüyorum; adam tamamen Beyaz Batılı bir noktadan bakıyor ve bütün İsrail’i Beyaz görüyor. İsrail’de %70’e yakın Kuzey Afrika ve Ortadoğu kökenli insan yaşıyor; “Kahverengi- siyah– beyazdan fazla Yahudi”. Ama bu “beyaz vs kahverengi” problemi değil. Problem bu duruma bu kadar basitleştirilmiş, indirgemeci bir şekilde bakılması. 1880’lerden itibaren, Osmanlı’nın egemenliği altında olduğu zamandan itibaren bu topraklara İslamcı ülkelerden, uygulanan etnik temizlikler sonucu kahverengi ve siyahların aliya”sı gerçekleşmiş. Bu insanların tarihçesi tamamen silinmiş ve İsrail içinde görülmüyor tarihleri, üzerleri silinmiş. Konumuzu dağıtmak istemem ama çok önemli buluyorum bunu ve bence tüm bu tarihsellik içinde okunması, anlaşılması gereken en önemli kısımlardan biri. Yani, İsrail sadece Holokost’tan ibaret değil.  

Sürekli Holokost’a vurgu yapılması beni çok rahatsız ediyor çünkü ben kendimi Orta Doğulu olarak tanımlıyorum, ben bu coğrafyaya aitim. Benim ailemin çoğu Mizrahi. Ve ben bu tarihin silinmesinden çok rahatsızım. Bütün Yahudiler Holokost’tan geçmedi, ama Arapların yaptığı pogromlar, etnik temizlikler yaşandı. O sürece kadar Ortadoğulu Yahudiler kendilerini “Arap Yahudi”’si olarak tanımlarlardı. Araplar reddetmeye başladıktan sonra “Mizrahi” adını kabul etmişler. Yani, bu etnik temizlik hem Müslümanların Yahudilere hem Yahudilerin Müslümanlara yaptığı bir şey. Bu tek taraflı değil, olmadı. Bunun basite indirgenmemesi lazım.  

Bunları neden anlatıyorum, çünkü tüm bu çatışmayı “Batılı-Doğulu” insan üzerinden okuyor sol tandanslı entelektüeller ve bu doğru bir şey değil.  

‘Politik evsiz hissediyorum kendimi şu anda 

Politik ideolojik duruşumdan kaynaklı 7 Ekim’den itibaren ciddi bir kimlik krizi yaşıyorum. Ben kendimi yenilikçi olarak tanımlarken, tüm bu süreçte gördüğüm solcuların ve yenilikçilerin duruşu, dışlanmam, itilmem beni çok şaşırttı ve bir nevi yas yaşadım kendi içimde. Buna politik evsizlik diyorlar, tek ben değilim bunu yaşayan. Nereye ait olduğunu bilemiyorsun bir anda. Asla sağla kendini ilişkilendirmiyorsun, burası çok net. Yine istiyorsun kadın hakları, çocuk hakları, LGBTQ hakları, kürtaj hakkı, solla eşleştirilmiş tüm hak mücadelelerine katılıyorsun; fakat sıra sana (İsrail’e) gelince senin için konuşan kimse yok. Oraya (sola) ait değilsin.  

Yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan meselesi bu. İki taraf da birbirinin faşizmiyle besleniyor, doğruya doğru.‘ 

Ö: Tüm bu içinden geçtiğin, yüzleşmelerin yaşandığı karmaşık zorlu süreçte gündelik hayatın nasıl devam ediyor? 

R: Yasla geçiyor. Hem yaşananlara duyduğum müthiş üzüntüden dolayı hem de bahsettiğim, kendi içimde yaşadığım yüzleşmeler sonucu hayal kırıklığından kaynaklı. Sinirim geçmeye başladı ufak ufak. Batı’ya kızgın olduğum kadar Hamas’a kızgın değilim. Batı’daki liberal arkadaşlarıma daha çok kızgınım. Ötekiler zaten nefretle büyümüşler. Peki sizin nefret nereden geliyor?  

Benim paylaşımlarımı biliyorsun, başından beri hep barışı paylaştım, ama artık yoruldum 2 aydır pek bir şey paylaşmak gelmiyor içimden. Biraz mesafe koymak lazım. Şu an çok daha soğukkanlı okuyabiliyorum durumu. 

Ama rehinelerden bir tanesi arkadaşım olduğu için, onunla ilgili ve rehinelerin kurtarılmalarının en öncelikli konu olduğuna dair hep paylaşımlar yapmaya devam ettim. Arkadaşım kadın ve çocuk rehine anlaşmasında geri geldi, kocası ise hala esir. O zaman “Ateşkes& Rehine” dediğim için bir arkadaşımla tartıştık ve tamamen bağımı kestim arkadaşımla. Ben hep barışa, beraber bir arada yaşamaya adadım kendimi. Bir arkadaşım orada esir hala! Neden ikisini birden isteyemiyorum? Bu 2 taraflı bir süreç, hep bunun altını çiziyorum; evet, işgal da var terörizm de var, yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan meselesi bu. İki taraf da birbirinin faşizmiyle besleniyor, doğruya doğru. Bu da antisemitizmi besliyor bir diğer taraftan.  

‘Ben tüm bu süreçte yükselen antisemitizmi şöyle tanımlıyorum: “undeniable loneliness of being a Jew” (Yahudi olmanın reddedilemez yalnızlığı).’  

Ö: Bu süreçte tersine göç de yaşanıyor. Hiç İsrail’den ayrılmayı düşündüğünüz bir an oldu mu? 

R: Eşim hiç ayrılmayı düşünmedi, asla. Bir şekilde bırakmak istemedi ben de onu bırakmak istemedim. Benim arkadaşlarım, çevrem İsrailli burada. Türk çiftlerden giden çok bildiğim insan var. Biz İsrailli bir hayat yaşadığımız için herkes buradaydı, kimsenin gidecek bir yeri yoktu zaten. Doğru gelmedi bırakmak. Şimdi şimdi İeşim “Amerika’ya mı gitsek acaba” demeye başladı. O da bunaldı artık sanırım.  

Ben çok İsrailli hissediyorum kendimi, Türk de hissediyorum aynı anda. Ben burada Yahudiliğimle, Mizrahi kimliğimle barıştım, dini bağlamında değil ama politik kimlik olarak. Çok bastırmışım kendimi. Bu da Türkiye’de azınlık olarak yetişmekten kaynaklı işte.  

Ö: Kapatmadan bir de seninle üzerine hep düşündüğümüz toplumsal cinsiyet boyutu var bu savaşın; her savaşta, silahlı çatışmada olduğu gibi… 

R: Özetliyim ben sana buradaki durumu: “Metoo Unless You Are a Jew” (Yahudi olmadığın sürece seni destekliyorum). Bu da gene yukarıda eleştirdiğim yenilikçilerin başarısızlıklarından biri bence. “Kadının beyanı esastır”’a ne oldu? İsrailli kadınlar silindi bu resimde.  

Bir de şunu sormak istiyorum, pro-Filistin söylemler ve muhalefet o halkı özgürleştiriyor mu gerçekten ya da burada faşizmi güçlendirerek birilerinin Bibi’ye oy vermesine mi sebep oluyor? Yenilikçiler ve aktivistler ne kadar yardımcı oluyor barışa? Savaşı yeniden ürettiğimizi düşünüyorum. Bu şekilde Hamas silinmez, ancak geri gelir bir gün tekrar.  

7 Ekim ve Sonrasına Dair: Türkiyeli Yahudiler Anlatıyor” röportaj dizisinin diğer içeriklerine buradan ulaşabilirsiniz.

Avlaremoz’un resmi bir görüşü yoktur. Yayımlanan röportajlar, kişinin kendi görüşleridir. Çok sesli bir platform olma amacı taşıyan Avlaremoz’da, nefret söylemi içermedikçe, farklı düşünceler kendisine yer bulmaktadır.